Etrafı denizle çevrili olan Beyrut yem yeşil dokusuyla müthiş bir Tabiat güzelliği sergilemektedir. BEYRUT, M.Ö.1400 beri adını koruyan şehir olması hasebiyle de tarihin derinliklerine kadar uzanan bir şehir. Öyle ki Amarna 1352-1336 yılları arasında Mısırlı firavun Akhenatenâin hüküm sürdüğü ve kendi adıyla anılan bir şehir.
Beyrut İslam medeniyeti ile 635 yılında şereflenen ve 1517 da Osmanlı yönetimine giren, bir şehirdir.
Birçok yıkım gören Beyrut Osmanlı hâkimiyeti zamanında tekrar kalkınabilmiştir. Emeviler döneminde Ehlibeyt muhiplerinin, orta Asya’dan ve İran’dan gelerek Beyrut’a yerleştikleri nakledilir.
Şehrin ticaretinde büyük payı olan Beyrut limanı 1884-1894 yılları arasında inşa edilmiştir..
XIX. yüzyıl sonlarında Beyrut’a su getirilmiş (1869), bir billuriye fabrikası açılarak (1880), hava gazı ile aydınlatmaya başlanılmış (1885), adliye teşkilatı yeniden düzene konulmuştur. (1888), karakol sayısı arttırılarak bazı yerlere de karakol yapılmıştır.(1888), şehrin caddelerinin genişletilmesine hız verilmiş (1892), bir hastane açılmış (1903) , 1895 yılında Şam ile şehrin bağlantısını sağlayacak olan demir yolu inşaatı yapılmış, 1883 yılında bir kâğıt fabrikası kurulmuş, şehre 1908 yılında elektrik şebekesi döşenmiştir. Bu bilgilerden de anlaşıldığı gibi Osmanlı bölgeye büyük önem vermiş.
Lübnan bir süre Selçuklu medeniyetine beşiklik etmiş, birçok İslam Medeniyeti Lübnan da hüküm sürmüş. Osmanlı 450 yıl bu coğrafyada kalmış. Birçok İslami Medrese ve İlim merkezini barındıran Lübnan Şehidi sani gibi büyük âlimlerde yetiştirmiştir.
1. şehid-i Sanî
Doğumu
Şia ulemasının önde gelen, saygın fakihlerindendir. Asıl adı Şeyh Zeynuddin b. Ali b. Ahmed Âmulî Cebaî olan ve Şehid-i Sanî lâkabıyla tanınan bu yüce fakih, 13 Şevval 911 (h.k)'de, ilim ve fıkıh ailesinde dünyaya gözlerini açmıştır.
Şianın parmakla gösterdiği, vücuduyla iftihar ettiği, İslamî ilimlerin enginliklerini en derin ayrıntılarıyla inceleyen, fıkıh ve içtihat alanında İslam Fıkhı'nın temel taşlarını oluşturan seçkin Şia ulemasından biri olan Şehid-i Sanî, semereli hayatı boyunca verdiği eserler bakımından eşine ender rastlanan fakihlerden biri olmuştur. Şehid-i Sanî, on birinci asırda yaşamış, hayatı boyunca bıkmadan usanmadan çaba göstermiş ve nitekim Âl-i Muhammed (s.a.a)'in fıkhını dünyanın çeşitli bölgelerine yaymayı başarmıştır.
Şehid'in Oğlu
Bu yüce şahsiyetin semerelerle dolu yaşantısının bereketlerinden biri de Maalim'id-Din fi'l-Usul gibi kıymetli bir kitabı İslam camiasına armağan eden saygıdeğer, alim ve araştırmacı yazar Allame Ebu Mansur Cemaluddin Hasan'ı yetiştirmiş olmasıdır.
Ebu Mansur'un yazdığı ve kısaca Maalim olarak bilinen bu kitap da tıpkı babası Şehid-i Sanî'nin er-Ravzat'ül-Behiyye adlı eseri gibi asırlardır ilim merkezlerinde İslamî ilimler tahsil eden talebelerin vazgeçilmez ders kitabı olarak okutula gelmiş ve halen de okutulmaktadır.
Tahsili ve Seferleri
1- Şehid-i Sanî (r.a), babası Nuruddin Ali b. Ahmed'in nezdinde mukaddime derslerini okuduktan sonra Meys Kasabası'na giderek tahsiline orada, Şeyh Ali b. Abdulâli Meysî'nin (ö. 938 h.k) yanında devam etti. Allame Hillî'ye ait Şerai'ul-Ahkam, İrşad ve Kavaid kitaplarını burada okudu. Tahsilinin devamı için buradan da çeşitli ülkelere yolculuk yaptı.
2- Şehid-i Sanî, daha sonra Kerek Nuh'a geçti. Nahiv ve Usul derslerini Câfer Kerekî'den aldı. Üç yıl Ceba'da ikâmet ettikten sonra 937 yılında oradan da Şam'a geçti. Büyük filozof ve aynı zamanda hekim olan Şeyh Muhammed b. Mekkî'den tıp, hikmet ve heyet dersleri aldı. Şeyh Ahmed Cabir'in derslerine katıldı. Tecvid alanında yazılan Şatibiye adlı kitabı onun yanında okudu. Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buharî'yi de Şam'da, Şemsuddin Tûlûn'un nezdinde okudu.
3- Yorulmak bilmeyen bu yüce şahsiyet, 942 (h.k)'de Mısır'a doğru hareket etti. Burada da Arap Edebiyatı, Usul-u Fıkıh, Hendese, Maanî, Beyan, Aruz, Mantık, Tefsir vb. gibi çeşitli alanlarda on altı üstattan ders aldı.
4- Şehid-i Sanî, 944 (h.k)'de Şevval Ayı'nda Kâbe'yi, 946 yılında da Irak'taki mâsum imamların mukaddes türbelerini ziyaret etti. Bu seferlerin dışında, geri kalan zamanını doğum yeri olan Ceba'da geçiriyordu.
5- Hicrî 948 yılında Beyt'ul-Mukaddes'e giderek Şeyh Şemsuddin b. Ebu Latif Mukaddesî'den icazet aldı ve tekrar vatanına döndü.
6- Bu seferlerinin ardından o zamanlar Kostantina olarak bilinen bugünkü İstanbul'a seyahat etti. Kadı Asker Muhammed b. Muhammed b. Kadı Zâde Rûmî'ye on ilim içeren bir risale gönderdi. Bu mektubun ardından karşılıklı görüşmeler ve münazaralar oldu. Nitekim, netice olarak Kadı ona, "dilediği yerde ders verebilme yetkisi" verdi. Bunun üzerine Şehid (r.a), istihare ederek Bâlebek'teki Nuriye Medresesi'nde ders vermeyi tercih etti. Aynı zamanda, Kadı tarafından medresenin idare işi de ona bırakıldı.
7- Şehid (r.a), Hicrî 953 yılında imamların mezar-ı şeriflerini ziyaret ettikten sonra tekrar kendi vilayetine geri döndü ve ölünceye dek orada kalmaya karar verdi.
Merciliği
Şehid-i Sanî, Bâlebek'te ders verdiği sürece ilmî şöhreti sayesinde artık mercî de olmuştu. Seçkin alimler ve ilim sevdalıları, bu yüce şahsiyetin ilmî ve ahlakî karakterinden feyiz almak için uzak diyarından yola çıkarak onu görmeye geliyorlar, onun sıcak nefesinden faydalanıyorlardı. Şehid-i Sanî, bu şehirde çok geniş bir öğrenci kitlesine ders veriyordu. Câferî, Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbeli mezheplerine ait fıkıh ve akaid konularını çok iyi bildiğinden ve bu konulara herkesten daha vâkıf olduğundan her kesime hitap edebiliyordu. Hem fıkıhta, hem de akaitte çağdaş ve mutabık dersler verir, herkes kendi mezhebine göre ondan fetva alırdı.
Üstünlüğü
Ravzat'ul-Cennât kitabının yazarı Merhum Hansarî, Şehid-i Sanî hakkında şöyle der:
"Şimdiye kadar Şia uleması arasında saygınlıkta, ilimde, anlayışta, titizlikte, programlı olmakta, üstat sayısının çok olmasında, zariflikte, maneviyat içerikli etkin söz söylemede, eserlerinin eksiksiz oluşunda onun kadar büyük ve seçkin birine rastladığımı hatırlamıyorum. Hatta, üstat Şehid-i Sanî'nin erdemini ilahî ahlaktan almış olması ve ilahî dergâha yakınlık makamına sahip olması, onun mâsumların izinden gittiğini ve mâsumlardan sonra gelen makama sahip olduğunu gösterir."
İş Hayatı
Şehid-i Sanî, ilmî ve fıkhı açıdan seçkin ve üstün bir kişiliğe sahip olmasına rağmen günlük ihtiyaçlarını karşılamak için bizzat çalışırdı. Hatta bu konuda, geceleri hava karardığında merkebine bindiği, şehirden uzaklaştığı ve odun toplayarak geçimini sağladığı da rivayet edilmiştir.
Üstatları
Şehid (r.a), onca seyahatleri süresince şehir şehir dolaşır, kendine en iyi şekilde faydalanabileceği seçkin üstatlar arardı. Bu nedenle beş mezhebe mensup İslam âlimlerinin en seçkinlerinden faydalandı. Şehid-i Sanî'nin faydalandığı başlıca üstatlar şunlardır:
1- Babası, Ali b. Ahmed Âmulî Cabaî (ö. 925)
2- Şeyh Ali b. Abdulâli Meysî (ö. 938)
3- Şeyh Muhammed b. Mekkî (hekim ve filozof)
4- Seyit Hasan b. Câfer Kerekî
5- Şemsuddin Tûlûn Dımeşkî Hanefî
6- Şeyh Ebul Hasan Bekrî
7- Şeyh Şemsuddin Ebu Latif Mukaddesî
8- Molla Hasan Curcanî
9- Şehabuddin b. Neccar Hanbelî
10- Zeynuddin Hurrî Malikî
Eserleri
Şehid-i Sanî'nin eserleri, tarihleri bakımından Ravz'ul-Cinan'dan başlar, er-Ravzat'ul-Behiyye'de de son bulur.
Gerçekten de Ravzat'ul-Behiyye, adında da belirtildiği gibi alim ve araştırmacıların ruhlarını tazeleyen, kaybettiklerini orada bulmalarını sağlayan, iman ve inanç baharı estiren mükemmel bir bahçedir.
Emel'ul-Âmul kitabında yazılanlara göre, Şehid-i Sanî şehit düştüğünde iki binden fazla kitabı vardı. Bunlardan iki yüz nüshası Şehid'in kendi hattıyla, diğerleri de başka âlimler tarafından kaleme alınmıştı. Kısaca, Şehid (r.a)'in bazı eserleri şunlardır:
1- Ravz'ul-Cinan fi Şerh-i İrşad'il-Ezhan
2- Mesalik'ul-Efham fi Şerh-i Şerai'il-Ahkam
3- el-Fevaid'ul-Amelliyye fi Şerh'in-Nefliyye
4- el-Mekasid'ul-İlliyye fi Şerh'il-Elfiyye
5- Menasik'ul-Hacc'il-Kebir ve Menasik'ul-Hacc'is-Sagir
6- er-Ravzat'ul-Behiyye fi Şerh-i Lümat'id-Dımeşkiyye
7- el-Bidayet-u fi İlm'id-Dirâye (Şehid-i Sanî, bu alanda böylesine mühim bir kitap yazan belki de ilk âlimdir.)
8- Temhid'ul-Kavaid'il-Usuliyye li Tefri'il-Ahkam'iş-Şer'iyye
9- Gunyet'ul-Kasidîn fi Istılahat'il-Muhaddisîn
10- Kitabun fi'l-Ahadis (Hasan b. Mahbub'un Meşiyha'sından seçilen bir çok hadis içerir.)
11- Risaletun fi'l-Ediyye ve Risaletun fi Âdab'il-Cumâ
12- Hakaik'ul-İman
13- Manzumet-u fi'n-Nahv (Şerhiyle birlikte)
14- Munyet'ul-Murîd fi Edeb'il-Mufid (Âdab'ut-Talim ve Mutaallim, eğitim ve öğretim hakkında fevkalade faydalı
bir kitaptır.)
15- Mesken'ul-Fuâd İnde Fıkhıl-Ehibbe ve'l-Evlad (Özetiyle birlikte)
16- Keşf'ur-Raybet an-Ahkam'il-Gıybet
Şehadet Müjdesi
Şeyh Bahaî'nin babası Şeyh Hüseyin b. Abdussamed Harisî şöyle der: Bir gün Şehid-i Sanî'nin yanına vardım.
Çok düşünceliydi. Niçin düşünceli olduğunu sordum, şöyle cevap verdi: "Kardeşim, öyle sanıyorum ki ben ikinci şehit (şehid-i Sanî) olacağım. Rüyamda Alem'ül-Hüda Seyit Murtaza'yı gördüm. Bir ziyafet sofrası açmış, Şia alimlerini başına toplamış, birlikte yemek yiyorlardı. Ben de onlara katıldığımda Seyit Murtaza ayağa kalktı ve bana hoş geldin deyip Şehid-i Evvel'in yanına oturmamı istedi."
Şahadeti
Şehid-i Sanî de fazilet sahibi diğer şehitler gibi gözünü dünya hırsı bürümüş, şahsi çıkarları peşinde olan bir dünya perestin kurbanı olmuştu. Olay, kısaca şöyle gerçekleşmiştir:
Ceba ahalisinden iki kişi, aralarındaki bir anlaşmazlığı çözmesi için Şehid-i Sanî'ye müracaat ederler. Şehid (r.a) de şer'î usullere göre aralarında hükmeder. Aleyhine hükmedilen kişi, bu hükme karşı gelerek Seydâ Şehri kadısına sığınır ve onun yanında Şehid-i Sanî'yi Şiîlik ve Rafizîlik'le suçlar. Kadı, hemen harekete geçerek durumu Osmanlı padişahı Sultan Selim'e bildirir. O da Şehid'i tutuklaması için birini görevlendirir. Ancak bu kimse, Şehit’i bulamaz. Sultan Selim, bir süre sonra da veziri Rüstem Paşa'yı görevlendirir ve ondan Şehit’i bulmasını, mezhebi hakkında bilgi almasını, Şia olduğu takdirde derhal tutuklayıp sarayına getirmesini ister.
Hemen harekete geçen Rüstem Paşa, onun hacca gittiğini öğrenir öğrenmez peşine takılır. Henüz Mekke'ye varmadan onu yakalar. Şehit (r.a), hac ziyaretinin sonuna kadar ondan mühlet ister. Rüstem Paşa bunu kabul eder ancak, daha sonra başkalarının kışkırtması sonucu o yüce zâtı şehit ederek kesik başını sultana götürür.
Sultan Selim, vezirinin bu işine çok kızar ve onu iyice azarlar. Nitekim Şehit’in kanı heder olmaz ve Seyit Abdurrahim Abbasî'nin telaşlarıyla Rüstem Paşa, gerçekleştirdiği bu büyük cinayet için ölüme mahkûm edilir.
Şia ulemasının önde gelen isimlerinden Şehid-i Sanî (r.a) Hicrî 966'da (Seyit Muhsin Emin'e göre de 965'te) şehit edilmiş, ne yazık ki şehadetinin ardından cesedi üç gün yerde kalmış ve üç gün sonra da denize atılmıştır. Başsız hoca diye bir mezarın kendisine atfedildiği Merhum Pr. Abdulbaki Gülpınarlı tarafından nakledilirdi.