Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Hz. Ali (a.s)'ın Yüce Şahsiyeti-3
Abdullah Turan

 Hz. Ali (a.s)'ın yüce şahsiyeti, Allah katındaki üstün meziyeti ve seçkinliği, Kur'an-i Kerim'in onlarca ayetinde açıklanmıştır.

Ehlisünnetin önde gelen büyük âlimlerinden Hâkim Heskani Şevahidü't-Tenzil adlı eserinde ve ayrıca İbn-i Meğazili "El-Menakib" adli kitabında İbn-i Abbas'tan naklen Allah Resulü'nün şöyle buyurduklarını rivayet etmişlerdir:  "Kur'an dört bölümden oluşmaktadır. Bir bölümü biz Ehlibeyte özgüdür. Bir bölümü bizim düşmanlarımızdan söz eder, bir bölümü helal ve haramdan, bir bölümü de farzlar ve hükümleri açıklar. Allah, Kur'an'ın en yüce ayetlerini ise Ali hakkında indirmiştir."[1]

Yine Hâkim Heskani, Selebi ve İbn-i Meğazili, Yezid Rumani'den şöyle revayet etmişlerdir: "Kur'an'da Ali'nin övgüsünde inen ayetler, hiçbir kimsenin hakkında inmemiştir."[2]

Abdurrahman bin Ya’la ise şöyle yazıyor: "Kur'an'da Ali hakkında inen seksen ayet vardır ki bu ümmetten hiçbir kimse bu ayetlerde onunla ortak olamamıştır."[3]

Mucahid ise, Kur'an'da sırf Hz. Ali hakkında inip de bu ümmetten hiçbir kimsenin paylaşmadığı ayetlerin sayısının, yetmiş ayet olduğunu belirtmiştir.[4]

Yine İbn-i Abbas şöyle demiştir: "Allah Kur'an'da Hz. Ali'yi öven üç yüz ayetten fazla, ayet indirmiştir."

Yine İbn-i Abbas demiştir ki: "Kur'an'da "ey müminler" hitabıyla inen hiçbir ayet yoktur ki, Ali onların en üstünü ve efendisi olmasın."[5]  "Öte yandan Allah ashabı defalarca Kur'an'da kınarken Ali hakkında hayırdan başka bir şey indirmemiştir."[6]

Evet, bütün bunlar o hazretin Allah katındaki üstün konumu ve seçkinliğini ortaya koymaktadır. Maalesef bu kısa makalede bizim bütün bu ayetlere yer vermemiz imkânsızdır. Dolayısıyla biz burada teberrük niyetiyle, o hazretin yüce şahsiyet ve seçkinliğini beyan eden bu yüzlerce Kur'an ayetinden sadece üçüne işaret etmekle yetiniyoruz.

1-Velayet Ayeti

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sizin veliniz ancak Allah'tır, Resulü'dür ve namaz kılan ve rükû halinde zekât veren müminlerdir. Kim, Allah'ı, peygamberini ve inananları veli kabul ederse, (bilsin ki), şüphesiz üstün gelecek olanlar, Allah'ın tarafını tutanlardır"[7]

Görüldüğü üzere, "Velayet Ayeti" olarak bilinen bu ayet-i kerimede Hak Teâlâ, "namaz kıldıkları esnada rükû halindeyken zekât veren müminler" vasfıyla tanımladığı kişileri, ümmetin diğer fertlerinden ayırmış, onların seçkinliklerine ve üstünlüklerine parmak basmış ve onların, Hak Teâlâ'nın kendisi ve Resulü gibi, diğer müminler üzerinde velayet hakkına sahip olduklarını açıkça ifade etmiştir.

Bu ayet-i kerimede geçen “namaz esnasında rükû halindeyken zekât veren müminler” tabiri her ne kadar genel ve çoğul bir tabir olsa da, bu tanımından Hz. Ali (a.s)ın kastedildiği, Ehlibeyt Mektebi âlimlerince bilittifak kabul edilirken, Ehlisünnet Ekolu'nun birçok büyük âlim ve müfessirleri tarafından da itiraf edilip teyit edilmiştir.

Zira bu ayetin nüzul sebebi Hz. Ali (a.s)'ın namaz kıldığı esnada rükû halindeyken parmağındaki yüzüğü fakire vermesi hadisesi olduğu, Ehl-i Beyt kanalıyla elimize ulaşan rivayetlerde mütevatir olarak yer alırken, Ehl-i Sünnet kaynakları açısından da, bu konu, hemen-hemen bütün tefsir ve hadis kaynaklarında kuşkuya mahal koymayacak şekilde nakledilmiştir.

Örneğin, Ehl-i Sünnet'in önde gelen fakih ve tefsir yazarlarından olan Ebu İshak Ahmet bin Muhammed bin İbrahim En-Nisaburi Es-Salebi "El-Kebir" adlı tefsirinde mezkûr ayetin nüzul sebebi olarak, Ebuzer'den şöyle bir rivayet nakletmiştir:

Ebuzer şöyle dedi: "Ben şu iki kulağımla işittim, aksi takdirde her ikisi de sağır olsun ve şu iki gözlerimle gördüm, aksi takdirde her ikisi de kör olsun ki, Hz. Resulullah şöyle buyurdular: "Ali, insanların önderidir, Ali kâfirleri katledendir, ona yardım edene yardım edilir, onu yalnız bırakan ise yalnız bırakılır."

Daha sonra ise Ebuzer şöyle devam etti: "Şunu Bilmelisiniz ki, bir gün Hz. Resulullah ile birlikte namaz kıldığım sırada bir dilenci camide insanlara el açtı ancak hiç kimse ona bir şey vermedi. Bu sırada Ali rükû halindeydi. Elinin küçük parmağını ona doğru uzattı. Ali, o parmağına yüzük takardı. Dilenci gelip yüzüğü Ali’nin parmağından çıkarıp aldı.

Bu esnada, Hz. Resulullah yakararak Allah'a şöyle dua ettiler: "Allahım kardeşim Musa sana dua etti ve: "Rabbim! Gönlümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar. Ailemden bana bir yardımcı ver. Kardeşim Harun'u. Onunla kuvvetimi artır. Onu işime ortak et ki, seni çokça tespih edelim, çokça analım. Şüphesiz sen bizi görensin" dedi.[8] Sen de ona: "Senin isteklerin sana verildi, Ey Musa!"[9] diye vahyettin.

Allah'ım! Ben de senin kulun ve peygamberinim. Benim de gönlümü aç, işimde kolaylık sağla, ailemden Ali'yi bana yardımcı kıl, onunla kuvvetimi artır."

Ebuzer şöyle diyor: "Andolsun Allah'a henüz Hz. Resulullah'ın duası tamamlanmadan, Cebrail; "Sizin veliniz ancak Allah'tır, Resulü'dür ve namaz kılan ve rükû halinde zekât veren müminlerdir. Kim Allah'ı, peygamberini ve inananları veli kabul ederse, (bilsin ki), şüphesiz üstün gelecek olanlar Allah'ın tarafını tutanlardır"[10] ayetini indirdi."[11]

Bu rivayet, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarında ayetin nüzul sebebi olarak nakledilen rivayetlerden sadece bir örnektir. Bu konuda İbn-i Selam ve İbn-i Abbas'tan da nakledilen benzer içerikli hadisler yine Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kendi kaynaklarında yer almıştır.

Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğu, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin büyük âlimleri tarafından kaleme alınan hadis ve tefsir kitaplarında çeşitli kanallardan rivayet edilmiştir. Burada bu hadislerin yer aldığı kaynakların tamamına yer vermemiz imkânsızdır. İsteyenler dipnot olarak vereceğimiz adreslere müracaat edebilirler.[12]

Bu ayet-i kerime, (sizin veliniz ancak…) tabiriyle bizzat müminlere hitap ederken, Hz. Ali (a.s)'ın namaz esnasında rükû halinde iken zekât verme eylemine işaret ederek, o hazretin, müminler üzerinde Allah ve Resulünün sahip olduğu velayetin aynısına sahip olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Bu arada bu ayet-i kerimede "rükû halinde zekât veren müminler " teriminin çoğul olarak kullanılmış olması, bu ayette Hz. Ali'nin kastedilmiş olması yönünde herhangi bir engel teşkil etmez.

Zira Arap dilinde tekil kastedildiği halde, saygı ve tazim amacıyla çoğul lafzının kullanılması, en doğal konuşma üsluplarından biridir. Kur'an-ı Kerim’de bunun birçok örneği mevcuttur. Aslına bakılırsa çoğul lafzının kullanılmasını gerektiren bir durum söz konusu olduğunda, kastedilen kimse tekil bile olsa, Arap dili kuralları gereğince çoğul yerine tekil lafzını kullanmak yanlıştır.

Buna bir örnek olarak, aşağıdaki ayeti gösterebiliriz; "Onlar ki; insanlar kendilerine: "Toplum size karşı toplanmış, onlardan korkun" dediler de bu, onların imanını artırdı ve: "Allah bize yeter. O ne gü­zel vekil'dir" dediler"[13] Bütün tefsircilerin ortak görüşü, bu ayette haber getiren kişiler olarak anılan kişinin aslında Naim bin Mesut El-eşcei adında yalnızca bir kişiden ibaret olduğu yönündedir.

Açıktır ki, bu olay, o anılan kişinin sözünü dinlemeyerek Hz. Resulullah'ı yalnız bırakmayan kişileri yüceltmek ve onları övmek maksadıyla gerçekleşmiştir. Zira eğer ayette, “tek bir kişi böyle bir haber getirdi de, onlar onu dinlemediler”, denmiş olsaydı, bu, gerçekleşen bu olayın, yüksek övgüye layık bir iş olduğunu göstermezdi. O halde, gerektiği yerde tekil bile kastedilmiş olsa, çoğul lafız kullanmak daha uygundur.

Söz konusu ayette de durum aynıdır. Zira çoğul lafzının kullanılmış olması, her şeyden önce Hz. Ali için bir çeşit yüceltmek ve saygı anlamını ifade etmektedir. Zaten Hz. Ali (a.s) da bütün yaşamıyla tazime layık kimselerin başında gelmektedir.

Ayrıca münafıkların Hz. Ali'ye karşı taşıdıkları düşmanlık ve kıskançlılık, hiç kimse tarafından inkâr edilemeyecek kadar büyük ve açıktır. Durum böyleyken, Hz. Ali'nin velayetinin, hiçbir farklı yoruma yer bırakmayacak şekilde açıkça bizzat Kur'an-ı Kerim'de yer alması, onların bu düşmanlık ve kıskançlılıklarını daha da körükleyebilir, İslam'a karşı yıkım hareketlerini daha da artırabilir ve hatta birçoklarının İslam dinini açıkça reddetmelerine bile yol açabilirdi. Bu ise İslam dininin önemli bir güç kaybına uğraması anlamına gelirdi.

Oysa ilahi hikmet, Allah Resulüne, İslam dinini tebliğ etmek konusunda, insanlara ağır gelebilecek konularda incelik yolunu seçmesini öğütlüyor ve elinden geldiği kadar insanların ürkerek dağılmalarına yol açacak tavırlardan sakınmasını öneriyordu. Bu yüzden de Allah Resulünün, birçok ilahi hükmü tebliğ ederken yumuşaklık yolunu seçtiğini ve birçok hükmü aşamalı olarak açıkladığını görmekteyiz.

Allah Resulü insanlara ağır gelen konularda hep aynı yöntemi seçmiştir. Bu ayette de durum aynıdır, birçoklarına ağır gelen bir konu olan Hz. Ali'nin velayeti konusunda da aşamalı olarak ve insanlara ağır gelmeyecek tabirlerle anlatılma yöntemi benimsenmiştir.

Ayrıca bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu vurgulayan Ehlisünnetin önde gelmen bazı âlimleri, ayette çoğul lafzının seçilmesinin hikmeti olarak başka sebeplere de işaret etmişlerdir. Örneğin Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin önde gelen âlimlerinden olan Zemahşeri bu hususta başka bir konuya değinmiştir. Burada Zamahşeri’nin bu tespitini aynen aktarıyoruz.

Zemahşeri şöyle yazıyor: "Eğer; "Bu ayetin Ali (a.s) hakkında olduğu nasıl doğru olabilir? Oysa onda kullanılan lafız çoğul lafzıdır?" denilirse, derim ki: "Ayetin nüzul sebebi bir kişi olabilir. Ancak diğer insanları da bu kişinin yapmış olduğu işin benzerini yapmaya teşvik ederek onun vardığı sevaba ulaşmalarını sağlamak, müminlerin ihsan ve iyilik yapmaya bu derece düşkün olmaları gerektiğini bildirmek ve fakirlerin durumuyla ilgilenmek gerektiğinde ise namazda olsalar bile, namazın bitimini beklememeleri gerektiğini vurgulamak amacıyla bu ayette çoğul lafzı kullanılmıştır."[14]

Ancak ne var ki, Zemehşeri'nin açıklamış olduğu bu sebepler yerinde olsa bile ve ayette çoğul lafzının seçilmesinde bu hükmetlerin varlığı da etkin olsa bile, bu ihtimallerin var olması, Hz. Ali (a.s)'ın velayetinin bu ayetin inmesiyle bizzat Hak Teâlâ tarafından onaylanmış olduğu gerçeğine bir zarar getiremez. Zira diğer müminler, bu ayette vurgulanmış olan, Hz. Ali'nin yapmış olduğu işin aynısını yapsalar dahi, bu, o işin Allah katında aynı oranda kabul gördüğü anlamına gelmez. Aksine o işin kabul görüp görmediği ve aynı sonucu doğurup doğurmadığı, yeni bir vahiy gelmedikçe kimse tarafından bilinemez ve iddia edilemez. Çünkü önemli olan, bir işin yapılmış olması değildir, önemli olan, yapılmış olan bir işin Hak Teâlâ katında kabul görmesidir. Elimizde Hz. Ali dışında başka bir kimse hakkında inen böyle bir vahiy de olmadığına göre, bu ayet-i kerime, Hz. Ali (a.s)'ın diğer müminlere yönelik seçilmişlerden olduğunu ve onların üzerinde Allah Resulünün sahip olduğu velayetin aynısına sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yüce Allah bizi o hazretin velayetini kabul edenlerden kılsın. Âmin ya Rebbe'l-Âlemin!

2- Mübahele Ayeti[15]

Hz. Ali (a.s)'ın yüce şahsiyetini ve Allah katındaki seçilmişliğini ortaya koyan ayetlerden bir diğeri de “Mübahele ayeti” olarak bilinen Al-i İmran Suresi'nin 61. ayeti kerimesidir. Bu ayeti kerimede Allah Teâlâ, Resulü'ne hitaben şöyle buyuruyor: "Sana gelen bilgiden sonra, kim seninle bu hususta tartışacak olursa, ona de ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da Allah'ın lânetini yalancıların üzerine kılalım."

Bilindiği üzere Allah Teâlâ bu ayet-i kerimeyi Peygamberle getirmiş olduğu din üzerine tartışmaya gelen Necran Hıristiyan temsilcilerinin Allah Resulü'nün sunduğu burhan ve delillere rağmen inat sürdürmeleri üzerine indirmiş ve hakkın ortaya çıkması için son çare olarak onlarla lanetleşerek, Allah Teâlâ'nın lanet ve azabının yalancının üzerine inmesini istemesini emretmiştir. Allah Resulü de Allah Teâlâ'nın bu emrini yerine getirmek üzere sadece kendi abası altına alarak "Allah'ım benim ehlibeytim bunlardır" diye ümmetine tanıttığı, kendi ehlibeytiyle birlikte lanetleşmeye çıkmış, ama Hıristiyanlar gördükleri o nurlu çehreler karşısında lanetleşmeyi göze alamamış ve Allah Resulü'yle bir şekilde anlaşma yoluna giderek kendilerini kurtarmaya çalışmışlardır.

Böylece Allah Resulünün Allah Teâlâ'n’ın emrini yerine getirirken sergilemiş olduğu bu tavrı, başta Hz. Ali olmak üzere “Al-i Aba” olarak bilinen bu zatların Allah Teâlâ katında seçkin bir konumda oldukları gerçeğini bir defa daha tescillemiştir. Hiç kuşkusuz Allah Resulü'nün ayette emredilen görevi yerine getirirken, İslam ailesinin çocukları olarak sadece, Hz. İmam Hasan ve İmam Hüseyin'i, bu ümmetin kadınları olarak ise sadece Hz. Fatıma'yı ve bu ailenin büyükleri olarak da sadece kendisi ve İmam Ali'yi öne çıkarması, bu şahsiyetlerin de Allah Resulü gibi, seçilmiş şahsiyetlerden olduklarını ve İslam dinini temsil etme makamına sahip olan yegâne şahsiyetler olduklarını açıkça İslam ümmetine göstermiştir. Allah Resulü, bu hadisede sergilediği açık tavrıyla, mühterem eşleri de dâhil olmak üzere hiçbir müminin bu anlamda seçkinlik ve yüce yetkiye sahip olmadığını, her hangi bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koymuştur. Özellikle de Hz. Ali (a.s)'ı ayette geçen "enfusena" (canlarımız) tabirine dâhil ederek, o hazretin makamının kendi makamı kadar üstün olduğunu gözler önüne sermiştir.

Evet, bu ayet-i kerime, Allah Resulü'nün Ehlibeyti'nin, Allah Resulü gibi Allah katında seçilmişlerden olduklarını, çok özel bir konuma sahip olduklarını ve yalnızca onların Allah Resulü gibi, İslam dinini temsil etme yetkisine sahip olduklarını açıkça ortaya koymuştur.

Nitekim Allah Resulü de "Niçin yalnızca bu birkaç kişiyle lanetleşmeye çıktın?" sorusuna cevaben: "Eğer Allah Teâlâ yeryüzünde Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den daha yüce ve saygın kullar olduğunu bilseydi, mutlaka onlarla mübahaleye çıkmamı emrederdi, Ancak Yüce Allah bu kişilerle mübahaleye çıkmamı emretmiştir. Bunlar yaratılanların en üstünüdürler ve ben bunlarla Hıristiyanlara üstünlük sağladım"[16]cevabını vererek, bu yüce zatların Allah Teâlâ'nın yeryüzünde beğenip seçmiş olduğu yegâne zatlar olduklarını gözler önüne sermiştir.

Kısaca, Allah Resulü'nün kendisiyle birlikte yalnızca bu dört şahsiyeti mübahele (lanetleşme) için götürmesi, İslam ümmeti içerisinde yalnızca bu kişilerin seçilmişlerden olduklarını, İslam dinini temsil etme ve İslam dinine önderlik etme makamına sahip olduklarını ortaya koyarken, Allah Resulü'nün bu anlamdaki ailesinin de yalnızca o zatlardan ibaret olduğunu ve Hz. Ali'nin ise, Allah Resulü'nün kendisi konumunda olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir. Bizce bu ayet-i kerimenin ortaya koyduğu bu açık gerçekten kaçmak, ancak açık bir inatçılıktan başka bir şey değildir.

3- “Yaratılanların En Hayırlısı” Ayeti

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "İnanıp da sâlih amellerde bulunanlar, işte onlar, yaratılanların en hayırlılarıdırlar."[17]

Bu ayet-i kerime, yaratılanların en hayırlılarının iman getirip salih amellerde bulunan müminler olduğunu bildirmektedir. Yaratılanların en hayırlıları ise onların içinden seçilmiş olan en seçkin fertler anlamındadır. O halde bu ayet-i kerime gereğince, yaratılanların en hayırlıları ve en seçkinleri iman edip de salih amel yapan müminlerdir. Bu kavram, genel bir kavramdır. Bütün iman edip salih amel yapan müminleri kapsamaktadır. Ancak ne var ki, hem Ehlisünnet ve hem de Ehlibeyt kaynaklarında yer alan mütavatir rivayetler, Allah Resulü'nün bu ayet-i kerimeyi bizzat Hz. Ali’ye tatbik ederek; "Ey Ali sen ve senin Şiaların yaratılmışların en hayırlılarısınız"[18] buyurduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla bu ayet-i kerime de, Hz Ali (a.s) hakkında inen onlarca ayetten bir diğeri olarak,  o hazretin Allah Teâlâ'nın seçkin kıldığı kulları arasında yer aldığını açıkça ortaya koymaktadır.  

İbn-i Abbas şöyle rivayet ediyor: "İnanıp da sâlih amellerde bulunanlar, işte onlar, yaratılanların en hayırlılarıdırlar." ayeti nazil olunca Allah Resulü Ali'ye şöyle buyurdu: "Ey Ali yaratılanların en hayırlıları sen ve senin Şialarındır. Kıyamet gününde sen ve senin Şiaların Allah'tan razı ve Allah da sizden razı bir halde geleceksiniz. Senin düşmanların ise (ilahi) gazaba uğramış ve zelil bir şekilde geleceklerdir." Ali: "Ey Resulüllah, benim düşmanlarım kimlerdir?" diye sordu. Allah Resulü ise: "Senden teberi edip sana lanet eden kimselerdir" buyurdu."[19]

Başka bir hadiste ise Cabir bin Abdullah el-Ensari şöyle diyor: "Allah Resulüyle birlikte Kâbe'nin kenarında oturmuştuk, bu esnada Ali çıkageldi, Allah Resulü onu görünce: "İşte kardeşim geldi" buyurdular, sonra da Kabe’ye bakarak şöyle buyurdular: "And olsun şu Beyyine'nin Rabbine ki, kıyamet gününde kurtuluşa erenler, bu ve bunun Şialarıdır." Sonra da bize dönerek şöyle buyurdu: "Allah'a yemin olsun ki, o, sizin içinizde Allah'a ilk iman getiren kişidir. İçinizde, Allah'ın işiyle ilgili en sağlam duran kişidir. Allah'ın ahdine en çok vefalı kalandır. Allah'ın hükmünce en iyi hüküm verendir. En eşit paylaştırandır. İnsanlar arasında en adaletli davranandır ve Allah katında en üstün meziyete sahip olandır." Cabir diyor: işte bu sırada Allah Teâlâ: "İnanıp da sâlih amellerde bulunanlar, işte onlar, yaratılanların en hayırlılarıdırlar" ayetini indirdi.Bu yüzden, Ali, sahabenin yanına gelince sahabe: "Allah Resulünden sonra yaratılanların en hayırlısı geldi" derlerdi."[20]

Başka bir hadiste ise Suyuti, İbn-i Murdeveyh'ten naklen şöyle rivayet ediyor: "Ali şöyle dedi: Allah Resulü bana şöyle buyurdular: "Allah Teâlâ'nın: "İnanıp da sâlih amellerde bulunanlar, işte onlar, yaratılanların en hayırlılarıdırlar" ayetiniduymamış mısın? Onlar sen ve senin Şialarındır. Ben ve siz Havz-u Kevser başında buluşacağız. Ümmetler hesap vermek için geldiklerinde, sizler, “nur yüzlüler” olarak çağrılacaksınız."[21]

Evet, Hz. Resulullah’ın bu ayet-i kerimeyi Hz. Ali’ye tatbik etmesi, o hazretin yaratılanların en hayırlısı ve seçkini olduğunun bizzat Hak Teâlâ ve Resulü tarafından onaylanması ve ilan edilmesi anlamındadır. O halde Hz. Ali, bu ayet-i kerimenin bildirmesiyle yaratılanların en hayırlısıdır. Bu ise, o hazretin normal halk kitlesinden ayrıldığını ve Allah Teâlâ tarafından seçilerek üstün kılınan seçkin kullarının en ön safında yer aldığını açıkça göstermektedir.

 


[1]- Şevahidü't-Tenzil Hakim Heskani el-Hanefi'nin c. 1. s. 43, 45, 46 hadis no: 58, 60, 65, üç tarikten ve Menakib-i Ali bin Ebu Talib, İbn-i Meğazili eş-Şafii'nin, s. 328, hadis no: 375.

[2]- Şevahidü't-Tenzil, c. 1. s. 42,43, Tefsir-i Selebi, c. 2, s. 279, Bakara Suresi'nin 274. ayetinin tefsirinde ve Menakib-i Ali bin Ebu Talib İbn-i Meğazili, s. 280.

[3]- Şevahidü't-Tenzil, c. 1. s. 42.

[4]- Bkz. Aynı kaynak, c. 1. s. 40, İhkak-ü'l-Hak. C.1 s. 2.

[5]- Sevaikü'l-Muhrika, s. 196, Tarih-i Dimeşk, c. 42, s. 364, Tarih-i Beğdat, c. 6, s. 221, Yenabiü'l-Meveddet, c.1, s. 377, hadis no: 15.

[6]- Menakib-i Harezmi, s. 188, Mecmeü'z-Zevaid, c. 9, s. 112, Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 190.

10- Maide: 55-56.

[8]- Tâhâ/25. ayetten 35. ayete kadar.

[9]- Tâhâ/36.

[10]- Maide/55, 56.

[11]- Mecme-ül Beyan, c.3, s.210, El Gadir, c.2, s. 52, El Mizan, c.6 s.19.

[12]- Bkz. Şevahit-üt Tenzil, Haskani Hanefi'nin s. 161, Menakib-i Ali bin Ebu Talib İbn-i Meğazili Şafii'nin s. 311, Kifayet-üt Talib, Genci Şafii'nin s. 228, 250, 251, Zehair-ül Ukba Muhibbiddin Taberi'nin s. 88, 120, El Menakib Harezmi Hanefi'nin s. 178, Tarih-i Dimeşk İbn-i Asakir Şafii'nin c. 2, s. 409, El Fusul-ül Mühimme İbn-i Sabbağ El Maliki'nin s. 123, 108, Ed-Dürr-ül Mensur Suyutu'nin c. 2, s. 293, Feth-ül Kadir Şefkani'nin c. 2, s. 53, Et- Teshil liulum-it Tenzil Kalbi'nin c. 1 s. 181, Keşşaf Zemehşeri'nin c. 1 s. 649, Tefsir-üt Taberi Teberi'nin c. 6, s. 288, 289, Zad-ül Mesir İbn-i Cevzi Hambeli'nin c. 2, s. 383, Tefsir-ül Kurtubi c. 6, s. 219, 220, Feth-ül Beyan fi Mekasit-ül Kur'an c. 3, s. 51, Esbab-ün Nüzul Vahidi'nin s. 148 ve Türkçe tercümesi s.161, Tefsir-ül Celaleyn s. 213, Tezkiret-ül Havvas Sıbt bin Cevzi Hanefi'nin s. 18, 208, Nur-ül Ebsar Şeblenci'nin s. 71, Yenabi-ül Meveddet Kunduzi Hanefi'nin s. 115, Tefsir-ül Kebir Fahri Razi'nin c. 12 s. 20, Tefsir-i İbn-i Kesir c. 2, s. 71, Ahkam-ül Kur'an Cessas'ın c. 4, s. 102, Mecme-üz Zevaid c. 7, s. 17, Ensab-ül Eşraf Belazuri'nin c. 2, s. 150, El Havi lil Fetava Suyutu'nin c. S. 139, 140, Kenz-ül Ummal c. 6, s. 391, 405 ve c. 15, s. 146, 95, Riyaz-ün Nazre c. 2, s. 273 Müsned-i Ahmet bin Hanbel c. 5, s. 38, Metalib-üs Sual İbn-i Talha Şafii'nin s. 31, Feraid-üs Simtayn c. 1 s. 11, 190 ve....

[13]- Al-i İmran/173.

[14]- El-Keşşaf, c. 1, s. 649, Beyrut baskısı.

[15]- Bu konuda bkz. Yakubi, Tarih, c.2, s.82-83; Halebi, İnsanu'l-Uyun, c.3, s.236; Buharî, Sahih, c.5, s.120; İbn Kayyım, Zadu'l- Mead, c.3, s.48; Belazuri, Fütuhu'l-Büldan, c.1, s.77; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kübra, c.1, s.-357; İbn Hişam, Sire, c.2, s.232-233; M. Asım Köksal, age., c.8, s.111. Hz. Peygamber'in (s.a.a) diz çökerek, "Ya Rabbi! Bunlar, benim ev halkımdır." dediğine ilişkin özellikle şu iki kaynağa bakılmalıdır: Halebi, İnsanu'l-Uyun, c.3, s.236; Yakubi, Tarih, c.2, s.82

[16]- A'lamü'l-Kur'an, c. 28, s. 3, Yenabiü'l-Mevedde, c. 2, s. 260,

[17]- Beyyine: 7.

[18]- Tezkiretü'l-Havvas, İbn-i Cevzi'nin s. 27, El-Menakib, Harezmi'nin, Şevahidü't-Tenzil Ebu İshak Heskani'nin, Tefsir-i Teberi, c. 3, s. 146, Fusulü'l-Muhimme, İbn-i Sebbağ el-Maliki, s. 150, Ed-Dürrü'l-Mensur, c. 6, s. 379, Sevaikü'l-Muhrika, s. 96, Fethü'l-Kadir, c. 5, s. 464, Ruhu'l-Meaani, c. 30, s. 207, Nuru'l-Ebsar, Şeblenci'nin ve Yenabiü'l-Mevedde Kunduzi'nin.

[19]- Şevahidü't-Tenzil, c. 2, s. 257, Sevaikü'l-Muhrika, s. 96, Nuru'l-Ebsar, s. 70, 101, Dürrü'l-Mensur, c. 6, s. 379.

[20]- Şevahidü't-Tenzil, c. 2, s. 259.

[21]- Dürrü'l-Mensur, c. 6, s. 379, ayrıca bakınız: Harezmi'nin, el-Menakib, Ebu Naim İsfahani'nin Kifayetü'l-Hisam, Teberi'nin tefsiri, İbn-i Sebbağ el-Maliki'nin, Fusulü'l-Muhimme, Allame Şevkani'nin Fethü'l-Kadir ve Kunduzi'nin Yenabiü'l-Mevedde kitabları.

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
10-11-2012 15:52 - 7987 Okunma
Abdullah Turan yazarın diğer yazıları [ Tümü ]
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri 28-08-2014 tarihinde eklendi
Ma’sum İmamların Tefsirinden İncelikler 16-05-2014 tarihinde eklendi
Hz. Fatıma'nın (sa) meşhur hutbesi 17-04-2014 tarihinde eklendi
Peygamberlerin Hedefleri 08-06-2013 tarihinde eklendi
Ehlibeyt (a.s), Guluv ve Buğz 15-04-2013 tarihinde eklendi
Hz. Ali (a.s)'ın Yüce Şahsiyeti -4- 08-01-2013 tarihinde eklendi
Hz. Ali (a.s)'ın Yüce Şahsiyeti-3 10-11-2012 tarihinde eklendi
Hz. Ali (a.s)'ın Yüce Şahsiyeti-2 07-11-2012 tarihinde eklendi
Hz. Ali (a.s)'ın Yüce Şahsiyeti-1 02-11-2012 tarihinde eklendi
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
21-11-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım