Bu başlık altında ahbarilik ve usulilik hakkında kısa bilgiler vermeyi ve her ikisi arasında ilmi ve akli kıstaslara göre değerlendirme yapmayı amaçlamaktayız. Ancak konuya başlamadan önce insanın aklına şöyle bir soru da takılmıyor değil; Şia fakihleri arasında bundan kaç yüz yıl önce ortaya çıkmış şiddetli tartışmaları, kabuk bağladıktan sonra tartışmayı yeniden başlatmak, kabuk bağlayan yaraları kaşıyarak kanatmanın ne gereği vardır! Bu zamanda usul fakihlerine Ehlibeyt öğretilerine dayalı nasip olan İslam hükümeti olmasına rağmen, ahbarilik görüşü donukluğu, gevşekliği ve çerçevesi dar olduğundan dolayı yok olup, unutulmasına rağmen tekrar yeniden bu konunun gündem edilmesi nedendir acaba?
Bu acabaların ve soru işaretlerinin karşısında şunları söyleyebiliriz; Her zamanda var olan gizli eller ve örtülü yüzler mektep mensupları ve mektep âlimleri arasında çok eski tarihlerde var olmuş basit veya bazen zaruri ihtilafları yeniden gündem ederek mektep mensupları, âlimleri arasında ihtilaflar çıkararak kendi şeytani amaçlarına ulaşmayı, mektep mensuplarını sömürmeyi amaçlamışlardır. Usuliler ve ahbariler arasında gerçekleşmiş olan ağır tartışmaların kaynağında inanç konularını görmek mümkün değildir. Zira her iki grup da usul ve füru inançlarının tamamında müşterektirler. Bu ağır tartışmaların kaynağında iki unsuru görmek mümkündür; Biri, mektep mensuplarının, âlimlerinin birliğini kendi çıkarlarının kâbusu olarak gören gizli eller, diğeri ise insanların, özellikle bazı âlimlerin sade ve basit düşünceleri. Bu iki unsur tamamı velayet ehli olan âlimlerin derin ihtilafların içerisine düşmelerine sebep olmuş. Öyle ki bu tarihi konuyu ele almak bile insanı üzmektedir.
Ahbarilik, hadis ashabına denir. Bu gruptan olan fakihler içtihadı geçersiz sayar ve sadece haberlere (rivayetler ve hadisler) uyarlar. Usuliler, Ahbariler karşısında birçok İslam fakihini barındıran ve Usuli olarak adlandırılan gruptur. Bunlar İslam’ın şer’i hükümlerini belirlemede Kuran, sünnet, akıl ve icmanın detaylı delillerine istinat edilebileceğine inanır. Onlar beraat, istishab ve sanıya göre amel etmek ve hadisleri birbirinden ayırmak gibi fıkıh usulü ilminden ve fıkıh kaidelerinden yararlanır. Bu iki grup arasındaki genel ihtilaf, sadece şer’i hükümlere ulaşma yolundaki ilmi yöntem ve tarz oluşturur.
Ahbarilerin en eski kurucusu, ilk savunucusu ve yazarı Mirza Muhammed Esterabadi'dir. Şeyh Yusuf Behrani, Seyyid Nimetullah Cezairi ahbari olan büyük fakihlerdendir. Molla Muhsin Feyzi Kaşani ve Allame Muhammed Bakır Meclisi'yi ılımlı ahbarilerden saymışlardır. Mirza Muhammed Esterabadi "Fevaidu’l-Medine" kitabında Şii müçtehitlerini sert bir dille eleştirmiş, onlara serzenişte bulunmuş ve hakkın dinini tahrip ve zayıflatmakla kendilerini suçlamıştır. O, Şia âlimlerinin mevcut içtihatlarını eski Şii âlimlerinin içtihadına göre olmadığına inanmaktadır. Esterabadi, Kuran’ın muhkem ve müteşabih, nasih ve mansuh ayetlere sahip olduğunu ve Kuran’dan hükümleri çıkarmanın kolay olmadığını ve bu yüzden hadislere müracaat etmek gerektiğini söylemiştir. İçtihadın zan ve sanıya dayanması nedeniyle geçersiz olduğunu, ama hadislerin imamların yoluyla gelmesi sebebiyle kesin delil sayıldığını ve kesin verilerin karşısında sanıya dayalı verilere dayanılamayacağını belirtmiştir.
Ahbarilik akımı Safevi döneminde vücuda gelmiş olan olumlu ortamdan yararlandı ve ahbarilerin ilk nesillerinin saldırganlıklarından istifade ederek ilmi havzalarda da etkinliğini gösterdi ve Şia’nın içtihat anlayışını bir müddette olsa tesir altında bırakabildi. Ahbariliğin daha sonraki nesilleri kendi aşırılıklarını gidererek daha mutedil bir anlayışa yakınlaştırdılar. Nihayet on ikinci asrın sonunda içtihat anlayışını savunan tefekkür ahbari anlayışını savunan tefekküre galip geldi ve böylece ahbaricilik düşünce Şia’nın ilmi sahnesinden uzaklaştırıldı. Merhum Vehidi Behbehani (vefatı 1205 h.) ahbari anlayışına sahip olan grupla mücadele eden müçtehitlerin başında geliyor. İçtihad-i tefekkür “el-cevahir” adlı kitabın sahibinin ortaya çıkmasıyla daha fazla güç kazandı ve Şeyh Murtaza Ensari (vefatı: 1281 h.) ile en üst zirvesine ulaştı.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi usuliler Şia fakihlerinin kahır çoğunluğunu oluşturmaktadır. Usulilerin fıkıh yöntemleri usul-u fıkıh ilmine dayalıdır. Bu tarz fakihlik, ilmi usulu kabul etmeyen, rivayetlerin zahirine göre amel eden ve dinde içtihadı caiz görmeyen ahbarilik görüşünün karşısında yer almıştır.
Bu iki görüşün geçmişi Şianın fıkıh hayatının ilk yüz yıllarına dönmektedir. Ehlibeyt imamlarının huzur dönemlerinin hicri 260 yılında son bulması ve gaybeti süğranın başlangıcı ile şer'i hükümleri elde etme konusunda iki görüş ortaya atıldı. Bir görüş; Ehlibeyt imamlarının ashabının çoğunluğunun yöntemi olan huzur dönemindeki yöntemin devamı; Yani şer'i hükümleri elde etmede hadislere iktifa etmek ve bunun dışına çıkmamak. Şianın en kadim fıkıh eserlerini, hadis kaynaklarını derleyen ve bu konuda çok önemli hizmetleri olan Muhammed b. Yakub Kuleyni (d. 328 hicri), Ali b. Babavey (d. 328 hicri), Şeyh Saduk (d. 381 hicri) gibi büyük fakihler bu görüşte olanların seçkin simalarındandır.
Şer'i hükümlerin Kuran, sünnet, akıl ve icma diye bilinen dört delilden içtihat edilerek çıkarılmasını gerekli gören usuli grubun içerisinde bulunan büyük, seçkin ve önemli fakihlerden şunları görmek mümkündür; Şeyh Müfid (d. 413 hicri), Seyyid Murteza (d. 436 hicri), Şeyh Tusi (d. 460). Bu büyük fakihler usulu fıkıf hakkında yapmış oldukları çalışmalar ve geride bırakmış oldukları önemli eserler ile Şia fıkhında yeni ve sağlam bir akımın temelini atmış olanlardır.
Ahbarilik görüşü hicri on birinci asırda Muhammed b. Emin Esterabadi (d. 1033 veya 1036 hicri) tarafından yeni ve farklı bir tarzda tekrar konu edildi. O bu uğurda ahbariliği tekrar geri getirmek ve usuliliği devre dışı bırakmak için usuli görüşü ağır kelimelerle itham etmiştir. Bu vesile ile Şia havzasının fıkıh alanında bu iki görüş tekrar ve farklı bir konumda karşı karşıya gelmiş oldular. Tarihi gerçeklere göre bugün bilindiği ve kullanıldığı şekliyle fakihlerden bir grubu hakkında söylenen "Ahbarilik" unvanı bu dönemde yani Muhammed b. Emin Esterabadi'nin ortaya çıkışı ile söylenmiş, yaygınlık kazanmış ve yeni bir tarzda konu edilmiştir. Muhammed Taki Meclisi (d. hicri 1170), Bihar-ül Envar'ın yazarı Muhammed Bakır Meclisi (d. hicri 1111), Molla Muhsin Feyzi Kaşani (d.hicri 1091), Vesail-üş Şia'nın yazarı Muhammed b. Hasan Hürr Amuli (d.hicri 1104), Seyyid Nimetullah Cezairi (d. hicri 1112), Şeyh Yususf Behrani (d. hicri 1186) Esteabadi'nin ahbarilik görüşünün en açık takipçileri ve taraftarlarındandırlar.
Elbette şunu unutmamak gerekir ki, Şia akaid konusunda ahbari, usuli diye iki gruba ayrılmamıştır. Zira ahbariler ve usuliler usul-u dinde (tevhit, adalet, nübüvvet, imamet, mead) ve furuu dinin tamamında müşterektirler. Onların kendi aralarındaki ihtilafları sadece şer'i hükümleri elde etme yöntemi hakkındadır.
DEVAM EDECEK…