Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
İmam Hasan (as)
Musa Ayaztekin

İmam Hasan’ın (a.s) Hayatına Kısa Bir Bakış

Hz. Peygamberin büyük torunu İmam Hasan’ın (a.s) hayatını dört devreye ayırmak mümkündür. Birinci devre: Doğumundan Hz. Peygamber ve Hz. Fatıma’nın şahadetine kadar olan yani hicretin üçüncü yılından on birinci yılına kadar olan bölüm. İkinci devre: Hicretin on birinci yılından kırkıncı yılına kadar olan yani Kufelilerin onunla biat etmesine kadar. Üçüncü devre: Hilafete geçmesi ve Muaviye ile olan sulha kadar. Dördüncü devre: Sulhtan sonra şahadete kadar olan devre.

Bu dört devrenin genişçe yazılması ve açıklanması bu makalede imkânsızdır. Ama bu dört devrenin her birini kısaca ve özetle naklediyoruz.

İmam Hasan (a.s) Peygamber Ocağında

İmam Ali (a.s) ve Hz. Fatıma’nın evliliklerinin ilk meyvesi hicretin üçüncü yılında Medine-i Münevvere’de dünyaya geldi.[1]

Hz. İmam Hasan’ın (a.s) doğum haberi peygambere ulaşınca sevinç belirtileri Hz. Peygamberin mübarek yüzünde görünür oludu. Halk sevinçle Hz. Peygamber, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın yanına gelerek tebrik ettiler.[2]

Doğum Merasimi

Hz. Peygamber, doğumunun yedinci günü onun için bir koyun kurban kesti. Akika kurbanını keserken Hz. Peygamber dua[3] okuyordu. Başını tıraş etti ve saçlarının ağırlığınca fakirlere sikkelenmiş gümüş infak etti.[4] Bu olaydan sonra doğan çocuk için kurban kesilmesi ve saçlarının ağırlığınca sakada verilmesi sünnet oldu.

Hz. Peygamberin İmam Hasan’a (a.s) olan Muhabbeti

Hz. İmam Hasan (a.s) mübarek ömrünün ilk yedi yılında hem Hz. Peygamberin, hem Hz. Ali’nin hem de Hz. Fatıma’nın sevgisiyle iç içe yaşıyordu. Hz. Peygamber İmam Hasan’ı (a.s) çok seviyordu. Bu sevgisini hem davranışlarıyla hem de sözleriyle ashabına anlatıyordu. Muhammed b. İsmail Buhari şöyle naklediyor:

Peygamber minberde iken Hasan b. Ali de onunla birlikteydi. Bazen onun yüzüne bakar ve peşinden insanlara şöyle buyururdu: “Bu evladım seyyid ve ağadır…” [5]

Hz. Peygamber çeşitli münasebetlerle İmam Hasan’ın (a.s) fazilet ve azametini dile getirerek şöyle buyurmuştur: “Kim Hasan ve Hüseyin’i severse beni sevmiştir. Kim de bu ikisine düşmanlık beslerse bana düşmanlık beslemiştir.”[6]

İmam Ali’nin (a.s) İmamet Döneminde Hz. İmam Hasan

İmam Hasan (a.s) daha sekiz yaşındayken iki büyük musibetle karşılaştı. Önce dedesi Hz. Peygamberi kaybetti ve birkaç ay sonra da annesi Hz. Fatıma’yı kaybetti. Bu tarihten sonra İmam Hasan (a.s) otuz yıl boyunca Hz. İmam Ali’nin (a.s) yanında kaldı. İmam Ali (a.s) üç halife döneminde Müslümanların maslahatları gereği bazen onlarla sıcak ilişkiler kurar bazen de uzak dururdu. Hz. İmam Ali’nin (a.s) bu tutumu karşısında İmam Hasan (a.s) daima babasının yanındaydı. Onun izlediği siyaseti destekliyor ve İmam Ali’ye (a.s) tabi olmayı kendisi için farz ve gerekli görüyordu.

İbn-i Esir, İbn-i Haldun, Seyyid Haşim Hüseyni ve Bakır Şerif Kureyşi gibi bazı tarihçilerin nakline göre Osman’nın hilafeti zamanında İmam Hüseyin’le beraber Afrika’nın kuzeyinin fethedilmesinde on bin savaşçıyla beraber katılmışlardır.[7]

Ebu Naim İsfahani şöyle yazıyor: İmam Hasan (a.s) İran’ın fethedilmesine katılmıştı. İsfahan ve Korgan’ın fethinde İslam askerleriyle birlikteydi.[8]

Muhammed b. Cerir Teberi ve İbn-i Esir şöyle yazıyor: Teberistan’ın hicri otuzuncu yılda fethi esnasında İmam Hasan (a.s) kardeşi İmam Hüseyin’le birlikte şirket etmişti.[9]

Sonuç itibarıyla çok uzun bir süre geçmeden bütün bu güzel ilişkilerin rengi değişti ve peygamber ashabı Osman’ın hükümetiyle olan ilişki ve iş birliklerini kesti. Zira Osman Ben-i Ümeyye ve akrabalarına verdiği imtiyazlarla Peygamberin ashabını incitti. Ebu Zerr Osman’ın hükümet tarzına itiraz edince Osman’ın hışmıyla karşılaştı ve Rebeze’ye sürgün edildi. Osman Ebu Zerr’in yolcu edilmesini yasaklamıştı. Ama İmam Hasan (a.s) bir grup sahabeyle birlikte yolcu etti ve ona hitaben şöyle buyurdu:

“Ey amca! Hüzün ve kederimiz büyüktür ama sözün kısasını diyeceğim. Zira yolcu eden şahıs geri dönmelidir. Yolcu eden kimse sakin olmalıdır. Bunların sana yaptıklarını gördüğüne göre artık dünyaya gönül verme, sabırlı ol. Zira yarının (ahiret) büyük mükâfatları seni bekliyor. Peygamberini diğer dünyada ziyaret edinceye kadar sabret. O senden razı olacaktır.”[10]

Savaşa Katılması

İmam Hasan (a.s) İmam Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde hükümetin sağlamlaşması için çok çaba gösterdi. Cemel savaşında Kufe halkını cihada davet etmek için Ammar b. Yasir’le birlikte Kufe’ye gitti. Ateşli bir hutbe okuyarak yaklaşık on bin askerle Basra’da İmam Ali’nin (a.s) yardımına koşarak Cemel savaşına katıldı.[11]

Siffin savaşında da babasının yanındaydı. Kufelilerin içinde bir hutbe okuyarak onları bu önemli savaşa davet etti.

İmam Hasan’ın (a.s) savaşa katılması ve askerlerin arasında olması askerlerin morallerini yükseltti. Zira o Hz. Peygamberin büyük torunu idi. O babasının yanında hakkı ihya edip batılı ortadan kaldırmak için cesurca savaşıyordu.

İmam Hasan’ın (a.s) Hilafeti

Hicri kırkıncı yıl Ramazan ayının yirmi birinde Hz. Ali şehit olduktan sonra Müslümanlar Kufe merkez camiinde toplandılar. Şehit imamları hakkında son haberleri dinlemeyi beklerken İmam Hasan (a.s) minbere çıktı. Konuşmak istediği anda gözleri doldu ve kelimeler boğazına tıkandı kaldı bu nedenle konuşamadı. Bir müddet bekledikten sonra Allah'a hamd-ü sena ve kendisini tanıtıp babasına övgüden donra Müslümanların İslam ümmetinin siyasi ve askeri durumunu tahlil etti.

İmam Hasan’ın (a.s) bu konuşması öylesine etkili olmuştu ki herkes ağlamaya başladı. Ebul Ferec İsfahani’nin nakline göre İmam Hasan’ın (a.s) Kufe camiinde yaptığı bu konuşmadan sonra Abdullah b. Abbas ayağa kalktı ve İmam Hasan’a (a.s) biat etmek için davette bulundu ve orada bulunanların tümü İmam Hasan’a (a.s) biat etti.[12]

İmam Hasan’ın (a.s) Hükümeti Karşısında Muaviye’nin Siyaseti

Kufe olayları Şam’a ulaşınca Muaviye, Amr b. As, Eş’es b. Kays ve Ben-i Ümeyye’nin ileri gelenleriyle olağan üstü bir toplantı düzenledi. Uzun bir meşveret toplantısından sonra aşağıdaki kararları aldılar.

1- Kufe ve etrafındaki şehirlere bir grup casus gönderilecektir. Bunlar İmam Hasan’ın (a.s) hükümeti sınırları içerisinde huzursuzluk meydana getirecek ve orada olup bitenleri Şam’daki Emevi hükümetine ulaştıracaklar.

2- Rüşvet ve tehditlerle Kufe ordusunu bozacak onları paralarla kandırıp Muaviye ordusuna katılmaya ikna edecekler.

3- Kufe ordusu arasında İmam Hasan’ın (a.s) hükümeti Muaviye’ye devretmek istediği yalanını yayacaklar.

4- Bütün bunlar Kufe ordusundaki birlik ve beraberliği yok edecektir. Bu propagandalarla insanlar yorulacak ve yavaş yavaş İmam Hasan’a (a.s) olan desteklerini çekeceklerdir.

İmam Hasan (a.s) Muaviye’nin bu siyasetleri karşısında durdu. Biri Kufe biri de Basra’da olmak üzere iki casus yakalandıktan sonra muhakeme edilip idam edildiler. İmam Hasan (a.s) Muaviye’ye şu içerikte bir mektup yazdı: “Ey Muaviye! Sen bazı güçlerin vasıtasıyla aramızda casusluk yaptın. Savaş fitnesini sevmiş gibisin. Gerçi bunda şüphe yoktur. Peki, bekle Allah'ın da inayetiyle seninle savaşmaya geliyorum.”[13]

İbn-i A’sem Kufi’nin yazdığına göre İmam Ali’nin (a.s) şahadeti ve Kufelilerin İmam Hasan’a (a.s) biatinden sonra İmam Hasan (a.s) Kufe’de iki ay kaldı. İki ay sonra Basra valisi Abdullah b. Abbas’tan bir mektup ulaştı. Mektupta Basralılar size biat ettiler ve Muaviye’nin zorbalıklarına karşılık verilemesini bekliyorlar, onlar bu yolda sana yardım için bekliyorlar diye yazılmıştı. İmam Hasan (a.s) bu mektuptan sora Muaviye’ye hakka tabi olması için bir mektup yazdı.

İbn-i Ebil Hadid’in yazdığına göre İmam Hasan (a.s) Muaviye’ye yazdığı mektuplardan bir netice alamayınca ona, onunla Muaviye arasında kılıçtan başka bir şeyin hükmedemeyeceğini yazdı.[14]

Bu mektuptan sonra Muaviye savaş için hazırlandı. Kendi adamlarına savaş için hazırlanmalarını ve bu savaşa katılmalarını söyledi. Muaviye altmış bin askerle Fırat’a doğru hareket etti.

İmam Hasan (a.s) Muaviye ve askerlerinin hareketinden haberdar olunca Hucr b. Adiy’e insanları toplamasını emretti. Hucr insanları topladı İmam Hasan (a.s) bu topluluğa karşı sohbet ederek hepsini cihada davet etti. Ama maalesef kimse olumlu cevap vermedi. Adiy b. Hatem bu ilgisizlikten rahatsız olarak şöyle dedi: Ben Hatem’in oğluyum. Size hâkim olan bu kötü hal de nedir böyle? Peygamberinizin oğlu ve imamınıza itaat etmiyor musunuz?

Daha sonra imama dönerek kendisi ve kabilesinin ona itaat etmeye hazır olduğunu söyledi. Kendisi de imamın ordugahına doğru yöneldi. Adiy’den sonra Kays b. Sa’d, Ma’kal b. Kays, Ziyad b. Sa’sa’a gibi diğerleri de imamın davetine olumlu cevap verdiler. İmamın ordugâhında on iki bin dolaylarında asker toplandı. İmam Hasan (a.s) Deyr’u Abdurrahman denilen mevkie kadar askerlerle birlikte yol aldı.[15]

Deyr’u Abdurrahman denilen mevkide İmam gerekli emirleri vererek on iki bin kişilik bu ordunun komutanlığını Ubeydullah b. Abbas, Kays b. Sa’d ve Said b. Kays’a bırakarak şöyle buyurdu:“Siz Meskin’e doğru hareket edin ve Muaviye’nin karşısında durun ve ben Medain ordusuyla size katılıncaya kadar orada bekleyin.”

İmam, Sabat ile Medain’e gitti ve orada suikasta uğradı.

İki Ordunun Güçlerine Kısa Bir Bakış

İmam Hasan (a.s) Muaviye ile savaş hazırlığı görmektedir. Muaviye’nin ordusu altmış binden fazla askerden oluşmaktadır. Ama Kufe askerleri az, dağınık ve birkaç gruptan oluşmaktadır. Genel hatlarıyla oldukça zayıftı. Bu zayıflığın birkaç tane sebebi vardır.

1-      Hakemiyet olayı

2-      Muaviye ve Amr b. As’ın entrikaları

3-      İmam Hasan’ın (a.s) ilk komutanı yani Ubeydullah b. Abbas’ın ihaneti

Daha birkaç yıl önce Siffin savaşında Kufeliler için Şamlılara karşı galip gelmeleri için en güzel şartlar oluşmuştu.

Şimdi ise birkaç yıl geçmiş Kufeliler Cemel, Siffin ve Nehrevan gibi üç büyük savaş atlatmışlardı. Ammar b. Yasir ve Malik-i Eşter gibi cengâverleri kaybetmişlerdi. Kufelilerin ruhiyesi hakemiyet olayı, Ebu Musa Eşa’ri’nin cahillikleri, Amr b. As’ın entrikaları ve Hz. Ali’nin şahadeti… Münasebetlerle iyice zayıflamıştı. Gerçekte Kufeliler en olumlu şartlara sahipken şimdi ruhiye bakımından en kötü duruma düşmüşlerdi. Eğer bu şartlar altında bir savaş vuku bulacak olsaydı İmam Hasan’ın (a.s) kazanma şansı çok az hatta sıfıra yakındı. Kufelilerin Cemel, Siffin ve Nehrevan savaşlarından sonra bir savaş daha kaldırmaya güçleri yoktu. Zayıflık günden güne daha fazla göze çarpar olmuştu. Bu iddianın delili İbn-i Esir’in şu sözüdür. İmam Hasan (a.s) askerlerine karşı şöyle bir konuşma yaptı:

“Biliniz ki Muaviye bizi kendisinde izzet ve insaf olmayan bir şeye davet ediyor. Eğer sizler izzet taraftarı ve savaşa hazır iseniz bunu ilan edin. Değilseniz cevabınızı söyleyin.” İmamın bu sözlerinden sonra hep bir ağızdan: “Bizler yaşamak istiyoruz, savaş istemiyoruz!” diye feryat ettiler.[16]

Her halükarda İmamın ordusunun durumu öylesine zayıftı ki İmam Hasan (a.s) Müslümanların ve İslam'ın maslahatını gözeterek hükümetten çekilmek zorunda kaldı.

İbn-i A’sam Kufinin yazdığına göre İmam Hasan, Muaviye’nin yeğeni olan Abdullah b. Haris b. Nevfel’i Muaviye’nin yanına göndererek onunla savaştan kaçınma konusunda konuşmasını istedi. Muaviye şöyle dedi: Ne kadar şartın varsa söyle hepsini kabul ediyorum. Abdullah şöyle dedi: Senden sonra hükümet Hasan’a yetişecek. Bu zaman zarfı içerisinde her yıl beş yüz bin dirhem ona vereceksin. Darabgerd ve Fars vergilerini de ona vereceksin. Muaviye ise şöyle dedi: Söylediğin tüm şartları kabul ediyorum. Daha sonra beyaz bir kâğıdın altını mühürleyerek Abdullah’a verdi ve İmam Hasan (a.s) ne isterse yazsın kabul ediyorum dedi. Abdullah İmam Hasan’ın (a.s) yanına geldi ve müzakereyi olduğu gibi imama anlattı. İmam şöyle buyurdu: Muaviyeye dediğin senden sonra hükümet Hasan’a ait olsun güzel bir şey değil. Ben bunu istemiyorum. Eğer isteseydim bu gün onu bırakmazdım. Daha sonra kendi kâtibini çağırarak ona şöyle yazmasını emretti:

“Bismillahirrahmanirrahim. Bu Hasan b. Ali ve Muaviye b. Ebu Süfyan arasındaki sulh namedir. Ben hilafeti ona bırakıyorum. Ölüm yaklaştığı zaman kendisinden sonraya veliaht tayin etmeyecek ve hilafeti bir şuraya bırakacaktır. Müslümanlar güven içinde olacaklar Şia ve Hz. Ali’ye mensup olanlar güvende olacaklar.”[17]

Hilafetten Sonra İmam Hasan

Sulhtan sonra iki grup imama itiraz etti. Bunlardan birisin düşmana bağlı olan gruptu. Diğeri ise sulhun felsefesini anlayamayan Şialardı.

Düşmana bağlı itirazcılar Süfyan b. Ebi Leyli ve Abdullah b. Zübeyir gibi kimselerdi. Süfyan b. Ebi Leyli İmam Hasan’a (a.s) şöyle dedi: Selam olsun sana ey müminleri zelil eden! İmam Hasan (a.s) ona hitaben şöyle buyurdu:“Vay olsun sana ey Harici! Benimle sert ve kaba konuşma. Zira sulha yapmama neden olan şey sizin yersiz ve tutarsız davranış ve tutumlarınızdı. Sizler babamı katlettiniz ve daha sonra da bana kılıç çektiniz. Beni çadırımı yağmaladınız. Sizler Siffina savaş için gittiğiniz zaman dininiz dünyanızın önündeydi. Ama bu gün dünyanız dininizin önünde. Vay olsun sana! Kufe halkına güven olmayacağını gördüm. Kim onların yardımına güvenecek olursa yenilgiye uğrayacaktır.”[18]

Abdullah b. Zübeyir de sulha itiraz ederek bunu imamın korkaklığına saydı. İmam Hasan (a.s) ona hitaben şöyle buyurdu: “Vay olsun sana! Neler de söylüyorsun. Bu dediğin mümkün mü? Ben Arapların en cesurunun oğluyum. Ben bütün kadınların efendisi Fatıma’nın oğluyum. Vay olsun sana! Korku ve zaaf bana yol bulamaz. Sulh yapmamın sebebi görünürde benim dostum olan ama kalben yok olmamı isteyen senin gibi dost görünür kimselerdi. Sizin yardımınıza nasıl güvenilebilir.”[19]

Ama ikinci grup yani sulhun felsefesini anlayamayan Şialar yeterli bilgi ve tahlil gücüne sahip olmadıkları için İmam Hasan’ın (a.s) bu cesur hareketine itiraz ediyorlardı.

Bu grubun içinde Süleyman b. Sured Huzai, Malik b. Zemra, Bişr Hemdani, Hucr b. Adiy, Adiy b. Hatem, Ebu Said Akyasa vb. gibi kişiler vardı. Bu grup defalarca İmam Hasan’a (a.s) itiraz etti. İmam onlara cevaben şöyle buyurdu: “Müslümanların yeryüzünden kökünün kazınması ve bir kişinin bile kalmamasından korktum. Bu nedenle Allah'ın dinini korumak için bu sulhu yaptım.”[20]

Sultan rahatsız olan Şiaların grubundan Süleyman b. Sured Huzai imama şöyle hitap ediyor: Selam olsun sana ey müminleri zelil eden! İmam Hasan (a.s) sabırla onun öfkesini sindirerek şöyle buyuyor:“Sizler madalyonun bir tarafını görmektesiniz. Diğer taraftan gafilsiniz. Bu meselenin derinliğini bilmediğiniz için itiraz ediyorsunuz.”

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurdu: “Benim bu işteki hedefim sizin kanınızın akıtılmaması ve korunması idi.”

İmam’ın Muaviye Karşısındaki Tutumu

Sulhnamede İmam Hasan’ın (a.s) Muaviye’ye müminlerin emiri dememesi kararlaştırılmıştı. Dolayısıyla onun hilafetini resmen tanımıyordu.

İmam Hasan’ın (a.s) çekilip Muaviye’nin hükümete geçmesinden sonra Ferve b. Nevfel Eşce’i beş yüz kişilik hariciler grubuyla Nuheylede toplandı. Bunlar Muaviye ile savaşmak istiyorlardı. İmam Hasan (a.s) Medine’ye dönmek için hazırlanıyordu. Muaviye İmam Hasan’a (a.s) şöyle yazdı: Harici Ferve b. Nevfel Eşce’i beş yüz kişilik bir grupla Kufe’ye doğru ilerliyor. Size elinizdeki orduyla ona karşı savaşmanızı daha sonra Medine’ye dönmenizi emrediyorum. İmam ona cevaben şöyle yazdı:“Eğer savaşma kastım olsaydı önce seninle savaşırdım. Ben İslam ümmetinin maslahatı gereği ve Müslümanların kanı akıtılmasın diye seninle savaşmadım.”[21]

Şeyh Saduk İlel’uş Şerai isimli kitabında şöyle yazıyor: İmam Hasan (a.s) Muaviye’ye ona müminlerin emiri dememek kaydı ile biat etti.[22] Bu cümle imamın Muaviye karşısında teslim olmadığını göstermektedir. Hatta mevcut şartlar iyi değerlendirildiği takdirde imamın mücadele metodunu değiştirdiğini görmekteyiz. Bu kez de başka bir metotla Muaviye hükümetinin batıllığını tüm Müslümanlara gösterdi.

İmam Hasan (a.s) sulhtan sonra Medine’ye doğru yola koyuldu. On yıl boyunca Medine’de oturdu. Daima İslam kültürünün yaygınlaştırılması ve düşmanların entrikalarının beyanı ile meşguldü. İmamın varlığı Şiaların huzur kaynağı ve Emevi hizbinin bazı İslam karşıtı siyasetlerinin uygulanmasına engel teşkil ediyordu. Muaviye İmam Hasan’ın (a.s) toplumsal gücünden, İmam ve Şialarının onun aleyhine kıyam etmelerinden korkuyordu. Bu nedenle kendisinden sonra oğlu Yezid’i veliaht olarak ilan edemiyordu. Bu durum karşısında düzenlediği bir komplo ile İmam Hasan’ı (a.s) şehit etti ve onun şahadetinden sonra Yezid’i kendi veliahdı olarak tayin etti.[23]

Muaşeret ve Güzel Ahlak

İmam Hasan (a.s) insani faziletlerin canlı bir örneği idi. O temiz ve salih olan kimselerin önderiydi ve Hz. Peygamberin güzel ahlakından faydalanmıştı.

Allame Meclisi şöyle yazıyor: Şamlı bir şahıs Muaviye’nin de tahrikiyle İmam Hasan’a (a.s) hakaret etmeye başladı. İmam Hasan (a.s) onun sözleri bitinceye kadar sabrettikten sonra güler yüzle yanına giderek şöyle buyurdu: Sanırım buralarda yabancısın ve yanılgı içerisindesin. Eğer bir şeye ihtiyacın varsa söyle yerine getirelim. Kılavuza ihtiyacın varsa sana kılavuz oluruz. Aç isen doyururuz… Şamlı imamın bu tutumu karşısında ağlayarak şöyle arz etti: Şahadet ederim ki sen Allah’ın yeryüzündeki halifesisin. Allah risaletini kime vereceğini daha iyi bilir. Bu ana kadar en çok nefret ettiğim kimseler sen ve babandı. Ama şimdi benim için en saygın olan kimseler oldunuz.[24]

İbadet ve Allah korkusu

İmam Hasan (a.s) ibadette gerçek bir numune idi. Yirmi beş defa hac ve umre için yaya olarak Mekke'ye gitti.[25] Üç defa tüm mal varlığını ikiye taksim ederek yarısını fakir fukaraya Allah yolunda infak etti.[26] Ne zaman ölümü yâd etse ağlardı. Kabir, mahşer ve sırat köprüsü korkusundan ağlardı. Namazda Allah korkusundan titrer rengi sararırdı.

Cunade b. Ebi Ümeyye şöyle söylüyor: Vefatıyla sonuçlanan hastalığında İmam Hasan’ın (a.s) huzuruna çıktım ve arz ettim ki ey Resulullah’ın evladı! Bana nasihatte bulun. İmam şöyle buyurdu: Önünde olan yolculuk için hazırlık yap. Hareketten önce hareket için azık topla. Bil ki sen dünyayı talep etmektesin ama ölüm de seni talep etmektedir. Henüz ulaşmadığın günün hüznüne kapılma. Bil ki sen yiyeceğinden fazlasına sahip değilsin. Fazlası için diğerlerine bekçilik yapmaktasın. Bil ki dünya malının helali için hesap vardır. Haramı için ise azap ve şüpheliler için ise azarlama vardır. Dünya senin gözünde bir parça murdar leş konumunda olsun. Ondan ancak zaruri olan miktarı al. Eğer aldığın miktar helal ise bu yolda sen kanaati seçmiş olursun ve daha az hesabın olur. Eğer dünyadan aldığın miktar haram olacak olursa bu durumda da azap ve vebalin daha az olur. Zira sen leşten zaruret kadarını almış durumdasın. Eğer şüpheli durumlardan olursa daha az azarlanmış olursun.[27]

Sulhun Felsefesi

İmam Hasan (a.s) altı aydan biraz fazla hilafetten sonra Muaviye ile sulh ederek hükümetten çekilmek zorunda kaldı. Birçokları için imamın bu siyasi kararı soru işaretleri ve anlaşılmazlıklarla doludur. Zira İmam Hasan (a.s) Müslümanların hak imam ve önderi, Muaviye ise makam sevdalısı bir şahıstır. Müslümanları zorla tahakküm altına almıştır.

Bazıları bu sulhu bahane ederek şöyle söylüyorlar: İmam Hasan’ın (a.s) siyaseti uyum siyaseti İmam Hüseyin’in (a.s) siyaseti ise inkılâp siyaseti idi. Bu söz kabul edilebilir mi? Biz bu iki siyasetten hangisini tercih etmeliyiz?

Şimdi iki soru kalıbında bu konuyu biraz irdeliyoruz:

1- İmam Hasan (a.s) neden sulh yaptı?

2- Neden İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) görünüm itibarıyla birbirinden farklı iki siyaset izlediler?

İmam Hasan (a.s) Neden Sulh Yaptı?

Hadis ve tarihi delillere dikkatlice baktığımızda şu netice ve sonuca ulaşmaktayız: İmam Hasan (a.s) kendi isteği ile sulh yapmadı. Bilakis İmam Hasan (a.s) sulh yapmak zorunda kaldı. Yani öyle bir ortam oluştu ki Hasan b. Ali hükümetten çekilmek zorunda kaldı. İç ve dış şartlar öylesine hassas bir hal almıştı ki sulh zaruri ve kaçınılmaz bir hale gelmişti. Eğer İmam Hasan’dan (a.s) başka mümin bir şahıs dahi olsaydı o da İmam Hasan’ın (a.s) yaptığından başka bir şey yapmayacaktı.

İçteki şartlar öyle bir hal almıştı ki yapılacak bir savaş Müslümanların lehine olmayacaktı. Dıştaki şartlar bakımından da Müslümanların lehine değildi. Zira Şam ve Kufe ordularının savaşmaları halinde Rum imparatorluğu fırsatı ganimet sayacak ve İslam diyarına saldıracaktı. Bu saldırı ne Şamlıların ne de Kufelilerin lehine idi. Bilakis bu saldırının zararı tüm Müslümanlara yönelikti. Bu iddianın en büyük şahit ve delili muteber İslam tarihçisi İbn-i Vazih Yakubi’nin bu konuda yazdığı satırlardır. Muaviye hicri kırk birinci yılda Şam’a döndü. Ona Rum imparatorluğunun büyük bir ordu ile savaş için hazarlık yaptığı haberi ulaştı. Onu ulaşmak istediği şeylerden alı koymasından korktu ve onlara bir elçi göndererek yüz bin dinara sulh yaptı.[28]

Buna göre eğer Şam ve Kufe orduları arasında bir savaş vuku bulsaydı Rumlar Müslümanları katledecek ve büyük bir savaş başlatacaklardı. Şam ve Kufe ordularının meşguliyetleri de göz önünde bulundurulacak olursa bu savaşın tartışmasız galibi mutlaka Rumlar olacaktı. Bu nedenle savaş İslam memleketinin lehine değildi.

İçteki şartlar konusuna gelince; İmam Hasan’ın (a.s) düşman karşısında güçlü ve kuvvetli bir ordusu yoktu. Hariciler ve hakemiyet olaylarından sonra günden güne Kufelilerin Şamlılar karşısında gücü azalmaktaydı. İmam Hasan (a.s) insanları Şamlılara karşı savaşa davet ediyordu ama onların hiç birisi olumlu cevap vermiyordu. İmam Hasan’a (a.s) destek verenlerin sayısı bütün Kufelileri Şamlılar aleyhine tam teşekküllü bir savaşa sevk edecek kadar fazla değildi. Şeyh Müfit İmam Hasan’ın (a.s) askerlerini anlatırken şöyle yazıyor: İmam Hasan’ın (a.s) ordusu birkaç kısma ayrılıyordu. Bir grup Ali b. Ebu Talib’in şialarıydı. Bir grup harici ve hem İmam Ali (a.s) hem de Muaviye düşmanlarıydı. Bu grup sadece Muaviye ile savaşmak için İmam Hasan’ın (a.s) etrafında toplanmıştı. Üçüncü bir grup da dünya malı düşkünleri olanlardı. Bunlar da ganimet peşinde olan kimselerdi. Bu grup para alarak her türlü kargaşa ve cinayeti işlemeye hazır kimselerdi. (Taberi’nin nakline göre bu grup yirmi bin kişiydi ve Kufe’nin el Hamra bölgesinde yaşamaktaydılar.) Dördüncü grup hak ve batılı teşhis edemeyen şüpheliler grubuydu. Bunların işler sadece şüphe ve tereddüt meydana getirmekti. Beşinci grup kabile mutaassıplarıydı. Bunlar hak ve batıla itina etmeksizin kabilelerine bağlılık gösteren kimselerdi. Eğer kabile reisi başka bir yöne hareket edecek olursa onlarda oraya yönelmekteydiler. Hatta batıl taraftarı bile olsa onun yanında hakka karşı savaşırlardı.[29]

Bu şartlardan da anlaşılacağı üzere savaş hiçbir şekilde maslahat değildi. Gerçi Muaviye ile sulh etmek de beğenilen bir durum değildi ama savaş daha büyük zararlara neden olacaktı. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Akıllı kimse hayır ve şerri ayırt eden kimse değildir. Akıllı kimse iki şer arasından en az olanı teşhis edendir.”[30]

Hem savaş zararlıydı hem de Muaviye ile sulh etmek. Ama zikredilen şart ve ortam göz önüne alındığında ikinci seçenek daha az zararlıydı. Kufelilerin boş davranması, asker sayısının azlığı, İmam Hasan’ın (a.s) has yaren ve Şialarının öldürülme ihtimallerini bünyesinde barındırmaktaydı. Diğer taraftan Muaviye’nin halkı aldatan siyasi entrikaları imamı sulha yönletmişti. İmam Hasan (a.s) bazı kabile reislerinin Muaviye’ye katıldığını duyunca Kufelilere hitaben şöyle buyurdu:

“Sizler babamla muhalefet ettiniz ve hakemiyet olayı gerçekleşti. Ama babam hakemiyeti istemiyordu. O ölünceye kadar sizi savaşa davet etti ama sizler yine muhalefet ettiniz. Daha sonra bana gelerek biat ettiniz. Kimle savaşırsam savaşacak, kimle sulh edersem sulh edecektiniz. Ama bu gün büyüklerinizin Muaviye’ye katılıp biat ettiği haberini aldım. Bu bana yeterlidir. Beni din ve canım hususunda kandırmaya kalkışmayın.”[31]

İmam Hasan (a.s) başka bir konuşmasında şöyle buyurdu:

“Allah'a andolsun ki ben hükümeti Muaviye’ye teslim etmedim. Ama savaşacak yaren bulamadım! Eğer benimle beraber savaşacak kimseler olsaydı gece-gündüz onunla savaşırdım. Ama ben Kufe halkını tarttım. Onların bozukluklarının düzelmeyeceğini gördüm. Onlarda bir zerre bile vefa yoktur. Onların sözüne güvenilmez. Onların kendi aralarında ihtilafları var. Birkaç gruba ayrılıyorlar; gönüllerinin bizimle olduğunu söylüyorlar ama kılıçlarını bizim aleyhimize kullanıyorlar. Kılıçlarını bizi öldürmek için hazırlıyorlar.”[32]

Bu şartlar altında eğer İmam Hasan (a.s) Muaviye ile savaşacak olsaydı, sayıları zaten az olan şialar da öldürülecekti. Bu konuda İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur:“Ben yeryüzünden Müslümanların kökünün kazınmasından korktum. Dinin korunması için bir bekçinin baki kalmasını istedim.”[33]

Yine şöyle buyurmuştur:1Şialarımın korunması için sulh ettim. Savaşı başka bir güne bırakmak daha münasipti.”[34]İmam Hasan (a.s) kendi sulhunu bir sözünde Hz. Peygamberin Hudeybiye, Ben-i Zamra ve Ben-i Eşca kabileleri ile yaptığı sulha benzetmektedir. Sonunda ise bu işin İslam’ın lehine olduğunu belirtmektedir. İtirazlar Hz. Musa’nın Hz. Hızır’a yaptığı itirazlar gibidir. Zira işlerin felsefesinden haberdar değildi.[35]

Sonuç itibarıyla İmam Hasan (a.s) sulhu kabul etti, zira:

1-             Moral açısından askerleri iyi durumda değildi. Geçmişteki hadiseler nedeniyle savaşa katılmaya hazır değillerdi. Cemel, Sifin ve Nehrevan savaşlarında birçok maddi ve manevi zararlara uğramış halk kendisini devletten alacaklı görüyordu ve Ehl-i Beyt’i bu işin sorumlusu olarak görüyordu. Öylesine bir ortam söz konusu olmuştu ki İmam Hasan’ın (a.s) beyanıyla bazı Kufeliler onu tutuklayıp Muaviye’ye teslim etmek istiyordu.[36]

2-             Halkın onun etrafında toplanmaması ve kamuoyunun savaşı kabullenmemesi.

3-             Rumların saldırı planlarının olması. Sonuçta İslam diyarı küfür diyarı karşısında yenilgiye maruz kalacaktı.

4-             Kufeliler gruplara bölünmüştü. Birlik ve beraberlik yoktu. Birlik ve beraberliği olmayan bir orduyla hiç bir şey yapılamaz.

5-             Kendi şialarının canını koruyarak uzun müddet içerisinde Ben-i Ümeyye’ye karşı savaş başlatmak ve onları salahiyetten uzaklaştırmak yapılan sulhun hikmetlerindendir.

İmam Hasan’ın (a.s) bu cesur davranışından dolayı Ben-i Ümeyye rezil oldu. İnsanlar onların sadece makam sevdalısı ve dünya malı elde etmekten başka hedeflerinin olmadığını gördü.

Neden İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) görünüm itibarıyla birbirinden farklı iki siyaset izlediler?

Başlamadan önce şunu hatırlatmak gerekir ki şiaların itikadına göre İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) her ikisi de imam ve masum önderlerdir. Her ikisi de kendi vazifelerine tam olarak amel etmişlerdir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:“Hasan ve Hüseyin ister kıyam etsinler ister etmesinler ikisi de imamdır.” Yani onlar neye göre amel ederlerse ister hikmetini anlayalım ister anlamayalım, doğru ve İslam salahına olan da odur. Buna göre itikadın kendisi özet olarak sorunun cevabını vermektedir. Yani her ikisi de kendi zamanlarında İslam’ın maslahatına olan şeyi yapmışlardır. İmam Hasan’ın (a.s) zamanında sulh gerekliydi, İmam Hüseyin’in (a.s) zamanında ise kıyam.

Ama geniş cevap verecek olursak; hicri kırk birinci yılın hâkim siyasi ortamı ile hicri altmış birinci yılın hâkim siyasi ve kültürel ortamı birbirinden farklıydı. Zira:

1-                Muaviye ve Yezit arasında fark vardı. Muaviye uyguladığı siyasetle Yezitle kıyaslanacak durumda değildi. Muaviye dini bir kisveye bürünerek kendini hak gibi gösteriyordu. Ama Yezit tecrübesiz bir gençti. Dini konulara karşı laubali bir tavrı vardı.

2-                Kamuoyu açısından hicri kırk birinci yıl ile altmış birinci yıl birbirinden çok farklıydı.

 

Hicri otuz altıncı yıldan kırkıncı yıla kadar Kufeliler üç savaşa katıldılar. Bu savaşlarda maddi ve manevi birçok zarara uğradılar. Halk kendini alacaklı olarak görüyor ve bütün bunların sorumlusu olarak da Ehl-i Beyt’i gösteriyordu. Kufe de hâkim olan genel görüş sulhtan yanaydı. Kufeliler savaştan bıkmıştı ama hicri altmış birinci yılda durum bu şekilde değildi.

3-                İmam Hasan’ın (a.s) hicri kırk birinci yıldaki konumuyla İmam Hüseyin’in (a.s) hicri altmış birinci yıldaki konumu bir birinden farklıydı. İmam Hasan (a.s) resmen Müslümanların halifesiydi. O günün genel kültür yapısını da göz önünde bulunduracak olursak halife olarak Müslümanların lider ve önderinin öldürülmesi hiç de hoş karşılanacak bir durum değildi. Bu durumdan düşmanlar faydalanacaktı.

4-                İmam Hüseyin’in (a.s) kıyam sebeplerinden birisi de Kufelilerin biati ve onların Yezit karşısında direnme ısrarlarıydı. Ama aynı Kufeliler yirmi yıl önce İmam Hasan (a.s) onları savaşa davet ettiğinde olumlu cevap vermiyor, susuyor ve “Biz yaşamak istiyoruz” diyorlardı.

5-                İmam Hasan’ın (a.s) zamanında şahadet çözüm yolu değildi. Ama altmış birinci yılda çözümdü. Yani hicri kırk birinci yıldaki tebligat ve o dönemin şartları da göz önüne alındığında savaş sonucu İmam Hasan (a.s) ve ashabının şahadeti İslam ve Müslümanlar için olumlu bir sonuç meydana getirmeyecekti. Hatta emevilerin, Muaviye, Amr b. As, Muğeyre b. Şube, Semeret b. Cundeb, Ebu Hureyre ve… Gibi kimselerin oyun ve hileleriyle halk nazarında İmam Hasan (a.s) bu çatışmanın sorumlusu olarak gösterilecekti. Başka bir değişle İmam Hasan (a.s) zamanında şahadet yolu kapalıydı. İmam Hüseyin (a.s) de kardeşinin şahadetinden sonra on yıl boyunca Muaviye’nin hükümeti döneminde aynı siyaseti devam ettirdi. Zira Muaviye’nin entrikaları da göz önüne alındığında eğer İmam Hüseyin (a.s) kıyam etseydi birçok kan dökülecekti. Ama Muaviye oğlu Yezit iş başına geçer geçmez kendi kıyamına başladı.

Bunun kendisi bile Muaviye hükümeti ile Yezid hükümeti arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Muaviye’nin döneminde kıyam İslam ve Müslümanların lehine değildi. Bu nedenle bu yirmi yıllık dönemde ne İmam Hasan (a.s) ne de İmam Hüseyin (a.s) kıyam etmediler. Ama yezit işbaşına geçer geçmez ortam değişti zira yezit açıkça şöyle diyordu:

Ben-i Haşim mülk ile oynadı. Ne bir haber gelmiştir semadan ne de bir vahiy nazil olmuştur.

Bütün bunlar göz önüne alınarak şöyle söylenebilir: İmam Hasan (a.s) görünüm itibarıyla kılıçla kıyam etmeyi bir kenara bırakarak Muaviye ile sulh etti. Ama bu cesur hareketiyle Aşura kıyamını hazırladı. Bu nedenle Hüseyni kıyam ilk olarak Hasani kıyamdı.

İmam Hasan’ın (a.s) siyaseti kültürel açıdan Ben-i Ümeyye hanedanını silahsız bıraktı. Onların görünmeyen yüzünü açığa çıkardı. Sonuçta Kerbela kıyamıyla tüm insanların nefretini kazandılar. Böylece tarihin kara bir lekesi konumuna girdiler.



[1]- Bihar’ul Envar c. 44 s. 144, el İsabe İbn-i Hacer c. 1 s. 328, Usd’ul Gabe İbn-i Esir c. 2 s. 10

[2]- Aynı kaynak c. 43 s. 282

[3]- Siret’ul Eimmet’il İsna Eşer c. 1 s. 462

[4]- Aynı kaynak s. 257

[5]- Muhammed İsmail Buhari el Cami’us Sahiheyn c. 3 s. 31

[6]- Allame Meclisi aynı kaynak s. 264

[7]- Siret’ul Eimmet’il İsna Eşer c. 2 s. 16, Hakaik-i Penhan s. 117

[8]- Hakaik-i Penhan s. 117 İsfahan olaylarının naklinden sonra c. 1 s. 43,44,47

[9]- Siret’ul Eimmet’il İsna Eşer önceki kaynak

[10]- Hakaik-i Penhan s. 121, 122 Şerh-i Nehc’ul Belaga İbn-i Ebi’l Hadid c. 8 s. 253 hutbe: 130

[11]- Ahbar’ul Tival s. 144-145

[12]- Şerh-i Nehc’ul Belaga İbn-i Ebil Hadid c. 16 s. 30, Makatil’ut Talibin Ebul Ferec İsfahani s. 62

[13]- Bihar’ul Envar c. 44 s. 45-46

[14]- Şerh-i Nehc’ul Belaga İbn-i Ebil Hadid c. 16 s. 26

[15]- Makatil’ut Talibin s. 70, 71

[16]- İbn-i Esir Kamil c. 3 s. 406

[17]- El Futuh s. 764 ve 765

[18]- Tezkirt’ul Havas İbn-i Cevzi s. 181 Hakaik-i Penhan s. 213

[19]- Hayat’ul İmam Hasan c. 2 s. 280, Bakır Şerif Karşi

[20]- aynı kaynak s. 276

[21]- Dr. Ayeti Berresi-i Tarih-i Aşura s. 73

[22]- İlel’uş Şerai c. 1 s. 249

[23]- Aynı Kaynak s. 49

[24]- Bihar’ul Envar c. 43 s. 344

[25]- Tarih-i Hulefa Suyuti s. 190

[26]- Tercumet’ul İmam Hasan İbn-i Saad s. 159

[27]- Bihar’ul Envar c. 44 s. 138

[28]- Tarih-i Yakubi Muhammed İbrahim Ayeti’nin tercümesi c. 2 s. 144–145

[29]- El İrşad c. 2 s. 10

[30]- Bihar’ul Envar c. 75 s. 6 h. 58

[31]- Şerh-i Nehc’ul Belaga İbn-i Ebil Hadid c. 16 s. 22

[32]- İhticac’ın nakliyle Hakaik-i Penhan c. 2 s. 12

[33]- İhticac’ın nakliyle Hayat’ul İmam Hasan c. 2 s. 269

[34]- Ahbar’ul Etvar s. 220

[35]- Sulh-i İmam Hasan s. 269

[36]- Bihar’ul Envar c. 44 s. 20

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
30-07-2012 10:39 - 4069 Okunma
Musa Ayaztekin yazarın diğer yazıları [ Tümü ]
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir? 17-12-2013 tarihinde eklendi
Muta Nikahı Hakkında Kapsamlı Bir Araştırma 10-12-2013 tarihinde eklendi
Gadir hadisinin ifade ettikleri 12-10-2013 tarihinde eklendi
Vahşet ve saldırılara medya duyarsızlığı 06-05-2013 tarihinde eklendi
Bir çift sözüm var dostlar! 23-04-2013 tarihinde eklendi
Neleri Kaybetmişiz Meğer! 12-12-2012 tarihinde eklendi
İlginç Bir Münazara ve Alınması Gereken Dersler 26-11-2012 tarihinde eklendi
Nereden Nereye? -3 10-11-2012 tarihinde eklendi
Nereden nereye? Gel de Secdeye Kapanma-2 23-10-2012 tarihinde eklendi
Nereden Nereye?-1 26-09-2012 tarihinde eklendi
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
28-03-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım