Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Sıffiyn Savaşı
İslam Tarihi

En az yetmiş bin, en çok yüz on bin kişinin ölümüyle sonuçlanan bu savaşta Mes'ûdi'ye göre Hz. Ali'nin ordusu doksan bin, Muâviye'nin ordusu seksen beş bin kişiden meydana gelmişti.

Cerir, Şam'da dört ay kalmıştı. Muâviye, sonunda, uzlaşmaya râzı olmadığına dâir bir mektupla Cerir'i Hz. Ali'ye gönderdi.

Cerir, Hz. Ali'ye ulaşınca Eşter, Ey Mü'minler Emiri dedi, Muâviye'ye beni gönderseydin daha hayırlı olurdu; bu adam gitti; orda eğlenip kadlı, Muâviye'ye vakit kazandırdı.

Cerir, and olsun Allah'a dedi, eğer sen gitseydin seni mutlaka öldürürlerdi; çünkü seni de Osman'ın kaatillerinden sanıyorlar.

Eşter, Vallâhi dedi, yeryüzünde diri olarak gezip yürümen lâyık değil. Gittin, orda eğlendin, onlara fırsat verdin. Mü'minlerin Emiri, senin hakkında benim re'yimi kabûl etseydi seni de, senin gibileri de hapse atar, bu işin sonu gelinceye, Allah zâlimleri helâk edinceyedek ordan çıkarmazdı.

Cerir, kızgın bir halde kalkıp gitti. Fakat Eşter'den korktuğu için bâzı adamlariyle kaçıp Muâviye'ye sığındı. Hz. Ali bunu duyunca onun ve onunla beraber kaçanların evlerini yıktırdı, eşyalannı yaktırdı.

193

Cerir'in Hz. Ali'ye bu tarzda gelişi, artık uzlaşma imkânının kalmadığını kesin olarak göstermişti.

Bunun üzerine Hz. Ali, Hicretin otuz altıncı yılı Recebi'nin on ikinci günü Basra'dan Kufe'ye hareket etti. (7.1.656) memurlara mektuplar gönderdi. Kays oğlu Ahnef, Kudâme oğlu Câriye, Bedr oğlu Hârise, Cebele oğlu Zeyd, Dubay'a oğlu A'yen, Hz. Ali'nin emriyle Kûfe'ye geldiler.

Ahnef, Ey Mü'minler Emiri dedi, müsâade edersen mensup olduğum boyu da çağırayım. Hz. Ali müsâade verdi. Ahnef Sa'd oğullarına bir mektup yazdı. Onlar mektubu alinca hemen hareket edip Kûfe'ye geldiler.

Hz. Ali, Şam'a hareketi kararlaştırınca tedarike başladı. Mes'ûdi'ye göre Hz. Ali'nin maiyyetinde Bedir savaşında bulunan sahâbeden seksen yedi kişi vardı. Bunlann on yedi tanesi Muhâcirlerdendi, yetmiş tanesi Ansardan. Râzılık ağacının dibinde Hz. Peygamber'e bey'at edenlerden dokuz yüz kişi de maiyyetindeydi. Ordusunda sahâbeden iki bin sekiz yüz kişi vardı.

Hz. Ali, kendisine tâbi olanlan toplayip bir hutbe okudu, Allah'a hamdettikten sonra dedi ki:

"Gerçekten de sizin re'yiniz kutludur, hilim sâhibisiniz, sözünüz doğrudur, işiniz mübârektir. Düşmanımıza ve düşmanınıza karşı hareket etmeyi kararlaştırdık, bu hususta flkriniz nedir?"

Ebû-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Hâşim ayağa kalktı, Tann'yı övdü, sonra şu sözleri söyledi:

"Ey Mü'minler Emiri, biz öyle bir kavimle karşı karşıya gelmişiz ki onlar sana ve taraftarlarına düşmandır kim dünyâyı diliyorsa onların dostu. Onlar,

seninle savaşmada. Onlar ancak hileye baş vurup Osman'in kamm istiyorlar, fakat yalan söylüyorlar. Onlar ancak dünyâyı istemekteler. Bizimle onlara karşı hareket et. Gerçeği kabûl ederlerse ne âlâ, etmezlerse gerçekten sonra ancak sapiklik vardir. İtâat etmezlerse onlarla savaşırız. Zâten itâat etmiyeceklerini, bey'ate girmiyeceklerini samyorum." Yâsir oğlu Ammâr ayağa kalktı, Tanrı'yı övdü, dedi ki: "Ey Mü'minler Emiri, mümkünse bir gün bile dıı rnı a, bizimle beraber hemen harekete gee, suçluların ateşi alevlenmeden, dileklerinde bir birlik meydana gelmeden üstlerine varalım. Onları gerçeğe çağır. Kabul ederlerse kutluluğa kavuşurlar, kabûl etmezlerse savaşırız. Onların kamm dökmek, onlarla savaşmak Allah'a yaklaşmaktır, bu Allah'in bir lûtfudur bize."

Ammar'dan sonra Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu Kays ayağa kalktı. Tann'ya hamdetti, sonra Ey Mü'minler Emiri dedi.

Beraberce düşmammıza gidelim. And olsun Allah'a, onlarla savaşmak, bence müşriklerle savaşmaktan daha güzel, daha sevgili, ciinkii onlar, Allah dostlarim aşağılattılar. Hz. Muhammed'in sahâbesinden olan Muhâcirlerle Ansarı ve iyilikte onlara uyanlan zelil ettiler. Birisine kizdilar mi hapse atiyorlar, dövüyorlar, sürüyorlar, bunu helâl sayıyorlar."

Huneyf oğlu Sehl, Ey Mü'minler Emiri dedi: "Biz seninle sulh edenle sulh ederiz, harp edenle harp ederiz. Re'yimiz senin re'ym. Sana hie bir sûretle muhalefette bulunmayiz. Bizi çağırdın mı icâbet ederiz, emrettin mi itâat ederiz."

Hz. Ali, Kûfelileri mescide toplayıp onları savaşa teşvik etti. Sıffıyn'e hareket etmelerini buyurdu. Yürüyün dedi, siinnet ve Kur'an düşmanlarına, yürüyün Ahzâbın arda kalanlanna68 yürüyün Muhâcirlerle Ansarın kaatillerine.

Bu sirada Fezâre oğullarından Erbed adli birisi ayağa kalktı. Bize dedi, Şamlı kardeşlerimizle vuruşup onları öldürmemizi mi emrediyorsun? Hani Basrah kardeşlerimize karşı da götürdün, onları da öldürttün. Allah göstermesin, bu işi yapmayacağız.

Bu sözü duyan Eşter, derhal ayağa kalkıp kim bu herif diye bağırdı. Erbed, Eşter'i görür görmez ödü koptu, kaçmaya başladı. Halk peşine düştü. At pazarında adamı yakaladılar, vura vura, tekmeleye tekmeleye linç ettiler.

Hz. Ali, bu sirada mescitteydi. O adamı öldürdüler diye haber verdiler. Kim öldürdü diye sordu. Hemdan kabilesi ve bir bölük halk dediler. Öldüren belli olmadığı için vârislerine, "beyt'ül-mâl"den, yâni devlet hazinesinden diyetini verdi.

Eşter ayağa kalkıp Ey Mü'minler Emiri dedi, şu kötü kişinin hareketi seni sıkmasın, sana yardımda ihmâl göstereceğimizi sanma. Şu gördüklerinin hepsi de senin taraftarındır. Kendilerini sana fedâ etmeye hazırdır, senden sonra yaşamayı sevmezler. Dilersen bizimle beraber düşmanına yürü. And olsun Allah'a, ölümden korkmak adamı ölümden kurtarmaz. Yaşayışı sevmek,

68- Bölükler anlamma gelen "ahzâb" sözü, Handak savaşmda, Medine'yi zaptedip Müslümanlığı yok etmeye gelen Arap boylarına verilen addır.

adamı yaşatmaz. Olmayacak dileklerle yaşayan, kötü kişidir ancak. Gerçekten de biz, Rabbimizden apaydın bir delile sâhibiz, biliyoruz ki insan, ancak eceli gelince ölür. Bu toplulukla nasil olur da savaşmayız ki onlar, Mü'minler Emirinin söylediği gibi doğru yoldan sapmışlardır. Onların bir kısmı, inananlann aleyhine harekete geçmiştir. Yeryüzü, onların yaptıkları işlerle karanlıklara düşmüştür.

Hz. Ali, bu sözleri duyunca Yol bir dedi, insanlar, gerçekte aynı fıkirdedir; kim halka öğüt verirse, halkın iyiliğine çalışırsa ecrini bulur.

Bu sırada Hâtem'üt-Tâi oğlu Adiyy ayağa kalkıp dedi ki:

Ey Mü'minler Emiri, ne dediysen bilgiyle dedin, halkı ancak gerçeğe çağırdın, doğru yola gitmeyi emrettin.

Husayn'üt-Tâi oğlu Zeyd, Vallahi dedi, bizimle muhâlefette bulunanlarin savaşına gitmekte bir şüphemiz olsaydı, niyetimiz gerçek olmazdı. Müslümanlıkta kalpleri karanp katılaşanlarla, zulme yardım edenlerle, cevir ve düşmanlık yapısını kuranlarla savaşmakta hiç şüphemiz yok. Onlar ne Muhâcirlerden, ne Ansardan, hattâ ne de iyilikte onlara uyanlardan.

Varkaa'ül-Huzai oğlu Budeyl oğlu Abdullah, Ey Mü'minler Emiri dedi, eğer bu kavim Allah'ı dileseydi, yaptıklarını Allah için yapsalardı, biz onlara karşı durmazdık. Fakat onlar iyilikten kaçmak, kötülüğe bağlanmak, ellerinde bulunan dünyâlıklannı elden çıkarmamak, gönüllerindeki kini gütmek için savaşıyorlar.

Ey Mü'minler Emiri, onlara sen öyle işler yaptın ki unutmalarına imkân yok.

Sonra halka dönüp Muâviye dedi, Ali'ye nasıl bey'at eder ki, Ali, onun kardeşi Hanzala'yı, dayısı Velidi, ceddi Utbe'yi bir günde öldürdü. Vallâhi onların üstüne varmadan, kılıçlarımızı kafa taslarına vurmadan, başlarını ezmeden bu iş düzelmez.

Bu söz üzerine Hamık oğlu Amr, and olsun Allah'a ey Mü'minlerin Emiri, ben, seninle benim aramda yakinhk var diye, yahut senden bir mal, bir mevki elde ederim diye bey'at etmedim sana. Sana ancak beş şeyden dolayı bey"at ettim, seni bu yüzden sevdim:

Sen, Rasûlullah'ın amcasının oğlusun. O'na ilk inanansin. Bu ümmetin kadinlannin ulusu ve Muhammed'in kızı Fâtıma'nın zevcisin. Aramizda, Rasûlullah'tan kalan zürriyetin atasısın. Savaşta, Muhâcirlerden ulu bir ersin. Dostunu kuvvetlendirmek, düşmanını altetmek için bana koskoca dağları yerinden kaldırmamı, uçsuz bucaksız denizlerin sulannı çekmemi emretsen tereddüt etmem, yapanm. Fakat bütün bunları yapsam bile gene üstümdeki hakkını ödemiş saymam kendimi dedi.

Hz. Ali, Allâhım dedi, temizlikle sen kalbini nurlandir bunun. Sen ona doğru yolunda yürümeye başarı ver. Sonra şu sözleri de sözlerine ekledi:

Keşke askerimin arasında senin gibi yüz kişi olsaydı.

Hz. Ali'nin adamlarindan daha birçokları, sadâkatlerini sözleriyle, özleriyle belirttiler.

Kays oğlu Yezid, Ey Mü'minler Emiri dedi, hazırlığımız tamam, kuvvetimiz yerinde, içimizde ürkek, hasta, zayıf kişi yok. Tellâllara emret, ordu Nuhayle'de toplansın.

198

Bu siralarda Hz. Ali'nin huzurundan çıkan Adiyy oğlu Hucr'la Hamık oğlu Amr'ın, Şamlılara lânet etmekte olduğunu haber verdiler. Hz. Ali, ikisini çağırıp bu işi bırakın dedi. Onlar, peki dediler, biz haksız mıyız, hak bizde değil mi?

Hz Ali, "Evet" dedi, "Biz haklıyız, fakat lânet edici, sövüp sayıcı olmaniz, hoşuma gitmiyor. Yaptıkları kötülükleri söylerseniz daha doğııı söz söylemiş olursunuz. Onlaıa lânet edeceğinize Yârabbi deyin, bizim de, onların da kanlarını döktürme; aramızı bııl, onlaıı sapikliklanndan vazgeçir de doğııı yolıı buldur. Bu sözler, bana daha sevimlidir, sizin için de daha hayırlıdır."

Her ikisi de Ey Mü'minler Emiri dediler, öğütünü kabûl ettik, edebinle edeplendik.

Bu sırada Mu'temm'ül-Absı oğlu Abdullah'la Rabîat'üt-Temimi oğlu Hanzala, Hz. Ali'nin yanına geldiler. Temimi, hemen harekete geçme, otur, Muâviye'ye bir mektup daha gönder, acele etme; çünkü iki taraf karşılaşınca hangi taraf üst olacak, hangi taraf alt olacak, bence belli değil dedi. Öbürü de bu çeşit lâflar etti.

Hz. Ali, muzaffer olsalar da, mağlûb olsalar da alt olmak, âsilerin sonucudur. Fakat and olsun Allah'a ben zâten ara bulmayı istiyorum dedi.

Kays'ür-Riyâhı oğlu Mı'kal bunlar öğüt verir görünüyorlar, fakat hile yapıyorlar, çekin bunlardan dedi. Habib oğlu Mâlik, bu Hanzala'nın Muâviye'yle mektuplaştığını duydum, onu bize teslim et, savaşın sonuna dek hapsedelim dedi. Mektuplaştığını duyan iki kişi daha aynı tarzda sözler söyledi.

Hz. Ali, onlara, Vazgeçin bu işten dedi. Sonra ikisine dönüp dedi ki:

Sizinle benim aramda Allah var, Gidin, ne isterseniz onu yapin.

Mu'tem oğlu, sonradan, mensuplanndan onbir kişiyle Şam'a gidip Muâviye'ye uydu.

Hanzala, sâhâbedendi. Hz. Ali, ona birisini yollayip benimle misin, aleyhimde misin diye sordu. O, ne aleyhindeyim, ne de sana tâbiim diye haber gönderdi. Sonradan boyundan yirmi üç kişiyle Muâviye'ye kaçtı, fakat savaşa katılmadı.

Hz. Ali, Müslümanlar arasında kan dökülmemesini sağlamak ümidiyle Muâviye'ye bir mektup daha gönderdi. Mektup şuydu:

"Rahmân ve Rahim Allah adıyla.

Mü'minler Emiri, Allah'ın kulu Ali'den Muâviye'ye ve kureyş boyundan olup yanında bulunanlara:

Esenlik size. Ben, gerçekten de, kendisinden başka tapacak bulunmayan Allah'a hamdederim. Şüphe yok ki Allah'ın kulları vardır, indirdiği kitaba inanırlar, mânasını yararlar, dinde hüküm çıkarmak kudretini elde ederler. Allah, hüküm ve hikmetle dolıı olan Kur'ân'ında bunların üstünlüğünü apaçık bildirmiştir.

Size gelince, önceleri Rasûlullah'a düşmandınız, Kitâbı yalanlıyordunuz. Müslümanlarla savaşa girişmiştiniz. Onlardan bulduğunuzu hapsediyorsunuz, işkenceler yapıyordunuz, yahut da öldürüyordunuz. Sonucu Allah, dinini yüceltmek, Peygamberini üstetmek diledi. Arap, bölük-bölük oının dinine girdi. Bu ümmet, istiyerek, istemiyerek Müslüman oldu.

İlk Müslüman olanların, Medine'ye göçenlerin elbette diğerlerine üstünlüğü var. Onlaıın üstünlüğüne sâhip olmayanların, onların ehil olduklari işte onlarla kavgaya girişmeleri yaraşmaz, doğru bir şey değildir bu.

Sonıa şu da mâlûmdur ki bu ümmete emretme husûsunda, eskiden de, şimdi de, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, Rasûlullah'a en yakın olandan, kitâbı en iyi bilenden, dinde en doğııı hükmedenden, ilk Müslüman olandan, savaşta en üst bulunandan, halkın işlerini en fazla yüklenenden daha ileriye hiç kimse geçemez, herkesten ziyâde hükmetme salâhiyetine, o lâyıktır.

Sonucu dönüp gideceğiniz Allah'tan korkun, çekinin, hakkı bâtılla örtmeyin, geıçeği bile-bile gizlemeyin. Bilin ki Allah kullarının en hayırhları kendilerine lûtfedilen şeyi kabûl edip onunla amel edenleridir; en kötüleri de bilgisizliklerinden, bilginlerle çekişen bilgisizlerdir. Bilginin, bilgisi yüzünden câhile üstünlüğü vardır. Câhilse ancak bilgisi olmadığından bilginle çekişir dııııır.

Ben sizi Allâh'ın kitâbına, Peygamberinin sünnetine ve şu ümmetin kanını dökmemeye çağırıyorum. Kabûl ederseniz doğııı yolıı bulursunuz; kabûl etmezseniz şu ümmetin arasını açarsınız, aykırıhklar meydana getirmiş olursunuz ve ancak Allah'tan uzaklaşırsınız vesselâm."

Muâviye, bu mektuba, "Onunla benim aramda beline vurmaktan, başını kesmekten başka bir söz kalmamıştır" meâlinde bir beyitle cevap verdi.

Hz. Ali, bu cevabı alınca, "Şüphe yok ki sen sevdiğini doğru yola götüremezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola götürür" meâlindeki âyet-i kerime'yi okudu.

Hz. Ali, harekete karar verince vâlilerine, askerle kendisine ulaşmalannı, yerlerine de inandıkları, güvendikleri adamları bırakmalarını emretti.

Isfahan ve Hemedan'da vâli bulunan Muhnef, kavminden iki kişiyi yerine bırakıp geldi.

Basra Vâlisi Abbâs oğlu Abdullah'a gönderilen emirnâmede "Olayı anlat, afvımı hatırlat, cihâda teşvik et, cihaddaki sevâbı bildir, askerinle gel" diyordu.

Abdullah, Mescitte mektubu okuyup dedi ki:

"Ey insanlar, imâmımızın emrine uyup yürüyün. Allah yolunda mallannizla, canlannizla savaşın. Bilin ki gerçekten ayrılanlarla savaşacaksınız. Doğruluğu emreden, kötülükten nehyeden ve Peygamberinizin amcasinin oğlu olup gerçekle hükmeyleyen, hiçbir kötü kişiye karşı müdâhenede bulunmayan, Allah yolunda kınanmadan korkmayan imâma uyacak, kitâbın hükmünü bilmeyenlere karşı duracaksımz."

Kays oglu Ahnef, yerinden kalkıp "Evet" dedi, "And olsun Allah'a, emrine icâbet edeceğiz ve seninle beraber hareket edip güçlükte, kolayhkta, iyilikte, kötülükte ona uyacağız ve bu hareketimizle de hayır işlenıiş olacağız. Allah'tan pek büyük bir sevap umacağız."

Hâlid isminde birisi, "Duyduk dedi ve itâat ettik. Nereye çağırırsanız varacağız."

Mercûmoğlu Amr, "Allah Mü'minler Emirine başarılar versin ve oının çevresinde, Müslümanları birleştirsin, gerçekten ayrılanlara lânet olsıın. And olsıın Allah'a onlarla savaşacağız" dedi.

Halk emre uydu. Abdullah, Ebül-Esved'üd-Düeli'yi yerine bıraktı, ordusuyla hareket edip Nuhayle'ye geldi.

Hz. Ali, Nuhayle'ye, hicretin otuz altıncı yılının Ramazan ayi sonlarinda, yahut Şevval'in ilk günü gelmişti (22.3.657, yahut 23.3.657).

Ordu toplandıktan sonra Hz. Ali'nin adamlarından Nadr oğlu Ziyâd, yanında bulunan Budeyl oğlu Abdullah'a, "Bugünümüz" demişti, "Öyle bir gün kü yüreği sağlam, niyeti gerçek olandan başka kimsecikler böyle bir güne dayanamaz. And olsun Allah'a sanıyorum ki bizden de ancak işe yaramaz kişiler kalacak, onlardan da."

Abdullah, "Vallahi" demişti, "Ben de öyle sanıyorum."

Bu sözleri duyan Hz. Ali, "Bu söz, hüzne düşenlerin sözü. Böyle şeyler söylemeyin, bu sözünüzü kimse duymasın. Allah kimi kulunun öldürülmesini, kimi kulunun da eceliyle ölmesini takdir etmiştir. Her gelen musibet Allah'ın takdiriyle gelir. Ne nıutlıı Allah yolunda savaşanlara ve ona itâat ederek şehid olanlara" dedi.

Utbe oğlu Hâşim bu sözü duyunca dedi ki:

Ey Mü'minler Emiri, şu kalbleri körleşip kararan, katılaşıp taş kesilen, şu Allah kitâbını ardına atan, Allah'ın kullanna kötülüklerde bulunan, harâm ettiğini helâl sayan, helâl ettiğini haram yapan kavme karşı yürüyelim. Şeytan onlara sâhib olmuş, saçma vaadlerde bulunmuş, olmayacak isteklere salmış onları. Böyle böyle de onları doğru yoldan saptırdı, kötülüğe sevketti. Dünyâyı onlara

sevdirdi. Onlar dünyâyı elde etmek için savaşıyorlar, biz ise âhiret için savaşıyoruz.

Ey Mü'minler Emiri, sen insanlann Rasûlullah'a en yakın olanısın, Müslümanlıkta en üstünüsün, ilk Müslüman olansın. Biz bunu nasil biliyorsak onlar da biliyorlar. Fakat yüreklerinde kin var, zâlim bir kavim onlar. Ellerimiz, emrine karşı muti, kalblerimiz öğütlerinle ferah, yüreğimiz nûrunla aydın. Sana karşı durana karşı duracağız. And olsun Allah'a, senin bir düşmanına dost olsam, yahut bir dostuna düşmanlık etsem de bütün dünyâ benim olsa râzı değilim, böyle bir şey istemem."

Hz. Ali bu sözlere pek memnûn oldu, "Allah'im" dedi, "Sen buna, yolunda şehid olmayı, Peygamberine arkadaş olmayı nasib et."

Hz. Ali, halki mescide toplayip minbere çıktı, bir hutbe okudu, savaşateşvik etti, dedi ki:

"Bilin ki Allah Müslümanlığın iplerini sağlam, binâsını kuvvetli bir halde halketmiştir. Biz, nefsine zulmedenlere karşı, Allah izin verirse, hareket edeceğiz. Onlar, kendilerinin olmayan bir şeyi istiyorlar, elde edemiyecekleri bir şeyi elde etmek hevesine düşmüşler.

Muâviye ve askeri, isyan etnıiş, azmış bir bölük, onları şeytan sevketmede, azdırmada.

İşe iyi sarilmanizi, Allah yolunda savaşmanızı, Allah izin verirse tezce iist olmayi Allah'tan beklemenizi emrediyorum."

Bundan sonra oğlu Hz. Hasan kalkti, "Allah" dedi, "Size o kadar nimetler vermiştir ki sayısı yoktur, ne övülebilir, ne anlatilabilir. Bilin ki bir topluluk, ayrı fîkirde, aynı dilekte birleşti mi işler kuwetlenir, bağları sağlamlaştırır. Düşmanınız Muâviye'ye ve ordusuna karşı koyıın, savaşın. Zayıf olmayın. Mânevi zayıflık kalblerdeki niyeti bozar, kudreti kırar, Kılıçlara karşı koymak, göğüs germek, kudrettir, kurtuluştur. Dayanan topluluğu Allah yüceltir, aşağıhk bir hâle gelmekten korur, doğru yola sevkeder."

Hz. Hasan'dan sonra kardeşi Hz. Huseyn kalktı, "Ey Kûfeliler" dedi, "Siz büyük, iyi dostlarsınız. Dininizin esaslarını diriltin. Düşmanlarınızla savaşın. Savaş acıdır, fakat üst olnıak tatlıdır. Savaşta dayanan yücelir, Allah sizin savaşınızla Müslümanların biıliğini sağlayacaktır."

Bu sözler, orduyu galeyana getirdi. Herkes savaşa hazırlandı. Ancak bâzı kimseler, tereddüde düşmüşlerdi.

Sahâbeden Mes'üd oğlu Abdullah'la içlerinde Ubeydet'üs-Selmani'nin de bulunduğu adamları, Hz. Aliye gelip, Ey Mü'minler Emiri dediler, biz de seninle beraber hareket edeceğiz, fakat orduna katılmayacağımız gibi başka bir kimseye de tâbi olmayacağız. Bir yana çekilip gideceğiz. Helâl olmayan bir şeyi hangi taraf yaparsa, yahut hangi tarafın gerçekten aynldığı bizce kesin olarak bilinirse o vakit o tarafin aleyhine yürüyeceğiz.

Gene Mes'ud oğlu Abdullah'ın adamlanndan Has'am oğlu Rabi', Hz. Ali'ye gelip "Ey Mü'minler Emiri" dedi, "Senin üstünlüğünü bilmekle beraber bu savaşa girişmenin, namaz kilanlarla muhârebe etmenin helâl olup olmadığında şüphemiz var. Senin de, bizim de, bütün Müslümanlann da sınırlarda askere ihtiyacı var; bizi sınırlara gönder, oralarda kâfırlerle, müşriklerle savaşalım."

Hz. Ali, bunların savaşa girmelerinde ısrâr etmedi, dileklerini kabûl etti. Has'am oğlu Rabi'a bir sancak verdi. Rey taraflarına gönderdi. Kûfe'den gönderilen ilk ordu buydu, verilen ilk sancaktı. Bunlar dört yüz kişiydiler.

Merret'ül-Hemdâni ile Mesruk da gelip Beyt'ül-mâlden paylarını alıp Hz. Ali'ye vidâ' ederek Rebi'le beraber gittiler.

Hz. Ali, Bâhile boyunda da "Biliyorum" dedi, "Siz de beni sevmezsiniz, ben de sizi sevmem. Allah için hemen payınıza düşeni alın, Deylem taraflarına gidin."

Bu emir üzerine onlar da paylarını aldılar, Deylem sınırlarına gittiler.

Bu sırada bâzı kimseler, Hz. Ali ile beraber bulunan Ebû-Eyyûb'ül-Ensâri'ye, Sen Rasûlullah ile beraber müşriklerle savaştın. Şimdi Müslümanlarla savaşmak için buraya geldin, bu ne iş dediler. Ebû-Eyyûb'ül-Ensâri, "Ahdini bozan, zulmeden, doğru yoldan çıkan, topluluktan ayrılan zâlimlerle savaşmamı bizzat Rasûlullah bana emretti" diye cevap verip bunları kovdu.

Bu sıralarda Ebû-Bekr'in oğlu Muhammed, Muâviye'ye şöyle bir mektup gönderdi:

"Ebû-Bekr oğlu Muhammed'den azgın Muâviye'ye:

Esenlik Allah'a itâat edenlere. Ulu Allah mahlûkatı yarattı, içlerinden Muhammed'i seçti, peygamberliği ona ihsân etti. O da, Rabbinin yoluna kulları, hikmetle, güzel öğütle çağırdı. Oının dâvetine ilk olarak, kardeşi ve amcasının oğlu Ebû-Tâlib oğlu Ali icâbet etti. O,Peygamber'i her korkulu yerde korudu, kendisini O'na fedâ etti, savaşlarında berâber bulundu, baıışlaıında berâber oldu. Sen sensin, o da o. O, her hayirda insanlarin en ileri gidenidir. Hal kin ilk Müslüman olanıdır, niyette en doğııı bulunanıdır.

Sana ve Babana gelince: Allah dininde gaaileler çıkaran, Allah nûrunu söndürmeye uğraşan kişilersiniz. Bu topluluğu başına topladın, onları mallar verip kandırdın. Baban öldü, sen oının yerine geçtin. Yazıklar olsıın sana, nasıl oluyor da kendini Ali ile bir tutuyorsun? O, Rasûlullah'ın vârisi, evlâdının babası; ona uymakta halkın ilki, ettiği ahde riâyette sonuncusu. Peygamber, sırrını ona haber verir, işine onu ortak edinirdi.

Babanla sen ise oının düşmanlarısınız. Bâtıl işinle bir müddet faydalan bakalım. As oğlıı da azgınhğında yard ını etsin sana. Vaktin bitmek üzere, hilen bozulmak üzere. Esenlik doğru yola uyanlara."

Muâviye, bu mektuba, Muhammed'i babasına isyân etmekle töhmet altına alan ifâdelerle dolu bir cevap gönderdi.69

Geçimi ancak alış verişle sağlanan Hicaz ülkesinde Kâ'be, Müslümanlıktan önce de mukaddes bir mâbed idi. Hacc töreni, Mekke'de bir panaymn kurulmasını temin ediyordu. Her yandan gelen halk, Kâ'be'de, kendilerince mukaddes olan putu buluyordu. Bu sûretle Kâ'be hemen bütün Arap boylarının umumi mâbedi olmuştu.

69- Muzâhım oğluNars: Kitâb'üs-Sıffin.

Bu iktisadi ehemmiyet, Arap boylan arasında Kâ'be'ye ait hizmetleri elde etmek için bir rekabet doğurmuştu. Bütün işler, "Dâr'ün-Nedve" deki toplantıda verilen kararlarla başarılır, orda geçen söz de, Kâ'be hizmetlerinin en mühimlerini elde eden boy beylerinin sözü olurdu.

Hâşim oğullarının elinde yalnız zemzem kuyusundan su çekip hacılara verme hizmeti vardı. Ümeyye oğullarından bulunan ve bu boyun reisi olan Ebû-Süfyan, Bedir savaşında boylann reisleri ölünce Kureyş kabilesinin reisi olmuş, Mekke'nin fethine kadar bu reisliği muhâfaza etmişti.

Fetihten sonra Müslüman olup oğullarıyla Medine'ye geldi, orda yerleşti. Büyük oğlu Yezid, Şam'da vâli iken ölmüş, Ömer, küçük kardeşi Muâviye'yi Şam'a vâli tâyin etmişti.

Müslümanlığın zuhûriyle bütün nüfuz ve kudretlerini kaybeden, hattâ Mekke fethinden sonra "Tuleka", yâni tutsakken âzâd edilenler arasına katılan, çoğu, "Müellefe-tül kulûb"dan olan, yâni yürekleri Müslümanlıkla uzlaşsın diye kendilerine zekât verilen, hâsılı başbuğluktan bu hâle düşen Ümeyye oğulları, kendilerini bu çeşit vâliliklerle tatmin etmeye uğraşıyorlardı. Muâviye, debdebeyi, tantanayı seven bir zâttı. Hattâ Şam'da kendisine mukellef bir saray yaptırmıştı. Kapısına silâhlı kapıcılar dikmişti.

Evvelce halifelerin yanına herkes, serbestçe girebilirken onun huzûruna izin almadan girilemezdi. Bu yüzden Şam'da kaadilik eden Eb'üd-Derdâ bile kendisine itirazda bulunmuş, sahâbeden Ebû-Şemmâh'ül-Ezdi'nin amcası, yüzüne karşı, halkın işlerinden herhangi bir işe memur olan, sonra da yoksula, zulüm görene, ihtiyacı bulunana kapısını kapayan kişiye Allah, onun en yoksul zamaninda rahmet kapılarını kapar meâlindeki hadisi okumuş, gene sahâbeden Merret'ül-Cuheni oğlu Amr'da kendisine aynı hadisle ihtarda bulunmuştu.70

Haremde, müslümanlıkta nehyedilmiş olduğu hâlde harem ağaları kullanan da odur.71

Ömer, onun debdebeye düşkünlüğünü görünce bu adam Araplann Kisrasıdır, demişti. As oğlu Amr da onu bu lâkap ile anardı ,72

Osman'ın ölümünden sonra Hz. Ali'nin halifeliği, Muâviye'nin ve Ümeyye oğullannın hiç işine gelmedi. Ali, riyâ bilmeyen, hileye sapmayan, zulme göz açtırmayan, özü sözü bir ve doğru bir erdi. Aynı zamanda onun halifeliği, artık Ümeyye oğullarının bir daha o makama gelememesi, belki de halifeliğin, artık Hz. Peygamber'in mensup olduğu Hâşim oğullarında istikrân demekti.

Muâviyye, Ömer zamanında Şam'ı iyi idare etmişti. Osman, Sûriye'nin diğer taraflannı da onun idâresine verdi. Böylece Muâviye, Mısır'dan Firat nehri kıyılarına kadar uzanan ülkede vâli olmuş, Bizans'a seferler açmış, birçok memleketleri zaptetmişti.

Osman öldürülünce onun kanını bahane etmiş, Hz. Ali'den kan dâvasına kalkışmıştı. Hâlbuki Osman'ın oğulları vardı ve bu dâvada bulunmak, onlar varken Muâviye'ye düşmezdi. Osman'ı kimin öldürdüğü hakkında rivâyetler de biribirini tutmuyordu. Şahit, yalnız

70- Usd'ül-Gaabe ve Mürûc'üz-Zeheb'e bakınız.

71 - Sûyûti: Evail.

72- Kısrâ, eski İran şahlarma verilen umumi addır.

zevcesiydi. O da fılân öldürdü dedikten sonra bu şehâdeti nakzetmiş, bir başkası öldürdü demişti. Bu takdirde şeriatın hükmü velisine kan bahası verilmekten ibaretti. Kaldı ki Muâviye de Osman'ın kanında Hz. Ali'nin hiç dahli olmadığını biliyordu. Fakat bu dâva, elindeki tek silâhtı.

Muâviye, aynı zamanda cahil değildi. Sahâbenin derecelerini bilmesi, halifelikte hiçbir hakkı olmadığını teslim etmesi gerekirdi.73

Muâviye, uyandırdığı heyecanı, sahâbeden olup Hz. Ali tarafını gütmeyenleri yanına alarak büsbütün

73- Sahâbenin üstünlük derecelerine "Tabakat-ı Ashâb" denir. Derece bakımmdan en üst olanlar; ilk Müslüman olanlar ve Arkam'm, Mekke'deki Safâ'da bulunan evinde toplananlardır ki bunlar, Hz. Hadice dahil olduğu halde otuz dokuz kişidir. Bunlardan sonra, Ömer'in Müslüman oluşundan itibâren Hicretten önce Müslüman olanlar gelir. Üçüncü ve dördüncü dereceler, birinci ve ikinci Akabe bey'atinde bulunan Ansardır. Beşinci tabaka, Hz. Peygamber'in hicretinde, henüz Medinne'ye varmadan hicret edip kendisine kavuşanlardır. Altıncı tabaka Bedir savaşmda bulunanlardır. Yedincisi Bedir savaşiyle Hudeybiyye uzlaşması arasında hicret edenlerdir. Sekizincisi, ağaç altmda bey'at edenlerdir. Dokuzuncusu Hudeybiyye uzlaşmasmdan sonra Medine'ye göçenlerdir.

Tulaka ve Müellefet'ül-Kulûb, bu tabakalardan sonra gelir. Muâviye'nin babası, Müellefet'ül-Kulûb'dandır.

Şia-i İmâmiyye'ye göre Sahâbe'nin en üstünleri, Hz. Peygamber'den sonra. Hz. Ali'yi halife tanıyan, Gadiru Humm'da, Hz. Rasûl'ün tebliyğlerine uyan Selmân, Ammâr, Ebû-Zerr ve Mıkdâd'dır. Onlardan sonra, Hz. Ali'nin Vasıy ve Halife olduğunu anlayıp tekrar O'na dönenlerdir. Fakat Kerbelâ Şehidleri, bunlardan da efdaldir. Ehlibeyt ise hiçbiriyle kıyaslanamaz. Kuvvetlendirmek için onlara mektup yazmak, hattâ Hz. Ali taraftarlanni da mektuplarla,, vaadlerle kandırmak fıkrine düşmüştü.

Bu fikrini As oğlu Amr'a açtı. Amr, mektup yazacağın adamlar üç kisma aynhr dedi, birinci kisim, Ali'nin halifeliğini kabûl edenlerdir. Bunlara hiçbir şey yapamazsın. Yazacağın mektup, Ali'ye taraftarhklanni arttinr. İkinci kısım, sana uyanlardir ki bunlara zâten söz söylemeye, mektup yazmaya lüzum yok. Üçüncü kısım, ne sana, ne Ali'ye taraftar olanlardir ki bunlar, senin sözünle bir işe girişmezler ama madem ki istiyorsun, bunlara yaz; faydasi olmazsa zaran da olmaz.

Bunun üzerine Muâviye, Medine'lilere, fitne zamaninda Medine'de bulunmadığım için işin gerçeğini kesin olarak bilmiyorsam da şunu biliyorum ki Ali, Osman'ı öldürenlerle birliktir. Osman'ı öldürenler, onun yanındadır. Ben Osman'ın velisiyim, onun kanını istiyorum. Osman'ı öldürenleri bize teslim ederse ne âlâ. Kısas hükmünü yerine getirdikten sonra Ömer'in yaptığı gibi halifeliği bir Şûraya vereceğim. Fakat teslim etmezse onunla savaşacağım. Onun için bana yardımda bulunmanız lâzımdır. Osman'ı sevenler tez buraya gelsinler meâlinde bir mektup yazdı, gönderdi.

Muâviye'nin maksadı, bu mektuptan açıkça anlaşılıyordu. Hz. Ali'ye, yapamıyacağı bir şeyi teklif ediyor, fakat bu olmayacak teklifı kabûl etse bile onun halifeliğini kabûl etmiyordu. Teşkil edeceği Şûrâ, şüphe yok ki halifeliğe kendisini getirecekti.

Medine'liler, bu mektubu alınca pek kızdılar. Kendisine şiddetli bir tekdir mektubu gönderdiler. Muâviye bu cevâbı alınca, Medine'de sahâbeden büyük zâtlar varken halka mektup yazdık, yanlış iş gördük dedi ve Ömer'in oğlu Abdullah'a bir mektup yazdı. Mektup, kendisiyle Amr'ın imzalarını taşıyordu.

Abdullah, bu mektuba şu cevabı verdi:

"Ey Muâviye ve Amr, siz nerdesiniz, halifelik nerde? Sen, ey Muâviye, âzâd edilenlerden birisin. Sana gelince ey Amr, iyi bil ki pek şüpheli bir adamsın. Beni, size uymaya, Muhâcirlerle Ansâra karşı savaşmaya teşvik ediyorsun. Adamakıllı anladım ki Osman'ın kanını istemekteki kastin, mevki istemekten, halifeliği elde etmekten başka bir şey değil. Ali'nin hükmünden çıkarım da senin hükmüne girerim mi sanıyorsun? Bu, yanlış mı, yanlış. Sanıyorsun ki Ali'yi beğenmiyorum da o yüzden halktan çekilmişim, bu zan da başka bir hatâ.

Ali'ye karşı gelmekten Allah'a sığınırım. Ben, Müslümanlarla savaşmak istemiyorsam bu flkrimde Ali ile birim. İki taraftan birini benimsersem mutlaka Ali'ye uyarım. Oının Müslümanlıktaki derecesi üstündür, halifeliğe lâyıktır, Allah katında da büyük bir derecesi vardır, Sahâbenin üstünüdür, Hz. Peygamber'in en yakınıdır. Yalnız ben, Müslümanlara kılıç çekmeyi hoş görmüyorum, bu yüzden bir yana çekilmişim.

Sana nasıl uyabilirim ki ben senden üstünüm, babamla ananı, senin babanla anandan üstündür. Evimi ibâdet yurdu hâline soktum, Tanrı'ya kulluk etmedeyim. Ne olurdu bu zamanda yaşıyanlarla büsbütün konuşup görüşmeseydim.


Dünyâda vefâ yok. Ceylânlar ne giizel hayvanlar; yapılı yerlere gelmezler, dağlarda ovalarda yaşarlar."74

Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'ın cevâbı, büsbütün canlıydı. Diyorduki:

"Sen beni olmayacak bir şeye, temelsiz bir yola çağırıyorsun. Ömer Şûraya ancak halifeliğe layık olanları aldı; fakat Ali'de öyle üstünlükler var ki bizde yoktur. Talha'yla Zübeyr'e gelince; evlerinde otursalardı haklarında daha hayırlı olurdu. Allah Mü'minler Anası'nın suçunu bağışlasın."

Ebû-Vakkas oğlu Sa'd mektubunu şu meâldeki beyitlerle bitirmişti:

"Ey Muâviye, sen onulmaz bir derde düşmüşsün, ilâç yok o derde. Beni Eb'ül-Hasan çağırdı da icâbet etmedim, dostlukla düşmanlığı kesin olarak ayırdeden bir kılıç ver bana dedim. Sen, Ali'nin elde edemediği birşeyi mi istiyorsun. Hâlbuki ben, beni afvetmesini istemiştim ondan. Sana gelince: Ali'nin hayâtındaki bir gün bile senin bütün ömründen, ölümünden sonra yerde yatmandan hayırhdır; kurban ol Ali'ye sen."

Mesleme oğlu Muhammed de, yazdığı mektupta, "Mektubunu aldım" diyordu, "Anladım ki maksadın Osman'ı öldürenlerden öc almak değil, Pâdişahlığı elde etmek. Şıınıı bil ki ben seni Ali'den üstün görmem, senin hâtırın için de oının aleyhinde bulunmam.

Osman'ın zamamnda bir fltnedir koptu, gördüm ki onu gidermeye gücüm yetmiyor, benim gibi adamların öğütleıi fayda etmiyor. Kılıcımı kırdım, yalnızlık bucağına çekildim. Sahâbeden bâzıları da benim gibi yaptılar.

Fakat Osman kuşatılmışken senden defalarca yard ını istemişti, elindeydi, yardım etmedin. Düşmanları onu öldürür de meydan bana kalır sandın. Şimdi de tutıııuş, kanını istemek bahânesiyle Müslümanlara baş olnıak istiyorsun."

O sıralarda sahâbeden Sâmit oğlu Ubâde Şam'daydı. Muâviye, onu da kendisine uydurmak için çağırmıştı. Ubâde, Muâviye'nin yanına girince Amr da oradaydı. Ubâde, Mecliste başka yer varken gitti, ikisinin arasına oturdu.

Muâviye, Osman'ın ölümünden tutturup birçok sözler söyleyerek Ubâde'yi kandırmaya çalışırken Ubâde, "Dur" dedi. "Odada bu kadar boş yer varken neden geldinı de aranıza oturdum, buııuıı sebebini anladın mı?"

Muâviye, Müslümanlıkta bizden daha eskisin, bizden üstünsün, herhâlde ondan dedi. Ubâde, "Hayır" dedi; "Tebük savaşına gidiyorduk. İkiniz de yanyana konuşarak gidiyordunuz. Hz. Peygamber, bize sizi gösterdi de bunların ikisini bir arada gördünüz mü aıalaıını ayırın, çünkü bıınlar ebediyyen bir hayırlı şey için birleşmezler buyurdu. İşte oıııın için aranıza girdim. Düşmanınız, gördüğünüz, bildiğiniz düşmanlardan çok daha çetindir. Biıleştiğiniz uygunsuz işe engel olur da sizi bu yoldan çevirir, böylece de Müslümanlığa hizmet edebilirsem sevinirim."75

Görülüyor ki bu savaşlarda tarafsız kalanlar da Hz. Ali'nin üstünlüğünü ıkrarda müttefıkti. Bu söylediğimiz zatlardan başka Sâbit oğlu Zeyd, Zeyd oğlu Üsâme ve Ebû-Mûsâ'1-Eş'ari de tarafsız kalmışlardı. Fakat bunlar da Müslümanlara kılıç çekmeyi doğru bulmuyorlar, fakat Hz. Ali'nin faziletini tasdıyk ediyorlardı. Hattâ Muâviye'yle berâber Sıffın'de bulunan Ebû-Hüreyre bile namazda, Hz. Ali tarafına geçer, ona uyar, savaştaysa yüksek bir yere çekilir, hiç bir tarafa karışmazdı. Neden namaz kılacağın vakit o tarafa geçiyorsun diye soranlara "Muâviye'nin yemeği daha yağlı, Ali'nin arkasında kılınan namaz daha tarn, bir tarafa çekilip savaşa katılmamak daha iyi" diye cevap vermişti.

Muâviye, sahâbenin kendi tarafını tutmadığını anlayınca Amr'a hakkın varmış dedi, bunlardan bize fayda yok; biz kendi başımızın çâresine bakalım.

Amr'ın tavsiyesiyle lüzumunda halka göstermek üzere saklattığı Osman'ın kanlı gömleğini ve zevcesinin parmaklarını çıkartıp mescidin minberine koydurdu. Halkı mescide toplayıp bir hutbe okudu. "Osman, Ömer'e uydu, beni Şam Vâlisi tanıdı, ölümüne kadar beni bu vazifeden almadı. Bana uymayan, isyan eden doğııı yoldan sapmıştır. Asiler, Osman'ı mazlûm olarak öldürdüler. Ali halife olunca onu öldüıenleıi yanına aldı, büyük bir ordu hazırladı, bizimle savaşmak istiyor. Ben Osman'in velisiyim, onun kanini istiyorum. Iraklilann cesâreti vardır, fakat sizin sabnniza, sadâkatınıza güveniyorum" dedi.

Şam emirlerinden Ebû-A'ver ayağa kalkıp, sen dedi, Osman'in velisisin, Osman'in bey'ati omuzundayken onu zulümle öldürdüler. Ali ona yardim etmedi, onu öldürenler, Ali'nin yaninda. Ne vakit emredersen o vakit, hemen onunla savaşa hazrız.

Himyer boyunun ululanndan Zü'1-Kelâ' da "Yâ Muâviye" dedi, "Osman seni bütün Şam ülkesine vâli yapmıştı. Öldürülürken ona yardim edemedin, şinıdi kanini istemek hakkın ve vazıfendir. Biitiin Arap boylan senden yüz çevirse biz senden ayrılmayız."76

Halk heyecana gelmişken Himyer boyundan bir adam ayağa kalkıp dedi ki:

"Ey Şamlılar, Allah için, içinizde doğru söyleyen bir adam olsun yok mu? Ali'nin Rasûlullah'a yakınlığı, ümmet içinde bilgisi, yiğitliği, doğruluğu, üstünlüğü, sayıya sığmaz büyüklüğü var. Bu yüzden elbette o, halifeliğe herkesten ziyâde lâyık. Bu ülkeyi alsa bile

76- Bu adam, Sıffin'de, Muâviye tarafmda bulunmuş, savaşta öldürülmüştür. Muâviye, onun katline pek sevinmişti, çünkü "Ammâr-ı, gerçeğe isyân eden fırka öldürecek" hadisini Muâviye'ye söylemiş ve Ammâr'in, Hz. Ali tarafmda olduğunu ihtâr etmişti. Ona, "Ammâr, bizim tarafdârımız, bize katılacak" demişler, teskin etmişlerdi. Bu sırada öldürülünce Muâviye, rahatlaşmış, Ammâr'm şehâdetinden sonra da, Şimdi Zü'1-Kelâ sağ olsaydı demişti, ordunun yarısını Ali tarafma döndürürdü!

(Tenkıyh'ul-Makkal; c.3, s. 64). ondan kimseye zarar gelmez. Herkes umduğunu bulur, Müslümanlar da rahat ederler, aralannda aynhk kalmaz."

Bu söz, Muâviye'ye yıldınm gibi te'sir etti. Tutun şunu dedi. Şamlılar, adamcağızın üstüne çullandılar, az kaldı öldüreceklerdi. Fakat hısımı-akrabâsı adamı kurtardılar. O da bir yol bularak, Hz. Ali'nin tarafına kaçtı, onun ordusuna katıldı.

İFTİRALAR

Muâviye, maksadına nâil olmak için herşeye başvuruyordu. Bu arada Osman'ın zevcesi Nâile'den Muâviye'ye şöyle bir mektup geldiğini yaydı ve bu düzme mektubu Şamlılara okudu:

"Size nimetler ihsân eden, Müslümanlığı öğreten, sizi sapıklıktan doğııı yola getiren, küfurden kurtaran, düşmana karşı size yardım eden, nimetlerini lutfeden Allah'ı anıyor, oının ve yardım görmeyen halifenin hakkına Allah'a and vererek söylüyorum; Allah, mü'minlerden iki bölük birbirleriyle savaşırlarsa aralarını bıılıın, onlaıı uzlaştırın, bir bölüğü öbür bölüğe karşı ayaklanırsa Allah'ın emrini kabûl edinceyedek o bölükle savaşın buyurmuştur. Mü'minler Emiri Osman'ın aleyhine isyân edildi. Oının sizin üzerinizde bir hakkı bulunmasa bile vilâyet hakkı vardır. Onun başına ne gelecekse geldi. Her Müslüman olan, onıııı Müslümanlıktaki kıdemi, uğradığı musibet dolayısiyle hakkının alındığı günü mutlaka ister, ıınıar, O, Allah'ın dâvetine icâbet etti, Rasûlü de onu gerçekledi. Allah onu seçtiği zaman dünyâ şerefini de vermişti ona, âhıret şerefini de.

Nasıl öldürüldüğünü size anlatayım; çünkü önden sonadek başına gelenlerin şâhidiyim. Medineliler onu kuşattılar. Kapısında silâhlı olarak gece gündüz onu koruyanlar bulunduysa da Medine halkı onu dışarı çıkarmamakta, ihtiyâcı olan şeyleri içeriye sokmamaktaydı. Bir dereceye kadar ki suyu bile ondan men'ettiler. Ona eziyetler ettiler, iftirâlarda bulundular. O ve onunla berâber bulunanlar elli gece muhâsarada kaldı.

Mısırlılar, Ebû-Bekr oğlu Muhammed'le Yâsir oğlu Ammâr'a dayanıyorlardı. Ali, Medinelilerle berâberdi. Mü'minler Emiri Osman'ı korumak için savaşmadı, ona yardını etmedi. Ulu ve ayıplardan münezzeh kııtlıı Tanrı'nın emrettiği adâleti emreylemedi.

Dırâa, Bekroğlu Sa'd, Hüzeyl ve adını bilmediğim diğer boylar, ona karşı pek çetin davrandılar. Onu taşladılar, evdekilerden üç kişiyi öldürdüler. Sonra evin kapısını yaktılar. Halk mescitte bekliyor diye onu çağırdılar. Mescide götürdüler. Kendi adamlarına savaşmamalarını emretti. Zırhını giydi, onlaıa, siz olmasaydımz zırhımı giymezdim dedi.

Eve geldikten bir müddet sonra halk, ona saldirdi. Eve girenlerin başında Ebû-Bekr oğlu Muhammed vardı. Sakahndan tuttu, ona ad ıvia değil, kötü bir lâkapla hitâb etti. Osman, ben Allah'in kuluyum ve Rasûlullah'ın halifesiyim dedi. Başına üç kılıç, göğsüne üç yumruk vurdular. Burnunun üst kısmına vurulan kılıç kemiğe işledi. Yere düştü, henüz sağdı. Başını kesmek istediler. Rabia oğlıı Şeybe'nin kızıyla üstüne kapandık, nıâni olduk. Hattâ başımızı açtık; çünkü Mü'minler Emirinin hürmeti, bu işten daha ileriydi. Hâsılı onu, evinde, yatağında öldürdüler; Tanrı rahmet etsin.

Size kanlı elbisesini gönderiyorum. Şikâyetçiyim zâlimlerden, onlaıa karşı yardım istiyorum. Allah Osman'a rahmet, onu öldürene lânet etsin, öldürenleri şu dünyâdayken aşağılatsın; gönüllerimize su serpilsin.

Bunlardan başka Ebû-Vakkas oğlu Sa'd'in, Osman'ı, Ayişe'nin demirini hazırlayıp su verdiği, Talha'nın bilediği, Hz. Ali'nin zehirlediği kılıçla öldürdüler dediğini yaydırıyor, Sâbit oğlu Hassân'ın ağzından, Osman'ı Ali öldürmediyse, öldürülmesini emretmediyse bile halkı, ona yardımdan men'etmiştir; bu bakımdan öldürenlerle ortaktır meâlinde şiirler düzüp halk arasında söyletiyordu.

Ümeyye oğullan, şâirleri de Hz. Ali aleyhine durmadan şiirler düzerek onu, Osman'in katliyle suçluyorlardı.

Hâlbuki Osman'la Ümeyye oğulları, bu olayda, Muâviye'den yardım istemişler, Muâviye, Medine'ye dört bin kişilik bir ordu göndermiş, fakat kumandana, yavaş gitmesini emretmişti. Maksadı Osman'in öldürülmesi, ondan sonra da nasil olursa, bir yolunu bulup halifeliği kendisinin elde etmesiydi.77

77- Al-Agaam, c. 19, s. 55.

Muâviye, Hz. Ali'nin yiğitliğini bildiği için Şam'da bir savunma savaşı yapmayı kuruyordu.

As oğlu Amr, Ali'nin askeri azdır, Basralılar ona tamamiyle tâbi değildir. Kûfeliler de Cemel savaşında yorulmuşlardır diye onu teşvik etti. Bunun üzerine Muâviye, ordusunu düzene koyup Şam'dan hareket etti. Yavaş yavaş Fırat kıyılarına doğru gelmeye başladı. Önden kuvvetli bir orduyla Ebü'l-A'ver'i yolladi. Kendisi de asıl orduyla arkadan geldi. Sıffın'e doğru yürüdü.

Kûfeliler, Muâviye'nin Sıffın'e gelmekte olduğunu duyunca sevindiler. Ancak bu sırada bir hâdise oldu. Kinde boyuyla Rabia boyunun ulusu Kays oğlu Eş'as'tı. Hz.Ali, Kays'ı reislikten aldı, Hassan adlı birini reis yaptı. İçlerinde Mâlik de olduğu hâlde bâzı kimseler, Hz. Ali'ye, Rabia boyu, bu işten hoşnut olmadı dediler.

Gerçekten de Kays'la Hassân'ın arası açılır gibi oldu. Muktedir casuslar kullanan Muâviye, bunu haber alır almaz bir şâire bu işi kınar mâhiyette bir şiir söyletti, yazdırıp Eş'as'a göndertti. Eş'as, böyle şeyler beni, Mü'minler Emirinden ayıramaz dedi. Hz. Ali, Eş'as'ı Iraklıların sağ koluna kumandan tâyin etti ve iş kapandı.

Hz. Ali, Hâris'ül-A'ver'e halkın ordugâha gelmesi için nidâ etmesini emretti, inzibat âmiri Habib'ül-Yarbûi oğlu Mâlik'e de halkı ordugâha toplamasını söyledi.

Nuhayle'ye hareket edeceği vakit Nadr oğlu Ziyâd'la Hâni oğlu Şurayh'ı on iki bin askerle öncü olarak gönderdi, ikisine de aynı istekle aynı yola yürümelerini, birbirlerinden aynlmamalarını emretti. Şurayh'ı bu ordunun bir kısmına kumandan tâyin etti, Ziyâd'ı da öncü kumandani yapti.

ALİ ORDUSUNDA AYRILIK VE AYKIRILIK

Şurayh kendisine tâbi olan askerlerle ayn bir yoldan hareket etmeyi uygun buldu. Ziyâd'dan ayrıldı. Ziyâd, adamlarından biriyle Şurayh bana itâat etmedi diye bir mektup gönderdi. Şurayh da Ziyâd bana uymaktan çekindi, ululandı, fakat yerine başka birini tâyin edersen halk onu kabûl etmez meâlinde bir yazı yazdı.

Bütün bunlardan, Hz. Ali'nin yanındakilerin nasıl birbirleri aleyhinde oldukları anlaşılır ve sonuç, şimdiden belirir.

Hz. Ali, bu mektuplara karşılık her ikisine de şu emirnâmeyi gönderdi:

"Her biriniz, tâyin edildiğiniz kısımlara kumandansınız. İyi bilin ki ordunun öncüsü, âdeta ordunun gözüdür. Öncülerin gözleri de onlaıın önünden gidenlerdir.

Memleketlerinizden çıkınca her yana öncü ve keşifçiler yollamayı ihmâl etmeyin. Yolları açtırın, ağaçlık yerleri teftiş ettirin. Olabilir ki düşman bir pıısıı kurabilir.

Askeri, tâbiyeye uygun olarak yürütün. Düşmanla karşılaşınca ordugâhınızı onların yan tarafına, yahut dağ eteğine, yahut da ırmak kıyısına kııııın ki korunabilesiniz, bir taraftan, yahut iki taraftan savaşabilesiniz.


Düşmanı gözetlemek için gözcülerinizi dağ tepelerine, yüksek yerlere, ırmakların geçit yerlerine ve geçilemiyecek taraflarına yerleştirin. Çünkü düşman ya en umulmadık ve tehlikeli yerden gelir, yahut da tamamiyle emin olduğunuz yerden.

Dağınık hareketten sakının. Bir yere kondunuz mu, beraber konun, göçtünüz mü beraber göçün. Geceleyin askeri silâhlı yatırın. Gaflet etmeyin, kendinize güvenmeyin. Asker gece gündüz silâhlı bulunsun. Askeri, kendinizi korur gibi koruyun. Amanın, bilhassa geceleri uykuya dalmayın.

Her gün bana haber yollayın. Allah izin verirse ben de izinizden geliyorum. Bir de acele etmekten sakının; onlarla buluşunca delil ve huccetle ilzâma uğraşın, onlar savaşa başlamadan siz savaşa başlamayın."

Asker kumandanlarına da şu emri gönderdi:

"Mü'minler Emiri, Allah kulu Ali'den:

Halka zıılünı etmeyin, düşmanlıkta bulunmayın, içinizde de akılsız kişilerin ellerine iş vermeyin, Allah'ın râzı olmıyacağı işlerden sakının, çünkü zıılnıü sevmez."

Askerine gönderdiği emirname de şuydu:

"Mü'minler Emiri, Allah kulu Ali'den:

Allah, hak-hukuk bakımından hepinizi bir yaratmıştır. Siyah deriliniz de birdir, beyaz deriliniz de. Emirinizle siz, babayla oğııl mesâbesindesiniz. Emir babamzdır, siz oğullarısınız âdeta. Size insafla muâmele eder, ad âlette bulunur, hakkınızı verirse ona, hakka uygun olarak gördüğü işlerde itâat etmek, ona yardımda bulunmak, size vâciptir. Bilin ki siz, Allah'in

yeryüzünde zıılnıü gidermesine sebep ve vâsita olan kişilersiniz. Ona yardımcı olıın, dinine yardım edin; yeryüzü düzene girdikten sonra orda bozgunculuk etmeyin, gerçekten de Allah, bozgunculan sevmez."

Hz. Ali'nin Nuhayle'den ordusuyla hareketi, hicretin otuzaltıncı yılı Şevvalinin altıncı Çarşamba günüydü (29.3.657)

Bâbül harâbesi civârından geçip Sâbât'a vardı. Geceyi orda geçirdi. Ertesi günü hareket etti.

Musul askerini sevketmek için üç bin atliyla Kays oğlu Mı'kal'i Musul'a yolladı, Rakka'da kendisine ulaşmasını tenbih etti. Mes'ûd'üs-Sakafı oğlu Sa'd'i Medayin'de kaymakam bıraktı. O civarın askerini de alıp Rakka'ya hareket etti.

Sâbât'ta köylüler, Hz. Ali'ye ve ordusuna yemek teklif ettiler. Hz. Ali, Sizin ihtiyacınız bizden fazladır dedi, kabûl etmedi.

Yolda Anbar köylüleri karşı çıkıp koyunlar kesmek, orduyu doyurmak istediler. Ne yapmak istiyorsunuz diye sordu. Köylüler, âdetimizdir, büyükleri kurban keserek ağırlarız dediler, orduya eğer takımları, eğerler hediye etmek istediler. Hayvanlara da ot getirmişlerdi.

Hz. Ali, Allah'a and olsun dedi, bu işten, büyüklere bir fayda gelmez, siz kendinizi zahmete, sıkıntıya düşürürsünüz. Bu âdeti terkedin. Yalnız eğer size lâzım değilse bu hayvanları bize verin, parasını verginizden düşelim. Sunduğunuz yemekleri de ancak parasim vermek şartiyle yiyebiliriz, parasını almazsanız yemeyiz.

Ey Mü'minler Emiri dediler, bizim hediyemizi kabûl et. Hz. Ali, hayır dedi, siz de bilirsiniz ki biz sizden zenginiz.

Köylüler, Hz. Ali'nin teklifıni kabûl ederek hayvanları orduya teslim edip gittiler.

Öncü olarak giden Şurayh'la Ziyâd, Fırat kıyısından yukarı doğru giderek Ane'ye geldikleri zaman Muâviye'nin büyük bir orduyla o tarafa doğru gelmekte olduğunu gördüler. Birbirlerine danıştılar. Hz. Ali'nin ordusuyla aramızda bu ırmak var, ileri gider de bu cüz'i kuvvetle Muâviye'nin ordusuna rastlarsak iyi olmaz dediler. Fırat'ın doğu kıyısına geçmek istediler. Fakat ordakiler mâni olduğundan geri döndüler. Hit karyesinde ırmağı geçip Karkısa yanında Hz. Ali'nin ordusuna ulaştılar.

Hz. Ali, bunları görünce benim öncülerim arkamdan geliyor dedi. Şurayh'la Ziyâd işi anlattılar. İsabet etmişsiniz dedi.

Rakka'ya gelince Fırat üstüne köprü kurulmasını emretti. Rakkalılar bu emri dinlemediler. Bunun üzerine Mâlik'ül-Eşter, onların büyüklerine Vallahi dedi, Mü'minler Emirinin ordusunun geçeceği bir köprü kurmazsanız sizi kılıçtan geçiririm, sizinle savaşırım, yerinizi yurdunuzu yıkanm, mallannızı zaptederim.

Bu söz, onları ürküttü. Eşter sözünün eridir, yapar mı yapar, dediler. menbic denilen yerde, Fırat üstüne büyük bir köprü kurdular. Önce ağırlıklarla hayvanlar geçirildi. Sonra asker geçti. Eşter, üç bin atlıyla durmuş, herkesin tamamiyle geçmesini bekliyordu. Hepsi geçince yanındakileri de geçirdi, en sonra kendisi geçti.

Menbic köprüsünden geçildikten sonra öncüleri gene ileri yolladı.

Muâviye, Şam'dan hareket etmeden yanında sahâbenin ileri gelenlerinden birkaç kişinin bulunmasını, bu sûretle de haklı görünmeyi istiyordu. Şam'da kadılık eden ve fetva veren Ubeydoğlu Fadâlet'ül-Ansari'yi kandınp beraber götürmek istedi. Fadâle, cehenneme gitmek istemezsen bu işten vazgeç dedi. Muâviye, maksadım seninle cehennem ateşinden korunmaktı dedi, fakat artık Fadâle'nin Şam'da kalmasını tehlikeli gördüğünden, onu, sınıra yolladı. Fadâle, Romalılara esir düştü.78

Muâviye, askerine As oğlu Amr'la iki oğlunu ve kölesi Verdan'ı kumandan tâyin etti. Başkumandanlığı da Kays oğlu Dahhâk'e verdi. Eb'ül-A'ver'i de öncü yaptı.

Hz. Ali'nin öncüleri, Eb'ül-A'ver'e rastladılar. Eb'ül-A'ver'in kuvveti kendi kuvvetlerinden çoktu. Hz. Ali'ye haber gönderip imdat istediler. Hz. Ali, Mâlik'ül-Eşter'i çağırıp onlara seni kumandan tâyin ettim. Eb'ül-A'ver savaşa başlamadan sen başlama. Önce, elinden geldiği kadar onlan itâate dâvet et, bu dâveti defalarca tekrarla. Sağ kola Ziyâd'ı, sol kola Şurayh'ı kumandan yap, sen merkezde bulun, ben de Allah izin verirse gelir, sana ulaşınm. Mümkün olursa ben gelinceyedek onlari oyala, ihtiyatla hareket et, acele etme dedi. Ziyâd'la Şurayh'a da bu hususta bir emirname yazdi.

Mâlik'ül-Eşter, yanindaki askerle hareket edip öncülere kavuştu. Eb'ül-A'ver'in ordusundan uzak bir yere kondu. Akşama kadar bekledi.

78- Al-İstiâb, c.2, s. 531-532. Şam'da öldüğüne göre sonradan esirlikten kurtulduğu anlaşılmaktadır.

Akşam karanlığı basınca Eb'ül-A'ver, birden saldırdı. Eşter de savaşmaya mecbûr oldu. Bir saat kadar savaştıktan sonra Şamlılar çekilmeye mecbur oldular.

Ertesi günü Eşter, Utbe oğlu Hâşim'e, çıkıp onlarla savaşmayı emretti. Hâşim, yanına aldığı erlerle meydana çıktı, onlarla savaştı. Sonra dönüp orduya geldi. Bu savaşta, pek genç bir yiğit olan Ammâret'üt-Temimi oğlu Zübyân, Şamlılann en meşhur yiğitlerinden Münzir oğlu Abdullah'ı öldürmüştü.

Üçüncü günü bizzat Eşter savaşa girmişti. Hem hücum ediyor, hem de bana Eb'ül-A'ver'i gösterin diye bağmyordu. Eb'ül-A'ver, meydan çekilmiş, bir tepenin ardına sığınmıştı.

Eşter, geriye çekilip Mâlik'ün-Nahaı oğlu Sinân'ı çağırdı, git dedi, bizzat Ebü'l-A'ver'i meydana çağır. Sinân, benimle savaşması için mi, seninle savaşması için mi, diye sordu. Eşter, benimle dedi; çünkü o, yücelikte ve yaşta kendisiyle eşit olmayanla savaşmaz. Yücelik bakımından hamdolsun ona eşitsin ama yaşın küçük. Seninle savaşması için çağır deseydim savaşır mıydın?

Sinân, vallahi dedi, yalnız onunla savaşmak şöyle dursun, şu kılıçla saflarına öyle bir dalardım ki. Eşter bu sözden çok memnun oldu, kardeş oğlu dedi, Allah sana uzun ömür versin, hadi git.

Sinan meydana çıkıp elçiyim ben diye bağırdı. Sonra Ebü'l-A'ver'i çağırarak Eşter seni, kendisiyle savaşa dâvet ediyor dedi. Ebü'l-A'ver, uzun bir müddet sustu. Sonra Sinân'a dedi ki:

Eşter, Osman'ın vâlilerini Irak'tan sürmek istedi, Medine'ye gidip onun katilleriyle birleşti, onu öldürenlerden biri de Eşter'dir. Bu bakımdan ne sesini duymak isterim, ne yüzünü görmek. Dediğine uymuyorum, cevap da vermiyorum.

Ebü'l-A'ver, bunları söylerken Şamlılar da Sinân'a git git, diye bağırıyorlardı. Sinân dönüp hâli Eşter'e anlattı.

HZ. ALİ (AS) GELİYOR

Ertesi günü Hz. Ali, ordusuyla gelip Eşter'le buluştu. Ordu, Urfa'nın yüz otuz kilometre doğu kuzeyinde ve Fırat kıyısında bulunan Sıffîn'e kondu. Ali tarafından bir genç su almak için gitmek istemiş, Şamlılar müsâade etmemişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali, Sûhân oğlu Sa'saa'yı, su almalarına müsâade etmesi için elçi olarak Muâviye'ye gönderdi.

Sa'saa gidip Hz. Ali'nin emriyle Muâviye'ye, biz dedi, sizinle görüşüp konuşmadan, sizi doğru yola dâvet etmeden savaşmak istemiyoruz. Halbuki siz önce savaşa başladınız. Bu bir yana kalsın, şimdi de tuttunuz, su almamıza mâni oluyorsunuz. Isrâr ederseniz asıl savaş bu su yüzünden kopacak, günâhı da size.

Muâviye, yanındakilere ne dersiniz dedi. Ukbe oğlu Velid, onlar dedi, Osman'ı kırk gün kuşattılar, ona su vermediler, yemek vermediler, biz de onlara su vermeyelim, o kahrolasıcaları susuz öldürelim.

As oğlu Amr, bu doğru değil, dedi, biz su içelim, onlar susuz kalsınlar; bu nasıl olur? Su verelim. ondan sonrasını da sonra düşünürüz.

Muâviye, buraya daha önce gelmiş ve nehir kıyısına konmuştu. Bu sûretle su, Şamlılann elindeydi.

Velid, ilk fıkrinde ısrâr etti. Ebû-Serh oğlu Sa'd'in oğlu Abdullah, geceyedek su vermeyelim dedi; onlar susuzluktan bunalırlar, geri dönerler. Bu da ilk bozgunlan olur. Su vermeyelim, Allah da kıyâmet günü susuz bıraksın onlan.

Sa'saa bu söze kızdı. Velid'i İşâret ederek Allah, kıyâmet günü suyu kâfırlerden men'edecek, bizden değil; bunun gibi kötü kişilerden, dedi.

Şamlılar, Sa'saa'yı sövmeye ve tehdide başladılar. Muâviye, bırakın bu adami dedi, o elçi. Sa'saa, Hz. Ali'ye ne diyeyim diye sordu. Muâviye cevap göndereceğim, sen git dedi.

SUSUZLUK

Sa'saa dönüp Hz. Ali'ye olup bitenleri anlatti. Muâviye'nin cevabı da gerçekten geldi; Ebü'l-A'ver'i, bir firkayla, suyu zaptetmek, Hz. Ali ordusundan bir tek kişiye bile su vermemek üzere Fırat kıyısına gönderdi.

Hz. Ali'nin ordusu bir gun, bir gece susuz kaldi. Muâviye'nin adamlanndan Akbal-al-Hemdânî oğlu Maari adlı birisi, ey Muâviye dedi, şaşılacak şey bu. Önce geldiniz, Fırat'ı zaptettiniz, onlara su vermiyorsunuz. Eğer onlar önce gelselerdi vallâhi size bunu yapmazlardi. Bilmiyormusun ki onların içinde de kul var, câriye var, ücretli adamlar var, zayıflar var, suçsuzlar var. Vallâhi bu, cengin başlangıcı. Bu iş böyle giderse içlerindeki korkaklar bile yüreklenir, savaşmak istemeyenler bile savaşa kalkar.

Muâviye, bu sözlere pek kızdı, ileri-geri söylendi. Adamcağız da o akşam Hz. Ali tarafına geçti.

Ebû-Hâni, o gece der, Eşter'le beraberdim, susuzluktan bunaldığını gördüm. Amcamın oğullanndan birine, Emir susuz dedim. O, bütün erler susuz dedi. Kendime biraz su saklamıştım, Eşter'e götürdüm, sundum. Halk içmedikçe dünyada içmem dedi.

Bu sıralarda bir çocuk, "Bu kavim bizden nasıl suyu kesebilir ki kılıçlarımız da var, kalkanlarımız da. Aramızda, düşmana şiddetle saldıran, düşmandan hiç korkmayan Ali de var. Biz, Talha'yla, Züberyie savaşan erleriz. Arslan gibi erleriz biz; dün, rahat, korkusuz bir halde yatağımızdaydık, bııgün de aynı yürekle oklara karşı durmadayız. Fırat yolunu açmazsanız bizden de, sizden de çok kişi ölür. Leşleıi yerlere serilir. Fakat gerçeğe itaat ederek ölen cennetlere gider, şereflere erer" meâlinde bir şiir okuyordu. Hz. Ali (a.s), ordusunun içinde gezerken bu şiiri duydu.

Ordan Kinde boyunun bulunduğu tarafa gitti.Orda da birisi şu şiiri okuyordu:

"Eğer Eş'as bııgün bu sıkıntıdan bizi kurtarmazsa ölümden kırılacağız. Biz ancak oının kılıcıyla Fırat'tan su içebiliriz. Fakat içmeden öleceğe de benziyoruz. İşimizi bııgün bir yola koymazsan dağılabiliriz. Bir gün bir gecedir susuzuz, düşmansa bizi kınayıp durmada; bund an sonra hayat mı var bize?"

Eş'as bu şiiri duyunca kalktı, Hz. Ali'nin huzuruna geldi, dedi ki:

Ey mü'minler Emiri, sen içimizde olasın, kılıçlarımız da yanlarımızda bulusun da sonra bu kavim bize firat suyunu kessin, bu olur mu? İzin ver bize, vallah suyu zapt etmedikçe geri dönmeyiz, yahut da ÖLÜRÜZ.

Bu sirada Ester de huzura geldi; Ey Mü'minler Emiri dedi, ne kadar mümkünse o kadar çekindik, ne kadar mümkünse o kadar öğüt verdik. Bir kırba su üç dirheme satılıyor. lütfet, savaşa izin ver.

Hz. Ali, pekâlâ dedi, yarın savaşın, hakkettiler artık. Eşter bunun üzerine sevinçle bağırdı:

Ey halk, ölüm isteyen bilsin, yann sabah onunla karşı karşıyayız; yann Fırat'a gidiyorum.

O gece on iki bin kişi ertesi sabah savaşmaya hazırlandı. Ester hem silahlanni kuşanıyordu, hem de şu şiiri okuyordu:

"Vâdemiz sabah vakti, ortalık ağarınca. Tuz olmayinca bir şey lezzetle yenir mi? Hayır hayır, öğüt vermeden hiç bir iş yapilmaz. Bu kavma öğüt vererek yürüyün. Ancak uzlaşmanın imkânı yok, uzlaşma nerde? Oklarımız yeter bize."

Sabah olunca Eş'as, halkı savaşa teşvik etti. Anam babam size fedâ olsun, yürüyün ardımdan dedi, at sürdü.

Düşmanın karşısına gelince bağırdı:

- Ben Kays oğlu Eş'as'ım, sudan geri çekilin.

Ebü'l-A'ver, vallâhi olamaz, biz ölmedikçe size su yok, sakının kılıçlarımızdan dedi. Eş'as, Eşter'le beraber saflara saldırdı. Erler, birbirlerine karıştılar.

Bu sirada Eşter, Ebü'l-A'ver'i meydana çağırdı. AVer, yanındakilerden utanarak çıktı. Altınlarla bezenmiş bir zırh giyinmişti. Eşter, beni bildin mi ey Ebe'l-A'ver, kaç kere seni savaşa çağırdım, gelmedin, benimle savaşa çıksaydın seni ölüm havuzlarina götürecektim, korktuğun suyu içirecektim sana dedi. Ebü'l-A'ver, beni tehdit mi ediyorsun dedi; ben nice yiğitler öldürmüşüm, nice canlar yakmışım. Hücûm et de erlerin saldırışını gör.

Birbirlerine hücûm ettiler, Amr da bu savaşı uzaktan seyrediyordu. Eşter, Ebü'l-A'ver'in miğferine bir kılıç indirdi, siperi kesildi, kılıç yüzüne geldi. Ebü'l-A'ver hemen koşa-koşa ordusuna kaçtı. Eşter ardından geliyor ve "Bugün koruma günü, ağzı köpürmüş kırmızı donlu atlar arasında. Savaşacağız, oklanmız uçuşacak" diye recez okuyordu. Eşter bu savaşta yedi kişi öldürmüştü. İlk öldürdüğü Firûz oğlu Sâlih adında bir Şamlıydı.

Öbür taraftan Eş'as hücûm etmişti. Muâviye, yardımcı olarak, Amr'la bir çok er göndermişti. Eş'as, yazıklar olsun ey Amr diye bağırdı; anan oğulsuz kalsın, suyu size bırakacağız mı sanıyorsun? Ne büyük işe atıldın. Eşter de vallâhi bu fırsat güç ele geçer; bu topluluk can gözleri açık olarak dinleri için savaşmak istiyorlar diye bağırıp tekbir getirerek Amr'la gelenlere hücûm etti. Maiyetindekiler de hep birden hücûm ettiler. Eşter, hem savaşıyor, hem recez okuyordu:

"Yazıklar olsun sana As oğlıı, uzaklara git, uzaklara. Bugiin sahralardaki kaleleıe sığın. Düşmana ait olmıyacağız, ensesinde yakalıyacağız. Biz karnı şiş adamlar değiliz, biz suçlara yaklaşmayız. Biz ince zırhlara bürünmüşüz, biz en güzel yere gelmişiz."

Eşter, Hemmâm'ün-Nahaî oğlu Hâris'i çağırdı, bayrağı ona teslim ederek vallaâhi dedi, ölüme dayanacağını bilmeseydim bayrağı sana vermezdim.

Hâris, şu recezi okuyarak düşmana saldırdı:

"Ey hayırlı eşter, ey Naha' boyunun en hayırlısı. ey sıkıntı zamanında yardıma koşan. Ey tehlikeli anda tehlikeyi gideren. Savaşta tecrübesiz değilsin, durur-dıııur saldırırsın. Düşman feryâda başladı, feryâd umumileşti; kızgınlığı yudum-yudum içtiler. Ya suyu içeceğiz; zaten bu görülmemiş bir şey değil; yahut da susuzluktan öleceğiz. İster bunu kabul et, ister onu."

Eşter, Hâris'in yiğitliğinden pek memnun oldu, yaklaş bana dedi. Hâris yaklaşınca onun başını öptü, sonra bugün dedi, ancak hayra, gerçeğe uymaktasın, emin ol. Askerine döndü, kurban olayım size dedi, hücûm edin.

Eşter o gün kuyruğu kesilmiş siyah bir ata binmişti. Ordusunun içinde dönüp dolaşmada, savaş bilmeyenlere tehlikeli anlarda nasıl korunulacağını, nasıl hücum edileceğini anlatmadaydı.

Eş'as da o gün büyük yararlıklar göstermiş, Şamlılardan beşini öldürmüştü. Muâviye, Fırat muhâfızlanna tekrar yardımcı olarak Esed'ül-Becli oğlu Yezid'i yollamış, Hz. Ali de Rıb'i oğlu Şebes'i bir miktar askerle Eşter'e göndermişti.

Oklar uçuşmada, kılıçlar inmede, kargılar işlemedeydi. Nihayet Şamlılar bozguna uğrayıp kaçışmaya başladılar. Fırat, Hz. Ali ordusunun eline geçti, herkes suya kavuştu.
 

KÖTÜLÜĞE KARŞI İYİLİK

Fırat'ın Hz. Ali tarafından zaptı, Muâviye'yi pek üzdü. Amr da beni dinlemedin, bu olmayacak işi yaptın. Ali de dün ona yaptığını bugün sana yaparsa ne yaparsın deyip onu büsbütün kederlendirdi. Muâviye, geçen geçti, bırak bu sözü, yalnız ne dersin, Ali bize su verir mi acaba dedi. Amr, bu soruyu, senin helal gördüğünü Ali helâl görmez sözüyle cevaplandırdı.

Eş'as, Hz. Ali'nin huzuruna gelip Ey Mü'minler Emiri dedi, Allah'ın lütfuyla üst olduk, nehri zaptettik.

Hz. Ali, bu müjdeyi alır almaz Muâviye'ye birisini gönderdi, ben senin yaptığını yapamam. Su herkese mübahtır, siz de, biz de suya muhtacız, bu ihtiyaçta biriniz gelin, istediğiniz kadar su alın diye haber yolladı.

Muâviye'nin erleri gelip bol bol ve istedikleri kadar su almaya başladılar. Muâviye, Amr ne de doğru söylermiş dedi, şimdiye kadar hangi işte onu dinlemediysem hata ettiğimi sonradan anladım.79

Bu suyu, insanlardan menetmek seyyiesi, bu İslam'a ve insanlığa sığmaz bid'at ve cinayet, Şam valisi tarafından konmuş, oğlu Yezid-i Pelid aynı cinayeti, Küfe valisi Ziyad oğlu Ubeydullah'a verdiği menhus emirle İmam Hüseyn'e (a.s) ve etbaına karşı icra ettirmişti.

79- Bu bahiste adları geçen Şebes'le Eş'as, sonradan Hâricilere katılmışlar, Eş'as, ileride göreceğimiz gibi Hz. Emir'ül-Müminin'in şehadetinde de rol sahibi olmuştur. Allah kötü sondan cümlemizi saklasm (Tenkıyh'ul-Makaal'e de bk. c.l, s.149; c. 2, s.80.

HZ. ALİ (AS) MUAVIYE'YE TEKRAR ÖGÜT VERİYOR

Hz. Ali, bu zaferden sonra iki gun bekledi. Muâviye'den ne bir elçi geldi, ne bir haber. Bunun üzerine Muhsın'ül-Ansari oğlu Amr'ın oğlu Beşir'i Kays'ül-Hemdani oğlu Said'i, nb'i oğlu Şebes'i çağırarak gidin, bu adamı ulu ve üstün Allah'a itaate, birliğe, ulu Allah'ın emrine uymaya dâvet edin dedi.

Hz. Ali'nin emri üzerine Muâviye'ye gittiler. Önce Beşir söze başladı. Allah'a hamd ettikten sonra dedi ki:

- Ey Muâviye, dünya geçicidir, Allah yaptıklarına göre mücazat ve mükâfat verecektir. Allah'a and veriyorum sana, şu ümmetin arasını açma, kanını dökme.

Muâviye, Beşir'in sözünü keserek bu sözleri dedi, emirine de söyledin mi? Beşir, Allah Allah dedi, emirim senin eşitin değil ki. O, bütün insanlar için üstünlük, din, Müslümanlıktaki kıdem, Peygamber'e yakınlık bakımından halifeliğe en lâyık olan insan.

Muâviye peki, dedi, ne diyorsun bana, söyle sözünü.

Beşir, seni Rabbinden korkup çekinmeye, Ali'ye itaate davet ediyorum. Bil ki bu, din bakimindan daha hayırlıdır dedi.

Muâviye, Osman'ın kanı dururken ona itaat edeyim, öylemi, Allah'a and olsun, buna imkân yok dedi.

Said söze başlamışken Şebes, sözünü keserek Tanrı'ya hamdetti, ey Muâviye dedi, senin ne istediğin gizli değil bize. Sen ancak kendi hevana uymuşsun. Halka, imamınız mazlum olarak öldürüldü, haydın, kanını istiyelim diye bir velveledir saldın, aşağılık kişiler de sana uydular, işi bu

hale getirdin. Halbuki ona yardim etmedin, halifeliği elde etmek için öldürülmesini istedin. Zaten sen Arabin en kötüsüsün. Allah'tan kork da halifelik hususunda, ona ehil olanla çekişmeye kalkma.

Muâviye, bu sözlere pek kızdı. Zaten dedi, senin akh az, hilmi kit bir adam olduğunu, soyca-boyca şerefli olan ve söz bakimindan da kavminin ileride geleni bulunan şu arkadaşının sözünü kesmenden anladım. Ne dediysen yalan. Çıkın, benim yanimdan, gidin; aramizda kılıçtan başka bir şey yok.

Gidenler geri gelip Hz. Ali'ye Muâviye'nin inadını, isranni haber verdiler.

Bunun üzerine savaş başladı, Ancak iki ordu, birden, birbirine hücum etmedi. Her gun iki taraftan erler meydana çıkıyor, savaşıyorlardı.

Hz. Ali tarafından Şebes, Muammer oğlu Hâlid, Nadr'ül-Hârisi oğlu Ziyâd, Ca'fer'ül-Kindi oğlu Ziyâd, Kays'ül Hemdâni oğlu Said, Kays'al-Riyahi oğlu Mı'kal Ubade oğlu Sa'din oğlu Kays ve Malik'ül-Eşter çıkıyor, Muâviye tarafından da Velid oğlu Halid'in oğlu abdurrahman, Eb'ül AVer, mesleme oğlu Habib, Zü'l-Kela' oğlu, Ömer oğlu Ubeydullah, Şurhabil, Hamza çıkıyor, birbirleriyle savaşıyorlardı. En fazla çıkan ve savaşan da Eşter'di.

HZ. ALİ (AS)  UZLAŞMA YOLLARI ARIYOR

Hz. Ali, Müslümanlar arasında birlik istiyor, kan dökülmesinden nefret ediyordu. Hatem oğlu Adiyy, Rib'i oğlu Şebes, Kays oğlu Yezid ve Hasfat'üt-Temimi oğlu Ziyad'ı elçi olarak Muâviye'ye gönderdi.

Elçiler, Muâviye'nin yanına gittiler. Once Hatem oğlu Adiyy söze başladı. Allah'a hamdettikten sonra dedi ki:

Seni, ümmetimizi aynı fıkir etrafında toplayacak ve Müslümanlann kanını döktürmeyecek bir işe çağırmaya geldik. İnsanların, üstünlük bakımından en ileri gidenine, Müslünmanlık bakımından en doğrusuna çağırıyoruz. Bütün insanlar ona uydu, ancak sen ve seninle beraber olanlar kaldı. Ey Muâviye, Cemel ashabının başına gelenler başına gelmeden vazgeç bu işten.

Muâviye, sen uzlaşma çarelerini aramaya değil, beni tehdide gelmişsin. İmkânı yok, ey Adiyy, and olsun Tann'ya ki ben Harb oğluyum; sen de Affanoğlu'nun aleyhine kalkışanlardansın, sen de onu öldürenlerdensin.

Diğerleri de Muâviye'ye dokunaklı sözler söylediler. Fakat hiçbir söz ona te'sir etmiyordu. Muharrem ayı, böylece geçti. Hicretin otuz yedinci yılının safer ayı girince (19.7.656) tekrar savaş başladı.

HZ. ALİ'NİN (AS)'NİN EMRİ

Hz. Ali, askerine şu emri verdi:

"Düşman savaşa başlamadan siz başlamayın. Siz gerçek ve doğru yoldasınız; elinizden geldiği kadar

onları da doğııı yola çağırın. Savaşıp üst geldiniz mi kaçanı öldürmeyin, yaralıya dokunmayın, ölenlerin edep yerlerini açmayın. Öldürürken eziyet etmeyin, işkenceden sakının. Şehirlere girerseniz yağmada bulunmayın, evlere girmeyin, girmek iktiza ederse ev sahibinden izin alın. Ordugahta bulunduğunuz şeylerden başka onların mallarını almayın. Kadınlara sakın dokunmayın. Hatta onlar sizi söverlerse bile hoş görün; çünkü onlar, duygularına uyarlar, zayıftırlar. Müşrik oldukları zamanlarda bile onlaıa dokunmamamız emredilmişti."

Bundan sonra bir münadi, meydana çıkıp bağırdı: Şamlılar, Mü'minler Emiri diyor ki: Doğru yola gelirsiniz diye acele etmedim, bekledim; fakat siz doğru yola gelmediniz, gerçeği kabul etmediniz. Mütareke zamanı geçti, savaşa hazır olun.

Ertesi günü Hz. Ali, Kûfe atlılarına Mâlik'ül-Eşter'i, piyadesine Yâsir oğlu Ammar'ı, Basra atlılanna Huneyf oğlu Sehl'i, piyadesi ne Varkaa oğlu Budeyl'in oğlu Abdullah'ı, Ubâde oğlu Sa'd'in oğlu Kays'i kumandan tayin etti. Bayrağı Ebû-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Hâşim'e verdi. Yemen askerini sağa aldı, Kays oğlu Eş'as'ı onlara kumandan dikti, piyâdeleri Surad-al-Huzzâi oğlu Süleyman'ın kumandasına verdi. Rabia boyunu sola aldı, Abbâs oğlu Abdullah'ı onlara kumandan dikti, piyadelerini Hâris'in emrine verdi. Boylann her birini bir emirin kumandasına bıraktı. Bütün bunlara bayraklar verdi.

Bu savaşta Hz. Ali'nin bayrağı kırmızıydı, Muâviye'nin bayrağı siyahtı.80

Muâviye de askerine düzen verdi. Sag kola Zü'1-Kela'ı, sol kola Meslemet'ül-Fehri oğlu Habib'i memur etti. Öncülerin kumandani Eb'ül-A'verdi. Şam atlilanna As oğlu Amr, piyadelerine Ukbe oğlu Muslim kumanda ediyordu. Kays oğlu Dahhâk umumi kumandandı. Aynca Şamlıların bir kismi ölüme ahdetmişler, sanklariyle birbirlerini bağlamışlar, beş saf teşkil etmişlerdi. Bunlar fedailerdi.

Irakhlar, birbirlerini tanimak için başlarına, omuzlarına beyaz yün kumaşlar dikmişlerdi. Parolalan, "Yâ Allahu yâ Ahadu yâ Samedu yâ Rabbi Muhammedin yâ Rahmanu yâ Rahim" sözleriydi.

Şamlılar da birbirlerini tanimak için başlarıyla omuzlanna beyaz bezler dikmişlerdi. Parolaları, "Gerçekten de biz Tann kullanyiz. Ey Osman'in kanını istiyenler" anlamina gelen "Nahnu ibâdullahi hâkkan hakka, yâ lisârâti Osman" sözleriydi.

Safer ayı'nın ilk günü çarşambaydı. O gün sabahleyin Şamlılardan bir bölük, Mesleme oğlu Habib'le meydana çıktı. Hz. Ali tarafından Mâlik'ül-Eşter karşı durdu. Akşama kadar savaştılar.

İkinci günü Hâşim, atlılarla, yayalarla meydana girdi. Ebü'-A'ver karşısına çıktı. akşamadek savaştılar.

80- Tâc-ül-Arûs, c.7, s.85.

Üçüncü günü Ammâr meydana çıktı. Amr'la savaştı. Ammar'ın yanında süvarilerle Nadr oğlu Ziyad vardı. Ammâr, atlılara hücûm etmelerini emretti. Kendisi de piyadelere saldırdı, Amr'ın fırkası geri çekilmeye mecbur oldu. Bu savaşta Amr, bir mızrağın ucuna siyah bir bez bağlamış, savaşanlara onu uzatmadaydı. Halk arasında bu, Rasulullah'ın ona verdiği bayrak diye bir söylenti oldu. Hz. Ali bunu duyunca Biliyor musunuz, Rasulullah ona bu bayrağı verirken ne emretmişti dedi. Ne emretmişti dediler. Hiçbir Müslümanla savaşmamayı ve hiçbir kâfırden kaçmamayı emretmişti, fakat and olsun Allah'a o müşriklerden kaçtı, bugün ise Müslümanlarla savaşıyor.

O gün Nadr oğlu Ziyâd, ana bir kardeşi olan Amr oğlu Muâviye'yle karşılaştı. Birbirlerini tanıyıp savaşmadılar.

Dördüncü günü Hz. Ali'nin küçük oğlu Muhammed ibn-i Hanefıyye meydana çıktı. Ömer'in oğlu Ubeydullah, büyük bir kuvvetle karşısına geldi. Her iki taraf şiddetle savaştılar. Ubeydullah, bizzat savaşmak için Muhammed ibn-i Hanefıyye'yi çağırdı, o da kabul etti. Karşı karşıya geldikleri zaman Hz. Ali, bunlar kim diye sordu. Söylediler. Derhal meydana at sürdü, oğlunu geri çevirdi, Ubeydullah'la karşılaştı. Ubeydullah, Hz. Ali'yi görünce geri döndü. Muhammed, Ey Mü'minler Emiri dedi, beni bıraksaydın onu öldüreceğimi umuyordum, ne diye beni men'ettin? Hz. Ali, benimle savaşsaydı onu mutlaka öldürürdüm. Fakat sen savaşsaydın belki öldürürdün, yalnız onun seni öldürmeyeceğinden de emin değildim dedi.

Beşinci günü Abbas oğlu Abdullah'la Ukbe oğlu Velid şiddetle savaştı. Bir aralık Velid, Abdülmuttalib81 oğullarına sövdü. Abdullah, onu bizzat kendisiyle savaşmak için meydana çağırdı. Fakat o kabul etmedi.

Bu sırada Muâviye, ordugâha bir minber kurdurdu. Üstüne çıkıp Allah'a hamd ettikten sonra Ey insanlar dedi, topluluğunuzu bozmayın, dayanın; çünkü bugün, gerçeğin meydana çıkacağı gündür. Siz gerçeksiniz, doğruluğa çalışıyorsunuz. Siz, bey'ati bozan ve haram olarak kan dökenle savaşıyorsunuz.

Arkasından Amr, minberin ikinci basamağına çıkıp Tann'ya hamdettikten sonra halki sebata ve savaşa teşvik etti.

Hz. Ali, bunu duyunca yanındakileri topladı, yayına dayanarak dedi ki:

"Ey insanlar, sözümü duyun, dediklerimi belleyin. ululanmak benlikten ileri gelir, büyüklenmek kibirden. Şeytan, ortadaki hazır düşmandır, sizi bâtıla çağırıp dıırıır. Bilin ki Müslüman, Müslümanın kerdeşidir. Birbirinizle çekişmeyin, birbirinizi aşağılamayın; bilin ki dînin kaynakları birdir, yolları maydandadır. Kim onlarla amel ederse gerçeğe ulaşır, kim onları terkederse yoldan çıkar, kim Müslümanları birbirinden ayırırsa mahvolur gider. Emânete hıyânet eden, vaadinden dönen, söyleyince yalan söyleyen kişi, Müslüman değildir. Biz rahmet Ehlibeytiyiz; sözümüz gerçektir, işimiz doğrudur. Peygamberlerin sonuncusu bizdendir. Müslümanların emîrleri bizdedir. Kitâb'ı

81- Abdül-Muttalib, Hz. Peygamber'in atasıdır.


okuyanlar bizdedir. Sizi Allah'a ve Resuliine, düşmanıyla savaşmaya, emrine yapışmaya, rızâsını kazanmaya, namaz kılmaya, zekât vermeye, haccetmeye, Ramazan ayında oruç tutmaya, sadakalan ehli olanlara vermeye çağırıyoruz.

Şaşılacak şeylerin en şaşılacağı şu ki bııgün Ümeyyeoğullarından Ebû-Süfyan oğlu Muâviye'yle As oğlu Amr, halkı, dinlerini korumaya teşvik etmişler. Halbuki siz de bilirsiniz, ben ömrümde Rasulullah'a karşı durmadım, hiçbir işte ona isyan etmedim. Kahramanların bile sürçtükleri, tirtir titredikleri tehlikeli zamanlarda O'nu cammla-başımla korudum, hamdolsun Allah'a ki bana bu lutufta bulundu.

And olsıın ki Rasulullah vefat ettiği zaman başı, kucağımdaydı. Onu ellerimle yalnız başıma yıkadım. sağdan sola, soldan sağa döndüren melekler yammdaydı. Allah'a yemin ederim, Peygamber'den sonra ümmet arasına hiç bir ayrılık sokmadım, ancak batıla uyanlar, bııgün hakka uyanlardan ayrıldı."

Ammar da sözlerini gerçekleyip halkı savaşa teşvik etti.

Ertesi günü Kays'la Zü'1-Kela'ul-Hımyeri fırkaları savaştılar. Yedinci salı günü Eşter'le Habib fırkalan harb etti.

Hz. Ali, Salı günü akşamı, çarşamba gecesi, niceye bir-bu asilerle firka fırka savaşacağız? Ne diye hep birden hücûm etmiyoruz dedi. Bir hutbe okudu, sonunda Allah izin verirse dedi, "yarın sabah hep birden düşmana hücûm edeceğiz. Bu geceyi namazla geçirin, çok Kur'an okuyun, Allah'tan sabır ve yardım isteyin,

ihtiyatla, fakat sağlam bir yürekle onlara yürüyün, doğru olun."

Asker o geceyi silahlanni hazirlamakla, namaz kilmakla, Kur'an okumakla, dua etmekle geçirdi. Ertesi Çarşamba günü Şamlıların kabilelerini sordu, yerlerini öğrendi, her kabileye kendi tarafindan bulunan ayni kabileyi karşı koydu. Buceyle gibi Şamlılarda bulunmayan kabileyi de Lahm kabilesine karşı dikti, orduyla harekete geçti.

Mâviye de ordusuyla yürüdü, o gün akşama kadar savaştılar. İki taraftan biri üst olmadan akşam karanlığı bastı, ordular, ordugahlarına çekildi.

O gün ilk karşılaşanlar, Adiyy oğlu Hucr'la amcasimn oğlu olan ve Muâviye'ye tabi bulunan Yezid oğlu Hucr'du. Her ikisi de Kinde boyundandi. Yezid oğlu Hucr, Adiyy oğlu Hucr'u savaşmaya çağırmış, o da icabet etmişti. Savaşta Yezid oğlu Hucr mağlup olup kaçmış, Hz. Ali tarafindan Rafâa adlı birisi koşup onu öldürmüştü.

Ertesi Perşembe günü Hz. Ali, alaca karanhkta sabah namazini kılmış, ordusuyla Şamlılara hücûm etmişti. Sağ kolda Huzâa kabilesinin ulusu Varka'ul-Huzaî oğlu Budayl'in oğlu Abdullah, sol kolda Abbas oğlu Abdullah vardi. Hafizlar, Ammar, Kays ve Buday'la oğlu Abdullah'ın maiyetinde üç kısım olmuşlardı.

Hz. Ali, Medinelilerle merkezde, Küfelilerle Basrahlann arasındaydı. Medinelilerin çoğu Ansardandı, biraz da Huzâa ve Kinane boylanna mensup olanlar vardi.

Muâviye de kendisine kubbe gibi bir çadır kurdurmuş, etrafını Şam suvarileri almıştı. Şamlıların çoğu, ölüm üzerine and içmişlerdi.

Budayl oğlu Abdullah, Muâviye'nin sol kolunu idare eden Mesleme oğlu Habib'in fırkasına şiddetle hücûm etti, öğleye kadar şiddetle savaştı, süvarileri bozdu. Atlar, Muâviye'nin çadırına kadar kaçtılar. Muâviye, yanındaki fedaileri Habib'in imdadına koşturdu. Kuvvetlenen Habib, tekrar savaşa başladı, Budayl oğlu Abdullah'ın fırkasını bozdu. Abdullah'ın yanında iki üç yüz kişi kaldı. Bozulan askerin bir ucu Hz.Ali'nin yanına kadar geldi. Hz. Ali imdat için Medinelilerle Huneyf oğlu Sehl'i gönderdi. Fakat Şamlılar karşı çıkarak hareketlerine mani oldular.

Bu sırada sol kolda bulunan Mudar kabilesinde bozgunluk eseri görüldü, fakat Rabia kabilesi ayak diredi. Hz.Ali, onları gayrete getirmek için Huseyn, Hasan ve İbni Hanefiyye'yle yaya olarak yanlarina giderken Ebû-Süfyan'ın azadlı kölesi ahmer karşılarına çıktı. Hz. Ali'ye hücûm edeceği sırada Hz. Ali'nin azadlı kölesi keysan araya girdi. Ahmer onu öldürünce Hz. Ali, onu kemerinden tutup yere çarptı. Ahmer'in kolları ve omuz kemiği kırıldı. Hz. Huseyn'le İbn-i Hanefıyye kılıçlarını çekerek işini bitirdiler.

Hz. Ali sebat eden Rabia boyuna yetişti, onları teşvik etti. Onlar da birbirlerine Mü'minler Emiri aramızda; içimizdeyken ona birşey olursa, Araplar arasında rüsvay oluruz diyerek şiddetle savaşmaya başladılar.

Hz. Ali, sol kola giderken Eşter'e rastlamış, sağ koldaki feryadı duymuş, atını o tarafa sürerken eşter'e ey Eşter demişti, git, onlara sor, ölümden nereye kaçıyorlar? Ölümden kurtulmanın çaresi var mı?

Eşter, hemen o tarafa at sürüp Ben Haris oğlu Malik'im, yanıma gelin diye bağırdı, ondan sonra da sünneti


söndürmeye, bid'ati diriltmeye savaşan kavimle savaşın. Kaçmak, dünyada da ayıptır, ahirette de dedi, onlara te'sirli sözler söyledi. Bozguna uğrayan asker, Eşter'in başına toplandı.

Eşter, onlarla beraber Şamlılara şiddetle hücûm ederek Muâviye'nin yanına kadar sürdü. Kendisi de Budayl oğlu Abdullah'ın yanına vardı.

Abdullah, yanındakilerle ayak diremiş, yerinden kıpırdamamış, Şamlılar da onun sebatını görerek üstüne varamamışlardı. Eşter'e, Mü'minler Emiri ne halde diye sordu. Eşter sol kolda harbediyor diye cevap verdi.

Abdullah, haydi dedi, doğruca Muâviye'nin üstüne hücûm edelim. Eşter buna razı olmadı, yanında fedailer bulunduğunu söyledi. Fakat Abdullah dinlemeyip arkadaşlarıyla çadıra doğru hücûm etti. Önüne gelenleri kesip biçerek ta Muâviye'nin yanına kadar yaklaştı. Fakat yanındakiler, Abdullah'ı yaklaştırmadılar. Arkadaşlarından bir kısmını şehid ettiler. Geri kalanları da yaralandılar. Muâviye'nin yanında bulunanlar, Abdullah'a dolu gibi taş yağdırmaya başladılar. Nihayet yere yıkıldı, şehid ettiler. Muâviye'nin yanında bulunan İbn-i Amir, merhamete geldi, başından sarığını çıkararak yüzüne örttü. Muâviye, yüzünü aç dedi, Kâ'be'nin Rabbine and olsun, bu adam kavmin ulusu; Allah'ım, Eşter'le Eş'as'ı da bana bu halde göster.82 Ondan sonra da vallahi dedi, Huzâa kabilesinin kadınları bile bizimle savaşabilir.

82- Budayla oğlu Abdullah, Mekke fethinden önce babasıyla beraber Müslüman olmuş, Huneyn, Tâif ve Tebük savaşlarmda ve diğer savaşlarda bulunmuştu. Huzâa kabilesinin büyüğüydü. Kardeşi


Eşter, Abdullah'ın adamlarından sag kalanlan, bir firka asker göndererek kurtardı. Sonra Hemdan kabilesi yiğitleriyle diğer erleri toplayıp hep birden hücûm etti. Muâviye'nin yaninda bulunan ve sanklanyle birbirlerine bağlanmış olan beş saflık fedailere kadar yürüdü, safların dördünü yardı.

Muâviye, bu hali görünce kısrağını istedi, kaçmaya hazırlandı. Kısrağa bindi, fakat kaçmayı da nefsine yeremiyordu. Bu sirada, Amr, biraz daha sabir, sonunda galebe bizim diye onu biraz yüreklendirdi.

Savaş iyice şiddetlenmişti. Ebü'1-Husayn'il-Ezdi oğlu Abdullah, Ammar'ın yanındaki hafızlarla Şamlılara saldırmış, safları birbirine katmıştı.

Buceyle kabilesinin sancağını taşıyan Mekşuh oğlu Kays kabilesinin önüne düştü, şehid oluncaya kadar dövüştü. Sancağı amcasının oğullarından biri aldı, o da

Abdurrahman da Sıffin'de şehid olmuştur. Savaş günü, adamlarma şu hutbeyi okumuştu:

"Hamd Allah'a, rahmet ve esenlik Muhammed'e ve tertemiz soyuna. Bilin ki, Muâviye, ehil olmadığı bir davaya kalkışmış, bu işi ehlinden almaya girişmiştir. Batıl bir yolda mücadeleye kalkmış, hakkı inkâr etmiştir. O size bölüklerle, fırkalarla saldırıyor. Yanındakilere sapıklığı bezemiş, yüreklerine fltne sevgisi tohumunu ekmişti. Vallâhi siz hakka uymuşsunuz. Rabbinizden nur'a, apaçık delile sahipsiniz. Şu zulmeden asilerle savaşın, Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın. Savaşın isyan edenlerle, işi ehline verin. Siz, Resulullah'ın maiyyetinde de düşmanlarla savaştınız. Andolsun Allah'a onlar bu lııısıısta da sizden daha temiz, daha hayırlı, daha çekingen değillerdir. Kalkın Allah düşmanına ve düşmanınıza. Allah rahmet etsin size."

Budayloğlu Abdullah için "al-İstiab"a bakınız. c.l, s.351.

şehid düştü. Bu kabileden ve sahabeden Ebu-Hazim'le oğlu da şehid oldular.

Tay ve Naha' kabileleri şiddetle dövüşmekle, birçok erler şehid düşmekteydi.

Şamlıların sağ kolunda bulunan Hımyer kabilesiyle Zü'l-Kela' ve Ömer'in oğlu Ubeydullah da Hz. Ali'nin sol koluna hücum etmişlerdi. Rabia boyu sebat etmiş, kaçanları geriye gelmiş, Abd'ül-Kays kabilesi de imdada yetişmişti. Kanlı bir savaş başladı ve Zü'1-Kela'la Ubeydullah maktul düştüler. Zü'l-Kela', son zamanlarda Muâviye'nin haklı olup olmadığında tereddüde düşmüştü. Hz. Peygamber'in Ammar'ı asi bir taifenin öldüreceğini söylediğini duymuş, bu yüzden cam sıkılmış, inancı sarsılmıştı. Hatta bu yüzden, Ammar şehid edilince As oğlu Amr, Muâviye'ye bilmem demişti, Ammar'ın ölümüne mi daha fazla sevinmeli, Zü'1-Kela'ın ölümüne mi? Zü'l-Kela' şimdi sağ olsaydı mutlaka senin aleyhine kalkar, halkı da birbirine katardı.

Hımyer kabilesinden Sabbah oğlu Kerib isminde biri ortaya atılmış kendisiyle tek başına savaşacak bir er istemektedi. Şamlılar arasında yiğitlikçe ona eş yoktu. Karşısında çıkan Mustafa, Haris, Aiz adlı üç eri birer birer öldürdü. Tekrar er istedi. Hz. Ali, Kerib'in karşısına çıkıp yazıklar olsun sana dedi, çekin, seni Allah'ın ve Peygamber'in sünnetine çağırıyorum, sakın seni ciğerler yiyenin oğlu cehenneme atmasın. Kerib, bu sözleri çok duyduk dedi, istiyorsan gel de kılıcımı gör.

Hz. Ali, kuvvet ve tasarruf sahibi ancak Allah'tır deyip ileri atıldı, bir vuruşta herifı kanlar içinde yere yıktı. Sonra er istedi. Hımyer kabilesinden Haris karşısına geldi. Hz.


Ali, onu ve ondan sonra meydana çıkan Muta'ı da ona ulaştırdı. Tekrar er istedi, karşısına kimse çıkmadı.

AZRET-İ ALİ MUÂVİYE'Yİ SAVAŞA ÇAĞIRIYOR

Hz. Ali, bu sefer Şamlıların ordusuna dönüp bağırdı:

- Ya Muâviye!

Ordudan hiçbir ses gelmedi. Tekrar bağırdı, tekrar bağırdı:

- Ya Muâviye, ya Muâviye! Nihayet Muâviye dile geldi:

- Ne istiyorsun? söyle.

Hz. Ali, sana bir tek söz söyliyeceğim. Ne diye bu iki ordu birbirini kırsın, ne diye bu kadar kan dökülsün? Karşıma çık, benimle savaş. Hangimiz hangimizi öldürürse öldürsün, hüküm sağ kalanın olsun dedi.

Amr, Muâviye'nin yanındaydı. Doğru söylüyor dedi, hadi çık.Muâviye, galiba dedi, benim mevkiimde gözün var. Var git işine, benden başkasını kandırmaya bak. Ebu Talib oğluyla şimdiye kadar kim savaşmış da üst olmuş, kanı yerleri sulamamış?

Bu sözleri söyleyen Muâviye, derhal safların ta gerisine gitti ve Hz. Ali ile bizzat savaşmazsa Amr'la banşmamaya yemin etti.

Amr, yemininin yerine gelmesi için bir aralık meydana girip "Ey Kufeliler, ey fitne ehli, Ebü'l-Hasan nerde, onu göremiyorum" diye recez okurken Hz. Ali, "Evet, iyi bil ki hem Ebü'l-Hasan, hem de Ebü'l-Huseyn


burda, karşında" diyerek üstüne hücûm etmiş, bir kılıçta zırhını yanp kendisini atından düşürdü. Amr kurtuluş çaresi kalmadığını görünce bir garip harekette bulunmuş, Hz. Ali, utancından onu bırakıp geriye dönmüştü.83

AMMAR'IN (RA) ŞEHADETİ

Ammar, maiyyetindeki fırkayla düşmana saldırdı. uzaktan gözüne ilişen Amr'a bağırdı:

- Ey Amr, dinini sattın, Mısır'ı aldın.

Sonra hücûm etti. Aynı zamanda şu recezi okumaktaydı:

"Allah gerçektir, gerçek söylemiştir. Uludur Rabbim, yücedir. Rabbim, sen benim şehid olmamı yaklaştır, şehid olarak ölmeyi çok isterim, severim. Geriye dönmeden hücûm ederken ölnıek, bütün ölümlerden üstündür. Bu çeşit ölen kişiler, cennetlerde Rablerinin indinde cennet ırmaklannın sularından içerler. Zencefîl kokan miskle karışık şerbetle susuzluklarını giderirler."

Sonra dedi ki:

"Allah'ım, sen de bilirsin ki razılığın şu denize atılmamda olsa, bunu bilsem çekinmeden kendimi atarım. Allah'ım, bilsem ki razılığın, kılıcımı yere dayayıp karnımı kılıca vererek ucu sırtımdan çıkıncaya dek üstüne abanmaktadır, hiç çekinmeden, bu işi yaparım. Bııgün şu kötü kişilerle savaştan daha

83- Nur'ül-Absar, fi Menakıbı Alü - Beyt'in - Nebiyy'il-Muhtar, Mısır - Matbaat'al-Maymaniyya, 1308, s.91.


ziyade razı olacağın bir iş olduğunu bilseydim o işle uğraşırdım."

Ammar, o gün "Nerde Rabbinin razılığını isteyen, nerde malından, oğlundan geçip Allah rızasını ede etmeyi dileyen" diye bağmyor, yanındakilere, Ey halk diyordu. Osman'in kanını almak isteyen şu kavma saldırın.

Savaşırken Utbe oğlu Haşim'e rastladı. Ona yaklaşıp, "Hücûnı, anam-babam sana feda olsun ey Haşinı hücûm" diye bağırdı ve "Ey Haşinı, cennet kılıçlaıın gölgesi altında, ölünı mızrakların ucunda. Gök kapıları açıldı, kara gözlü hüriler bezendi" dedi.

Ammar, doksanı aşmış bir ihtiyardı. Öyle olduğu halde hem hücûm ediyor, hem de "Ey halk, cennete yürüyüş" diye bağırıyordu.

Bir arahk As oğlu Amr'ın sancağını gördü, Vallahi dedi bu sancak, Rasulullah'a karşı da üç kere savaşmıştı; bu seferki savaşı da onlardan hayırlı değil. Sonra şu recezi okudu:

"Biz, sizinle Kur'an'ın tenzili için savaşmıştık, bııgün de te'vili için savaşıyoruz. Kıhçlarımızla başlarını, gözlerini yaracağız. Bugiin ya dost dostundan ayrılır, ya hak, yoluna girer, yücelir."

Bu sırada susadı. Kolları uzun bir kadın kendisine bir kırba sundu. Kırbada su karıştırılmış süt vardı. Ammar bunu içince dedi ki:

"Cennet kıhçların altında. Bugün sevgililerime, Muhammed'e ve ona uyanlara kavuşacağım. Vallahi başımızı yarsalar, canımızı alsalar gene iyiden iyiye biliyoruz ki biz haklıyız, onlar batıla tabi."


Bir rivayette süt sunan Raşid adlı bir köleydi. Ammar sonra gene savaşa başladı.

Bu sırada ibnü Cevn'al-Sekseki ve Ebül-Gaadiyetal Fizari adh iki adam, Ammar'a hücûm ettiler. Ebii'l-Gaadiye, bir firsatini bulup Ammar'i yaraladı. İbnü Cevn de başını bedeninden ayırdı.

AMMAR'IN ŞEHADETİ BİR BURHAN OLDU

İbnü Cevn Ammar'in başını alıp Muâviye'ye koştu, Ebü'l-Gaadiye de peşinden seğirtti. Her ikisi de Ammar'i ben öldürdüm diyordu.

Amr ordaydi, son söylediği söz neydi diye sordu. İbnü Cevn, bugiin sevgililerime, Muhammed'e ve ona uyanlara kavuşacağım diyordu dedi. Amr doğru söylemiş, sen de onu ben öldürdüm diyorsun ya, sözün doğru. Fakat bil ki Rabbinin gazebine uğradın, dedi.

Tabiinden Cuveyn'ül-Urani oğlu Habbe demiştir ki:

"Sahabeden olup Hz. Peygamber tarafindan kendisine münafıklar ve kendisinden sonra kopacak fitneler haber verilmiş bulunan Hz. Huzeyfe'den fitneyi sormuştum. İçinde Sumeyyeoğlu'nun bulunduğu fıtneden sakınınız; çünkü ben, Allah ona ve soyuna rahmet etsin, esenlikler versin, Rasulullah'tan duydum; dedi ki: Ammar'i azgın ve zalim bir topluluk öldürecek, dünyadan son rızkı da suyla karışık süt olacak. Ammar-ı şehid edildiği gün gördüm, bana son rızkımı getirin dedi. Kendisine sulu süt verildi. Sütün bulunduğu kap, kenarında çepe çevre kırmızı boyadan bir çizgi bulunan geniş bir kaptı. Sütü içti, bugün sevgililerime, Muhammed'e ve ona uyanlara kavuşacağım dedi. Huzeyfe kil kadar bile hata etmedi."84

Buhari, bu hadisi Ebu-Said'ül-Hudri'den şu süretle tahric eder:

"Bir gün konuşulurken söz mescidin yapılmasına geldi. Ebu-Said dedi ki:

Biz birer kerpiç taşıyorduk. Ammar ikişer-ikişer taşımaktaydı. Rasulullah, onun yüzündeki toprağı arıttı da yazık Ammar'a, onu azgin, zalim bir topluluk öldürecek. O, onları cennete çağıracak, onlarsa onu cehenneme çağıracak dedi. Ammar, fitnelerden Allah'a sığınınm derdi.85

Birçok kişiler Ammar'ı ben öldürdüm diyor, Muâviye'yle Amr'ın huzurunda çekişiyordu. Nihayet Ebü'l-Gaadiye'yle ibnü Cevn'in öldürdüğü anlaşılınca Amr, müjde olsun dedi, ikiniz de cehennemliksiniz. Adamlar gidince Muâviye, Adamlar bizim için canlarını feda ediyorlar, ne diye bu lafi edersin diyince amr, vallahi öğledir, sen de bunu bilirsin, keşke bundan yirmi yıl önce ölseydim de bu hali görmeseydim dedi.

Amr'in oğlu Abdullah da bu adamlara, Defolun, Rasulullah'ın Kureyş boyu ne ister Ammar'dan, onunla ne alacaklan - verecekleri var? ammar onlan cennete çağırır; onlarsa onu cehenneme; onu öldüren de, elbisesini alan da cehennemliktir, dediğini duydum demiştir.

84- Al-Kamil, Mısır, 1290, 3, s.133.

85-  Al-Tecrid'us-Sarih li Ahadis'il-Cami'is-Sahih, Mısır, 1323, 1, s.44.


Muâviye'yse onu biz öldrümedik ki; onu bu savaşa getiren öldürdü diye hadisi te'vile kalkıştı.

AMMAR KİMDİR?

Ammâr, Yasir oğludur. Muzhac kabîlesindendir. Babası Yemen'den gelmiş. Ebü- Huzeyfe onu evlendirmiştir.

Oğlu Ammâr'la berâber Ebü- Huzeyfe'nin evinde kalırdı. Hz. Muhammed (s.a.a) Müslümanlığı yaymaya başlar başlamaz Yâsir, kansı Sümeyye, oğulları Ammâr ve Abdullah'la birlikte müslüman olmuştur. Müşrikler Mekke'de koruyacak kimseleri bulunmayan Yâsir âilesine çeşitli işkenceler yaparlar, Hz. Muhammed gerçekten görür, üzülür, "Sabredin ey Yâsir âilesi" diye onlara gayret verir, "Allah'ım, sen Yâsir soyunu yarlığa" diye duâ ederdi. Bir gün gene işkence çektilerini görmüş, "Sabredin ey Yasir soyu, şüphe yok ki size vaadedilen yer, cennettir" buyurmuştu.86

Müslümanların ilk şehidi Yâsir'le zevcesi Sümeyye'dir 87. Ammâr, kendisine edilen ezaya tahammül edememiş, söylemesini istedikleri sözü söylemişti. Bunu, Ammâr dîninden döndü tarzında Hz. Muhammed'e haber verdikleri zaman Hz. Muhammed, "Nasıl olabilir ki o, tepesinden tırnağına kadar imanla doludur" demiş, 16. suresinin 106. âyet-i kerimeleriyle Hz. Peygamber, tasdik edilmişti.

86-Al-İstîab, 2, 635-636. 87- Al-İstîab, 2, 758-759.

Ammâr, Habeş iline hicret etmiş, iki kabileye namaz kıldırmış, Bedir savaşında bulunmuş sahabedendir. Bütün savaşlarda bulunmuş, Uhud savaşındaki sebat ve gayreti yüzünden Hz. Peygamber. "Cehennem Ammâr'a haramdır" buyurmuştur.

Tebük savaşında münafıklardan on iki kişi Hz. Peygamber'e bir pusu kurup beklerken Ammâr, Hz. Peygamber'in devesinin yularını tutup çeker, Huzeyfe ye derken silah seslerini duyunca "kötülük size, size ey Allah'ın düşmanları" diye bağırmış, münafıklar korkup kaçmışlardı.

Velid oğlu Halid, "Ammar'a buğzeden Allah'a buğzeder" hadisini, Enes, "Cennet Ali'ye, Ammar'a, Selman'a iştiyak çeker" hadisini rivayet etmiştir.

Hz. Ali, Ammar'ın bir gün huzura girmek için izin istediğini, Hz. Peygamber'in, "Merhaba ey tertemiz arınmış kişi" diye O'na izin verdiğini söyler.

Hz. Ayişe, Hz. Muhammed'in, "Ammar, iki iş arasında kalsa, hayırlısını seçer" dediğini rivayet etmiş, Tirmizi, "Müjdelerim seni ey Ammar, azgın, zalinı bir topluluk tarafından öldürüleceksin" hadisini Ebü-Hüreyre'den tahric eylemiştir.

Ehlibeyt yoluyla gelen hadisler de hadden ziyadedir ve Selman, Mikdad ve Ebü-Zerr'le beraber Ammar, dört direk anlamına "Evtad-ı Erbaa, Erkan-ı Erbaa" diye anılagelmiştir.

Ömer, Ammar'ı bir aralık Kufe'ye vali olarak göndermişti. Künyesi Ebü'l-Yakzan olan Ammar, şehadetinde doksan, yahut doksan üç yaşındaydı. Hz. Ali, namazını kılmış, yıkamadan kanlı elbisesiyle bizzat defhetmiştir.88

AMMAR'IN ŞEHADETİNDEN SONRA

Bedir savaşında bulunmuş olan ve Hz. Muhammed tarafindan şehadeti, iki tanık yerine kabul edildiği için "Zü'ş-Şehadeteyn" diye anılan Huzeymet'al- ansari, Siffin'de Ali tarafinda bulunmakla beraber savaşa katılmaktan çekiniyordu.

Ammar şehid olunca, karşımızdakilerin azgınlar, zalimler olduğunda hiçbir şüphem kalmadı deyip kılıcını kinindan sıyırmış, şehid oluncaya dek şavaşmıştır.

Ammar'ın şehadetinden sonra Hz. Ali, Rabia ve Hemdan boylanna siz benim zirhimsiniz, silahimsiniz demiş, yanına toplanan on iki bin erle şiddetle şamlılara hücum etmiştir.

HAŞİM'İN ŞEHADETİ

Hz. Ali'nin sancağı Ebu-Vakkas oğlu Utbe'nin oğlu Haşim'deydi. Haşim, Ammar'la beraber savaşa girmişti. Allah'ı ve ahireti seven yanıma gelsin deyip akşam üstü tekrar tekrar şamlılara hücum ediyordu. Bu sırada şamlılardan bir genç, Haşim'in karşısına çıkıp "Ben Gassan Padişahlarının evladındanım. Osman'ın kanını istiyorum. Ali, Osman'ı öldürmüştür. O da siz de namaz kılmayan adamlarsınız" gibi laflar etti. Haşim, Dur da dinle dedi; Osman'i Hz. Muhammed'in sahabesi mi öldürdü? senin bu işle ne ilgin var. Onlar din ve bilgi ehlidir, Müslümanlarla yapacakları işi çok daha iyi bilirler. Bir an bile din hususunda ihmalleri görülmemiştir.

Genç, azıcık dur, azıcık dur dedi, çünkü ben vallahi yalan söz söylemem, yalan adama zarar verir, fayda vermez. İnsanı kötü kişi eder, bezemez.

Haşim, Bu işte dedi, senin hiçbir ilgin yok, Bu işi ehline bırak. Genç, and olsun Allah'a, saniyorum ki bana öğüt vermedesin dedi. Haşim, Evet dedi, Emirimizi namaz kılmamakla töhmetlendiriyorsun, halbuki o, Resülullah'la ilk namaz kılan adamdır. Allah dininde en doğru hüküm verendir, halkın Resülullah'a en yakınıdır. Onunla beraber olan şu gördüğün kişilerin hepsi de Kur'an okurlar, geceleri teheccüd manazını kılmadan uyumazlar, kötü kişiler din hususunda seni aldatmasinlar.

Genç, sen temiz bir kişisin dedi, tevbe edersem Allah tevbemi kabul eder mi? Haşim, evet, dedi, tevbe et, Allah kabul eder, kötülükleri bağışlar.

Genç tevbe edip geri döndü. Şamlılardan biri, seni o Iraklı kandırdı deyince, hayir dedi, o bana öğüt verdi.

Haşim, Şamlıların sebatını görünce askerine, onların sebati, Araplann adeti olan hamiyettendir, yoksa onlar sapıktır, azgındır, hak sizde dedi. Yanindakilerle gene şiddetle hücum etti. Artık zafer nişaneleri belirmek üzereydi. Güneş batarken Münzir'üt-Tenuhi oğlu Haris, Haşim'i yaralayıp yere düşürdü, şehid etti.

Sancağı Haşim'in oğlu Abdullah aldı ve yanındakilere şu sözleri söyledi.:

"İnsanlar! Haşinı Allah kullarından bir kuldu. kullann liziklarini takdir eden, yaptıklarını hisab eyleyen ecellerini tayin buyuran Allah'tir. Rabbi onu çağırdı, o da hiç isyan etmediği Rabbinin davetine icabet etti. Allah'in em line uymuştu, Resülullah'ın amıcasının oğlıına, ilk inanana, dinde en iyi hiikiini verene, Allah'in haiani ettiğini helal ederek şehirlerde cevir ve fesat eden Allah düşmanlarına karşı durana itaat ederek savaştı. Şeytan onları azdırmış, sııçıı, düşmanhğı onlara güzel göstermiştir. Allah'in çizdiği sınırları bozanlarla, Resülullah'ın sünnetini değiştirenlerle, Allah dostlarına karşı gelenlerle savaşın."

Hz. Ali, Haşim'in şehadetine pek üzüldü, ona bir mersiye söyledi. Ammar'ın şehadetine de pek yanmış, hatta "Ammarın şehadetine üzülmeyen kişinin Müslümanhk zevkinden behresi yokur" demişti. Muaviye ise, Hz. Ammar'ın şehadetine, fetihlerin fethi demiş, pek sevinmişti. Budayl oğlu Abdullah'la Ammar, Ali'inin sağ ve sol kollarıydı, ikisini de kestik sözü de onun sözlerindendir.

Şamlılar, Haşim'in şehadetinden de pek memnun olmuşlardı. Hatta Ammar'ın şehadeti üzerine Muaviye'ye doğruyu söyleyen, Muaviye'nin, onu biz öldürmedik, buraya getiren öldürdü diye hadisi te'vil etmesine karşı, o halde Hamza'yı da Vahşi öldürmedi, onu Uhud'a götüren Hz. Peygamber öldürdü diyecek kadar ileriye varan Amr bile, "Biz Haşim'i de, Yasir oğlu'nu da zorla öldürdük, Budeyl'in de iki oğlıınu katlettik" diye bir beyit söyledi.

Hz. Ali, ileriye gidince Şamlılardan Gassan kabilesinin ayak dirediğini gördü. Oğlu Muhammed ibni Hanefıyye'yi bir firka ile üstlerine gönderdi. Şiddetle hücum edip bir kısmını kılıçtan geçirdiler. Sağ kalanlar geriye çekilmeye mecbur oldular.

Cuma gecesi savaş sabahadek sürdü. Oklar bitmişti, mızraklar kırılmıştı ses seda kesilmişti karanlık basmıştı göz gözü görmez olmuştu. Duyulan yalnız kılıç sesleri, insan mırıltılan, erlerin ve atların solukları ve nal şakırtılanydı. Hz. Ali, sağa sola yetişiyor, gereken emirleri veriyordu.

Eşter, çok defa onunla atbaşı beraber gitmede, önüne geleni silip süpürmedeydi. Arada bir, Hz. Ali'nin bizzat savaşmamasını reca eder, onu canıyla korurdu. Perşembe günü akşamı sağ kola me'mur olmuş, Cuma sabahınadek şiddetle savaşıp adım- adım ilerlemişti.

Savaş üç gün, üç gecedir devam ediyordu. Namaz kilmaya bile vakit yoktu. İma ile namaz kilinmadaydi.

Gecelerden bir gece, Muaviye pek sıkışmıştı. Mervan'ı çağırıp, Eşter'le savaşır, onu ortadan kaldırabilirmisin dedi. Mervan biraz düşündükten sonra Amr'ı çağır, bu işi ona buyur dedi. Muaviye neden diye sorunca Mervan, o senin sırdaşın, haldaşın dedi. Muaviye, ne demek dedi, sen canim -ciğerimsin. Mervan, öyle olsaydım beni mahrum birakip da ona lütufta bulunmazdin dedi.

Muaviye, birisine git dedi, Amr'ı çağır. Adam gitti, Amr'a seni emir istiyor dedi. Amr gelince Hayrola dedi, yeni bir şey mi var? Muaviye dedi ki: Bir şey yok; yalniz Eşter'in savaşı beni bitiriyor. Mervan'ı çağırdım, git, ona karşı dur dedim, Amr'ı çağır, dedi, o senin sırdaşın, haldaşın.

Amr, zor durumda kaldı. Mısır valiliğinin gitmesinden korktu. Pekâlâ dedi, yarın Eşter'le çarpışırım.

Sabahleyin meydana çıkıp recez okudu. Eşter'i çarpışmaya çağırdı. Eşter derhal Amr'ın karşısına çıktı, Yüzüne bir mızrak vurdu. Fakat mızrak zırhtan kaydı, Amr'a bir şey olmadı. Amr hemen kaçıp ordusuna katıldı. Kendisiyle alaya başladılar.

Bir genç bu hale dayanamadı, Eşter'in karşısına çıktı. Eşter, Şamlının gençliğine acıdı, oğlu İbrahim'i çağırdı. Sen de gençsin, bu da genç; siz çarpışın, ben seyredeyim dedi.

İbrahim Şamlı gence hücûm etti ve bir hamlede genci öldürüp yere yıktı.

Erler yorulmuşlardı. Eşter bunu görüp Ey Iraklılar, canını Allah'a satan yok mu diye bağırdı, halkı savaşa teşviyk etti. Erler, tekrar düşmana saldırdılar.

Eşter, Hz. Ali ile ta Muâviye'nin bulunduğu yere kadar vardı. Bu sırada Ertat oğlu Büşr karşılanna çıktı, ey Ebe'l-Hasan, gel karşıma diye bağırdı. Eşter yerinde durdu, Hz. Ali, Büşr'ün karşısına çıktı. Mızrağıyla hamle etti. Büşr zırhlı olduğu için yaralanmadıysa da hamlenin şiddetinden yere düştü, ne yapacağını şaşırdı, o da Amr'ın yaptığını yaptı. Hz. Ali, yüzünü çevirdi, onu bırakıp yerine döndü. Eşter, Ey Müminler Emiri, bu Allah'ın da, senin de düşmanın Büşr diye bağırdı. Hz. Ali, bırak ey Eşter dedi, Allah lanet etsin ona.

Büşr'ün Şamlılar arasında bir amca oğlu vardı. Bu olayı görünce hiddetle meydana çıktı. Eşter hücüm edip adamı öldürdü.

Savaşın şiddetli zamanlarında Dırar'ül-Ezdi oğlu Eşter'le savaştı. Eşter onu esir edip ordugaha getirdi. Asbag şairdi. Geceleyin şu şiiri söylemeye koyuldu:

"Keşke bu gece sürüp gitseydi, halk sabahı bulmasaydı, gün gelip çatmasaydı; bu gece, kıyametedek sürseydi; çünkü yarınki gün, helak günüm olacak sanıyorum. Ey gece, uzadıkça uza; geceleyin rahattayım, sabah ya öldürüleceğim, ya bağışlanacağım, tutsaklıktan kurtulacağım. Yer, altımda altnıış kat olsaydı da ben orda gizlenseydim gene korktuğuma uğramamak imkânı yoktu. Ey nefls, azıcık sabret; ey Dırar oğlu, dayan; ölünıe daha vakit var; belki de bu kavim bana acır. Eşter, belki de bana kıymaz. Bıınlar da benim kavmimdir, ben onlaıı öldürmedim, onlar da beni bağışlarlar, aybımı örterler."

Sabah olunca Eşter, bu adamı alıp Hz. Ali'nin huzuruna götürdü; Ey Mü'minler Emiri dedi, dün bu adamı esir ettim. Ölümü hak etseydi öldürürdüm. Gece bir şiir söyledi, bizi heyecanlandırdı. Dilersen öldürt, dilersen bize bağışla.

Hz. Ali, sana bağışladım dedi, Eşter adamı koyverdi.

Sabah vakti Adiyy'ün-Nahai oğlu Amr, Şamlılardan er istedi. Şamlılardan Ebü-Cündeb adlı birisi çıktı. Pek yiğitti, Amr'ı öldürdü. Ondan sonra çıkanı da şehid etti. Eşter pek kızdı, yanında bulunan birisine, Beni tanırsa belki çarpışmaz, zırhlanmızı değiştirelim dedi. Kendi zırhını ona verdi, onun zırhını giyip karşısına dikildi. Allah seni öldürsün dedi; Naha' boyunun ululanni öldürdün. Adam, onları öldürmek vacipti, çünkü onlar İmam Osman'la Muâviye'ye isyan ettiler dedi. Ester, Ey Şamlılar dedi, ne de ahmaksiniz; Muâviye hileyle sizi aldatmış. İnsanların, mahluka en fazla itaat edenleri, yaradana en fazla isyan edenleri gerçekten de sizsiniz.

Adam kızdı, Eşter'e hücum etti. Eşter adamin hamlesini reddetti, bir hamlede işini bitirip yere serdi. Karşısına geleni öldürdü, geleni öldürdü, böylece tarn on iki kişiyi katletti, döndü, orduya katıldı.

Tarn bu sırada Şamlılardan biri çıkıp, kimdir bizden on iki kişiyi öldüren? Karşıma çıksın diye bağırdı. Eşter hemen geri dönüp, Dur dedi, Allah izin verirse seni de onlara kavuşturayım. Bir hamlede, dediği gibi onu da öbürlerine kavuşturdu.

Sonra Şamlılara karşı bağırdı:

- Muâviye'yi istiyorum, o çıksın karşıma.

Muâviye, Eşter'i tanımıştı. Sen benim dengim değilsin, seninle savaşmam diye bağırdı. Eşter doğru söylüyorsan sahibimle savaş, o Arapların seyyididir dedi. Muâviye bu söze cevap vermedi. Yalnız Rabia oğlu Cündeb'i çağırdı, Eşter'le savaşmasını emretti.

Bu adam, Muâviye'nin kızını istemişti de vermemeişti. Amr, Eşter'i öldürürsen Muâviye kızını verir sana diye onu kandırdı, meydana gönderdi.

Adam meydana çıkınca Eşter, ne cesaretle, ne fıkirle karşıma çıktın dedi. O, kızını bana verecek deyince Eşter bir hayli güldü. Adam mızrağıyla hücûma kalkışınca mızrağını yakaladı. Cündeb uğraştı, çabaladı, mızrağı kurtaramadı.

Eşter mızrağa bir kılıç vurdu, ikiye bölündü. Adam korkup kaçmaya başladı. Eşter koşup herifı öbür dünyaya yolladı. Tekrar er istedi. Fakat kimse meydana çıkmadı. Hz. Ali, Eşter'i yanına çağırdı, benimle de kimse savaşmıyor, seninle de dedi ve ilave etti:

"Ben sağ kola hücûm edeyim, sen sol kola hücûm et."

İkisi de hücûm ettiler, asker de ardlanndan yürüdü. İki takım birbirine girdi. Gece yarısından kuşluk çağınadek savaştılar. Eşter, erlere, Dayanın ey mü'minler, şimdi tandır kızdı diye bağırdı.

Hz. Ali, askerin kalbinde, Ester sag kolda, Abbas oğlu Abdullah sol kolda bulunduğu halde savaş meydanını geçtiklerini, meydanın arkada kaldığını gördüler ki bu zaferin artik tamamiyle kazanılmış olduğunu gösteriyordu.

Eşter, son bir hücumla, işi bitirmek için askere, Canini Allah'a satan kimdir? Hücûm edin, amcam, dayim fada olsun size, savaşın, Allah bu savaş yüzünden sizden razı olacak, din onunla yücelecek diye bağırdı, Alemdara da Çek sancağı dedi, Şamlılara hücûm etti. Hz. Ali de imdad için Eşter'e bir fırka gönderdi.

MUSHAFLAR MIZRAK UÇLARINDA

Muâviye şaşkın bir halde Amr'i çağırdı, ne yapacağız dedi. Amr, senin adamlarin onun adamlanna dayanamaz. Sen de ona denk ve eşit değilsin. O seninle Allah için savaşıyor, sen bambaşka maksatla savaşıyorsun. Sen yaşamak istiyorsun, o şehadet istiyor. Iraklılar, üstün olursan onları yok edersin diye senden korkuyorlar, Şamlılar, Ali üst olursa bize zulmeder demiyorlar, ondan korkmuyorlar. Onları Allah kitabına çağır, sizinle aramızda bu kitap hakem olsun de. Zaten ben, en son bu tedbiri düşünmüştüm dedi.

Muâviye pek doğru dedi. Mızraklara mushafların bağlanmasını emretti. Beş yüz mushaf bağladılar. Üç mızrağı biribirine bağlayıp uçlarına Rakka yakınlarında bulunan Miske şehrinin Ulu camiinin büyük mushafını bağlamışlardı.

Mızrakları taşıyanlar aldıkları emre uyup Ey Iraklılar, sizinle bizim aramızda Allah'ın kitabı var; Ey Arap topluluğu, kadınlannızı, kızlarınızı düşünün, Allah için olsun düşünün, siz yok oldunuz mu onlar kâfırlere esir olurlar diye bağırıyorlardı.

Hz. Ali, "Allah'ım dedi, sen de bilirsin ki onların maksatları kitap değil, sen onlarla aramızda hükmet, sensin hüküm ve hikmet sabihi gerçek Tanrı."

Ebü'l-A'ver de ak bir ata binmişti. Başına bir mushaf koymuş, "Iraklılar, aramızda Allah kitabı bu" diye bağırmadaydı. Edhem oğlu Eb'üt Tufayl sağ kola, Ebü-Şurhabil sol kola karşı çıkmış, Ey Iraklılar, Allah için olsun, Allah için olsun, kadınlarınıza, kızlannıza acıyın; ölür giderseniz kâfırlere esir olacaklar diye bağrışıyorlardı. İkisinin de başlarında Kur'an vardı.

HZ. ALİ'NİN (AS) ORDUSUNDAKİ KARGAŞALIK

Mushafları gören Iraklılar durdular, her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Kimisi savaşa devam edelim diyordu, kimisi Allah kitabındaki hükme uyahm diye bağırıyordu.

Hz. Ali, "Allah kullan" dedi, "ben Allah'ın kitabına uymak hususunda herkesten ileriyim. Fakat Muâviye, Amr, İbnu Emi-Muayt, Dahhak gibi adamlar Kur'an ehli değillerdir. Onların ahvalini sizden iyi bilirim, Allah'in kitabının hükmünü de hepinizden iyi bilir, anlanm, Onlann mushaflan kaldirmalan, size karşı tutmalan bir hileden ibaret. Birazcık dayanın, iş bitecek" dediyse de fayda etmedi. Orduda fazla ibadetle zayıflamış, fazla secde etmekten alınları nasırlaşıp kararmış bulunan bir hafızlar topluluğu vardı. Kur'an'daki hükümleri düşünmeden boyuna Kur'an okuyan,vakitlerini ancak namaz kılmakla geçiren bu yobazlar, geldiler ve Mü'minler Emiri lakabını kullanmadan Ya Ali dediler, Allah'in kitabina icabet etmezsen Affanoğlu'nu öldürdüğümüz gibi seni de öldürürüz, yahut da tutar, düşmanına teslim ederiz seni.

Hz Ali, "Yaziklar olsun size" dedi, "Allah'in kitabina halki ilk davet eden ve ona ilk icabet eden benim. Ben onlarla Kur'an'ın hükümlerini ihya etmek içiıı savaşıyorum. Çünkü onlar Allah'in emrine isyan ettiler, ahdini bozdular kitabını ardlarına attılar. Size söylüyorum, bu hareketleri, Kur'an'la amel etmek değil, sizi kandırmak için bir hile ancak."

Fakat iş işten geçmişti, söz ayağa düşmüştü. Eşter'e haber yolla, savaşı bırakıp gelsin diye ısrara başladılar. Eşter, savaşı bırakmamıştı, zaferi elde etmek üzereydi.

Hz. Ali, Hani oğlu Yezid'i Eşter'e yolladı, git dedi, haber ver, fıtne koptu, buraya gelsin.

Hani oğlu Yezid koşa-koşa Eşter'e ulaştı, Mü'miler Emiri, fıtne koptu, buraya gelsin diyor dedi. Eşter, mushaflann kaldırılışından değil mi diye sordu. Yezid evet deyince, Vallahi dedi, görünce korkmuştum ve işin böyle olacağını sanmıştım. Bu işi Nabiga'nın oğlu (Amr) meydana getirdi, mutlaka, bu, onun işi. Git, Mü'minler Emirine söyle, işi bırakacak zaman değil, fetih ve zafere ulaşmak üzereyiz.

Yezid dönüp geldi, Fetih ve zafere ulaşmak üzere dedi. Bu sözü duyan topluluk, gürültüye başladı. Vallahi dediler, o gelmezse senden aynlır, seni yalnız bırakırız. Hz. Ali, Yezid'i tekrar gönderdi. Eşter, zaferi elde etmeğe ne kaldı ki diye sözü başlarken Yezid, sen burada muzaffer ol, Mü'minler Emirini orda öldürsünler, yahut düşmanına teslim etsinler, sence daha mı hoş dedi.

Eşter, Subhanallah, vallahi hoş değil deyip savaşı bıraktı. Hz. Ali'nin yanına gelince kargaşalık çıkaranlara karşı bağırmaya başladı:

Ey aşağılık, ey korkak, ey battal kişiler, tarn zafere ulaşacağımız, onları kahredeceğimiz zamanda nedir bu yaptığınız? Sanıyor musunuz ki onlar mushafları kaldırdılar da içindeki hükümlere çağırıyorlar? Vallahi Kur'an'daki emirleri terkettiler, kendisine Kur'an indirilenin sünnetlerini bıraktılar, aldanmayın, beni bir at koşturacak kadar bırakın, çünkü fethi zaferi duydum, elde etmek üzereyim.

Hayır dediler, imkânı yok. Seni bırakırsak yaptığın hataya iştirak etmiş oluruz. Eşter, Zaten dedi, iyileriniz şehid oldu, rezilleriniz kaldı. Ne vakit Hakka uydunuz ki?

Onlar, biz Allah için harb ettik, şimdi de Allah için savaşı bıraktık dediler. Eşter, yazıklar olsun size dedi; aldandınız, hilelerine kandınız. Ey alınları secdeden katılaşıp kararmış kişiler, dünyada zahidlik etmek, Allah'a kavuşmayı özlemek yüzünden namaz kılıyorsunuz sanıyorduk. Halbuki sizin namazlarınız gösterişten ibaretmiş, meramınız dünyayı elde etmekmiş. Bugün dünyaya kaçıyorsunuz, ölümden korkuyorsunuz. Bundan böyle ebedi olarak ne yücelik bulabilirsiniz, ne şerefe erebilirsiniz. O zalimler bizden nasıl uzak oldularsa siz de uzak olun.

Bu sözleri duyunca Eşter'e sövmeye başladılar. Hz. Ali, susun diye emredip gürültüyü kesti.

HZ. ALİ'NİN (AS) ADAMLARI

Hz. Ali'nin adamları, bütün bu olaylardan anlaşıldığına göre dört bölüktü:

Birinci bölük, can gözleri açık, ihlasları tam, inançları sarsılmaz, sözleri ölzeriyle bir, onun derecesini ve hakkını adamakıllı bilir, onun için can vermeyi canlarına minnet sayar kişilerdi. Fakat bunlar azdı. Eşter bunların başındaydı. Adiyy oğlu Hucr, Hamık oğlu Amr, Ebü-Eyyüb'ül-Ansari, ona uyan diğer ashab, bilhassa Ammar, bu birinci bölüğün seçilmiş örnekleriydi.

İkinci bölük, yürekten ona bağlı olan, fakat hiyleye kanan, yaşayışa bağlanan, ölümden korkan bölüktü. Cabir oğlu Hurays, Şeddad oğlu Rıfâa bunlardandı.

Üçüncü bölük, yüreklerinde ona karşı ihlas ve sevgi taşımayan, yalnız kalabalığa katılan, hileye kapılan kısımdı, Hafızlar bu kısımdandı. Onlar Kur'an okuyorlar, fakat hükmünü tutmuyorlar, bilmiyorlardı. İbadet ediyorlardı, fakat yürekleri kararmıştı, maksatları gösterişti. Bu bölük, yalnız Hz. Ali'nin zamanında değil, her zamanda Müslümanlığa ve insanlığa en büyük kötülükleri yapan taifedir. Bunlar, apaçık kötülükte bulunanlardan, hatta dine inanmadiklarini söyleyenlerden daha zararlıdır, çünkü din adına, iman perdesi ardında en büyük kötülükleri işlerler, akılsızlar, bilgisizler, ibadetlerine kanarak bunlara inanır.

Dördüncü bölük münafıklardı, Eş'as gibi. Bunlar Hz. Ali'ye, zorla uymuşlardı, içlerindeyse ona karşı büyük bir kin vardı.

Halbuki Muâviye'ye uyanlar, tamamiyle bilgisiz kişilerdi. Hz. Ali'nin Osman'ı öldürdüğüne, yahut öldürttüğüne inanmışlardı. Muâviye, parayla, vaadle onları avlamış, bir fıkre bağlamıştı. Doğruyu bilen olsa bile birşey söylemiyordu, zaten söyleyen, aralarında yaşıyamıyordu.

HAKEMEYN

Eşter, Ey Mü'minler Emiri dedi, emret, savaşalım.

Halk, Mü'minler Emiri, Kur'an'ın hükmüne razı oldu diye bağrıştı. Eşter, Mü'minler Emirinin razı olduğuna ben de raziyim dedi. Halbuki Hz. Ali, hiç birşey söylemiyordu. Halk gene Kur'an'ın aramizda hakem olmasına razıyız, dediler.

MUAVİYE'NİN MEKTUBU

Bu sirada Muaviye 'den bir mektup geldi. Mektupta deniyordu, "bu iş aramizda sürüp gitti. İkimiz de kendimizi haklı görüyoruz. Birçok kişi öldü. Bundan sonra olacakları, bundan ewel olup bitenlerden daha korkunç görüyorum. Daha fazla kan dökülmemesi için ben, adamlarimdan birini hakem tâyin edeyim, sen de adamlarindan birini hakem tâyin et, aramızdaki Allah kitabına göre hiikmetsinler. Seni dâvet ettiğim şeyde Tanr'ıdan çekin, Kur'an ehliysen Kur'an'in hükmüne râzı ol vesselam."

Hz. Ali, bu muktuba verdiği cevapda "sen, beni Kur'an'ın hükmüne dâvet ediyorsun, Allah'a and olsun ki ben senin ne olduğunu biliyorum, Kur'an'ın hiikniii değil maksadın. Allah, yardımı dilenen Tanrı'dır. Kur'an'ın hükmüne icabet ediyorum sana değil ve kim Kur'an'ın hükmüne râzı olmazsa gerçekten pek uzaklaşmış, pek sapmıştır" diyordu.

Bu sirada Kays oğlu Eş'as, Hz. Ali'nın yanına gelmiş, halk Muaviye'nin dâvetine icabet etmek fıkrinde. İstersen yanına gideyim de meramini anlayayim demişti.

Hz. Ali, çaresiz kaldı, git dedi. Eş'as, hemen kalkip Muaviye'nin yanina gitti. Bu mushaflan mirzaklara bağlayıp bize karşı tutmaktaki maksadin nedir dedi. O, Siz de, biz de, Allah, kitabinda neyi emrediyorsa ona uyahm. Siz razı olduğunuz birisini yollayin bizde birisini yollayalim onlar oturup konuşsunlar, bir karara varsinlar. onlann karanna tabi olalim dedi. Eş'as bu doğru bir şey deyip döndü, gelip Hz. Ali'ye haber verdi. Halk, razi olduk, kabul ettik, dedi.

Sonradan Harici olan Eş'as'la hafızlar, biz, Ebu-Musa'yi tâyin ettik dediler. Hz. Ali Ben onun hakem olmasina razi değilim. O benim lehimde değildir. Benden ayrılmıştı, halkı, bana yardim etmemeye teşvik etmişti. Sonra kaçtı, birkaç ay sonra emin oldu da geldi. Abbas oğlu Abdullah, bu işe ehildir, dedi.

Mıs'ır, Yezid, Eş'as ve hafizlar, biz dediler, onun hakem olmasina razi değiliz. O senin akraban, halbuki biz tarafsiz bir adam istiyoruz. Ebu-Musa, bize öğütte bulundu, bu beladan korumak istedi, onun hakem olmasini istiyoruz.

Hz. Ali, Eşter'i gönderelim dedi. Eş'as, zaten bizi bu eteşe atan o değil mi? Hep mi onun hükmü altında kalacağız.dedi. Hz. Ali, Onun hükmü nedir deyince bizi birbirimize kırdırmak, böylece senin de dileğin yerine geliyor, onun da dileği diyecek kadar ileri gitti.

Kays oğlu Ahnef, Hz. Ali'nin huzuruna gelip, Ey Müminler Emiri dedi: Ebü-Musa bu işin ehli değildir. Kavmi Muaviye'nin yanında. Beni gönder, hiç olmazsa ikinci, hatta üçüncü kişi olarak gideyim.

Eş'as ve hafizlar buna da itiraz ettiler. Ebu-Musa'dan başkasını kabul etmeyiz dediler. Bunun üzerine Hz. Ali, Ebu-Musa'dan başkasını istemiyor musunuz dedi, Evet dediler. O halde istediğinizi yapın buyurdu.

Derhal Ebu-Musa'ya haber gönderdiler. O, Şam köylerinden birine çekilmişti. Giden adam, Müslümanlar uzlaştılar deyince, El-hamdü lillah dedi, bir karara varmak üzere seni hakem yaptilar deyince "Biz Allah'ınız genede gerisin geriye ona döneceğiz" dedi89, kalkip Ali'nin ordugahina geldi.

SULH ANDLAŞMASI

Şamlılar, Muaviye'nin dileğine uyup As oğlu Amr'ı hakem tâyin ettiler.

Sulh andlaşmasının yazılması için Amr, Hz. Ali,nin ordusuna geldi. Ebu-Musa ile buluştu. "Mü'minler Emiri Ali ile Muaviye arasındaki" diye yazılmaya başlanınca

89- Bakara suresi, 156. Ayetten de anlaşıldığı gibi bu söz, kötü bir olayda söylenir.

Amr, nasıl olur dedi, o sizin emiriniz, bizim değil. Kendi adiyla babasinin adını yaz. Kays oğlu Ahnef, Mü'minler Emiri lakabını silme, halk birbirini kirsa bile bu lakap kalsin, silersen bir daha anilmaz diye korkuyorum dedi.

Bu sırada Eş'as geldi, şu adı sil dedi Hz. Ali, Allahtan başka yoktur tapacak ve uludur, tıpkısı tıpkısına. Hudeybiye barışının andlaşma yazısını yazarken "Bu, Resiilullah Muhammed 'le Amr oğlıı Suheyl arasmdaki uzlaşmadır" ibaresini yazmıştım. Suheyl, senin Tann elçisi olduğunu kabül etsek, seninle savaşır mıydık? Abdullah oğlu Muhammed yaz dedi. Ben bu adi silemedim. Hz. Muhammed, Yâ Ali dedi, elbette Allah Resülüyüm ve ayni zamanda Abdullah oğluyum. Onların dileği bendeki peygamberliği gidermez ki. Bugün o müşriklerin oğullarıyla bir andlaşma yazıyorum, nitekim dun de babalarıyla bağlanan andlaşmayı yazmıştım. Onda da böyle oldu, bunda da dedi.

Amr, Subhanallah dedi, bizi kafirlere benzettin, halbuki biz iman ehliyiz. Hz. Ali, Ey Nabigan'ın oğlu, dedi, sen ne vakit kafirlere dost olmadin, inananlara düşmanlık etmedin? Amr, bugünden sonra ebediyyen seninle bir mecliste bulunmam dedi. Hz. Ali de Ben Allah'tan dilerim, meclisimi senden ve senin adamlanndan temizlesin buyurdu.

Andlaşma yazıldı. Üstüne Hz. Ali'nin, altina Muaviye'nin mühürleri basıldı. Her iki mühürdeki yazı da "Muhammediir Resiilulllah" yazısıydı.

ANDLAŞMA SURETİ

"Rahman ve Rahim olan Allah adıyla Ebu-Talib oğlu Ali ile Ebu-Süfyan oğlu Muaviye ve ikisinin taraftarlan arasında verilen kararnamedir: Ali, Iraklılarla onlarla ayni flkirde bulunalar için, Muaviye, Şamhlarla onlarla ayni flkirde güdenler için Allah'ın hükmüne ve kitabına razı olarak, neyi ihya ederse ihya etmeyi, neyi imha ederse imha etmeyi taahüd ettiler. Hakem olan Ebu-Musa ile As oğlu Amr buluşup Allah'ın kitabında buldukları hükümle amel edecekler, kitapta bulamazlarsa Peygamber'in sünnetine uyacaklardır. verecekleri karar için canları, malları, ehilleri emniyet altındadır. Onlar ad ale tie ve haküzere hüküm verdikleri takdirde ümmet de onlaıa yardımcıdır. Hükünı vermeden önce birisi ölürse o tarafın emiri ve taraftarlan bir başkasını hakem tayin edecektir. İki emirden biri, hakemlerin kararından önce ölürse o taraf, oının yerine birsini ikaame eyliyecektir. Hakemler bir karara varıncaya dek yollar açıktır, silahlar bırakılmıştır; bu hususta hazır olanlar burda bulunmıyan müsavidir. Karar, Ramazan ayı çıkıncaya kadar verilecektir. Ancak hakemler dilerlerse kararı evvele alabilirler, dilerlerse Ramazan'dan sonraya atabilirler. Allah'ın kitabıyla Peygamber'in sünnetine uygun olarak bir hükme varmazlarsa savaş hususunda her iki taraf da ewelki haline döner. Ümmet, bu hükme, bu uzlaşmaya Allah'la ahdü misak etnıiş ve hiikniii itmama ve ona vefa göstermeye karar vermiştir. Bu uzlaşma umeyre tarafından Hicretin otuz yedinci yılı sefer ayının on üçüncü çarşamba günü yazıldı.....(12-8-675)

Mühürlendikten sonra Hz. Ali tarafından, içlerinde sahabeden bazi kimselerin Abbas oğlu Abdullah'ın da bulunduğu yirmi üç kişi, Muaviye tarafından içlerinde, Mervan, Amr, Utbe ebü'1-A'ver, velid de bulunan otuz iki kişi tarafindan imzalandi. Bunlar, şahit mevkiinde idiler. Askerden de hakemlerin verecekleri hükme uyulacağına dair ahit alındı. Küfe şehriyle Şam arasında, orta yerde bulunan bir mahalde toplanmaya da karar verildi.

Hakemler, Şam civanndaki Ezruh şehrinde bir araya geldiler. Hz. Ali, adamlanndan dört yüz, Muaviye de dört yüz kişiyi bu kararda bulunup tanikhk etmek üzere oraya gönderdi.

Uzlaşma andlaşması yazıldıktan sonra Eş'as, bu andlaşmayı Eşter'e de imzalatmak istedi. Ester, sag elimin yazdığını sol elim bozamaz... Rabbimden apaçık delile sahip değil miyim, düşmanımın sapıklığını açıkça bilmiyor muyum; siz de sıkıntıdan sonra üst gelmediniz mi, bunu bilmiyor musunuz, dedi. Eş'as, Vallahi dedi sen ne üst olmayı gördün, ne sıkıntı çektin... Gel de şu kağıda imza et. Zaten halk, senin bu işe karışmanı pek istemiyor ama imza edersen iyi olur.

Eşter, Doğru söyledin dedi, fakat bil ki benim, ne dünya için şu dünyada sana bir meylim var, ne ahiret için ahirette senden bir şey ummadayim.. And olsun ki Allah şu kihcimla birçok adamın kanını döktü, sen o geberenlerden hayırlı değilsin ve senin kanını dökmeyi hiç de haram bilmem.

Bu sözlerden sonra Eşter, Ancak dedi bu işe razı olmuşum, Mü'minler Emirinin razı oluşundandır; çünkü onun kabul ettiğini kabul etmişim, redettiğini redetmişim; elbette o, ancak doğru yola, gerçeğe tabi olur.

Sıffın savaşında Hz. Ali tarafindan yirmi beş bin er şehid olmuştu, Muaviye tarafindan da kirk beş bin adam öldürülmüştü.

Hz. Ali tarafindan şehid olanlar arasında Bedir savaşında, Hz Peygamber'in başka savaşlannda, Razılık Bey'atinde bulunanlar vardı. Sahabenin başında da en seçkini, evvelce de söylediğimiz gibi, Ammar'di. Tanıklığı iki tanik yerine kabul edilen sabit oğlu Huzeyme, Amr'-ul-Ansari oğlu Süheyl, Ebu-Umret'il-Ansari, Bedir savaşında bulunanlardan Ebu-Fadalet'-ül-Ansari, Akabe beyatinde bulunanlardan ve Bedir savaşına katılanlardan Teyyehan oğlu Ebu'l-Heysem, onun kardeşi olan ve Uhud savaşında bulunan Ubeydullah ve tabiinin üstünü Üveys'ül-Karani, bu savaşta şehid olanlann başında gelenlerdendir.

Cemel savaşında Hz. Ali'ye karşı savaşanlarla beraber bulunan Müneyye, yahut Ümeyyet'üt-Temim oğlu Ya'la da bu savaşta Hz. Ali tarafına katılmış ve onun maiyetinde şehid olmuştur.

Bu sahabi, Mekke'nin alındığı gün Müslüman olmuş, Huneyn, Taif ve Tebük savaşlannda bulunmuştur. Ebu-Bekr onu Halvan'a emir tayin etmişti. Ömer, Yemen ülkesinin bazı yerlerine yollamış, orda bazi yolsuz hareketlerini duyunca yaya olarak Medine'ye gemelsini emretmiş, beş, yahut altı gun yaya yol yürümüş, Ömer'in ölümünden sonra Medine'ye varmıştı. Osman zamanında San'a valiliğinde bulunmuş, Osman aleyhine vuku' bulan

ayaklanmayı duyunca ordan Medine'ye hareket etmiş, fakat yolda Osman'in öldürüldüğünü duymuştu. Bu sırada yolda deveden düşmüş, iki ayağı, kalçasından kmlmıştı.

Cemel savaşında bir sedir üstünde yürütülmedeydi. Aişe'nin meşhur devesini o almış, çeyizlenmişti.

Sıffın'de gerçeği bulmuş, Hz. Ali'ye uymuş, onun yolunda can vermişti.

Bu savaşta Muaviye tarafdan olarak maktul düşenler arasında Ömer'in küçük oğlu Ubeydüllah'la sahabeden sa'düt-Tai oğlu Habis ve Zü'1-Kela'il -Himyeri en meşhurlardandır.

Ubeydullah, Ömer'in ölümünden sonra babasını öldüren Ebu-Lü'lü'ün arkadaşlarından İran'lı Hurmuzan'la kızı Cuheyne'yi öldürmüştü. Halbuki bunlann ikisi de Müslümandı ve öldürme olayıyla bir ilişkileri yoktu.

Osman halife oluncaya dek halka namaz kıldıran Suheyb,kendisini hapsetmiş, Osman halife olunca ona teslim eylemişti. Osman, kısas için bazı kimselere danışmış, Başta Hz. Ali olduğu halde Muhacirlerin çoğu kısas yapılmasını, Yani Ubeydullah'ın öldürülmesini istemişler, buna karşılık Amr, dün babası öldürüldü, bugün de oğlunu mu öldürelim diye itiraz etmiş, Osman, Hurmuzanla Cuheyne'nin velilerini diyete razı etmiş, bu suretle diyet verilerek Ubeydullah kurtulmuştu.

Hz. Ali halife olunca Ubeydullah ürkmüş, Muaviyenin yanına kaçmıştı. Sıffın'de maktul düştükten sonra savaş bitince zevcesi, cesedini bulmuş, bir katıra yüklemişti, boyu pek uzun olduğu için elleriyle ayakları yerde

sürünüyordu. Muaviye, kılıcını satın alıp kardeşi Abdullah'a vermişti.90

Habis, Ömer zamanında bir müddet Humus'ta me'muriyet görmüştü. Sahabeden Hatem'üt-Tâî oğlu Adiyy'in kızını almıştı. Adiyy, Hz. Ali tarafındaydı. Habis, Muaviye'ye uymuş ve bu savaşta maktul düşmüştür.91

Asıl adı Eyfa' olan Zü'l-Kela', Ammar'ın azgın ve sapık bir topluluk tarafindan öldürüleceğine dair rivayet edilen hadisi bilir, Sıffın'de Ammar'in Hz. Ali tarafinda bulunduğunu gördükçe müteessir olur, Amr de onu, göreceksin, yakinda Ammar bizim tarafa geçecektir diye kandırırdı. Ammar'dan önce maktul düşmüş, Amr bu yüzden Muaviye'yi kutlamıştı92.

90-Al-İstiab, 2, 416-417. 91-Al-İstiab, 1, 138-139. 92-Aljstiab, 1, 175- 176.

 

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
07-06-2013 10:20 - 53653 Okunma
İslam Tarihi yazarın diğer yazıları [ Tümü ]
Sıffiyn Savaşı 07-06-2013 tarihinde eklendi
Hz. Ali (as) ve Hendek Savaşı 05-06-2012 tarihinde eklendi
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
13-12-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım