Çağımız enerji savaşları çağıdır. Önce İslam dünyasının sonra Batı’nın hümanist aydınlanması, kültür ve sanat gelişimi yerini günümüzde sanayii ve teknoloji yarışına bırakmıştır. Sanayi ve teknoloji, enerji ve hammaddeye ihtiyaç duyar. Dünya’da yeraltı ve yerüstü kaynaklarının büyük kısmı Müslüman coğrafyadadır. Bu alanda İslam coğrafyasından yüz yıl ileride olan Batı, enerji ihtiyacını karşılamak için Müslüman coğrafyaya adeta “çökmüş ”tür.
Asya’dan Ortadoğu’ya, Afrika’dan Kafkaslar’a hatta Uzakdoğu’ya kadar uzanan İslam coğrafyasında başını ABD’nin çektiği Batı/Siyonist koalisyonu Müslüman ülkeleri işgal etmeye çalışmaktadırlar. Bir işgal önce askeri olarak başlamaz. din, eğitim, kültür-sanat, ekonomi, siyaset-bürokrasi, terör gibi enstrümanlar kullanılarak işgalin alt yapısı hazırlanır. Bütün şartlar olgunlaşınca askeri işgale geçilir. Hatta çoğu zaman askeri işgale ihtiyaç bile kalmaz.
Günümüzde, ABD/Batı/Siyonis koalisyon işgal ve sömürü üssü olarak Vahhabi Suudi Arabistan’ı kullanmaktadır. Vahhabizim İslam Dinini yok etmenin, Suudi yönetimindeki Arabistan, İslam coğrafyasını işgal etmenin ana üssüdür. Terörün ana kaynağıdır.
Emperyalizm Müslümanlar arasındaki ayrılıkları kendi lehine başarı ile kullanmaktadır. Gerçekte tek bir kelime (şehadet) ile eşit/kardeş olabilen Müslümanlar, mezhepçilik fitnesi ile Müslüman kardeşlerini katletmektedir. Mezhepçilik fitnesinin üretim merkezi de Suudi Arabistan’dır. Müslümanların Hac/Umre, petrol gelirlerini Batı’ya peşkeş çeken Suud hanedanı, direniş gösteren coğrafyaları Batı’dan aldığı silahlarla ateş ve kana boğmaktadır. Müslüman coğrafyadaki direniş -ne yazık ki çoğunlukla- Şii Müslümanlardan gelmektedir. Şia, tarih boyunca vahdetten yana olmasına rağmen işte tam bu noktada emperyalist propaganda, amaçlarına aykırı düşen Şia aleyinde, din elbisesi giymiş taşeronlar eliyle mezhepçilik/tekfircilik yapmaktadır. İslam dünyasının varlık savaşı bir an önce bu sorunu çözmesine bağlıdır.
Müslümanlar, kendi aralarındaki ayrılıkları uykuya yatırarak dış düşmana karşı “Müslüman” kimliği altında birleşerek mücadele etmek zorundadırlar. Aksi takdirde ayrılıklarını kavga konusu yapacakları ne bir toprak ne de bir topluluk kalacaktır.
Tarihe tanıklık ettiğimiz son zamanlarda emperyalizm, direniş cephesinin onurlu duruşu karşısında yenilmiştir. Ancak bu zafer şimdilik sadece fiili işgalin önlenmesinden ibarettir. Fiziki varlığını sıcak savaş alanlarından çeken Batı, din, eğitim, kültür-sanat, ekonomi, siyaset-bürokrasi, terör gibi enstrümanlarla esaret altına alıdığı yerel işbirliçileri eliyle savaşını sürdürmeye devam edecektir.
Gerçek şu ki, Müslüman coğrafyanın özgür kalabilmesi, Mekke ve Medine’nin özgürleşmesine bağlıdır.