Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
İman ve Esasları
Kaza ve Kader

 Bütün inançların insan yaşantısında ahlaki ve ameli eserleri vardır, kaza ve kader inancıda bu şekildedir. Bu eserler aşağıdakilerden ibarettir:

 Kaza ve Kadere İmanın Eserleri



1-FİİLİ TEVHİDE İTİKAT

Akli ve nakli delillerle kendi yerinde ispat edilmiştir ki alemdeki varlıklar, kendi vücutlarında ve vücutlarının eserlerinde bağımsız değillerdir; vücutlarının eserleri ve vücutları varlık tuluunda ve Yüce Allah’ın fiilidirler, insanda bu kabildendir, ancak o irade yoluyla ve fiili seçerek yaptığından[1] dolayı Yüce Allah’a da istinadı vardır ve kaza ve kadere sağlam bir itikatla, fiili tevhide itikadı sağlamlaşır ve ameli yaşantısında da muvahhit olur ve onun için bunun hakikati: “Amellerde, cebir ve tefviz yoktur belki iş ikisinin arasındadır.” [2] Aşikâr olur.

2-İŞLERDE TEDBİR VE TEVEKKÜL

Kaza ve kadere sahih bir bakışla bakıldığında, Kur’an ve sünnetin işlerde tedbir ve düzeni tekit etmesi ve ayrıca onlarla meşveret ve daha sonra Yüce Allah’a tevekküllün sırrı aydınlanmış olur zira, kaza ve kaderin manası insanın işlerini terk ederek ferdi ve içtimai yaşantısında fitne ve fesada düşerek kendisini tembellik ve uyuşukluğa atması değildir belki dünyevi ve uhrevi işlerini düşünerek kendi cisim ve ruh kudretini ölçmelidir eğer aklı ermezse ehliyle –hususiyetleri dinimizde beyan edilmiştir- meşveret ederek işlerinin mukaddimelerini hazırlamalı ve bütün bu merhalelerin hepsinde kendi ve başkalarının düşünce ve kudretini hedefe yetişmek için bağımsız bilmemelidir. Allah’a itimat etmeli ve eğer maslahat bilinirse yaptığı hareketlerin neticesinin verimini Allah’ın vereceğini bilmelidir.

Kesinlikle şefkatli olan Allah, kulunun kötülüğünü istemez ve eğer maslahat bilse onu yerini getirir bu yönde İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “akıl gibi tedbir olmaz”, ve ayrıca şöyle buyurmuştur[3]: “kendi aklını ihtiyaçsız bilen kimse kendisini helak etmiştir” –ehliyle meşveret etmezse-[4] ve ayrıca[5] İmam Hasan, İmam Hüseyin ve bütün çocukları ve Şialarına yazdığı mektupta işlerde düzen ve tertibi tavsiye etmektedir. –düzen ve tertibin en önemli numunelerinden birisi Malik Eşter’e buyurduğu hükümeti kapsayan desturudur- bunun gibi birçok rivayetlerde helal rızk talep etmek, mutedil olmak, yaşantıda ölçülü olmak ki bu bizim vazifemizdir, ancak diğer bir taraftan Allah’a ümit gözüyle bakarak ondan istememiz gerekmektedir zira bize inayet eden odur. Bunlarla birlikte dünya ve ahiret işlerimizde işsizlikten, tembellikten, uyuşukluktan, rızk talep etmeye aşırı çaba sarf etmekten ve insanı Allah’tan gafil eden uzun arzulara kapılmaktan men edilmişizdir.[6] Allah-u Teala da peygamberine böyle destur vermektedir:[7] işlerde insanlarla meşveret et ve karar aldığın zamanda Allah’a tevekkül et çünkü o tevekkül edenleri sever. Elbette Peygamber ve İmamların “küllü akıl” olmalarından dolayı işlerde insanlarla meşveret etmelerinin  çelişkisi yoktur, çünkü onlar bütün işlerde kendi ilahi ilimlerinden istifade etmiyorlardı, meşveret edip uygun gördükleri zaman Allah’a tevekkülle ona amel ediyorlardı. Onların siyret ve düzeni de böyle idi.[8] Hatta en küçük işlerinde bile tedbiri elden bırakmazlardı. Buna örnek olarak Resulü Ekrem (s.a.a) Sad bin Muaz’ın kabrini düzenli bir şekilde tertipledikten sonra şöyle buyurmuşlardır: “gerçi onun bedeninin çabucak çürüyeceğini biliyorum ama Allah, kulunun iş yaptığı zaman sağlam yapmasını sever.” [9] Rızk temininde de kifayet edecek kadar uğraşır başkalarına da böyle yapmalarını emrederdi. [10] Ve işlerinde tedbirsizlik yüzünden belalara müptela olanları kınar ve kendilerinden kaynaklandığını hatırlatarak şöyle buyurdu: onların belaların kaldırılması için ettikleri duaların tesiri olmayacaktır. Onlar şunlardan ibarettir: “bir: rızk peşinde koşmadan evde oturup Allah’tan rızk talep edenler, ona, sana rızk peşinde gitmen için emretmedim mi? diye sorarlar. İki: Allah’ın mal verdiği, ancak gerekli olmayan yerlerde harcayan kişiden, ona, sana mutedil olup malını gerekli yerlerde harcamanı emretmedim mi? diye sorarlar. Üç: birisine borç verip onun için şahit istemeyen şahıstan, ona, san şahit tutman için emretmedim mi? Diye sorarlar. Dört: eşiyle sorunu olduğundan dolayı Allah’tan ondan kurtulmak için dua eden şahıstan. Ona, sana o işi –boşanma- senin eline vermedim mi? Diye sorarlar.[11]

Bundan dolayı İmamlar (a.s) kemalin tamamını dinde derin bilgi ve kavrayıştan sonra geçim ve yaşamda ölçülü olmayı saymışlardır. Bu yüzden kaza ve kadere itikadın işlerde tedbirli olmakla hiçbir çelişkisi yoktur belki birlikte derlenip cem olmalıdır.[12]

3-KORKU VE ÜMİT HALETİNİN HASIL OLMASI

insanın bütün faaliyetlerinde, muvaffak olması için gereken değerli vasıflardan birisi, korku ve ümit arasındaki halettir. Övülmüş olan korku haleti, insanın ileride matlup olmayan işleri yapıp matlup olan işleri terk etme ihtimalinden dolayı dertli ve sevilmeyen işlerin insana bulaşmasından kaynaklanan içsel huzursuzluktur. Ümit haleti ise; batını bir sevinç haleti olup, insanın sevinip mutlu işlere kavuşması için, sonsuz ilahi lütuf ve rahmete teveccühle yönelmesidir. Bu haletlerden her biri eğer ifrat haddine ulaşırsa matlup olmayan, rezil ve alçak sıfatlardan hesap edilip istenilmeyen neticeler doğurur. Örneğin: sınırsız korku ilahi rahmetten yeisle sonuçlanır, Allah’ın kudreti gözünde mahdut olur ve sonuçta iyi amellerden geride kalır. Aynı şekilde ümit haleti ifrat haddine varırsa insanın, ilahi fiillerinin ayarsız ve düzensiz olduğunu zannetmesine sebep olur: bu şekilde ki onun, iyi fertlerle kötü fertleri eşit görmesine ve zorunlu olarak teşrii ahkâmın ayar ve aslının boş olmasına ve neticede resullerin gönderilmesinin saçma ve gereksiz olmasıdır. Böyle bir şahıs, kargaşalık isteyen lâubalîdir ama övülen halet; insanın, ıstırap ve sevinç arasında geleceğe bakmasıdır, bunun nişanesi iyi işleri yerine getirmek, çirkin ve kötü işlerden kaçınmak için sahih program yapmasıdır. Bu halet kaza ve kadere sahih bir şekilde itikattan kaynaklanmaktadır öyle bir şekilde ki insanın kendi davranışlarının neticelerini elde etmesi için kendisini bağımsız bilmemesidir belki sahih bir tedbirle hayırlı işleri yapmada ve şirretten kaçınmakla, gelecek için ıstırap haletine sahip olmalıdır şayet gelecekte işlerim tersine gidecek ve bu ihtimal hem kendisine yüzde yüz itimat etmemesine ve kendisini işlerinde bağımsız bilmemesine hem de terslikleri bertaraf etmek için kalkmasına ve işlerinin mukaddimelerini yaptıktan sonra ümitle gözünü ilahi lütfe çevirerek yaptığı fiili matlup eserlerle sonuçlandırmasına sebep olur. Bundan dolayı bir rivayette bir şahıs İmam Sadığa (a.s) şöyle arz etmektedir: bir gurup günah işleyerek ümitli olduklarını söylemektedirler ve ölümleri yetişinceye dek böyledirler de. Hazret buyurdular: “yalan söylüyorlar onların arzulara temayülleri vardır, onların ilahi rahmete ümitleri yoktur, çünkü kimin bir şeye ümidi olursa onu talep eder ve eğer bir şeyden korkarsa ondan kaçar.”[13]

İmam Hüseyin da (a.s) “arefe” duasında Allah’a arz etmektedir: “ilahi! Tedbirlerinin peş peşe –çeşitli- olması ve mukadderatının çabuk geçmesi, sana marifeti olan kullarının nimetlerine hareketten durmalarına, bela ve zorluklarda senden ümitsiz olmalarına mani olur.[14]

Pençe de pençedir takdire pençe atılmaz ondan ki kazanın pazısı çelikten daha güçlüdür.+++

4-DUA VE YAKARIŞ HALETİ

Allah kullarının iyi halet ve işlerinden birisi, ilahi dergâha dua[15] ve yakarış haletidir bu, kulun Allah’ın kemali mutlak olduğunu ve bütün kemalatların ondan olduğunu bilerek ondan talep etmesi şeklindedir ve her ne kadar kulun kendi fakirliğini anlayıp Yüce Allah’ın ihtiyaçsız olduğuna marifeti olursa Allah’ı daha fazla anar, onun için dua ibadetin esasıdır ve Hz. İbrahim[16] (a.s) ve Hz. Ali[17] (a.s) gibi Allah’ın halis kulları çok dua ederlerdi. Bu o manaya gelmiyor ki onlar sadece dua ederlerdi ve başka faaliyetleri yoktu belki sabit ve güvenilir tarih, Kur’an ve sünnetin bildirdiğine göre onlar ferdi ve içtimai haletlerinin nihayetinde dua haletleri vardı belki günlük işlerinin esnasında dua haletleri vardı. Bu yönde İmamlardan (a.s) bütün faaliyetler için mahsus dualar[18] varit olmuştur. Bu mana kaza ve kadere sahih bir bakıştan kaynaklanmaktadır. Şia’nın öncüleri bu derin görüşe sahiptiler, onun sahih gereçlerine riayet ederek onu yaymak için çaba sarf ettiler, onun için buyurmuşlardır ki dua, ilahi kazayı[19] bertaraf eden, insan vücudunun mukadderatındandır.

İmam Hüseyin (a.s) da Allah’a şöyle arz etmektedir: “Allah’ım! Kazanda bana hayrı ver ve benim için takdirini mübarek et nihayetinde senin tehir ettiğin şeylerde aceleyi, acele ettiğin şeylerde de tehiri sevmeyeyim.[20]

5-MUKADDERATA İTMİNAN VE İLAHİ KAZAYA RAZILIK

Bu konuların beyanından sonra ziyaretin buradaki açıklamalarına sıra geldi+++ bu iki halet sıddık (çok doğru ve dürüst) kulların şerif haletlerindendir. Ona kavuşmak için gece gündüz nefsiyle mücadele ve cihat etmiş, nefsini dünyaya ve dünya işlerine dalmaktan, ona itimat etmekten ve ondan razı olmaktan; yaşantının muhtelif işlerinde kulluk vazifelerini yerine getirerek vazgeçirdi ve şeytanın olayları süsleyip güzel göstermesinden[21] ve “nefsi emare-i bissu” dan[22] (kötülüğü emreden nefsten) geçip “levvvame”[23] nefse (kendini kınayan pişmanlık duyan nefs)  yetişti, hatta Allah’ın buyurduğu gibi:  “Şüphesiz Benim o seçkin kullarım üzerinde senin hiçbir nüfûzun yoktur.”[24] şeytanın sultasından çıkacak bir şekle gelip daha da yukarılara çıktı ve artık İmanı[25] öğle bir dereceye vardı ki Allah’ın onun için mukadder buyurduğu –tekvini iş ve karar kılınmış vazifelerden- şeylerden batını rahat ve huzura kavuşmuş, onun mukadderatı hakkında hiçbir şek ve şüphesi kalmamış ve alemde hiçbir mevcudu müstakil müessir bilmemiştir, zira sadece Allah’ı “ganiyi biz-zat” (zaten ihtiyaçsız zengin) ve “hakimi alelıtlak” (her şeye mutlak hakim) bilir, belki Allah’a müntesip olmasından ötürü; tahakkuk olan şeylerden, muhakkak olan işlere Allah’a batını hoşnutluk göstererek tam teslim olur.

O, Hakkın ve evliyalarının desturlarını uygulamak ve nimetlerinin istimrarı ve belaların def edilmesi için dua ederek, sadece kulluk vazifelerini yerine getirme peşindedir artık işlerin neticelerine bakmaz hatta kendisini kulluk işlerini yapmakta bile bağımsız bilmez işte burada, İmam Ali’nin (a.s) buyurduğu imanın erkânı kamil olur, İmam şöyle buyurmuştur: “İmanın erkanı dört şeydir: ilahi kazaya razı olmak, Allah’a tevekkül edip ona dayanmak, işleri ona havale etmek ve emirlerine teslim olmak.”[26] Bundan ötürü böyle bir kula her ne vaki olsa onun için hayırdır[27], ondan razı olur ve ona karşı hiçbir batını endişe ve itirazı[28] yoktur. Aynı şekilde Allah’ın Resulü bir şey vaki olduğu zaman “keşke bundan başkası vaki olsaydı”[29] buyurmazlardı. Böyle bir şahıs hiçbir şirkin olmadığı “kalbi selim”e erer öyle bir şekilde ki mevcudu vücudunda, fiillerinde ve eserlerinde bağımsız bilmez ve Hak Teala’ya itminanı hak olmayan bir şeye itminan ve razılığından çok olacak bir biçimde, şek ve sürçmelerden uzaktır. İmam Sadık, (a.s)  kıyamet günü insanın haline faydası olacak kalbi selimi şöyle tefsir etmiştir: “kendisinde haktan ayrı bir şeyin olmadığı halde Allah’ı mülakat edecek ve her kalp ki kendisinde şirk veya şek vardır o, ondan arıdır ve gerçekten züht insanın kalbinin ahiret için hazırlanmasıdır.”[30] Bunun mukabilindeki kalp,[31] dünya ve dünya işlerine bağımsız bir bakışla bakan amellerinde de ona hoşnut olmuş, kalbi itminan bulmuş kalptir. Bu da öyle bir şekilde ki ondan başka bir şeyi görmemiş, gayb âlemiyle itikadı irtibatı veya amelini kesmiştir, böyle insanlar ilahi kerametlerden mahrum ve onun likasından ümidi olmayanlardır.

Böyle bir huzura ve Hak Teala’nın rızayetine kavuşmak için Hz. Ali’nin (a.s) buyruğuna canı gönülden kulak verip ona amel etmek gerekmektedir ki o Hazret şöyle buyurmuştur: “ibadeti ve duayı halisane bir biçimde Allah için yapan, gözlerinin gördüğü şeylerden ötürü kalbi meşgul olmayan, kulaklarının işittiğinden dolayı Allah’ı anmayı unutmayan ve ondan başkasına verilen şeylerden ötürü mahzun olmayan şahsa ne mutlu.”[32] Bu surette İmam Sadığın (a.s) buyurduğu gibi[33] kalbinin teveccühü yavaş- yavaş Hak Teala’ya matuf olmuş, mevcudattan alakasını kesmiş ve şefkatli ve hekim olan Allah’a el atarak “huzur makamına” nail olmuş ve ölüm haletinde de şu yüce ilahi hitaba muhatap olmuştur: “Ey huzura kavuşmuş nefs! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”[34]bu kulların kamil ferdi[35], Muhammed (s.a.a) ve onun ehli beytidir, evet alemin gizli işlerine kalbin hidayet bulması gibi yüce eserlerinin olduğu, yüce makamdır bu. Burada Allah’ın buyurduğu gibi: “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’ı tasdik ederse, Allah onun kalbini hidayet eder.”[36] Buradaki hidayetten maksat kalbin imanın hakikatine ermesidir, İmam Hadi’nin[37] (a.s): “ilahi mukadderat, sana hatırına bile gelmeyen şeyleri nişan verir.” buyurduğu gibi Allah’ın elini bütün işlerde görür. Ayette geçen “Allah’ın izni” işlerin onda son bulmasıdır. Bu haletin dini açıdan imkân ölçüsünde o musibetleri bertaraf etmek için vazifelenmemizle hiçbir çelişkisi yoktur. Örneğin: hastayı doktora götürmemiz, zalimin karşısında kıyam etmemiz gibi bu tür örnekleri kaza ve kadere âlim olmalarına rağmen İmamların yaşantısında müşahede etmekteyiz. İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamı, çocuklarının hastalığından dolayı İmam Bakır (a.s) ve İmam Sadığın (a.s) rahatsızlıklarını izhar[38] etmeleri ve nihayetinde çocukların ölümünden dolayı onların razılık ve teslim haleti, bu haletlerin aşikâr numuneleridir. Bundan dolayı dualarda bizlere Yüce Allah’tan böyle makamlar istememiz öğütlenmiştir: “Allah’ım! Senden kalbimin mübaşiri senin olduğun iman, bana takdir edip yazdığın şeyin haricinde bir şeyin isabet etmeyeceğini bildiğim doğru bir yakin istiyorum ve beni yaşantıda kısmet ettiğin şeye razı olmamı sağla ey rahmetlilerin en rahmetlisi.” [39] Bu dua yüce konuları ihtiva etmektedir öyle bir şekildeki mübarek ramazan ayının en üstün günleri olan son on gününde tekrar edilir. Bundan dolayı bizim bu yüce insanlık vasıflarını elde etmemiz, Yüce Allah’ın bizlere daha üstün yolları nişan vermesi ve nefsimizi bu kemalatlarla vasıflandırması için bu yolda olmamız gerekmektedir. Onun için bütün ayet ve rivayetlerde birinci şartın kulun kendi ikdamını bilmektedir bunun şahidi ise yukarıda geçen ayette şöyle buyurmaktaydı: “Kim Allah’ı tasdik ederse” bundan dolayı biz bu ziyarette Allah’tan nefsimizi taktiratına itminan eden ve kazasına razı ve hoşnut etmesini istemekteyiz.

[1] -elbette fiilden maksadın hariçte yapılan amel olduğuna teveccüh edilmelidir, konuşmak, yemek, yemek gibi...  İyi veya kötü bir unvanı ona uygun görüp denkleştirmek doğru değildir her ne kadar oda uygun ve güzel olan ameli istemiştir ve bundan dolayı Allah’a nispet edilir  hatta söylenir ki bu güzel amel veya güzel sıfat Allah’ın tekvini ve teşrii iradesidir. Ancak kötü amel ve sıfatı istememiş ve onu men etmiştir bundan dolayı kötü unvan ona isnat edilemez ve bu onun teşrii iradesi değildir her ne kadar dışarıdaki amel, şahıs vasıtasıyla ona isnat edilip, onun tekvini iradesinde karar kılınsa da.  Nisa süresinin 78 ve 79. Ayetleri buna şahittir.  
Ayetullah Tahriri

Dip Notlar:

[2] -Bihar’ul- Envar, c.5 s.17, rivayet,27

[3] -Bihar’ul- Envar, c.70, s.98, rivayet.1

[4] -meşveret ehlinin vasıfları Bihar’ul- Envar kitabının 70. Cildinde meşveret babında bu konu hakkında birçok rivayet zikir olunmuştur.

[5] -Nehc’ül- Belağa, kitap,47

[6] - Bihar’ul- Envar, c.7, 16. 17. 18. Ve 19. Bablar.

[7] -Ali imran,159

[8] -Bihar’ul- Envar, c.75, s.101, rivayet,23-24 ve 25

[9] -a.g.e, c.6, s.220, rivayet,14

[10] -Usul-u- Kafi, c.2, s.140, rivayet,2 ve 3

[11] -a.g.e, s.510, rivayet,1 ve 2

[12] -a.g.e, c.1 s.32, rivayet,4

[13] —a.g.e, c.7, s.357, rivayet,4

[14] —İkbal’ul- E’mal, s.348

[15] —duanın şart ve hususiyetlerinin anlatıldığı münasip yerlere başvurulması gerekmektedir.

[16] —Usul-u- Kâfi, c.2, s.466, rivayet,1

[17] —a.g.e, rivayet,8

[18] —dua kitaplarında gelmiştir, bu yönde yazılmış kitaplar içinde Mefatih’ul- Cinanı kitabı cami ve tamdır.

[19] —Usul-u- Kâfi, c.2, s.469, rivayet, 1–9

[20] —İkbal’ul- E’mal, s.342

[21] —Yusuf,18 ve 83

[22] —Yusuf,53

[23] —Kıyamet,2

[24] —Hicr,42, Nahl,99, isra,65

[25] —Usul-u- Kâfi, c.2, s.60, rivayet,2

[26] —a.g.e, s.56, rivayet,5

[27] —a.g.e, s.60, rivayet:1.3.4.6.7.8

[28] —a.g.e, rivayet,11

[29] —a.g.e, rivayet,13

[30] —a.g.e, s.16, rivayet,5

[31] —Yunus,7 ve 8

[32] —a.g.e, s.16, rivayet,3

[33] —a.g.e, s.65, rivayet,4

[34]— Fecr,27–30

[35] —Furu-u- Kafi, c.3, s.127, rivayet,2

[36] —Tegabun,11

[37] —Bihar’ul- Envar, c.78, s.127, rivayet,2

[38] —Furu-u- Kâfi, c.3, s.225, rivayet,11 ve 11613

[39] —İkbal’ul- E’mal, s.76

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
16-08-2013 17:21 - 51246 Okunma
Kaza ve Kader yazarın diğer yazıları [ Tümü ]
İman ve Esasları 16-08-2013 tarihinde eklendi
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
13-12-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım