Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Hayat Pınarı
İlim Şehrinin Kapısından Özlü Sözler

* İman dört direk üstünde durur: Sabır, yakıyn, adalet, cihâd. Sabır dört kısımdır: Özlem, korku, çekinmek, tetikte durmak. Cenneti özleyen dileklerden vazgeçer. Cehennemden korkan haramlardan çekinir. Dünyada çekinen kişi, dünyâ musîbetlerini hiçe sayar. Ölüme karşı tetik duransa hayırlı işlere koşar.

Yakıyn de dört kısımdır: Akıllılık, hikmeti yormak, geçmişlerden öğüt almak, geçenlerin yolunu yordamını izlemek. Akıllılıkta gözü açık olana hikmet aydınlanır. Himeti apaydın gören ibret alır. İbret alansa geçmişlerdenmiş gibi hareket eder. Dünyaya da aldanmaz.

Adalet de dört kısımdır: Anlayışta derine dalmak, bilgide derin olmak, aydın hükümle karara varmak, hilimde direnmek. Kim anlayış sâhibi olursa, ilmin dibine dalar; kim ilmin dibine dalarsa hükümde yol yordam neyse elde eder; hilim sâhibi olansa yaptığı işte ileri gitmez, insanlar arasında tertemiz yaşar.

Savaş da dört kısımdır: Doğruyu buyurmak, kötülüğü nehyetmek, gerçek işlerde doğru olmak, gerçeğe uymayanlara  düşmanlık gütmek. Doğruyu buyuran kişi inanan-ların bellerini doğrultur; kötülüğü nehyeden, münâfıkların burunlarını kırar; gerçek işlerde doğru hareket eden, kendisine gereken şeyi yapar; kötülüklere, gerçeğe uymayanlara düşman olan, Allah için kızan kişiyse öyle bir hâle erer ki, Allah onun yüzünden onun düşmanlarına kızar ve kıyâmet gününde onu razı eder.

Küfür de dört direk üstünde durur: Doğru olmayan şeylerde derine dalmak, kavga yolunu tutup ululanmak, gerçekten sapmak, aykırı yol tutmak. Gerçek olmayan şeylerde derine dalan, gerçeğe ulaşamaz; bilgisizlikle kavgaya girişen, kavgayı çoğaltan, gerçeğe karşı kör olur kalır. Kim gerçekten saparsa iyi şey ona kötü görünür; kötülükse güzelleşir; sapıklık sarhoşluğuna tutulur. Aykırı yol tutanınsa yolları güçleşir, işleri sarpa sarar, kurtuluş yolu da daraldıkça daralır.

Şüphe de dört direk üstünde durur: Batıl üzere savaşmak, korkmak, işkile düşmek, sapıklığa teslîm olmak. Savaşmayı âdet edinmenin gecesi sabah olmaz. Korkanın önündeki ardına düşer. Şüpheye yolunda yelip yortanı o şüphe, şeytanların ayakları altına atar; dünyâ tehlikeleri yüzünden sapıklığa teslim olansa dünyâda da helâk olur, âhirette de.

* İnsanlar, dünyâlarını düzene sokmak için dinlerine ait bir şeyi terk ettiler mi Allah onları ondan daha zararlı bir şeye uğratır.

* Farzlara zarar veren nâfilelerle yakınlık olamaz.

* Sizi İslâm'a öylesine bir nispetle mensup sayayım ki benden önce kimse böyle bir nispeti söylememiştir. İslâm teslîm oluştur; teslîm oluş yakıyndir; yakıyn gerçeklemektir; gerçeklemek ikrardır; ikrar emre uymaktır; emre uymaksa o emirleri yerine getirmektir.

* Yaradanın büyüklüğü, yaratılanı gözünde küçültür.

* Namaz, her temiz kişinin Tanrı'ya yaklaşmasıdır. Hac, her zayıfın savaşıdır. Her şeyin zekâtı vardır; bedenin zekâtı da oruçtur. Kadının savaşıysa kocasıyla iyi geçinmesidir.

* Nice oruçlu vardır ki orucundan elde ettiği ancak açlıktır, susuzluktur. Nice geceleri ibâdetle geçiren vardır ki o kulluktan elde ettiği şey, uykusuzluktur, yorgunluktur. Ne mutlu aklı başında olan âriflerin uykusu ve yemesi.

* Ne mutlu âhireti anan, soru için iş gören, nâil olduğuna, hakkına kanaat eden ve Allah'tan razı olan kişiye.

* Yaradana isyan hususunda yaratılmışa itâat olamaz. Suçtan vazgeçmek tövbe etmekten ehvendir.

(İmandan sorulduğu vakit buyurdular ki:)

* İman gönülle tanımak, dille ikrâr etmek, âzâ ile de kullukta bulunmaktır.

* Bir bölük halk sevâp için Allah'a kulluk eder; bu kulluk, tâcirlerin kulluğudur. bir bölük de Allah'a korkudan kulluk eder, bu da kölelerin kulluğudur. Bir bölükse, Allah'a şükrederek kullukta bulunur; işte hür kişilerin kulluğu budur.

* Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ı, yapmayı iyice dilediğim şeyleri yapmamakla, bağladığım düğümleri çözmekle tanıdım.[21]

* Allah imânı şirki temizlemek, namazı ululuğu bırakmak, zekâtı rızka sebep olmak, orucu kulların ihlâsını sınamak, haccı dîni kuvvetlendirmek, savaşı, İslâm'ı yüceltmek, doğruyu buyurmayı halkı düzgün bir hâle sokmak, kötülükten nehyetmeyi, kötü kişileri fenalıktan çekmek, yakınlarla buluşup görüşmeyi, onları görüp gözetmeyi, Müslümanların sayılarını çoğaltmak, kısâsı onları korumak, ahitleri yerine getirmeyi, haram olan şeylerin ne kadar kötü olduğunu anlatmak için emretti. İçkiyi aklı korumak, hırsızlığı temizliği bildirmek, zinâyı soyu-sopu gözetmek, livâtayı nesli çoğaltmak için nehyetti. Tanıklıkta bulunmayı kulların haklarını yerine getirmek için buyurdu. Yalanı bırakmayı gerçeğin yüceliğini bildirmek için emretti. Selâm vermeyi zarardan, korkudan korunmamız, İmâmeti ümmetin düzenini sağlamak, imâma itâat etmeyi de imâmeti ululamak için emir buyurdu.[22]

(Kaderden sorulunca buyurdular ki:)

* Kapkaranlık bir yoldur, gitmeyin o yola. Pek derin bir denizdir,  dalmayın  o  denize. Allah'ın sırrıdır, uğraşmayın onunla.

(Birisi, Şam'a gidişiniz Allah'ın kazâ ve kaderiyle değil midiydi diye sorunca bu soruya uzun uzun cevap verdiler. Bu arada buyurdular ki:)

* Yazık sana, sen kazâyı yerine gelmesi, kaderin mutlaka olması gerekli sanmadasın. İş böyle olsaydı sevap ve ikab batıl olur, vaat ve vaidin ortadan kalkması icâb ederdi. Oysa ki noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, kullarını yapacakları işlerde muhayyer bırakarak emretmiş, kötülüklerden çekinmelerini bildirerek nehyetmiştir. Emir de, nehiy de, kulun ihtiyârını ortadan kaldırmamış, kudretini yok etmemiştir. Onlara kolay olanı teklif etmiş, zor olanı buyurmamıştır. Az iyiliğe çok sevap vermiştir. Kul mağlûp olarak isyan etmez; mecbur olarak itâatte bulunmaz. O peygamberleri bir oyun için göndermemiş, kitabı abes olarak indirmemiş, gökleri ve yeryüzünü, ikisi arasında yaratılanları boş yere yaratmamıştır. "Bu, kâfir olanların zannı. Artık vay haline kâfirlerin ateşten."(38, Sâd, 27).

Ebu-Câ'fer Muhammed b. Aliyy'il-Bâkır aleyhimes-selâm'dan rivâyet edilmiştir. buyurmuşlardır ki:

* Yeryüzünde Allah azâbından iki aman verdi; biri kaldırıldı; öbürüne yapışın. Kaldırılan aman Allah'ın salâtı o'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'tı, Duran, kalan amansa istiğfardır. Allah Teâlâ "Sen, onların içinde oldukça onları azaplandırmaz ve gene yarlıganma dilerlerken, Allah, onlara azap vermez" buyurmuştur. (8, Enfâl, 33).

* Tam fakih o kişidir ki insanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz hâle düşürmediği, Allah'ın lütfünden onları meyûs etmediği gibi Allah'ın mekrinden de onları emin etmez.

* İnananların zanlarından sakının; çünkü yüce Allah gerçeği onların dillerine ilhâm eder.[23]

* Kur'an'da sizden öncekilere ait olaylar, sizden sonraki zamanlara ait haberler, aranızda cârî olacak hükümler vardır.

* İnananın yüzünde güleçlik vardır, kalbindeyse hüzün. Gönlü her şeyden geniştir, nefsi her şeyden alçak. Yücelikten nefret eder, şöhrete düşmandır, gamı gussası uzundur, düşünmesi derin. Susması fazladır; vakti yoktur. Çok şükreder, çok sabreder. Düşünceye dalmıştır, ihtiyâcı olanları görünce kendi ihtiyâcını hatırlamaz bile. Huyu güzeldir, geçinmesi hoş ve yumuşak. Şeref ve din bakımından serttir, huy bakımından kuldan alçak.



* Amelsiz sevap dileyen, yaysız ok atmaya kalkan kişiye benzer.

* Bu ümmetin en hayırlıları hakkında bile Allah'ın azâbından emin olmamalısın; çünkü yüce Allah "Allah azâbından emin olanlar ancak zarara uğramış topluluk-lardır" buyurmuştur (7, A'râf, 99); bu ümmetin en kötüsü hakkında bile Allah'ın rahmetinden ümit kesmemelisin; çünkü Allah, "Allah'ın rahmetinden kâfir olan topluluktan başka kimsecikler ümit kesmez" buyurmuştur. (Yûsuf, 87).

* İnanan kişinin günde üç işi vardır: Bir zaman Rabbiyle münâcât eder, ona kullukta bulunur; bir zaman geçimi için çalışır; bir zamanı da vardır, helâl ve güzel lezzetlerle zevklenir. Akıllı kişi, ancak üç şey için yolculuk eder: Geçimini sağlamak, âhiretini elde etmek, yahut da haram olmayan zevk ve lezzet elde etmek için.

(Birisi, huzurlarında, Allah'tan suçlarımı örtmesini dilerim deyince buyurdular ki:)

* Anan yasında ağlasın; biliyor musun, suçların örtülmesini, bağışlanmasını istemek nedir? Suçların örtülmesini istemek, İlliyyin[24] derecesidir; bunun da altı anlamı vardır: Birincisi geçmiş suçlara nâdim olmak, ikincisi ebedî olarak o geçmiş suçları bir daha işlememek, üçüncüsü Allah'a temiz ulaşmak, kul hakkında kendisinde bir şey olmadığı halde kavuşmak için yaratılmışların haklarını kendilerine vermek, dördüncüsü sana vâcip olan bütün emirlerini yerine getirmeye niyet etmek, beşincisi, bedeninde hırstan bitip gelişmiş etleri, dertle, gamla eritmek, derini kemiğe yapıştıracak kadar zayıflamak, ondan sonra helâl lokmadan gelişen ete kavuşmak, altıncısı bedenine evvelce suç işleme tadını tattırdığın gibi ibâdet elemini de tattırmaktır. Bu şartlardan sonra, Allah'tan suçlarını örtmesini dilerim diyebilirsin.

Allah'ın öyle kulları vardır ki Allah onları kulların faydalarına hizmet etmek için nimetlerle nimetlendirmiştir. Onların ellerine nimetler vermiştir. Onlar da o nimetleri kullara ihsan ederler. Fakat ihsan etmediler mi de o nimetleri onlardan alıp başkalarına verir.

* (Bâzı bayramlarda buyurmuşlardır ki:)

Bayram, orucunu, geceleri ettiği ibadeti Allah'ın kabûl ettiği kişiye bayramdır. Hangi gün Allah'a  isyân edilmezse o gündür bayram.

Allah dostları o kişileridir ki insanlar dünyânın görünü-şüne baktıkları zaman onlar, dünyânın içyüzü görürler. İnsanlar hemencecik elde edilecek dünyâ işleriyle uğraşır-larken onlar, bir müddet sonra gelecek âhireti elde etmek kaygısına düşerler. Ahiret işlerine koyulurlar. Kendilerini öldürecek  zevklerden geçerler, o zevkleri öldürürler. Terk edecekleri şeyleri bilirler de daha önce terk ederler. Görürler, bilirler ki başkalarının dünyâdan elde ettikleri çok şey pek azdır. Onların dünyâyı elde etmeleri ellerinden yitirmelerinden başka bir şey değildir.

* Allah dostları insanların uzaklaştıkları şeylere düşmandırlar. İnsanların düşman oldukları şeylere dostturlar. Onlarla Kitabın hükümleri bilinir; onlardır Allah'ın Kitabıyla bilenler. Onlarla Kitabın hükümleri yürütür; onlardır Kitabın hükmüyle yürüyenler. Umdukları şeyin üstünde umulacak bir şey görmezler onlar. Korktuklarının üstünde korkulacak bir varlık tanımazlar onlar.

* İmânın alâmeti, yalan sana fayda, gerçek zarar verecek olsa bile gerçeği seçmen, sözünü bilginden fazla söylememen, başkalarının sözlerinde de Allah'tan korkman, çekinmendir.

(Tevhid ve adlı sorulduğu zaman buyurdular ki:)

* Tevhid Allah'ı vehmine göre tavsif etmemek, adaletse Allah'ı hikmet ve adalete zıt şeylerle töhmetlememektir.

* Mümin, kardeşlerine karşı ululanmaya, ona güler yüz göstermemeye başladı mı, ondan ayrıldı demektir.

"Gurer'ul-Hikem"den

* Mümin, sevgisi Allah için, nefreti Allah için, alması  Allah için, bırakması Allah için olan kişidir.

* Mümin, insanların ezâsına tahammül eden, fakat hiç kimsenin ondan incinmediği kişidir.

* Beden secdesi, yüzün en şerefli yerlerini toprağa koymak, avuçlarıyla, dizleriyle, ayak parmaklarıyla, gönül alçaklığıyla ve hâlis niyetle toprağa kapanmaktır. Gönül secdesiyse geçici şeyleri gönülden çıkarmak, varlığı yok olmayacak şeylere tam bir himmetle yönelmek, ululuğu ve benliği bırakmak, dünyâ bağlarını kesmek, peygamberlik huylarıyla huylanmaktır.

* Bedenin orucu, irâde ve ihtiyarla azaptan korkup sevaba girmeyi, ecre nâil olmayı dileyerek yemekten kesilmektir. Nefsin orucu, beş duyguyu öbür suçlardan çekmek, kalbi de bütün şer sebeplerinden ayırmaktır. Kalbin orucu, dil orucundan, dilin orucu karnın orucundan hayırlıdır.

* Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, kimseyi delâlete sevk etmez ve Allah kullarına zulmedici değildir.[25]

* Kur'ân'ın helâl ettiğini haram sayan kişi inanmamıştır.

* Şu Kur'an'la düşüp kalkan  hiçbir kimse yoktur ki bir fazlalığa ermesin, yahut noksana düşmesin. Ona uyarsa hidâyette ileri gider, uymazsa körlükle noksana düşer.

* Takıyyesi olmayanın dini de yoktur.[26]

* Size beş vasiyet ediyorum ki, develere binip seferlere düşseniz de onları elde etseniz değer mi değer:

* Hiç biriniz rabbinizden başkasından birşey ummasın; günâhından başka bir şeyden korkmasın. Hiç biriniz kendisinden bilmediği bir şey sorulunca bilmiyorum demekten utanmasın. Hiç bir kimse bilmediği bir şeyi  öğrenmekten çekinmesin. Sabredin, çünkü sabır imana nispetle cesetteki baş gibidir. Başı olmayan bedende hayır yoktur. Sabır olmadıkça da imandan hayır gelmez.

* * *

[1] - "Ey inananlar, siz yardım ederseniz Allah'a, o da yardım eder size ve ayaklarınızı diretir; size sebat verir." (47, 7). Allah'a yardımdan maksat; Allah dinine, yâni İslâm'a sarılmak, emirlerini tutmak ve düşmanlarla savaşmaktır. Nitekim bu âyet-i kerîmeden sonraki âyetlerde kâfir olanların yaptıkları kötülüğün kendilerine zarar vereceği, çabalarının boşa çıkacağı, yeryüzünde, kendilerinden önceki kâfirlerin de Allah tarafından yok edildikleri, Allah'ın inananlara yardımcı olduğu, kâfirlereyse bir yardımcı bulunmadığı bildirilerek bu, teyid edilmektedir (8-11).

[2] - Halkı umumî olarak iki sınıfa ayırmakta ve birinci sınıfın, 49. sure-i celilenin (Hucurât) 10. âyet-i kerimesinde bildirildiği gibi inananlar olup bunların din kardeşleri bulunduğunu, bildirmekte, ikinci sınıfınsa, yaratılışta bize eş ve denk olduğunu bildirerek inançta kardeş olmamakla beraber insanlık bakımından bize eş olanları, Kitap ehlini kasıt buyurmaktadırlar. Şu hâlde insanlık, umûmî ve eşit vasıf, imansa kardeşliği meydana getiren ve inananlara tahsis olunan vasıftır. Fakat her iki sınıfa karşı da adaletin yürütülmesi, bunların adalet bakımından ayırd edilemeyeceği anlatılmaktadır.

[3] - 24. sûrenin (Nûr) "Üstün ve geçimi geniş olanlarınız akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda yurtlarından göçenlere vermekten çekinmesinler, ve iyilik etmeyi terk etmesinler ve bağışlasınlar ve suçtan çekinsinler. Allah'ın sizi yarlıgamasını istemez misiniz? Ve Allah suçları örter, rahimdir" meâlindeki âyet-i kerimesine işaret buyrulmaktadır.(22).

[4] - "Peygamberler, fetih ve yardım istediler ve her inatçı cebbar mahrum olup gitti" âyet-i kerimesine işârttir (İbrâhim, 15).

[5] - "Böylece de suçlular istemeseler de gerçeği izhâr etmeyi ve batılın boşluğunu bildirmeyi murât etmedeydi. " (Enfâl, 8) "Yoksa bunu Allah'a isnâd ederek o uydurdu mu derler? Gerçekten de Allah dilerse gönlünü mühürler senin ve Allah, batılı mahveder, gerçeği gerçekleştirir sözleriyle; şüphe yok ki o, gönüllerde olanları bilir." (Şûrâ, 24) ve "Hiç şüphe yok ki onlar yapmadıkları şeyleri söylerler; ancak inananlar ve iyi işlerde bulunanlar ve Allah'ı çok ananlar ve zulme uğradıktan sonra yardıma mazhar olanlar müstesnâ. Ve zulmedenler yakında bileceklerdir hâlleri neye varacak ve nereye varıp gidecekler." (Şuarâ, 227). Bu âyetlere işaret edilmektedir.

[6] - "Kim mümin kardeşinin bir ayıbını bilir de örterse Allah da onun ayıbını örter." (Hadis. Künûz'ül-Hakaık, 2, s.173-174).

[7] - "Ey inananlar, buyruktan çıkmış biri size bir haber getirdi mi doğru, yahut yanlış veya yalan olup olmadığını araştırıp iyice bir anlayın; yoksa bir topluluğa bilgisizlikle bir kötülükte bulunur da yaptığınıza nâdim oluverirsiniz." (Hucurât, 6).

[8] - "Öyle bir mâbuddur ki sana kitap indirdi,onun bir kısmı manası apaçık âyetlerdir ve bunlar kitabın temelidir. Diğer kısmıysa çeşitli mânâlara benzerlik göste-ren âyetlerdir. Yüreklerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onları yorumlamak için mânâları açık olmayan âyetlere uyarlar. Halbuki onların yorumunu ancak Allah bilir. Bilgide şüpheleri olmayacak kadar kuvvetli olanlarsa derler ki: Biz inandık ona, hepsi de Rabbimizdendir; bunu aklı tam olanlardan başkaları düşünmez." (Âl-i İmran, 7).

[9] - "Ey inananlar, sakının fazla şüphe etmekten. Şüphe yok ki bâzı zan ve şüpheler suçtur ve ayıplarınızı, gizli işleri arayıp gözetmeyin ve bir kısmınız, bir kısmını-zın gıyâbında kötülüğünü de söylemesin..." (Hucurât, 12).

[10] - "Alış veriş, ancak iki tarafın rızasıyla olur." (Hadis, Câmi, 1, 85) "Tâcirler yok mu, onlardır kötülük edenlerin, kötü kişilerin ta kendileri." (Künûz'ül-Hakaık, 2, s.32) "Ne  kötü kuldur muhtekir kul; Tanrı ucuzluk, bolluk verdi mi mahzûn olur, kıtlık oldu mu sevinir, ferahlar. " (Câmi, 1, s.106) "Malı mülkü getiren rızıklanır; saklayan lânete uğrar." (aynı, 121) "Kim bir yenecek şeyi pahalansın da öyle satayım diye ümmetimden kırk gün saklasa, sonradan onu sadaka olarak verse bile kabûl edilmez." (2, s. 142) "Halkın muhtâç olduğu şeyleri çarşımıza, pazarımıza getiren, Tanrı yolunda savaşan ere benzer, pahalılaşsın diye saklayansa Tanrı Kitabını aykırı anlamda anlayan gibidir." (1, s.121) "Kim bir malı saklar, pahalılaşsın da Müslümanlara öyle satayım niyetine kapılırsa yanlış yolda sapmış olur; Allah'ın ve elçisinin amânından, emniyetinden uzaklaşmıştır." (2, s.142).

[11] - "Verilen şeyler, kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olup yeryüzünde dolaşmayın (dilenmeyen) yoksullara aittir. Bilmeyen kişi, onların istiğnâlarını görüp zengin sanır; halbuki sen yüzlerinden tanırsın onları. Yüzsuyu dökerek halktan bir şey istemez onlar. Hayır için ne harcarsanız şüphe yok ki Allah onu bilir." (Bakara, 273).

[12] - "Güzel söz ve suç bağışlama, ardında minnet olan sadakadan hayırlıdır. Allah müstağnidir; cezâ vermede acele etmez. Ey inananlar, malını insanlara gösteriş için harcayan ve Allah'a, âhiret gününe inanmayan kişi gibi sadakalarınızı, ihsanınızı, başa kakmakla minnet ve eziyetle hiç verilmemiş bir hâle getirmeyin. O çeşit adam, sanki şiddetli bir yağmur altında kalıp üstündeki toprağın kayarak sıvaşmasıyla kaypak bir hâle gelen kayadır. O çeşit adamlar, kazançlarından hiçbir sevap elde edemezler ve Allah, inanmayan kavmi doğru yola sevk etmez. Malını, Allah rızasını kazanmak için özlerin-dekini yerli bir hâle getirip kendilerine mal etmek için verenlerse bir tepedeki bahçeye benzerler; bol bol yağan yağmur, o bahçenin meyvelerini iki misline çıkarır, hattâ bu çeşit yağmur yağmasa bile mutlaka bir çisentiye kavuşur orası ve Allah, bütün yaptıklarınızı görür." (Bakara, 263, 265).

[13] - "Bir gün adaletle muâmelede bulunmak, altmış (nâfile) ibâdetten üstündür." Hadis, Künûz'ül-Hakaaık, 2, s.113).

[14] - "Toplumun en zayıfının namazı gibi namaz kıldır; okuduğu ezana karşılık para alan kişiyi müezzin yapma..." (Câmi, 2, s. 37).

[15] - "Hiç şüphe yok ki kıyâmet günü insanların ulu Allah'a en sevgilisi ve yer bakımından (mânen) ona yakını adaletle idâre eden imamdır. Ulu Tanrı tarafından en ziyâde buğzedileni ve ona en uzak bulunanı da hükmü altındakilere cevreden, zulmeden imamdır." (Câmi, 1, s.72).

[16] - "Barış daha hayırlıdır..." (6, 128) "Müminler kar-deştir ancak, kardeşlerinizin aralarını uzlaştırın." (aynı, 128) "Düşmanlar sulha yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a dayan; şüphe yok ki o her şeyi duyar, bilir." (Enfâl, 61).

[17] - "Ve kim bir mümini kasten öldürürse cezâsı cehenneme atılmaktır, ebedî kalır orda ve Allah ona azâbe-der ve rahmetinden uzaklaştırır onu ve ona pek büyük bir azap hazırlamıştır da." (Nisâ, 93).

[18] - "Ölüm baygınlığı gerçek olarak gelip çattı mı, buydu işte denir senin kaçıp durduğun. Ve üfürülür sûr'a, işte bugündür azap günü ve herkes yanında bir sürüp götüren ve bir tanık olarak gelir. Andolsun ki gafletteydin bundan, derken perdeyi kaldırdık gözünden, artık gözün keskin bugün." (Kaaf, 19-22).

[19] - Bu Ahit-Nâme, pek ileri bir görüşle yazılmıştır. Bir yere hükmetmek üzere tayin edilen kişinin o yerin târihî, coğrafi, iktisâdî durumunu iyiden iyiye bilmesi, anlaması, târihten ibret alması, halkın din kardeşi ve yaratılışta eş ve kardeş iki sınıf olarak görmesi, herkese adaletle, merhametle muâmele etmesi, kimsenin malına, canına göz dikmemesi, halktan gizlenmemesi, kendisini onlardan ayrı, üstün ve büyük görmemesi, yaşayışta, geçimde onlardan ayrılmaması cezâ vermede bile adaletle beraber merhamete riâyet etmesi, savaşa kesin olarak lüzum görülmedikçe başvurmaması, kan dökmekten çekinmesi, her hususta halka örnek olması gerektiğini bildirmektedir. Hz. Emir (a.s) bu Ahit-Nâmele-rinde halkı sınıflara bölmede, her sınıfın öbür sınıfların düzene girmesiyle düzgün bir hâle gelebileceğini anlatmaktadır. Ülkenin huzûru askerle mümkündür; askerin dış saldırıya karşı durması, iç düzeni koruması vergiyle mümkündür. Fakat vergide de halkın, vergi yılının, bölgenin verim ve kabiliyetinin göz önünde tutulması gerektir. Verginin verilmeyecek, yahut halkı zarara sokacak bir hadde çıkarılması halkı yoksul düşürür. Halkı yoksul olan bölgeyse harap olur gider. Ülkenin kalkınması, halkın kalkınmasına bağlıdır, verginin verilebilecek miktarda olması, vergi memurlarının adalete riâyet etmeleri, alış verişte bulunan sanat ve ticaret erbabı olan sınıfa bağlıdır. Yalnız bunların ihtikârda bulunmamalarına, malı değerinden fazla satabilmek için saklamamalarına, satışta fazla kâr gözetmemelerine dikkat etmek, hem devlet ve mal memurlarını, hem esnafı, sanatkârı sıkı bir teftişe tâbi tutmak icâb eder. Ancak bu teftişte de dindar, namuslu, tecrübeden geçmiş, doğru sözlü ve doğru özlü kişiler kullanılmalıdır. Bütün bunlarla beraber gene de vâli her söylenen söze, her verilen habere inanmamalı, bizzat bu sınıfları murâkaba altında tutmalıdır.

Hâsılı bu Ahit-Nâme, halkı idâre etmek, devlet işini düzene sokmak mevkiine gelen, getirilen kişi için zamanında olduğu gibi bugün de, yarın da, gerçekten de geçerli ve çok ileri görüşleri ihtivâ eder.

[20] - Muhammed b. Ebi-Bekr için birinci kısmın son bölümünde 107, hitâbenin notuna bakınız.

[21] - Mevlânâ, "Mesnevî"nin 3. cildinde H. Emir'in bu kelâmlarına işaret ederler (Reynold A. Nicholson basımı 1929, s.255-256; beyt. 4462-4472).

[22] - Emir'ül-Mü'minin (a.s), bu sözlerle emir ve nehiy-lerin teşri'i hikmetlerini beyan buyurmaktadırlar.

[23] - "İnananın anlayışından sakının; çünkü o, Allah nûruyla bakar, görür." (Hadis, Künûz'ül-Hakaaık, 1, s.8).

[24] - İlliyyin, 83. sûre-i celilenin (Muttaffıfin) 18-19. âyet-i kerimelerinde geçer ve yanı sûrenin 6-7. âyetlerindeki "Siccîn" karşılığıdır. Siccîn, zindan, hapishane anlamlarına gelen "sicn" kökündendir. Cehenneme denmiştir. Yedinci kat yerdir, kâfirlerin amel defterleridir diyenler de vardır. "İlliyyîn", yücelik, yükseklik anlamına gelen "alâ" kökündendir. Cennetlerin en yüce derececidir; müminlerin amel defterlerinin bulunduğu mânevi yerdir; müminlerin amel defterledir (A.Gölpınarlı: Kur'ân-ı Kerîm ve Meâli; Açıklama, . 118-119).

[25] - 3. sûrenin (Âl-i İmrân) 182, 8. sûrenin (Enfâl) 51. 20. sûrenin 10, 41. sûrenin (Fussilat) 46. ve 50. sûrenin (Kaaf) 29. âyet-i kerîmelerinde Allah'ın kullarına zulmetmeyeceği bildirilmektedir.

[26] - Takıyye, tehlike, hâlinde kendini ve Müslümanları, dini korumak için inancı gizlemek anlamına gelir. 3. sûrenin (Âl-i İmrân) 28. âyetinde, "İnananlar, îman edenleri bırakıp da kâfir dost edinmesinler, bu işi yapan Allah'tan bir şey beklemesin. Fakat kâfirlerden çekinmeniz gerekse o baş-ka. Allah kendisinden sakınmanızı emretmektedir ve dö-nüp varılacak yer de Allah tapısıdır" demekte, 16. surenin (Nahl) 106. âyetinde de kalbi tam inandığı hâlde zorla küfrü mûcip sözü söyleyenin kâfir olmayacağı beyan buyrulmak-tadır. Takıyye bu âyetlere dayanır. Ancak İslâm'ın üstünlüğü, dayanmakla mümkünse o vakit takıyye caiz olmaz.

Nehc-ül Belaga (Dİn, İman, Mümİn, Müslİm, Kur'an, İbadet)'te dair Hz. Ali (as)'ın buyruklarından

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
15-08-2013 11:34 - 51660 Okunma
İlim Şehrinin Kapısından Özlü Sözler yazarın diğer yazıları [ Tümü ]
Hayat Pınarı 15-08-2013 tarihinde eklendi
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
19-03-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım