Ebul Fazl Taff gününde kelimelerin anlatmaya yetmeyeceği ölçüde büyük bir kararlılık ve üstün bir irade örneği sergilemiş, korkusuzluğu ve azminin gücüyle İbni Ziyad’ın askerlerine karşı tek başına bir ordu gibi durmuş, onları savaş meydanında hezimete uğrattığı gibi psikolojik olarak da hezimete uğratmıştır.
Ebul Fazl’ın sergilediği kahramanlıklar yüzyıllar boyunca insanların dillerinde olmuş ve olmaktadır da… İnsanlık, bir adamın dert ve musibetlerle yüklü bir halde tam teçhizatlı ,piyadesi,atlısı,okçusu,kılıçlısı ve mızraklısıyla onbinlerden oluşan bir orduya karşı tek başına saldırıya geçip,onlara hem asker olarak hem de malzeme olarak büyük zaiyat verdirden birini görmemiştir. Tarihçiler Hz.Ebul Fazl’ın yiğitliğinden bahsederken (Taff Gününde) O hazretin her ne zaman bir tabura karşı saldırıya geçse,saldırıya geçtiği taburun sayısının çokluğunun etki etmediğini, askerlerin yüreklerinin göğüs kafeslerinden dışarı fırlarcasına korku dolu bir halde birbirlerini ezmek pahasına çiğneyerek kaçtıklarını, hatta kimi zaman da bu telaş sonucu oluşan korkulu kaçışlarının bazılarının bazısını ezip öldürmesiyle sonuçlandığını belirtmişlerdir.
Şüphesiz Hz.Ebul Fazl’ın izzete ve şerefli duruşa çağıran cesareti, diğer üstün kişilik özellikleri ve yetenekleri sadece O’nun ve Müslümanların değil insani değerlere inanıp, insanlığın yüce erdemlerini kabullenen ve benimseyen her insan için onur kaynağıdır.
Hz. Ebul Fazl Aleyhisselam’ın lezzetini kendisinin tatmış olduğu muhteşem kahramanlıklarına ilaveten, kendisi aynı zamanda şerefli özelliklerin ve (önemli işlere gösterdiği) büyük eğilimlerin bir timsaliydi. Asalet, vefa, özellikle zor zamanlarda gösterilen türden sadakatle koruyucu ve kollayıcı oluş adeta kendisinde can bulmuştur. Kardeşi Ebil Ahraar (Özgürlerin Babası) İmam Huseyn Aleyhisselam’ı büyük zorluk geçirdiği günlerde büyük bir vefa örneği gösterek korumuş,kollamış, canı pahasına korumuş ve yine Onun uğruna canını feda etmiştir. Hiç şüphesiz bu türden bir fedakarlık,vefa ve kara gün dostluğu ancak ve ancak Allahu Teala’nın kalbini sınayıp hidayetini arttırdığı birinin gösterebileceği cinstendir.
Hz. Ebul Fazl Abbas Aleyhisselam Kardeşi İmam Huseyn Aleyhisselam ile olan davranışlarında ve tavırlarında İslami kardeşliğin hakikatini doğru bir biçimde canlandırmış, bu kardeşliğin tüm değerlerini ve örneklerini bariz bir biçimde ortaya koymuş ve edebin, iyiliğin ve ikramın hiçbir güzel rengini yansıtmadan bırakmamış ve kardeşine bu güzelliklerin hepsini sunmuştur. Bunların en mükemmelini de savaş meydanında ortaya koymuştur. Savaşın ortasında suyun etrafından düşmanları kovup suyun kenarına eriştiğinde, ciğeri günlerdir susuzluktan kavrulmuş olduğu halde iken - işte o dehşet verici anda bile - kardeşi İmam Huseyn ve Ehlibeyt’ten olan küçük kıza (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) verdiği su getirme sözünü hatırlamıştır! Kurumuş dudaklarının günlerdir içmeyi arzusu olan suyu, Kardeşi ve Kardeşi’nin Kızı içmeden içmeyi o ulvî gururuna yedirememiş ve avucuna kadar götürdüğü soğuk suyu içmeyerek nehre geri atmıştır!
Tarihin sayfalarına bir göz atın!
Tüm milletlerin tarihinde böylesi bir sadık kardeşlik örneği görülmüş müdür hiç?! Tüm meşhur asilzadelerin ve kahramanların kayıtlarına bakın! Hiç böylesi bir başkasını düşünme (özgecilik) ve bu cinsten bir asalet örneği görülmüş müdür?!
Şüphesiz Hz. Ebul Fazl El-Abbas şiarını kardeşi Ebi’l-Ahrar Imam Huseyn’in (Allah’ın selamı her ikisinin de üzerine olsun) yücelttiği ilkeler uğruna şehit olmuştur. O ilkelerin en önemlisi de içinde bulunduğu doğu coğrafyasından başlamak üzere tüm dünyada Kur’an’ın hükmünü ayakta tutmak ve hiçbir topluluğun başka bir topluluğa karşı ayrıcalık sahibi olmadan yeryüzünün tüm zenginliklerinin insanlar arasında paylaştırılarak tüm dünyanın adalet ile yönetilmesidir.
Hz. Ebulfazl Aleyhisselam, her Müslümanın ve her insanın özgürlüğüne ve hak ettiği değerler bütünlüğüne (kerametine) kavuşması, Islam’ın rahmeti ile zulmü kökten bitirmeyi amaçlayan yüce nimetini yaymak için ve korkuya ya da dehşete (teröre) hiçbir şekilde müsamaha göstermeyen bir toplumun inşası uğruna şehadet şerbetini içmiştir.
Hz. Ebulfazl (A) özgürlüğün ve kerametin meş’alesini kaldırmış, şehitlerden oluşan o kutlu kafileleri şeref ve izzet meydanlarına doğru sürmek suretiyle zalim ve zorbaların ağırlığı altında ezilen Müslüman toplumların zafer elde etmesine önderlik etmiştir.
Hz. Ebulfazl (A) cihad meydanına Allah’ın o yüce kelimesinin yeryüzünde yayılması için dalmıştır. İşte o ilahi kelime, insanlar arasında kerim (insani değerlerin tümüyle bütünleşik) yaşamak için tam teşeküllü bir hayat düzenidir.
Allah’ın kitabını açıkça beyan ettiği ve akıl sahiplerine ibretler oluşturduğu bir devrim başlatmıştır İmam - Ebi’l Ahrar – Huseyn (A)… Ve işte bu devrim ile zulmün kalelerini ve zorbaların atlarını yerle bir etmiştir.
Ve tıpkı Imam Huseyn’in (A) buyurduğu gibi, kendisi bu tarihe devasa biçimde yön veren ve komutanlık eden devrimi ne eğlence olsun diye, ne böbürlenmek için, ne zulm olsun diye, ne de bozgunluk çıkarmak için başlatmamıştır. Aksine sadece o an ümmetin her türlü kanun ve öğreti bakımından sapkın Emevi yönetiminin doğurduğu acı verici düzeni değiştirmektir. Zira azgın ve sapkın Emevi düzeni insanların hayatını cehenneme çevirmiş, İslam topraklarını zulmün, zorbalığın ve terörün her cinsten olanıyla doldurup taşırmıştı. Bu zulme uğramış yörelerden en zor durumda olanları ise Ziyad Bin Ebih’in yönetiminde olan bölge, Muaviye’nin yönettiği Irak bölgesi ve gayrımeşru biçimde kardeşinin (Ziyad) hükmettiği bölgelerdir. İşte bunlar fitnenin ateşini tutuşturmuş, insanlar arasında Allahu Teala’nın indirmediği hükümlerle hükmetmiş, iyinin yerine kötüyü ve suçlunun yerine masumu cezalandırmış, hiçbir delil olmadan sadece zan ve töhmet ile masum canlara kıyarak daha önce insanlar arasında apaçık bir biçimde ilan ettiklerini bilfiil gündelik hayatta yaşanan gerçeklere dönüştürmüşlerdir.
Şüphesiz zulm ve zorbalığa karşı silahlı mücadele aracılığıyla verilen savaşlar arasında alınan başarılı sonuçlar açısından ve tüm dünyayı ilgilendiren tarihi olaylar arasında en önemli hadiselerden biri Kerbela destanıdır. Bu elem verici olay İslam toplumlarını ilgilendiren tarihin yönünü değiştirmiş ve zulme karşı verilen direnişte yepyeni ufuklar açmıştır.
Bu ölümsüz destan, özgürlerin duygularını alevlendirerek onları kula kulluk etmenin, ezikliğin boyunduruğundan ve gayrimeşru yönetimlerden halklarını kurtarmak için silahlı mücadele yolunu açmıştır.
Şüphesiz Şehitlerin Efendisi (Imam Huseyn Aleyhisselam) muzaffer olmuştur.Yüce ilkeler ve hedefleri de. Ve zalimlere ve zorbalara karşı verilen kutsal mücadelede ölümsüz bir timsal olarak tarih boyunca sapasağlam ayakta durmuş ve devrimcileri fedakarlık ruhuyla coşturmuştur. Hiç şüphe yok ki yaşadığı ağır musibetlerden ötürü Gam Babası (Ebu Zeym) olarak da anılan İmam Huseyn (A) Efendimiz’in kazanmış olduğu en büyük zaferlerden biri de; yapmış olduğu devrim aracılığıyla Emevi yönetimini dini meşruiyet kıyafetinden soymasıdır. İslamla veyahut Müslümanlarla hiçbir şekilde ilgisi olmadığını,aksine o zalim yönetimin ümmetin ne rızasına ne de seçimiyle olmayan ve sadece kılıç zoruna dayanan bir diktatörlük rejimi olduğunu apaçık bir biçimde gözler önüne sermiştir.
Ebil Ahrar Imam Huseyn’in (A) yaptıkları, Emevi yönetiminin temeline patlayıcı yerleştirilmişçesine yıkmış, onların gururunu, fücurunu ve azgınlıklarını yerle bir ederek tarih boyunca haktan ve adaletten sapan kara bir örnek olarak kalmalarını sağlamıştır.
Ebil Ahrar’ın (A) kıyamı, Müslüman toplumları içlerinde bulundukları uyku halinde ya da uyuşturulmuş gibi yaşamaktan uyandırarak gözlerini açmış, güçlü bir dev edasıyla ve atılganca özgürlük,bağımsızlık ve insanca yaşama sloganıyla o kara düzenden kurtulmak için ardı ardına devrimler yaptırmıştır.
Müslüman toplumlar, İmam Huseyn (A) Kıyamı’nın bir uzantısı olan ve ardı ardına devam eden ayaklanmalar çıkararak Emevi düzeninin varlığına son vermişlerdir.
Bahsetmemiz gereken önemli bir ayrıntı da Kerbela Faciası ve İmam Huseyn Aleyhisselam’ın başına gelen apaçık zulüm ve işkence ; boşu boşuna, tesadüf eseri veya önemli bir nedeni bulunmayan trajik bir hadise şeklinde cereyan etmemesidir. Aksine daha önce İslam topraklarına hükmeden bazı yönetici ve sorumluların devlet yönetimine olan çarpık bakış açılarının ve dolambaçlı siyasi tavırlarının bir sonucudur. Çünkü onlar, devlet yönetimini ele geçirmeyi, ganimet elde etme ve servetlerini çoğaltabilmek uğruna kazanılan büyük bir zafer olarak görmüşlerdir. Oysa İslam, devleti yönetimine topluma hizmet aracı, fikir hayatı ve ekonomiyi geliştirme vesilesi olarak bakmıştır ve ümmetin ekonomisinin yönetimini Allahu Teala karşısında kulluk ve sorumluluk olarak görmüştür. İslam; ekonomiden sorumlu olmayı, devlet hazinesinden devlet hükümdarının veya yönetimden sorumlu olanların eş dostun malına mal katma ve savurganlık etme aracı görmez. Aksine çok ciddi bir sorumluluk olduğu için azami miktarda tasarruf ve İslam ümmetinin ihtiyaçları için hak ve adalet ölçüsünde en uygun para akışını düzenleme aracı olarak görmüş ve öyle ifade etmiştir. Ancak bahsettiğimiz üzere, İmam Huseyn’in (A) yaşadığı facianın yoluna taş döşeyen çarpık anlayışlı devlet yöneticileri meseleye hiç bu şekilde bakmamışlar ve olan olmuştur…
İslam topraklarını bu şekilde yöneten çarpık anlayışlı devlet adamlarının başında ise Allah’ın malını gaspeden ve Allah’ın kullarını kendilerine köle edinen Ümeyyeoğulları (Beni Ümeyye) “sultanları” gelmektedir. Ümmete yaptıkları zulm ile yüce değerini aşağılamaları ve haklarına ettikleri tecavüz yetmiyormuş gibi Alevilere (Hz.Ali Aleyhisselamın soyu ve sülalesi) özellikle zulmetmiş ve Hz.Ali Aleyhisselam Efendimiz’in takipçilerinin kökünü kurutmaya çalışmışlardır. Hz. Ebulfazl Aleyhisselam Efendimiz de Peygamber Hanedanı Ehlibeyt’e ve Onların takipçilerine yaşatılan zorlu ve çileli günlere ve zorlu badirelere bizzat tanıklık etmiştir. Şüphe yoktur ki bu yaşananlar; O’nun kutlu nefsinde de büyük yaralar açmış ve acılar bırakmıştır…
Hz.Ebulfazl (as) Efendimiz’in Kerbela destanındaki rolünü ifade etmek gerekirse, bilinmelidir ki kendisi önem sırasında Hak ve Adalet talebinin gerçekleştiği olaylar dünyasında ölümsüzleşen bu büyük Destanın yazarı Ebil Ahrar İmam Huseyn Aleyhisselam’dan hemen sonra gelir. Gösterdiği müthiş kahramanlıkların ve İbn-i Ziyâd’ın askerlerinin karşısındaki yüce direnişinin yanı sıra Kardeşi’ne sunduğu yüce hizmetler ile Imam Huseyn Aleyhisselam’ın tüm ashabı ile mükerrem Ehlibeyti/hane halkını aşmış (İlahi mutlak korunmuşluk/İsmet dairesinde olanlar mustesna) ve bu seviyeye erişmiştir. Hz. Ebulfazl (A) Efendimiz akıllara durgunluk veren yiğitlik örnekleri sergilemiş, İmam Huseyn’in (as) Ashabı’nın ve mükerrem hane halkının gönüllerine cesaret ve coşku yayarak, onları Pak Kardeşi’ne ve O’nun Kutlu Davası uğruna cihad etmeye,fedakarlık göstermeye ve her şeylerini feda etmeye teşvik etmiş ve büyük bir ilham ve moral dinamosu olmuştur. Yaptıkları sayesinde, bu yüce kişilik özellikleri o kutlu kahramanların benliklerine yerleşmiş ve bu vesileyle adı ilahi tarihe kazınan o yüce insanlar Allahu Teala’nın yüce Kelimesini tüm dünya üzerinde yukarıda tutmak için savaş meydanına çıkarak şehadet şerbetini içmişlerdir.
Hz. Abbas (as) kardeşinin yaşadığı en zorlu günlerde yanıbaşında durmuş, bir an onsun ondan ayrılmamış, iyiliğin ve ikramın her türlüsünü kardeşine sunmuş ve her şeyini O’nun uğruna feda etmiştir. Hz. Abbas, Hz. Huseyn’in (Allah’ın selamı her ikisinin üzerine olsun.) sancaktarı, işlerinin idarecisi ve O’na yapılan tüm hizmetlerde sorumluluğu kendisi üstlenmişti. Raviler diyorlar ki: Hz. Abbas (Aleyhisselam’ın) Kardeşi İmam Huseyn’e (A) karşı duyduğu tüm kalbini kaplayan sevgi ve ihlas, O’nun uğrunda canını feda ettirmişti. Üstelik Imam Huseyn Aleyhisselam O’na adeta misafir gibi muamele etmiş ve tüm kutlu ashabı ile mükerrem hane halkı meydana çıkıp hepsi şehit olmadan savaşa girmesine izin vermemişti. Buna izin vermeyişinin nedeni Hz. Abbas’ın sağ ve yanı başında var oluşunun O’na güç vermesiydi. Hz.Abbas şehit olunca da kendini bir başına, yaban ellerde hissetti ve hayata dair tüm umutlarını yitirdi. Kardeşinin yanına varınca en acılı biçimde O’nun için ağladı. Kardeşiyle ölümsüz cennetlerde buluşmak için de savaş meydanına çıkışını hızlandırdı.
Selam olsun sana Ey Ebulfazl!
Hiç şüphe yok ki kutlu hayatın ve şehadetin insanlığın tüm değerleri için güvenli bir buluşma noktasıdır!
İslam ve insanlık aleminde şan ve şerefin zirvesine yerleşen Taff günü şehitleri için müthiş bir örnek olarak sen, tek başına yetersin!
KISALTMALAR Ve LAKAPLAR:
(A): Aleyhisselâm,Aleyhesselâm veya Aleyhumusselâm – Allah’ın selamı O’nun/Onlar’ın üzerine olsun. Erkekler için ilk, bayanlar için ikincisi ve çoğullar için üçüncüsü kullanılacaktır.
(S): Sallallahu Aleyhi ve Âlih: Allah O’na ve ailesine salât etsin.
Ebil Ahrar: Hürlerin Babası/Efendisi – İmam Huseyn Aleyhisselam
Ebulfazl: Faziletin Babası/Efendisi – Hz. Abbas Aleyhisselam
2003 yılında Irak’taki rejimin çökmesinin ardından Mukaddes Türbe, tam bir reform yaşayarak; düşünsel, kültürel, inşaata yönelik vb. birçok alanda birden büyük bir yükselişe geçti. Bu dönemde; yeni eserler meydana getirilmesi, basılması, dağıtılmaları ve var olan eserlerde tahkik yapılması gibi, birçok alanda büyük aşamalar kat edildi. Bunun yanı sıra; birçok farklı alanda, yazılı metin, görüntü, ses ve videodan oluşan devasa bir içerik yayınlanıp birtakım sergi ve festivaller düzenlendi. Mimari yönden yapılan atılımlar açısından da; bu Mukaddes Mekânların içi ve dışında, Mukaddes mekânlara akın ederek gelen ziyaretçilere, hizmet sunulmasını ve onların rahat ettirilmesini amaçlayan çok sayıda proje hayata geçirildi. Bunlara ek olarak; birtakım yatırıma yönelik projeler de, kurumun kendine yetebilmesini sağlamak amacıyla hayata geçirildi.
MUKADDES TÜRBESİ VE TARİHİ
Hicri 61 senesinin Muharrem ayının 13’ünde (Miladi olarak 13 Ekim 680), yani Ölümsüz Taff Destânı’nın gerçekleştiği tarihten üç gün sonra; İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın, Ehlibeyti’nin (Hâne Halkı’nın) ve Ashâbı’nın (Dostları’nın) pâk bedenleri, İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın oğlu (Ali bin Huseyn) İmâm Seccâd’ın (Allah’ın Selâmı hepsinin üzerine olsun) yaptıkları düzenleme ve (o dönem Kerbelâ’nın etrafında yaşayan) Esedoğulları Aşîreti’ne Kendileri’nin (Aleyhisselâm) verdikleri direktifler doğrultusunda, teker teker tayin ettikleri yerlere defnedildiler. Defin işlemlerinin tümü, İmam Seccâd Aleyhisselâm tarafından yapılan düzenlemelere uyularak, O’nun tarif ettiği yerlere ve defnediliş şekilleri hususunda verdiği talimatlara harfi harfine uyulmak suretiyle ve Kendileri’nin (Aleyhisselâm) de bizzat iştirak ve yardım etmeleri vesilesiyle yerine getirildi. Ayrıca, Mukaddes Kabirlerin üzerine (ayırt edilebilmelerini sağlayan) birtakım nişaneler konuldu.
Hicri 65 ya da 66 senesinde (Miladi olarak 684), o dönemde Irak’ı yöneten Muhtar Es-Sakâfi (Allah O’ndan razı olsun) , Kabr-i Şerîf’in etrafına mescid ve büyük bir çadır yapılması yönünde talimat verdi. Söz konusu yapı, kilden ve briketten yapılmıştı. Aynı zamanda da, Kabr-i Şerîf’in üzerine yapılmış olan ilk binaydı. Bu binaya ilaveten, her iki Mukaddes Ziyaretgâh’ın civarına bir köy inşa edildi. İşte O köyün inşası ile de, daha sonraları Kerbelâ Şehri’ne dönüşecek olan o kutlu yerleşim biriminin ilk tohumları atılmış oldu.
H. 171 senesinde (Miladi olarak 787), Abbasi Devleti yöneticisi Harun, İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın ve Kardeşi Hz.Ebulfazl Abbas Aleyhisselâm’ın Pâk Kabr-i Şerîfleri de dahil olmak üzere, Kerbelâ şehrinin baştan aşağı yıkılmasını ve şehrin toprağının da sürülmesini emretti. Böylece İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın Kabri yıkıldığı gibi, toprağı da sürüldü ve hatta; O’nun Kabr-i Şerîfleri’ni gösteren (ve ziyaretçilerin serinlemesi amacıyla da dikilmiş olan) Sedir ağacı bile kesildi.
Hicri 198 yılında (Miladi açıdan da yaklaşık 814), Abbasi Devleti yöneticisi Me’mûn, İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın Kabr-i Şerîfleri’nin imarı (sorumluluğunu) üstlendi. Me’mûn’un bunu yapmaktaki asıl maksadı; Ehlibeyt (Allah’ın Selâmı Onların üzerine olsun) takipçilerine yaklaşarak, kendine yönelik olan, bir önceki Abbasi Devleti yöneticisi ve öz kardeşi olan Emin’i öldürmesinden doğan ve her geçen gün gitgide daha da büyüyen öfkeyi azaltarak dindirmek ve iktidarı bütünüyle ele geçirmekti.
Hicri 232 (Miladi 846) senesinde, Abbasi Devleti’nin başına Mütevekkil (daha doğru okunursa Mutewekkil) geçti. Mütevekkil İmam Emîril Mu’minîn Ali Aleyhisselâm’a karşı çok şiddetli bir şekilde kin güdüyordu. Bu sebepten ötürü, tam dört defa, O’nun Oğlu İmam Ebi Abdullah Huseyn’in (Allah’ın selâmı babasına,kendine ve evlatlarına olsun) Kabr-i Şerîfleri’nin yıkılması için emir verdi (ve yıktırdı da). Bu dört meş’um defanın sonuncusu, H. 247 (M.861) senesindeydi.
H. 248 (Miladi açıdan da yaklaşık 862) senesinde, İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın Pâk Ziyaretgâhı yeniden yapılıp genişletilerek ziyaretçilerin Kabri Şerîfi uzaktan kolaylıkla bulup tanıyabilmesi için üzerine yüksek bir nişane yerleştirildi. Bunlar, o dönemde Abbasi Devleti yöneticisi olan Muntasır tarafından yaptırıldı.
H.271 senesinden önce, Taberistan Kralı Hasan el-Alevî, İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın Harem-i Şerîfleri’nin (bakım-onarım ve) inşa edilmesi sorumluluğunu ele aldı ve etrafına mescid yaptırmaya başladı. Ancak mescidin bitirilmesinden önce vefat etti ve vefatının ardından yerine geçen – Edda’iyyus-Sağîr/Küçük Davetçi lakabı ile bilinen – oğlu Muhammed el-Alevî, bu sorumluluğu ele alarak H.280 (M. 893) yılında mescidin yapımını bitirtti. Ayrıca, Mukaddes Ziyaretgâh’ın üzerine şaşaalı bir kubbe ve görkemli iki kapı yaptırdı. Buna ilaveten, Mukaddes Ziyaretgâh’a iki eyvan yaptırıp onu sur ile çevreledi ve etrafında yaşayanlar ile ziyaretçiler için evler yaptırdı.
H.368 yılında (M.978), Irak’ın güneyinde bulunan Batâ’ih Prensliği Emîri Şahînoğlu Umran; İmam Huseyn Aleyhisselâm’ın Mukaddes Ziyaretgâh’ına ait binasının yenilenmesini sağladı. 9
H.369 ve 372 yılları arasında ( M.982 dolayları) Başkenti Bağdat olan Abbasi Devleti’nin Başvezîri, Büveyhli Rüknüddevle oğlu Adududdevle’nin emriyle, iki Mukaddes Türbe Huseyniyye ve Abbasiyye Türbeleri’nin imar işlemlerine başlandı.
H.740 yılından (M.1339 civarı) H.790 (M.1338 dolayları) yılına kadar, İki Kabr-i Şerîf-i Pâk olan, İmam Huseyn (Aleyhisselâm) ve Hz.Ebulfazl Abbâs ‘ın (Aleyhisselâm) Mukaddes Ziyaretgâhları’nın tamir ve geliştirme işlemleri ile bu mukaddes yapıların günümüzdeki görüntüsüne kavuşmasını sağlayan inşaatlar, Müslüman Moğol Devleti olan Celayiri (veya Celayirli) Devleti’nin Sultanları’nın verdikleri emirler doğrultusunda tamamlandı. Önce, Celayiri Devletinin kurucusu olan Akbağa oğlu Şeyh Hasan Huseyn’in emriyle başlayan işlemler, ardından Sultan Uveys ile, üçüncü olarak Sultan Huseyn bin Şeyh Hasan-ı Kebîr ile ve dördüncü olarak da, Sultan Uveysoğlu Ahmed Bahadır Hân’ın emriyle devam ettirildi ve bitirildi.
M.1980 yılında, “Beynel Haremeyn” (İki Harem-i Mutahhar arası) Meydanı inşa edildi. H. 1406 (M. 1986) yılında da, İki Mukaddes Türbe’nin her birini çevreleyen dış surların inşa edilmesi tamamlandı.
Ebul Fazl El-Abbas (A) İslam tarihinin sahnesine gelmiş geçmiş en büyük savaş komutanlarından biri olarak çıkmıştır. Az sayıda savaşa katılmış olmasına rağmen gösterdiği kahramanlığı ve üstün kişilik özellikleri sayesinde namı dünyanın her dilinin konuşulduğu yeri kapsamış ve insanlık için eşi benzeri görülmemiş bir örnek oluşturmuştur.