İmam Sadık (a.s) ve Ebu Hanife’nin yaşadıkları zamandı. Ebu Hanife Kufe mescidinde oturmuş öğrencilerine ders anlatıyordu.
İmam Sadık’ın (a.s) zeki öğrencilerinden Fazzal b. Hasan adında birisi arkadaşlarından birisiyle dolaşıyordu. Bu sırada yolları bu mescide düştü. Bir grup Ebu Hanife’nin etrafını sarmış Ebu Hanife’nin verdiği dersi dinlemekteydiler. Fazzal arkadaşına şöyle dedi: Ebu Hanife’yi Şia mezhebini kabul etmeye mecbur kılana kadar buradan gitmeyeceğim.
Bu nedenle Ebu Hanife’nin ders meclisine katılmak üzere oraya doğru hareket ettiler. Ebu Hanife’nin öğrencilerinin yanına oturdular. İşte bu sırada kendi münazara ve sorularına aşağıdaki tertiple başladı:
Fazzal:Ey önder! Benim kendimden büyük bir kardeşim var.[1] Ama kendisi Şia mezhebine mensup birisidir. Onu kendi mezhebime sokabilmek için Ebu Bekir’in üstünlüğünü anlatan bir sürü delil sunuyorum ama onların hiç birini kabul etmiyor. Şimdi sizden yardım istiyorum. Ebu Bekir ve Ömer’in Ali’ye olan üstünlüğünün delillerini söyleyebilir misin? Böylece bunları kardeşime anlatarak onu ikna edebilirim.
Ebu Hanife: Kardeşine söyle ki sen nasıl Ali’yi Ebu Bekir ve Ömer’den üstün tutabilirsin?! Savaşlarda Ebu Bekir ve Ömer Peygamber’in huzurunda oturmuşken Peygamber Ali’yi cepheye gönderirdi. Bunun kendisi Peygamber’in onları daha çok sevdiğine ve onların canını korumaya dikkat ettiğine delildir.
Fazzal: Tesadüfen ben de aynı konuyu kardeşime hatırlattım. Ama o buna karşı şöyle bir cevap verdi: Kuran’a mutabık olması hasebiyle cihat meydanına giden Ali daha üstündür. Zira Kuran’da şöyle okuyoruz:
وفضل الله المجاهدين علي القاعدين اجرأ عظيمأ
“Allah mücahitleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”[2]
Ebu Hanife: Kardeşine de ki: Nasıl Ali’yi o ikisinden üstün bilebilirsin hâlbuki o ikisi Peygamber’in kabri yanında defnedilmişlerdir. Ama Ali’nin kabri Peygamber’in kabrinden fersahlarca uzaktadır. Bu durum onların makam, iftihar ve faziletleri için yeterli bir delildir.
Fazzal: Şu tesadüfe bakın, aynı delili ben de kardeşime söyledim ama o bana cevaben şöyle dedi: Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
لا تدخلوا بيوت النبي الا ان يؤذن لكم
“Peygamber’in evlerine ancak davet edildiğiniz zaman girin.”[3]
Şu nokta oldukça açıktır ki Peygamber’in kabri kendi şahsi malı olan evindedir ve kesin olarak Hz. Peygamber onlara böyle bir izin vermemiştir. Diğer taraftan varisleri böyle bir izin vermemiştir.
Ebu Hanife: Kardeşine de ki: Aişe ve Hafsa kocaları olan Peygamber’den alacakları olan mehirleri yerine Peygamber’in yerinden alarak kendi babalarına bağışladılar.
Fazzal: Aynı cevabı ben de ona dedim ama o bana şöyle dedi: Sen hiç Kuran okumadın mı? Allah Peygamberine şöyle buyuruyor:
يا ايها النبي انا احللنا ازواجك التي أتيتك اجورهن
“Ey Peygamber! Biz mehirlerini verdiğin hanımlarını sana helal kıldık”[4]
Bu ayete göre Peygamber henüz hayatta iken bütün hanımlarının mehirlerini ödemiştir.
Ebu Hanife: Aişe ve Hafsa her ikisi de Peygamberin hanımları idiler. Onlar kendilerine mirastan düşen pay kadar o evden aldılar ve kendi babalarına bağışladılar. Bu nedenle onların cenazesi de oraya defnedildiler.
Fazzal: Ben bu delili de kardeşime söyledim ama o bana şöyle cevap verdi: Siz Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz Peygamberin kendi yakınları için miras bırakmadığına inanmaktasınız. Bu ana esas üzerine de Fedek bağını Hz. Fatıma’dan aldınız. Diğer taraftan faraza Peygamberin miras bıraktığını kabul edersek bile Peygamber vefat ettiği zaman dokuz tane hanımı vardı.[5] Buna göre her birinin o evden alacakları miras miktarı sekizde birdir (1/8). Eğer evin sekizde birini (1/8) dokuza bölecek olursak her birine düşen miras miktarı ancak bir karış olur, enine boyuna bir insanın sığabileceği kadar büyük bir arazi değil.
Bu cevabı duyan Ebu Hanife ne yapacağını şaşırıp kaldı. Sinirli bir şekilde öğrencilerine dönerek şöyle dedi:
اخرجوا فانه رافضي ولا اخ له
Onu mescitten dışarı atın, çünkü onun kendisi Rafızî (Şii)’dir ve görünen o ki kardeşi de yoktur.[6]
[1]-Fazzal Şia idi ve kardeşi de yoktu. Ancak bu yöntemle münazara yolunu açmak ve hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan münazarayı devam ettirmek istiyordu.
[5]- İsimleri şunlardır: Aişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Zeyneb, Meymune, Safiye, Cuveyriye, Sude
[6]- Hazain-u Neraqi s. 109