İhtilafın, tefrikanın, fitnenin kötü ve zararlı olduğunu her akıl ve insaf sahibi bilmekte ve kabul etmektedir. Ancak ilkelerden taviz verilmesi mektebin yok olmasına veya mektep mensuplarının zamanla asimile olmasına sebep olacak ise gerçeklerin saklanmaması ve başkalarının değerlerine hakaret edilmeden konuşulması gerekir. Örneğin İmam Ali aleyhisselam Hz. Peygamber’den yirmi beş yıl sonra hükümete geldiği zaman ilkelerinden ödün vererek Talha, Zübeyr ve Muaviye’ye müsamaha göstermiş olsaydı, Talha ve Zübeyr’e istedikleri valiliği vermiş ve Muaviye’nin de bir müddet Şam valiliğinde kalmasını onaylamış olsaydı üç büyük savaşa maruz kalmaz ve neticede binlerce Müslüman öldürülmüş olmazdı. İmam Ali geçmişi tashih etmek ve Müslümanları Allah Resulünün sahih sünnetine ve yöntemine döndürmek istiyordu. Acaba İmam Ali aleyhisselam Talha ve Zübeyr’e isteklerinin verilmemesi durumunda, Muaviye’nin azledilmesi halinde büyük savaşların çıkacağını ve binlerce Müslümanın öldürüleceğini bilmiyor muydu! Şüphesiz İmam Ali aleyhisselam bunları biliyordu. Ama ilke ve realiteyi feda edip, ödün vermedi.
“Takrib-i mezahib”in (mezheplerin yakınlaştırılması) anlamı kimse kimsenin kutsalına hakaret etmemeli ve Müslümanlar bir birlerine saygılı olup diyalok ve vahdet içerinde olmalıdırlar.
Gadir-i Hum hutbesi ve Hz. Fatıma aleyhasselamın iki hutbesini derk eden İslam’ı, tevhidi, nübüvveti anlar ve hizmet noktasında İslam’a hakkı ile hizmet eder. Ama Gadir-i Hum hutbesini ve Hz. Fatıma aleyhasselamın iki hutbesini anlamayan ve derk etmeyen İslam’ı tevhit ve nübüvveti anlayamayacağı gibi hizmet noktasında da İslam dinine hakkı ile hizmet edemez. Zira böyleleri imamet ve velayet kavramlarını ve Ehlibeyt imamlarının makam, konum ve tutumlarını birilerine yaranmak ve dünyevi makamlar adına bir yerlere gelmek için çarpıtarak yahut tahrif ederek anlatırlar. Vahdeti yanlış yorumlayarak mektep de adeta vahşet oluştururlar. Vahdet insanın inanç değerlerinden taviz vererek yapılmaz, aksine vahdet inanç değerleri korunarak müştereklerde yapılır. İşte ne yazık ki Gadir hutbesini ve Hz. Fatıma aleyhasselamın iki hutbesini anlamayanlar, vahdeti de yanlış yorumlamış vahşet oluşturmuş, bir tarafı yapmaya çalışırken diğer bir önemli tarafı ise nispi olarak yıkmışlar ve kendi inançlarında bazı esaslarda tahribatlara yol açmışlardır.
Bu gün, bizler Ehlibeyt imamlarına çok önem veriyoruz, (hâşâ) Allah’a önem vermediğimiz kadar imamlara önem veriyoruz diyenler vardır.
Günümüz dünyasında Ehlibeyt mektebine mensup olduklarını söyleyip Ehlibeyt mektebi ile bağdaşmayan bu ve benzerlerini düşünen ve söyleyenlerin yokluğuna inanmak saflık olur. Oysa bu zavallılar Gadir-i Hum hutbesini ve Hz.Fatımaaleyhasselamın iki hutbesini okumuş veya derk etmiş olsalardı böyle düşünmeleri mümkün olmazdı.
Her yerde ve her ortamda vahdeti ileri sürenler konu hakkında ne kadar samimidirler?
Vahdet adına Ehlibeytin velayetini kabul etmeyen bir cemaat imamının arkasında cemaat namazında safa durmak, diğer taraftan da (kendisine göre/kendi çıkarlarına ters düştüğü için) adil bilmediği bir velayet ehli alimin kıldırdığı cemaat namazı esnasında (cami cemaatine mesaj verircesine) camide ayrı bir köşede ferdi namaz kılmak ne derece doğru ve samimi bir yaklaşımdır?
Vahdet için Velayeti kabul etmeyenin arkasında namaz kılanlar, Şia içeresinde vahdet amacı ile adil bilmediği alimin kıldırdığı cemaat namazında saf da durarak namazı kılmış olsalar, vahdet söylemlerinde inandırıcı olduklarını göstermiş olmaz larmı? Böyle yapmayanlar vahdet söylemlerinde ne kadar samimidirler acaba?
Velayet ehli olmayanlar ile vahdet yaklaşımları sergileyip, velayet ehli arasında tefrika adımlarını atanların bu tutumları israil ile kardeş olup Şiaya kafir diyen vahabilerin tutumuna benzemiş olmaz mı? Ve böyleleri kişilik ve karakter olarak samimi, ihlaslı ve doğru olabilir mi acaba?
ELBETTE Kİ VAHDETE EVET. ZİRA VAHDET DİNİN EMRİDİR.
ANCAK VAHDET ADINA TAVİZE HAYIR.
VAHDET SÖYLEYİP İKİLEM İÇİNDE OLMAYA HAYIR.
İLKELİ VE OMURGALI OLMAK ÇOK FARKLI BİR ŞEY...