Artık cenaze namazın kılınmış, ayrılık, veda ve toprağın bağrına girme vaktin gelmiş… Senin yalan, dolan, gerçek dolu bu imtihan dünya yurdunda misafirliğinin bitmesine sayılı dakikalar kalmış. Bir tarafta geride bıraktıklarının buruk hüzünleri, gözyaşları, diğer tarafta da adına kazılan mezar adındaki çukurun tüm karanlığı, nemi ve böcekleriyle sana ev sahipliği yapmak için seni beklemesi. Orası, kira yurdu olan imtihan evinde kişinin karne notlarına göre kişiye muamele eder. Orada kefenin kalitesine, cenazeye gelenlerin, cenaze namazına katılanların ve defin için mezar başına gelenlerin kalabalığına bakmaz. Karnedeki notlar iyi ise oraya giden çok iyi karşılanır ve ağırlanır. Derslerine çalışmayan bir öğrenci sözlü yazılıda sıkılıp terlediği gibi, derslerine çalışmadan ve Yaratana, kula karşı görevlerini yerine getirmeden oraya giden bir ölü ıstıraplar içinde zindan hayatı yaşar o çukurda. O çukur diriler ile iletişim kuramaz, konuşamaz ama ölülerin dilinden çok iyi anlar. Adeta onlarla konuşur.
Cenaze arabası seni götürmek için hazırlanmıştır artık. O güne kadar birçok insanı servis eden ve defalarca senin gördüğün cenaze aracı senin için getirilmiş. Bu kez serviste sen varsın. Bir gün cenaze olarak o araca bineceğini belki de hiç düşünmemiştin değil mi? Aslında ne zaman cenaze arabasına bindirilmiş bir ölü görsek ruhumuzun hala bedenimizle ilişki içinde olmasından dolayı Allah'a hamd etmemiz gerekmez mi! Çünkü güzel işler, hayır ameller yaparak sevap kazanma imkânımız, günahlarımızdan tevbe etme fırsatımız, maddi manevi üzerimizde olan kul haklarından telafi ederek veya helallik dileyerek hafifleme imkânımız mevcut. Şu an bizler o arabaya bindirilecek olandan çok daha avantajlıyız. Çok ama çok iyi değerlendirmeliyiz halen yaşama fırsatını...
Evet, dönelim şu arabaya bindirilenin yolculuğuna... Kimilerinin duaları, kimilerinin senin veya kendi yahut dünya hakkındaki sohbetleri, seni çok aziz bilen, sana çok değer verenlerinde gözyaşlarıyla, ölüler yurduna getirilmişsin, cenazen arabadan bir daha binmemek üzere indiriliyor. Notların iyi ise o kalabalık düğününü kutlamak için toplanmış gibi olur. Yok, eğer notlar kötü ise, ameller şeytani ise tam bir cenaze töreni!
Tabutun mezarın çok yakınına bırakılmıştır. Düne kadar daracık yerlerden çok sıkılan sen saatlerden beridir daracık havasız bir yerdeydin. Birazdan tabutun kapağı açılacak ve imtihan yurdunun amel sonuçları ile yavaş yavaş karşılaşmaya başlayacaksın artık. Hoca efendi ölümünle oraya toplanan kalabalığa kısa bir nasihat eder. Kısa bir zaman da olsa etkilenirler ama ölüler yurdundan çıktıktan sonra hayata kaldıkları yerden devam ederler. Toplu bir afet yaşandığı zaman cami avluları dolup taşar. Afetin yaşandığı hafta cuma namazlarında camilerde yer
bulunmaz adeta. Bir afet, sel, depremin fay sallantıları insanları camiye davet etmiş ve davete icabet eden edene. Anlaşılıyor ki, bunlar afet, bela, musibet Müslümanları… 1999 depremini bir hatırlayın. Camiler dolup taşmıştı adeta. Bugün deprem Müslümanları neredeler? Aynı kalabalık neden gözükmüyor?
Senin ölümün bazılarına deprem sarsıntısı yaptırabilir. Ama yine de fazla etkilenmezler. Oysaki ölüm güzel bir nasihat. Ancak unutkan olan insan çok çabuk unutuyor maalesef. Cansız bedenin tabuttan çıkarılır ve daha önceden hazırlanmış yatağına konur. Doğumhaneden alınan bir bebeğin anne kucağına konmasına nekadar da benziyor. Bırakıldığın o çukurun anne kucağımı yoksa işkence zindanımı olacağını biz bilemeyiz. Ama şu çok iyi bilinmektedir ki karnendeki notlara göre bir muameleye tabi tutulacaksın.
Yeni evin daracıktır. Ne bir yatak var ne de yorgan. Sana ait hiçbir şey yok yanında. Tüm varlıkların yok artık. Hepsi iki metre yukarda kaldı… Badanasız, boyasız, topraktan bir oda ve yatağı da yastığı da topraktan.
Aziz okuyucu! Bu satırları okurken sana özel kazılacak çukurunu gözler önüne getir. İyi düşün! Kendine acı! İnce hesaplar yap! Orada daha çok vakit geçireceksin ve orada salih amellerin dışında hiçbir şeyin, hiç kimsenin sana bir faydası dokunmaz.
Cansız bedenin daracık bir çukurda toprakla ilk kez tanışıyor. Yer altı dünyasının nüfusu bir artarken yeryüzü sakinleri bir fertlerini kaybetmiştir artık. Kabrindesin, beklemedesin. İmam efendi telkin merasimini tamamlar. Mezar başındakiler ise telkinin bitmesini ve üzerine toprak atmayı beklerler. Toprak atma başlayınca acele olarak bir an evvel defnedilmen için üzerin kara toprakla örtülür. Yorganın olmuştur kara toprak. Yorganın üzerine atıldıktan sonra yakınların acele bir şekilde kabristanı terk ederler. Düne kadar seni çok sevdiklerini söyleyen ve senden bir an olsun ayrılmaya tahammül edemeyeceklerini söyleyenler tarafından terk edilmişsin sen ve sen oranın en yeni ölüsü olarak yalnız kalmışsındır artık.
Şu kabristanlar dünyası ile imtihan dünyasını biraz olsun tefekkür etmek gerekir. Bugün yer altındakilerin nüfusu yerüstündekilerden kat kat fazladır. Buna rağmen yeraltında tek bir ses yok, bir kavga, tartışma yok. Yerüstündekiler ise her gün, her saat kavga ve savaş halinde. Yeryüzünü fesada uğratan da uğratmayan da kabristana konuk oluyor. Yeryüzünü kana bulayan nice insanlar toprak altında yılanlara, akreplere, çıyanlara, kurtlara, böceklere kıllarını bile oynatmadan etlerini yediriyorlar. Ve onlardan da en ufak bir tepki, karşı gelme yok. Bir yolculuk ki, giden asla geri gelmiyor. Oranın komşuları da sessiz. Yer altındaki sessizlik basite indirgenmemeli. Yeraltında olup bitenleri işitemememiz oradaki hayatın sakin geçtiğini zannettirmesin bize! Alttaki haberler mezar taşına yansımıyor! Bir ölünün sözcüsü olamaz mezar taşları! Taştaki yazılar ölümü hatırlatmıyor. Mermerden yapılan mezarlar ölüyle birlikte kabir korkumu da gömmüş. Mezarlar artık ölümü hatırlatmıyor.
Biz en iyisi yeraltında neler olup bittiğini yerin altını da üstünü de en iyi bilen Allah'a, Hz. Peygamber'e ve onun pak Ehlibeytine soralım. Soralım, çünkü bizi de bir gün alt kata alacaklar. Bu birinci dereceden bizleri alakadar etmelidir.
Devam Edecek…
Selam ve dua ile…