Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
AHBARİLİK VE USULİLİK-3
Mehdi AKSU

Ahbarilik düşüncesinin sakınca ve zararlarından bazıları şunlardır;

1- Dini öğretileri ve hükümleri öğrenmek için en önemli kaynak olan Kuran’ı devre dışı bırakmak ahbarilik yönteminde şekillenen en büyük tehlikedir. Kuran Müslümanların yazılmış en asıl ve Allah resulünden kesin bir şekilde sudur ve tüm Müslümanlar tarafından kabul görülen tek kaynaktır. Kuranı kerimin kendisi kendini bir hidayet kitabı olarak tanımlıyor. Ayetleri "beyan" ve "mübin" şeklinde nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu (Kuran), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür”.(Ali İmran 138)“Biz sana bu kitabı indirdik ki her şeyin hakikatini aydınlatsın ve Müslümanlar için hidayet, rahmet ve müjde (kaynağı) olsun”. (Nahl, 89) Bir diğer önemli nokta ise şudur; Kuran insanları Kuran’ın ayetlerinde tefekkür ve tedebbür etmeye davet ediyor: "Acaba (münafıklar) kuranı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitler mi var?”.(Muhammed 249) Hatta Kuran insanları münazaraya (tahaddiye) davet ediyor. Tahaddi ve münazaraya davet etmek Kuranın anlaşılması ve diğer metinlerle mukayese edilmesi mümkün ve kolay olduğu surette anlamlı olabilir. Diğer taraftan hadislerin Kuran’a sunulmasını ve hadis metinlerini Kuran metni, ruhu ve ayetleriyle tartılmasını vurgulayan birçok rivayette Kuranın anlaşılır ve anlaşılması mümkün olan bir kitap olduğuna delalet eden bir diğer delildir. Zira eğer Kuranın anlaşılması mümkün olmamış olsaydı hadislerin kurana sunulması anlamsız ve faydasız olacaktır.

2- Akıl; bilgi edinme kaynağı veya ayet ve rivayetlerin maksadını anlama yoludur. Ahbariler kıyası nehyeden rivayetlere dayanarak tüm alanlardan (şeri ve gayri şer’i olan tüm itibaratları) ve hangi unvanla olursa olsun (bilgi edinme kaynağı veya bilgi edinme yöntemi) aklı etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Oysa Kuran ve Ehlibeyt rivayetlerinde akıla ve önemine çok vurgular yapılmıştır. Akillerin siyresinden alınan taklit makul bir yöntemdir ve uzman olmayan kimselerin uzman olan kimselere müracaat etmesi anlamındadır. Bu yöntem ukelanın yöntemiyle uyum içindedir. Eğer âlim olmayan bir kimsenin âlim olan bir kimseye müracaat etmesi nehyedilirse, o zaman şu anlam tahakkuk bulacaktır ki tüm insanlar "usul-i ameliye’ye" müracaat ederek kendi şer’i ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaları gerekmektedir. Bu hiçbir zaman tahakkuk bulmuş bir şey değildir ve normal şartlarda da tahakkuk bulması imkânsızdır.

3- Ahbarilerin icma hakkındaki görüş ve anlayışları doğru ve kabul görülmektedir. Müçtehitlerde ona muhalif değildirler. Hakikatte onlar icamayı masumların sözlerinin karşısında yer alacak şekilde hüccet kabul etmezler. Bilakis onlar imamın kendisinin de icmanın içinde olduğu veya âlimlerin sözleri masumların sözünden alındığı noktasında hüccet saymışlardır.

4- Rivayetler (veya kütübi arba’a’daki rivayetler) kesin masumdan gelmiştir şeklindeki iddia doğru değildir.  Bu söz makul değildir ve ispatlanması da imkânsızdır. Hadisler bağlamında yapılan dörtlü taksimi (sahih, müvessak, hasan ve zayıf) muteber ve muteber olmayan hadisler şeklinde iki kısma indirgeyebiliyoruz.

5- Bütün bireylerin vasıtasız bir şekilde imamlara taklit etmeleri imkânsızdır. Zira gerekli öncül ve mukaddimeler mevcut değildir. Vasıtayla yapılan taklitte cahilin âlime müracaat etmesi anlamındadır ki inkâr edilemez.

6- Ahbarilik görüşünden dolayı onların Ehlibeyt imamlarının bazı hadislerine karşı dar görüşlülüğü ve donukluğu söz konusu olmuştur. Örneğin bir hadiste şöyle nakledilmiştir; "Müslümanlar ile müşriklerin farkı başa bırakılan sarığın kıvrımının çene altından sarkıtılmasıdır." (Men la Yehzuruh-ül Fakih, c.1, s.266) Ahbarilerden bir grubu bu ve benzeri hadislerden yola çıkarak sarığın daima çene altından sarkıtılması gerektiğini savunmuşlardır. Zira hadisin metninde bu şekilde emrolunmuştur. Dolayısıyla bu konuda görüş bildirmek, içtihat etmek yasak ve bir nevi başıboşluktur. Oysa Molla Muhsin Feyzi Kaşani içtihadı kabul etmemesine rağmen "el-Vafi" de içtihat babından hadis hakkında şöyle demiştir; Eskiden müşrikler sarığın kıvrımını yukarıdan bağlıyorlardı ve bu onların şiarıydı. Birisi bu şekilde yaptığı zaman, bunun anlamı ben sizdenim anlamında algılanıyordu. Bu hadis o şiara karşı mücadele etmeyi ve o şiara uymamayı emrediyor. Ancak bu gün o şiar yok olmuştur. Böylelikle bu hadis için artık bir mevzu söz konusu değildir. (Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.745)

         Vehid Behbehani'den şöyle dediği nakledilmiştir; Bir zaman Şevval ayının hilali tevatür ile bana sabit oldu. Zira birçok insan yanıma gelerek hilali gördüklerini bana söylediler. Bu vesile ile bana yakin hasıl oldu ve ben fıtır bayramına hüküm verdim. Ahbarilerden bir tanesi bana şöyle bir itirazda bulundu; Senin kendin hilali görmedin ve kesin adil oldukları bilinen kişilerde şahitlik etmediler, öyleyse neden fıtır bayramına hüküm verdin? Ben şu cevabı verdim; Haber tevatürdür ve tevatürden bana yakin hasıl oldu. O şöyle dedi; Tevatürün hüccet olduğu hangi hadiste yer almıştır. (Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.172)

         Yine Vehid Behbehani şöyle diyor; Ahbariler o kadar dar görüşlüdürler ki, mesela bir hasta Ehlibeyt imamlarından birisinin yanına gitmiş olsa ve imam da o hastaya soğuk su iç diye buyurmuş olsa; ahbariler dünyadaki bütün hastalara iyileşmeleri için soğuk su içmelerini söyleyeceklerdir. Bu emrin her kes için değil de sadece o hasta hakkında olduğunu asla düşünmezler.

         Tarihte bazı ahbarilerin ölünün kefenine şu şekilde şahadeteyni yazmalarını emrettikleri çok yaygındır. "İsmail yeşhedu en la ilahe illallah…" Yani İsmail Allah'dan başka ilahın olmadığına şehadet eder… Ölünün kefenine şahadeteyni yazarken neden "İsmail" ismi yazılmalıdır sorusunda, ahbariler; çünkü imam Cafer Sadık (aleyhisselam) oğlu İsmail'in kefenine bu şekilde yazmıştır cevabını vermişlerdir. Bu grup ahbariler imam Cafer Sadık'ın (aleyhisselam) oğlunun adı İsmail olduğu için İsmail adını yazdığını düşünmemişlerdir. Eğer Hasan adında birisi ölmüş olsa neden onun kefenine kendi ismini değil de İsmail ismini yazılmış olsun. Bu grup ahbariler bu tarz düşüncelerin içtihat olduğunu, akıla dayandığını söylemekte ve kendilerinin taabbud ve teslim ehli olduklarını, kendi taraflarından görüş belirtemeyeceklerini dile getirmektedirler. (Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.172)

         Yine ahbarilerden bazıları Ehlibeyt imamlarının giymiş oldukları elbiselerin dışında elbise giymenin haram olduğunu söylemişlerdir. Ama Şeyh Yusuf Behrani'nin görüşüne göre bu mutlak cehalettir. (Medğali İlmi Fıkh, Rıza İslami, s. 339)

         Ahbaricilik her ne kadar gelişen ve ilerleyen bir hareket değil ve bugün şer’i hükümleri istinbat etmek için sahih bir mektep olarak kabul edilmiyorsa, onun Şia camiasında etkili olmadığını da söyleyemeyiz. Bu anlayış yaklaşık iki asır kendi çalışmalarını devam ettirdi ve bazı menfi ve müspet etkilerini kendinden sonra Şia camiasına miras bıraktı. Ahbariliğin bazı menfi etkileri şunlardır; Radikal çıkışları, tek yönlü hareket etmeleri, Kuran bağlamında tedebbürün bırakılması, fikirsel donukluk, yenilicilikten sakınma ve yeniliciliğe karşı gelme, tedebbür, tefekkür ve içtihada karşı duyarsız kalma gibi şeyler ahbariciliğin geride bıraktığı menfi kalıntılarıdır.

         Diğer taraftan nakli öğretilere yönelmek, bilgi edinme kaynağı unvanıyla olağan üstü bir şekilde hadise yönelmeleri, çok geniş çapta hadise bakmaları, hadis metinlerinde tedebbür ve tefekkür etme, Şii muhaddislerden yeni bir nesil yetiştirmek ve buna benzer şeylerde bu grubun Şia camiasına yapmış olduğu hizmetlerin bir kısımdır. Bu hizmet tek başına dini emirlerine cevap verecek konumda olmasa bile Şia camiasında kendilerinden sonra bırakmış oldukları güzel bir mirastır.

         Ahbariler ılımlı ve radikal olarak iki gruba ayrılmışlardır. İki gruba ayrılmalarının sebebi onların usuli görüş tarafında olanlar hakkında yaklaşımlarından ve söylemlerinden kaynaklanmaktadır. Ahbarilerden bazıları usuliler ve görüşleri hakkında ılımlı yolu izlerken bazıları da radikal yaklaşım ve açıklamalarda bulunmuşlardır.

         Radikal Ahbariler: Hicri on birinci asırda ahbariliğin yeni bir tarzda ortaya çıkmasını sağlayan ve ahbariliğin önderi olarak bilinen Muhammed Emin Esterabadi bu radikal grubun başını çekenlerdendir. Sonrakiler, onun ahbarilik görüşünün müessisi unvanında Şia müçtehitlerine (usuliler) hakarek ve suçlama kapısını açan ve Şialığı ahbarilik ve usulilik olarak iki gruba ayıran ilk kişi olduğunu söylemektedirler. (Muhammed Ali Keşmiri, Nücum-üs Sema, s.41-Muhammed Tenkabuni, Kısas-ül Ulema, s.321

         Esterabadi önceleri müçtehitler çizgisindeydi. Üstatlarından içtihat icazeti aldı ve bir müddet onların yolundan gitti. Ancak kısa bir zaman sonra üstatlarının tarzından ayrıldı ve müçtehitlerin aksine bir yol tuttu ve müçtehitlere muhalefeti başlattı. Muhammed Emin Esterabadi öğretilerini en önemli eseri olan "Fevaid-ül Medeniyye" adlı eserinde yazmış ve onun görüşlerinin tamamını içeren bu eser ahbarilerin kaynağı olarak da kabul görmektedir.

         Radikal ve mutaassıp ahbarilerden bir diğeri de hicri on birinci asırda yaşayan "Münyet-ül Mümarisin" kitabının yazarı Abdullah b. Salih b. Cuma Semahici'dir. O müçtehitlere çok fazla hakaret etmek ile tanınıyordu. Şeyh Yusuf Behrani onun hakkında şöyle diyor; O içtihat ehline çok küfür ediyordu, oysa babası molla Salih içtihat ehlinden olup ahbarileri tenkit ediyordu. (Lulu-ül Bahreyn, s.98)

         Ebu Ahmed Cemaluddin Muhammed, Mirza Muhammed Ahbari diye tanınan Muhaddisi Nişaburi Esterabadi (d. hicri 1232) diğer radikal ve mutaassıp ahbarilerdendir. Onlar, Mirza Ebul Kasım Kummi, Şeyh Cafer Necefi Kaşiful Gita, Mir seyyid Ali Tabatabai, Seyyid Muhammed Bakır Hüccet-ül İslam İsfehani ve Muhammed İbrahim Kalbasi gibi Şia içerisinde tanınmış olan usuli müçtehitlerden çirkin kelimelerle söz ediyorlar ve onlara karşı açıkça düşmanlık ediyorlardı. Mirza Muhammed usul alimlerine karşı açık bir şekilde hem söylemlerinde ve hem de yazılarında muhalefet etmekten asla vazgeçmiyordu. (Ravzat-ül Cennat, c.7, s.127)

         Ilımlı Ahbariler: Şia alimleri arasında Esterabadi'nin yöntemini benimseyen ve ahbarilik çizgisinde olan büyük fakihleri de görmek mümkündür. Onlar ahbari olmalarına rağmen çok mutedildiler ve radikal, mutaasıp ahbarilerin söylemleri ve eylemlerinden tamamen uzaktılar. Onlardan bazıları usulilik ve ahbariliği beraber, yan yana değerlendirerek eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Şeyh Yusuf Behrani, seyyid Nimetullah Cezairi Şüşteri, Feyzi Kaşani, Muhammed Taki Meclisi, Muhammed Bakır Meclisi, Molla Halil b. Gazi Kazvini, Muhammed Tahir Kummi, Şeyh Hürr Amuli mutedil olanlardandır.

         Dikkat edilecek olunursa usulilerin tamamı ve ahbarilerin kahır çoğunluğu bu mektebin büyük, seçkin fakiheri ve muhaddisleridirler. Ahbariler içerisinde "el-Kâfi"nin sahibi merhum Kuleyniler, Şeyh Saduklar gibi seçkin ve büyük muhaddisleri görmekteyiz. Bu büyük şahsiyetler Ehlibeyt imamlarının huzur dönemlerine yakın olduklarından dolayı hadisleri elde etme konusunda birçok avantajlara sahiptiler.  Ehlibeytin huzur döneminden çok uzaklaştığımız bugünde ahbarilik düşüncesini benimsemek, taklidi reddetmek, müçtehitleri dışlamak hatta yer yer müçtehitlere hakaret etmek ya saflıktan olur ya genele muhalefet et taraftar topla ruhundan kaynaklanır veya gizli ellerin bir oyunu olmuş olur. Şunu asla unutmamalıyız ki bugün ahbariliği savunan, içtihadı ve taklidi reddeden birisinin en azından merhum Kuleyni, şeyh Saduk kadar hadis konusunda uzman ve bu konuya en az onlar kadar vakıf ve hâkim olması gerekmektedir. Havzada üç-beş yıl dil dersi, yüzeysel ahkâm ve akaid dersi almak ile ahbari olunmaz, ahbarilik savunulmaz, taklit ve içtihat reddedilmez. Üç beş yıl yüzeysel eğitim görenler bunları yaparlarsa bunun üç sebebi olabilir;

1- Genele muhalefet ederek, genelin aksini konuşarak farklı söylemler ve düşünceler neticesinde etraflarına bir kitleyi toplamak ve onlardan nemalanmak. Çünkü "genele muhalefet et taraftar topla" deyimi meşhur bir deyimdir

2- Farkında olmadan veya farkında olarak mektep mensuplarının birliğini kendilerine kâbus olarak gören gizli ellerin oyunlarına, çirkef planlarına alet olmak ve onların bir dişlisi haline gelmek.

3- Cehalet, cehalet, cehalet…

Selam ve Dua ile…Ahbarilik düşüncesinin sakınca ve zararlarından bazıları şunlardır;

1- Dini öğretileri ve hükümleri öğrenmek için en önemli kaynak olan Kuran’ı devre dışı bırakmak ahbarilik yönteminde şekillenen en büyük tehlikedir. Kuran Müslümanların yazılmış en asıl ve Allah resulünden kesin bir şekilde sudur ve tüm Müslümanlar tarafından kabul görülen tek kaynaktır. Kuranı kerimin kendisi kendini bir hidayet kitabı olarak tanımlıyor. Ayetleri "beyan" ve "mübin" şeklinde nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu (Kuran), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür”.(Ali İmran 138)“Biz sana bu kitabı indirdik ki her şeyin hakikatini aydınlatsın ve Müslümanlar için hidayet, rahmet ve müjde (kaynağı) olsun”. (Nahl, 89) Bir diğer önemli nokta ise şudur; Kuran insanları Kuran’ın ayetlerinde tefekkür ve tedebbür etmeye davet ediyor: "Acaba (münafıklar) kuranı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitler mi var?”.(Muhammed 249) Hatta Kuran insanları münazaraya (tahaddiye) davet ediyor. Tahaddi ve münazaraya davet etmek Kuranın anlaşılması ve diğer metinlerle mukayese edilmesi mümkün ve kolay olduğu surette anlamlı olabilir. Diğer taraftan hadislerin Kuran’a sunulmasını ve hadis metinlerini Kuran metni, ruhu ve ayetleriyle tartılmasını vurgulayan birçok rivayette Kuranın anlaşılır ve anlaşılması mümkün olan bir kitap olduğuna delalet eden bir diğer delildir. Zira eğer Kuranın anlaşılması mümkün olmamış olsaydı hadislerin kurana sunulması anlamsız ve faydasız olacaktır.

2- Akıl; bilgi edinme kaynağı veya ayet ve rivayetlerin maksadını anlama yoludur. Ahbariler kıyası nehyeden rivayetlere dayanarak tüm alanlardan (şeri ve gayri şer’i olan tüm itibaratları) ve hangi unvanla olursa olsun (bilgi edinme kaynağı veya bilgi edinme yöntemi) aklı etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Oysa Kuran ve Ehlibeyt rivayetlerinde akıla ve önemine çok vurgular yapılmıştır. Akillerin siyresinden alınan taklit makul bir yöntemdir ve uzman olmayan kimselerin uzman olan kimselere müracaat etmesi anlamındadır. Bu yöntem ukelanın yöntemiyle uyum içindedir. Eğer âlim olmayan bir kimsenin âlim olan bir kimseye müracaat etmesi nehyedilirse, o zaman şu anlam tahakkuk bulacaktır ki tüm insanlar "usul-i ameliye’ye" müracaat ederek kendi şer’i ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaları gerekmektedir. Bu hiçbir zaman tahakkuk bulmuş bir şey değildir ve normal şartlarda da tahakkuk bulması imkânsızdır.

3- Ahbarilerin icma hakkındaki görüş ve anlayışları doğru ve kabul görülmektedir. Müçtehitlerde ona muhalif değildirler. Hakikatte onlar icamayı masumların sözlerinin karşısında yer alacak şekilde hüccet kabul etmezler. Bilakis onlar imamın kendisinin de icmanın içinde olduğu veya âlimlerin sözleri masumların sözünden alındığı noktasında hüccet saymışlardır.

4- Rivayetler (veya kütübi arba’a’daki rivayetler) kesin masumdan gelmiştir şeklindeki iddia doğru değildir.  Bu söz makul değildir ve ispatlanması da imkânsızdır. Hadisler bağlamında yapılan dörtlü taksimi (sahih, müvessak, hasan ve zayıf) muteber ve muteber olmayan hadisler şeklinde iki kısma indirgeyebiliyoruz.

 5- Bütün bireylerin vasıtasız bir şekilde imamlara taklit etmeleri imkânsızdır. Zira gerekli öncül ve mukaddimeler mevcut değildir. Vasıtayla yapılan taklitte cahilin âlime müracaat etmesi anlamındadır ki inkâr edilemez.

6- Ahbarilik görüşünden dolayı onların Ehlibeyt imamlarının bazı hadislerine karşı dar görüşlülüğü ve donukluğu söz konusu olmuştur. Örneğin bir hadiste şöyle nakledilmiştir; "Müslümanlar ile müşriklerin farkı başa bırakılan sarığın kıvrımının çene altından sarkıtılmasıdır." (Men la Yehzuruh-ül Fakih, c.1, s.266) Ahbarilerden bir grubu bu ve benzeri hadislerden yola çıkarak sarığın daima çene altından sarkıtılması gerektiğini savunmuşlardır. Zira hadisin metninde bu şekilde emrolunmuştur. Dolayısıyla bu konuda görüş bildirmek, içtihat etmek yasak ve bir nevi başıboşluktur. Oysa Molla Muhsin Feyzi Kaşani içtihadı kabul etmemesine rağmen "el-Vafi" de içtihat babından hadis hakkında şöyle demiştir; Eskiden müşrikler sarığın kıvrımını yukarıdan bağlıyorlardı ve bu onların şiarıydı. Birisi bu şekilde yaptığı zaman, bunun anlamı ben sizdenim anlamında algılanıyordu. Bu hadis o şiara karşı mücadele etmeyi ve o şiara uymamayı emrediyor. Ancak bu gün o şiar yok olmuştur. Böylelikle bu hadis için artık bir mevzu söz konusu değildir. (Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.745)

         Vehid Behbehani'den şöyle dediği nakledilmiştir; Bir zaman Şevval ayının hilali tevatür ile bana sabit oldu. Zira birçok insan yanıma gelerek hilali gördüklerini bana söylediler. Bu vesile ile bana yakin hasıl oldu ve ben fıtır bayramına hüküm verdim. Ahbarilerden bir tanesi bana şöyle bir itirazda bulundu; Senin kendin hilali görmedin ve kesin adil oldukları bilinen kişilerde şahitlik etmediler, öyleyse neden fıtır bayramına hüküm verdin? Ben şu cevabı verdim; Haber tevatürdür ve tevatürden bana yakin hasıl oldu. O şöyle dedi; Tevatürün hüccet olduğu hangi hadiste yer almıştır. (Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.172)

         Yine Vehid Behbehani şöyle diyor; Ahbariler o kadar dar görüşlüdürler ki, mesela bir hasta Ehlibeyt imamlarından birisinin yanına gitmiş olsa ve imam da o hastaya soğuk su iç diye buyurmuş olsa; ahbariler dünyadaki bütün hastalara iyileşmeleri için soğuk su içmelerini söyleyeceklerdir. Bu emrin her kes için değil de sadece o hasta hakkında olduğunu asla düşünmezler.

         Tarihte bazı ahbarilerin ölünün kefenine şu şekilde şahadeteyni yazmalarını emrettikleri çok yaygındır. "İsmail yeşhedu en la ilahe illallah…" Yani İsmail Allah'dan başka ilahın olmadığına şehadet eder… Ölünün kefenine şahadeteyni yazarken neden "İsmail" ismi yazılmalıdır sorusunda, ahbariler; çünkü imam Cafer Sadık (aleyhisselam) oğlu İsmail'in kefenine bu şekilde yazmıştır cevabını vermişlerdir. Bu grup ahbariler imam Cafer Sadık'ın (aleyhisselam) oğlunun adı İsmail olduğu için İsmail adını yazdığını düşünmemişlerdir. Eğer Hasan adında birisi ölmüş olsa neden onun kefenine kendi ismini değil de İsmail ismini yazılmış olsun. Bu grup ahbariler bu tarz düşüncelerin içtihat olduğunu, akıla dayandığını söylemekte ve kendilerinin taabbud ve teslim ehli olduklarını, kendi taraflarından görüş belirtemeyeceklerini dile getirmektedirler. (Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.172)

         Yine ahbarilerden bazıları Ehlibeyt imamlarının giymiş oldukları elbiselerin dışında elbise giymenin haram olduğunu söylemişlerdir. Ama Şeyh Yusuf Behrani'nin görüşüne göre bu mutlak cehalettir. (Medğali İlmi Fıkh, Rıza İslami, s. 339)

         Ahbaricilik her ne kadar gelişen ve ilerleyen bir hareket değil ve bugün şer’i hükümleri istinbat etmek için sahih bir mektep olarak kabul edilmiyorsa, onun Şia camiasında etkili olmadığını da söyleyemeyiz. Bu anlayış yaklaşık iki asır kendi çalışmalarını devam ettirdi ve bazı menfi ve müspet etkilerini kendinden sonra Şia camiasına miras bıraktı. Ahbariliğin bazı menfi etkileri şunlardır; Radikal çıkışları, tek yönlü hareket etmeleri, Kuran bağlamında tedebbürün bırakılması, fikirsel donukluk, yenilicilikten sakınma ve yeniliciliğe karşı gelme, tedebbür, tefekkür ve içtihada karşı duyarsız kalma gibi şeyler ahbariciliğin geride bıraktığı menfi kalıntılarıdır.

         Diğer taraftan nakli öğretilere yönelmek, bilgi edinme kaynağı unvanıyla olağan üstü bir şekilde hadise yönelmeleri, çok geniş çapta hadise bakmaları, hadis metinlerinde tedebbür ve tefekkür etme, Şii muhaddislerden yeni bir nesil yetiştirmek ve buna benzer şeylerde bu grubun Şia camiasına yapmış olduğu hizmetlerin bir kısımdır. Bu hizmet tek başına dini emirlerine cevap verecek konumda olmasa bile Şia camiasında kendilerinden sonra bırakmış oldukları güzel bir mirastır.

         Ahbariler ılımlı ve radikal olarak iki gruba ayrılmışlardır. İki gruba ayrılmalarının sebebi onların usuli görüş tarafında olanlar hakkında yaklaşımlarından ve söylemlerinden kaynaklanmaktadır. Ahbarilerden bazıları usuliler ve görüşleri hakkında ılımlı yolu izlerken bazıları da radikal yaklaşım ve açıklamalarda bulunmuşlardır.

         Radikal Ahbariler: Hicri on birinci asırda ahbariliğin yeni bir tarzda ortaya çıkmasını sağlayan ve ahbariliğin önderi olarak bilinen Muhammed Emin Esterabadi bu radikal grubun başını çekenlerdendir. Sonrakiler, onun ahbarilik görüşünün müessisi unvanında Şia müçtehitlerine (usuliler) hakarek ve suçlama kapısını açan ve Şialığı ahbarilik ve usulilik olarak iki gruba ayıran ilk kişi olduğunu söylemektedirler. (Muhammed Ali Keşmiri, Nücum-üs Sema, s.41-Muhammed Tenkabuni, Kısas-ül Ulema, s.321

         Esterabadi önceleri müçtehitler çizgisindeydi. Üstatlarından içtihat icazeti aldı ve bir müddet onların yolundan gitti. Ancak kısa bir zaman sonra üstatlarının tarzından ayrıldı ve müçtehitlerin aksine bir yol tuttu ve müçtehitlere muhalefeti başlattı. Muhammed Emin Esterabadi öğretilerini en önemli eseri olan "Fevaid-ül Medeniyye" adlı eserinde yazmış ve onun görüşlerinin tamamını içeren bu eser ahbarilerin kaynağı olarak da kabul görmektedir.

         Radikal ve mutaassıp ahbarilerden bir diğeri de hicri on birinci asırda yaşayan "Münyet-ül Mümarisin" kitabının yazarı Abdullah b. Salih b. Cuma Semahici'dir. O müçtehitlere çok fazla hakaret etmek ile tanınıyordu. Şeyh Yusuf Behrani onun hakkında şöyle diyor; O içtihat ehline çok küfür ediyordu, oysa babası molla Salih içtihat ehlinden olup ahbarileri tenkit ediyordu. (Lulu-ül Bahreyn, s.98)

         Ebu Ahmed Cemaluddin Muhammed, Mirza Muhammed Ahbari diye tanınan Muhaddisi Nişaburi Esterabadi (d. hicri 1232) diğer radikal ve mutaassıp ahbarilerdendir. Onlar, Mirza Ebul Kasım Kummi, Şeyh Cafer Necefi Kaşiful Gita, Mir seyyid Ali Tabatabai, Seyyid Muhammed Bakır Hüccet-ül İslam İsfehani ve Muhammed İbrahim Kalbasi gibi Şia içerisinde tanınmış olan usuli müçtehitlerden çirkin kelimelerle söz ediyorlar ve onlara karşı açıkça düşmanlık ediyorlardı. Mirza Muhammed usul alimlerine karşı açık bir şekilde hem söylemlerinde ve hem de yazılarında muhalefet etmekten asla vazgeçmiyordu. (Ravzat-ül Cennat, c.7, s.127)

         Ilımlı Ahbariler: Şia alimleri arasında Esterabadi'nin yöntemini benimseyen ve ahbarilik çizgisinde olan büyük fakihleri de görmek mümkündür. Onlar ahbari olmalarına rağmen çok mutedildiler ve radikal, mutaasıp ahbarilerin söylemleri ve eylemlerinden tamamen uzaktılar. Onlardan bazıları usulilik ve ahbariliği beraber, yan yana değerlendirerek eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Şeyh Yusuf Behrani, seyyid Nimetullah Cezairi Şüşteri, Feyzi Kaşani, Muhammed Taki Meclisi, Muhammed Bakır Meclisi, Molla Halil b. Gazi Kazvini, Muhammed Tahir Kummi, Şeyh Hürr Amuli mutedil olanlardandır.

         Dikkat edilecek olunursa usulilerin tamamı ve ahbarilerin kahır çoğunluğu bu mektebin büyük, seçkin fakiheri ve muhaddisleridirler. Ahbariler içerisinde "el-Kâfi"nin sahibi merhum Kuleyniler, Şeyh Saduklar gibi seçkin ve büyük muhaddisleri görmekteyiz. Bu büyük şahsiyetler Ehlibeyt imamlarının huzur dönemlerine yakın olduklarından dolayı hadisleri elde etme konusunda birçok avantajlara sahiptiler.  Ehlibeytin huzur döneminden çok uzaklaştığımız bugünde ahbarilik düşüncesini benimsemek, taklidi reddetmek, müçtehitleri dışlamak hatta yer yer müçtehitlere hakaret etmek ya saflıktan olur ya genele muhalefet et taraftar topla ruhundan kaynaklanır veya gizli ellerin bir oyunu olmuş olur. Şunu asla unutmamalıyız ki bugün ahbariliği savunan, içtihadı ve taklidi reddeden birisinin en azından merhum Kuleyni, şeyh Saduk kadar hadis konusunda uzman ve bu konuya en az onlar kadar vakıf ve hâkim olması gerekmektedir. Havzada üç-beş yıl dil dersi, yüzeysel ahkâm ve akaid dersi almak ile ahbari olunmaz, ahbarilik savunulmaz, taklit ve içtihat reddedilmez. Üç beş yıl yüzeysel eğitim görenler bunları yaparlarsa bunun üç sebebi olabilir;

1- Genele muhalefet ederek, genelin aksini konuşarak farklı söylemler ve düşünceler neticesinde etraflarına bir kitleyi toplamak ve onlardan nemalanmak. Çünkü "genele muhalefet et taraftar topla" deyimi meşhur bir deyimdir

2- Farkında olmadan veya farkında olarak mektep mensuplarının birliğini kendilerine kâbus olarak gören gizli ellerin oyunlarına, çirkef planlarına alet olmak ve onların bir dişlisi haline gelmek.

3- Cehalet, cehalet, cehalet…

Selam ve Dua ile…

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
25-03-2015 14:26 - 2123 Okunma
Mehdi AKSU yazarın diğer yazıları [ Tümü ]
İRAN’DA SÜNNİLER! 14-12-2018 tarihinde eklendi
DİRENİŞİN ADI FİLİSTİN! 15-05-2018 tarihinde eklendi
UKRAYNA'DA HZ. MEHDİ COŞKUSU! 03-05-2018 tarihinde eklendi
DÖRT ZÜMREYE ÇOK DİKKAT ETMEK İNDİRİLEN DİNİN EMRİDİR! 20-02-2018 tarihinde eklendi
RABBANİ ALİM ÜSTAT HAMİT TURAN’IN ANISINA! 10-02-2018 tarihinde eklendi
EHLİBEYTİN LİSANINDA AMİN KELİMESİ VARMIDIR? 07-02-2018 tarihinde eklendi
AHMAK VE CAHİL ŞİA! 27-01-2018 tarihinde eklendi
SALAT: DUA MI NAMAZ MI? 16-01-2018 tarihinde eklendi
ASRIMIZIN FİTNELERİ! 01-01-2018 tarihinde eklendi
EMEK VE HİZMETE KADİR ŞİNAS OLMAK! 15-11-2017 tarihinde eklendi
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
21-11-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım