Haricilik Nasıl Doğdu?
Şamlılar, Muaviye'nin dileğine uyup As oğlu Amr'ı hakem tâyin ettiler.
Sulh andlaşmasının yazılması için Amr, Hz. Ali,nin ordusuna geldi. Ebu-Musa ile buluştu. "Mü'minler Emiri Ali ile Muaviye arasındaki" diye yazılmaya başlanınca
89- Bakara suresi, 156. Ayetten de anlaşıldığı gibi bu söz, kötü bir olayda söylenir.
Amr, nasıl olur dedi, o sizin emiriniz, bizim değil. Kendi adiyla babasinin adını yaz. Kays oğlu Ahnef, Mü'minler Emiri lakabını silme, halk birbirini kirsa bile bu lakap kalsin, silersen bir daha anilmaz diye korkuyorum dedi.
Bu sırada Eş'as geldi, şu adı sil dedi Hz. Ali, Allahtan başka yoktur tapacak ve uludur, tıpkısı tıpkısına. Hudeybiye barışının andlaşma yazısını yazarken "Bu, Resiilullah Muhammed 'le Amr oğlıı Suheyl arasmdaki uzlaşmadır" ibaresini yazmıştım. Suheyl, senin Tann elçisi olduğunu kabül etsek, seninle savaşır mıydık? Abdullah oğlu Muhammed yaz dedi. Ben bu adi silemedim. Hz. Muhammed, Yâ Ali dedi, elbette Allah Resülüyüm ve ayni zamanda Abdullah oğluyum. Onların dileği bendeki peygamberliği gidermez ki. Bugün o müşriklerin oğullarıyla bir andlaşma yazıyorum, nitekim dun de babalarıyla bağlanan andlaşmayı yazmıştım. Onda da böyle oldu, bunda da dedi.
Amr, Subhanallah dedi, bizi kafirlere benzettin, halbuki biz iman ehliyiz. Hz. Ali, Ey Nabigan'ın oğlu, dedi, sen ne vakit kafirlere dost olmadin, inananlara düşmanlık etmedin? Amr, bugünden sonra ebediyyen seninle bir mecliste bulunmam dedi. Hz. Ali de Ben Allah'tan dilerim, meclisimi senden ve senin adamlanndan temizlesin buyurdu.
Andlaşma yazıldı. Üstüne Hz. Ali'nin, altina Muaviye'nin mühürleri basıldı. Her iki mühürdeki yazı da "Muhammediir Resiilulllah" yazısıydı.
ANDLAŞMA SURETİ
"Rahman ve Rahim olan Allah adıyla Ebu-Talib oğlu Ali ile Ebu-Süfyan oğlu Muaviye ve ikisinin taraftarlan arasında verilen kararnamedir: Ali, Iraklılarla onlarla ayni flkirde bulunalar için, Muaviye, Şamhlarla onlarla ayni flkirde güdenler için Allah'ın hükmüne ve kitabına razı olarak, neyi ihya ederse ihya etmeyi, neyi imha ederse imha etmeyi taahüd ettiler. Hakem olan Ebu-Musa ile As oğlu Amr buluşup Allah'ın kitabında buldukları hükümle amel edecekler, kitapta bulamazlarsa Peygamber'in sünnetine uyacaklardır. verecekleri karar için canları, malları, ehilleri emniyet altındadır. Onlar ad ale tie ve haküzere hüküm verdikleri takdirde ümmet de onlaıa yardımcıdır. Hükünı vermeden önce birisi ölürse o tarafın emiri ve taraftarlan bir başkasını hakem tayin edecektir. İki emirden biri, hakemlerin kararından önce ölürse o taraf, oının yerine birsini ikaame eyliyecektir. Hakemler bir karara varıncaya dek yollar açıktır, silahlar bırakılmıştır; bu hususta hazır olanlar burda bulunmıyan müsavidir. Karar, Ramazan ayı çıkıncaya kadar verilecektir. Ancak hakemler dilerlerse kararı evvele alabilirler, dilerlerse Ramazan'dan sonraya atabilirler. Allah'ın kitabıyla Peygamber'in sünnetine uygun olarak bir hükme varmazlarsa savaş hususunda her iki taraf da ewelki haline döner. Ümmet, bu hükme, bu uzlaşmaya Allah'la ahdü misak etnıiş ve hiikniii itmama ve ona vefa göstermeye karar vermiştir. Bu uzlaşma umeyre tarafından Hicretin otuz yedinci yılı sefer ayının on üçüncü çarşamba günü yazıldı.....(12-8-675)
Mühürlendikten sonra Hz. Ali tarafından, içlerinde sahabeden bazi kimselerin Abbas oğlu Abdullah'ın da bulunduğu yirmi üç kişi, Muaviye tarafından içlerinde, Mervan, Amr, Utbe ebü'1-A'ver, velid de bulunan otuz iki kişi tarafindan imzalandi. Bunlar, şahit mevkiinde idiler. Askerden de hakemlerin verecekleri hükme uyulacağına dair ahit alındı. Küfe şehriyle Şam arasında, orta yerde bulunan bir mahalde toplanmaya da karar verildi.
Hakemler, Şam civanndaki Ezruh şehrinde bir araya geldiler. Hz. Ali, adamlanndan dört yüz, Muaviye de dört yüz kişiyi bu kararda bulunup tanikhk etmek üzere oraya gönderdi.
Uzlaşma andlaşması yazıldıktan sonra Eş'as, bu andlaşmayı Eşter'e de imzalatmak istedi. Ester, sag elimin yazdığını sol elim bozamaz... Rabbimden apaçık delile sahip değil miyim, düşmanımın sapıklığını açıkça bilmiyor muyum; siz de sıkıntıdan sonra üst gelmediniz mi, bunu bilmiyor musunuz, dedi. Eş'as, Vallahi dedi sen ne üst olmayı gördün, ne sıkıntı çektin... Gel de şu kağıda imza et. Zaten halk, senin bu işe karışmanı pek istemiyor ama imza edersen iyi olur.
Eşter, Doğru söyledin dedi, fakat bil ki benim, ne dünya için şu dünyada sana bir meylim var, ne ahiret için ahirette senden bir şey ummadayim.. And olsun ki Allah şu kihcimla birçok adamın kanını döktü, sen o geberenlerden hayırlı değilsin ve senin kanını dökmeyi hiç de haram bilmem.
Bu sözlerden sonra Eşter, Ancak dedi bu işe razı olmuşum, Mü'minler Emirinin razı oluşundandır; çünkü onun kabul ettiğini kabul etmişim, redettiğini redetmişim; elbette o, ancak doğru yola, gerçeğe tabi olur.
Sıffın savaşında Hz. Ali tarafindan yirmi beş bin er şehid olmuştu, Muaviye tarafindan da kirk beş bin adam öldürülmüştü.
Hz. Ali tarafindan şehid olanlar arasında Bedir savaşında, Hz Peygamber'in başka savaşlannda, Razılık Bey'atinde bulunanlar vardı. Sahabenin başında da en seçkini, evvelce de söylediğimiz gibi, Ammar'di. Tanıklığı iki tanik yerine kabul edilen sabit oğlu Huzeyme, Amr'-ul-Ansari oğlu Süheyl, Ebu-Umret'il-Ansari, Bedir savaşında bulunanlardan Ebu-Fadalet'-ül-Ansari, Akabe beyatinde bulunanlardan ve Bedir savaşına katılanlardan Teyyehan oğlu Ebu'l-Heysem, onun kardeşi olan ve Uhud savaşında bulunan Ubeydullah ve tabiinin üstünü Üveys'ül-Karani, bu savaşta şehid olanlann başında gelenlerdendir.
Cemel savaşında Hz. Ali'ye karşı savaşanlarla beraber bulunan Müneyye, yahut Ümeyyet'üt-Temim oğlu Ya'la da bu savaşta Hz. Ali tarafına katılmış ve onun maiyetinde şehid olmuştur.
Bu sahabi, Mekke'nin alındığı gün Müslüman olmuş, Huneyn, Taif ve Tebük savaşlannda bulunmuştur. Ebu-Bekr onu Halvan'a emir tayin etmişti. Ömer, Yemen ülkesinin bazı yerlerine yollamış, orda bazi yolsuz hareketlerini duyunca yaya olarak Medine'ye gemelsini emretmiş, beş, yahut altı gun yaya yol yürümüş, Ömer'in ölümünden sonra Medine'ye varmıştı. Osman zamanında San'a valiliğinde bulunmuş, Osman aleyhine vuku' bulan ayaklanmayı duyunca ordan Medine'ye hareket etmiş, fakat yolda Osman'in öldürüldüğünü duymuştu. Bu sırada yolda deveden düşmüş, iki ayağı, kalçasından kmlmıştı.
Cemel savaşında bir sedir üstünde yürütülmedeydi. Aişe'nin meşhur devesini o almış, çeyizlenmişti.
Sıffın'de gerçeği bulmuş, Hz. Ali'ye uymuş, onun yolunda can vermişti.
Bu savaşta Muaviye tarafdan olarak maktul düşenler arasında Ömer'in küçük oğlu Ubeydüllah'la sahabeden sa'düt-Tai oğlu Habis ve Zü'1-Kela'il -Himyeri en meşhurlardandır.
Ubeydullah, Ömer'in ölümünden sonra babasını öldüren Ebu-Lü'lü'ün arkadaşlarından İran'lı Hurmuzan'la kızı Cuheyne'yi öldürmüştü. Halbuki bunlann ikisi de Müslümandı ve öldürme olayıyla bir ilişkileri yoktu.
Osman halife oluncaya dek halka namaz kıldıran Suheyb,kendisini hapsetmiş, Osman halife olunca ona teslim eylemişti. Osman, kısas için bazı kimselere danışmış, Başta Hz. Ali olduğu halde Muhacirlerin çoğu kısas yapılmasını, Yani Ubeydullah'ın öldürülmesini istemişler, buna karşılık Amr, dün babası öldürüldü, bugün de oğlunu mu öldürelim diye itiraz etmiş, Osman, Hurmuzanla Cuheyne'nin velilerini diyete razı etmiş, bu suretle diyet verilerek Ubeydullah kurtulmuştu.
Hz. Ali halife olunca Ubeydullah ürkmüş, Muaviyenin yanına kaçmıştı. Sıffın'de maktul düştükten sonra savaş bitince zevcesi, cesedini bulmuş, bir katıra yüklemişti, boyu pek uzun olduğu için elleriyle ayakları yerde
sürünüyordu. Muaviye, kılıcını satın alıp kardeşi Abdullah'a vermişti.90
Habis, Ömer zamanında bir müddet Humus'ta me'muriyet görmüştü. Sahabeden Hatem'üt-Tâî oğlu Adiyy'in kızını almıştı. Adiyy, Hz. Ali tarafındaydı. Habis, Muaviye'ye uymuş ve bu savaşta maktul düşmüştür.91
Asıl adı Eyfa' olan Zü'l-Kela', Ammar'ın azgın ve sapık bir topluluk tarafindan öldürüleceğine dair rivayet edilen hadisi bilir, Sıffın'de Ammar'in Hz. Ali tarafinda bulunduğunu gördükçe müteessir olur, Amr de onu, göreceksin, yakinda Ammar bizim tarafa geçecektir diye kandırırdı. Ammar'dan önce maktul düşmüş, Amr bu yüzden Muaviye'yi kutlamıştı92.
90-Al-İstiab, 2, 416-417. 91-Al-İstiab, 1, 138-139. 92-Aljstiab, 1, 175- 176.
HARİCİLİGİN ZUHURU
Eş'as, andlaşmayı alıp Şamlılara okudu, sonra Irakhlara geldi, onlara okurken Anze kabilesinden Ma'dan ve Ca'd adlı iki kardeş, Hüküm ancak Allah'ındır diyerek kılıçlarını çektiler, Şamlılara hücum ettiler. Muaviye'nin çadırının kapısında öldürüldüler.
Muradoğullan kabilesine okurken reislerinden Şakıyk oğlu Salih "Kan dökmemek için Ali, hakem tayin edemez, karşıdaki takımla savaşsaydı zulmetmezdi" mealinde bir beyit okuyup "müşrikler istemese de hüküm ancak Allah'ındır, geıçeği o hükmeder, hakla batılı ayırdedenlerin en hayırlısı odur" dedi.
Rasiboğullarına okurken de onlardan biri aynı sözü söyledi. Hatta Urve adlı biri, "öldürülenlerimiz ne oldu ey Eş'as? Hüküm ancak Allah'ındır" dedi ve kılıcını çekip Eş'as'a hücum etti. Kılıç atın sağnsına tesadüf etti, hafıfçe yaraladı.
Eş'as, Hz. Ali'ye gidip ey Mü'minler Emiri dedi, andlaşmayı Şamlılar da kabul etti, Iraklılar da. Yalnız bir azınlık, hüküm ancak Allah'ındır dedi. Iraklılarla Şamlılar, hep beraberce üstlerine hücum edelim, onlan yok edelim.
Hz. Ali, hayır, dedi bırakın.
Fakat halk her yandan, hüküm ancak Allah'indir, senin değil ya Ali, Allah dininde insanlan hakem tayin etmene razı değiliz. Allah Muaviye ve ona uyanlar hakkinda hükmünü yürütür, ya onları kırarız, yahut hükmümüze girerler. Biz hakemi kabul etmekle günah ettik; şimdi döndük, tövbe ettik; ya Ali, sen de hakem tayin etmekten vazgeç, bizim gibi tevbe et, yoksa senden ayrihriz diye bağmşmaya başladı. Hz. Ali, "yaziklar olsun size; razi olduktan ve ahdettikten sonra nasil olurda döneriz ulu Allah, ahdlaşınca ahdlarınıza vefa edin demiyor mu" dedi.
Ester de razı olmamıştı dediler. Hz. Ali, "Evet" dedi, "fakat sonra ben razi olunca o da razi oldu, nitekim ben razi olduğum gibi siz de razi oldunuz. Bundan sonra dönmek; ıkrar ettikten sonra sözünü tutmamak olmaz. Keşki içinizde Eşter gibi iki, hatta bir kişi olsaydı."
ESİRLER
Her iki taraf da birçok esir almıştı. Muaviye esirleri ne yapahm diye Amr'a sordu. Amr, hepsini öldür dedi.
Esirlerin içinde Evs oğlu Ömer, beni öldürme, çünkü akrabayız sen benim dayımsın dedi. Muaviye, bu nasil iş aramizda ne kan birliği var, ne kiz ahp kiz verme dedi. Ömer, Hz. Peygamber'in zevcesi Ümmü Habibe, senin kiz kardeşin değil mi? Ben mü'minim, bu yüzden o, benim anamdir, sen de dayim oluyorsun dedi.
Muaviye, bu sözden hoşlandı, gülerek şunu koyverin dedi Ömer'i bıraktılar.
Bu sırada Hz. Ali, bütün esirlerin serbest olduğunu ilan etti. Hepsi sağ-salim dönüp Muaviye'nin ordusuna katıldılar. Muaviye, Amr'a, sözünü tutsaydım pek müşkül mevkide kalacaktım dedi, o da esirleri serbest bırakmaya mecbur oldu.
HZ. ALİ'NİN (AS) KUFE'YE DÖNÜŞÜ
Hz. Ali, gittiği yoldan değil de ayrı bir yoldan küfe'ye hareket etti. Fırat kıyısından yürüyüp Hit'e vardı. Ordan da hareket edip Nuhayle'ye geldi. Karşıdan Küfe evleri görünmeye başlamıştı.
Bir evin gölgesinde ihtiyar bir adam oturuyordu. Hz. Ali, Ne oldu sana dedi; yüzün değişmiş, hasta mısın?
İhtiyar, Evet dedi; hastayım. Hz. Ali, sana Rabbinin rahmetiyle, suçunun afviyle müjde veriyorum, kimsin sen?
İhtiyar, Selim oğlu Mansur'um dedi. Hz. Ali, Ne güzel adın var dedi ve sordu:
- Halk ne diyor şu yaptığımız işlere? İhtiyar cevap verdi:
- İçlerinde sevinenler var, onlar halkın zenginleri. İçlerinde acıklananlar, esef edenler var, onlar da senin dostların.
Ordan geçince yolda, sahabeden Vadiat'ül-Ansari oğlu Abdullah'a rastladı. Ona da, halk ne diyor şu halimize diye sordu. Abdullah, içlerinde şaşıp kalanlar var, hoşlanmayanlar var; zaten halk, Allah'ın da dediği gibi
çeşit çeşittir dedi.93 Hz. Ali, aklı-fıkri yerinde olanlar ne diyorlar diye sordu. Abdullah, Ali'nin başında büyük bir topluluk vardı, dağıttı sapasağlam bir kalesi vardı yıktı. Yıktığını bir daha ne vakit yapacak, dağıttığını ne zaman toplayabilecek? Ona isyan edenleri bir tarafa bırakıp kendisine itaat edenlerle düşmana hücüm ederek onları yok etseydi doğru hareket etmiş olurdu diyorlar dedi.
Hz. Ali, kaleyi ben mi yiktim, onlar mi? Topluluğu ben mi dağıttım, onlar mi dağıldılar? İsyan edenleri bir yana bırakıp itaat edenlerle düşmana hücüm etseydi sözüne gelince and olsun Allah'a, ben dünyada canımı esirgemem, ölümden ürkmem. Fakat ne kadar savaştıysam bu ikisi yanimdan aynlmadilar. Onlara bir hal olsa bu ümmetin içinden Hz. Muhammed'in soyu kesilecek. Vicdanim buna razi olmadi. Bir daha düşmanla savaşırsan bunları götürmiyeceğim dedi. Bu sözleri söylerken, yanında bulunan Hz. Hasan ve Huseyn'i göstermekteydi.
Yolda Avfoğulları evlerini geçince sag tarafta yedi, yahut sekiz kabir gördü. Bunlar kimlerin kabri diye sordu. Sahabeden Hubab'in kabri. Vasiyet üzerine buraya gömüldü. Halk da ondan sonra ölülerini getirip buraya gömmeye başladı dediler.
Hz. Ali, Hubab'in kabrini ve öbür kabirleri ziyaret etti. Hubab'ı övdü, ona Tann'dan rahmet diledi.
93- Bu söz 11. sürenin (Hud) 118. ayetinden alınmadır.
HZ. HUBAB
Bu zat, ilk Müslümanlardandır. Müşrikler, Ammar ve Bilal'le buna da eziyetler, işkenceler ederler, o bütün işkencelere sabreder, "Tanrı birdir, yoktur ondan başka tapacak" derdi. Hz. Muhammed de Yarabbi, sen Hubab'a yardim et diye dua ederdi.
Bir gün Ömer, Hubab'a çektiği eziyetleri sormuştu. O, hiçbir söz söylemeden arkasını açıp gösterdi. Hubab'ın sırtı tamamıyla yanmıştı.
Hz. Ali Sıffıyn'e giderken Hubab hastaydı, savaşa katılamadığından pek üzülmüştü.
O zamanadek Küfeliler, ölülerini evlerinin bahçelerine, yahut kapı yanına gömerlerdi. Hubab, şehir dışına gömülmesini vasiyet etti. Vasiyeti üzere şehir dışında bir yere gömdüler. Ondan sonra ölenleri de Hubab'ın yanına gömmeye başladılar. Böylece Kufe mezarlığı meydana geldi.
Hubab'ın ölümünden müteessir olan Hz. Ali, Kufe'ye girince hemen her evden ağlama sesleri duydu. Hemen hemen hiç bir ev yoktu ki bir şehid vermemiş olsun.
Bu hal, büsbütün teessürünü arttırdı. İşte bu hal ile Kufe'ye girdi.
HAKEMLERİN DUVMATULCENDÜL'DE BİR ARAYA GELİŞLERİ VE YANLIŞ KARAR
Hakemler hicretin otuzyedinci yılı Şabanında Duvmatulcendül'de bir araya geldiler. Hz. Ali, Ebu-Musa'yı dörtyüz kişiyle göndermişti. bu topluluğa emir
olarak Haniyy'ül-Harisi oğlu Şurayh'ı tayin etmiş, Abbas oğlu Abdullah'ı da bunlara namaz kıldırmaya memur eylemişti.
Muâviye de Sımt oğlu Şurhabil'i dörtyüz kişiyle yollamıştı. As oğlu Amr da bunların içindeydi.
Kays oğlu Ahnef, Ebu-Musa'ya, Kufe'den çıkacağı sıralarda öğüt vermiş, demişti ki:
- Ey Ebu-Musa, büyük bir işi üzerine aldın. Tanrı'dan kork, çekin de Allah dünyanı da düzeltsin, ahıretini de. Yarın Amr'la buluşunca selamı verme. Selam vermek sünnettir ama o, selam verilecek adanı değildir. Seni baş köşeye oturtursa sakın oturma, hiledir. Onunla yalnız olarak konıış, şahid olacak adamların bulunduğu meclislerde konuşma. Ali'nin halifeliğine razı olmazsa Irak'ta Kureyş boyuna mensup olanlarla Şam'daki Kureyş boyuna mensup olanların diledikleri kişinin halife seçilmesine çalış.
Ebu-Musa, duydum dedi, zaten bu en doğrusu. Ahnef, Hz. Ali'nin yanına gelip Ey Mü'minler Emiri dedi. Ebu-Musa bu işi başaracak adam değil, seni bu işten ayırmıyacak bir adamı gönder. Hz. Ali, ey Ahnef dedi, Allah, yaptığı işde üstündür daima.94
Hakemler, Duvmatulcendül'de Erzuh denen köyde bir araya geldiler. Ömer'in oğlu Abdullah, Ebu-Bekir'in oğlu Abdurrahman, zübeyr oğlu Abdullah, Haris oğlu Abdurrahman, Huzeyfe oğlu Ebu-Cehm, Yagus'üz-Zühri oğlu Abdurrahman, Mugıyra da o toplantıda bulunuyorlardı.
94- Kur'an, 12. sure (Yusuf) ayet 21.
Ebu-Musa, Amr'a, bu ümmetin işini düzeltmek istiyorsan dedi, Ömer'in oğlu Abdullah'i halife yapalim. O, hiç bir fitneye karışmadı.
Amr, sen de bilirsin ki dedi, Osman, zulümle öldürüldü, değil mi? Ebu-Musa Evet dedi, biliyorum. Amr, şu halde neden Muâviye'yi istemiyorsun? O, Osman'in velisidir, Kureyş boyundandır. Halkın, Müslümanlıkta kıdemi olmadığı halde Muâviye'yi halife yaptin demesinde ürküyorsan bunu cevab vermek kolay. Mazlum olarak öldürülen halife Osman'in velisi olarak onu buldum. Siyaseti güzel, tedbiri mükemmel, aynca da Mü'minler anası Ümmü-Habibe'nin kardeşi ve sahabeden dersin, olur biter. O, halifeliğe gelince de sana öyle ikramda bulunur, öyle ihsanlar eder ki o çeşit ikram ve ihsani kimseye vermemiştir dedi.
Ebu-Musa, Allah'tan kork ey Amr dedi; bu iş şeref işi değildir. Öyle olsaydı halkın içinde ona en layık işi Sabbah oğlu Ebrehe olurdu. Yok, eğer Kureyş boyunun en şereflisine vermeye kalksaydım Ebu-Talib oğlu Ali'ye verirdim. Muâviye, Osman'in velisidir diyorsun, Osman'in kanını istiyor diye Müslümanlıkta kıdemleri olan Muhacirleri bırakıp da onu halifeliğe getiremem. İkram ve ihsana gelince vallahi Muâviye bana bütün varını verse gene onu seçmem ve Allah için yaptığım bir işte rüşvet almam. Ömer'in sünnetini diriltmek istiyorsan gel, oğlu Abdullah'i seçelim.
Amr, madem ki dedi, Ömer'in oğluna bey'at etmek istiyorsun, ne mani' var, onu bırak, benim oğlum Abdullah'i seçelim Üstünlüğünü, düzgün ve dürüst bir adam olduğunu sen de bilirsin.
Ebu-Musa, gerçekten de senin oğlun dürüst bir adamdır dedi, fakat sen tuttun, onu fıtne deryasına batırdın. Bu işi tertemiz bir adamin oğlu, tertemiz bir adama vermek istiyorsan gel, Hattab oğlu Ömer'in oğlu Abdullah'a verelim.
Amr, bu iş, tuttuğunu koparan dişli bir adamin işidir, Abdullah buna ehil değildir dedi.
Bu sırada Zübeyr oğlu Abdullah, Ömer'in oğluna, git, Amr'a rüşvet ver, halifeliği kabul etsin diye ham bir teklifte bulundu. Fakat o, kesin olarak bu teklifi reddetti.
Amr Ebu-Musayı kandırmak için daima onu ağırlar sen benden önce Hz. Peygamberi gördün, müslüman oldun, yaşca da benden büyüksün der, sen söyle, ben sonra söze başlarım diye ilk sözü onâ teklif etti. Bu sefer de Peki dedi, senin bu iki kişi hakkındaki fikrin nedir, Ali ile Muâviye ne olacak?
Ebu-Musa, bu iki kişinin ikisinden de halifeliği almak, sonra Müslümanlar arasında şura'ya müracaat etmek fıkrindeyim. Müslümanlar, içlerinden dilediklerini seçsinler dedi. Amr, tamam dedi, re'y dediğin de budur işte.
Bunun üzerine her ikisi de meydana çıktılar. Halk toplanmış, karan bekliyordu.
Ebu-Musa, söze başladı, Allah'a hamdetti, senada bulundu, sonra dedi ki:
Benim ve Amr'ın re'yi birleşti. Dileriz ki Allah, bu karanmızla Müslümanları düzene sokar. Amr onun sözünü tasdıyk etti, sonra Ey Ebu-Musa dedi, once sen söyle, karanmızı bildir.
Abbas oğlu Abdullah, hemen yanına vardı, Aman ya Ebu-Musa dedi, korkanm Amr seni aldatir, bir karara vardinizsa önce sözü ona ver, çünkü ona emniyet edilmez.
Ebu-Musa saf bir adamdi, yok yok dedi, onunla karanmızda birleştik. Sonra söze başlayıp dedi ki:
- Ey insanlar, biz bu ümmetin işine baktık, gördük, görüştük, nihayet re'yimiz şuna vardı: Ali'yi de, Muâviye'yi de halifelikten hal'edip halifeliği şuraya bırakmak. Müslümanlar, dilediklerini seçip halife yapsınlar, bu işi ehil gördüklerine versinler. Ben Ali'yi de, Muâviye'yi de halifelikten hal'ettim. Kimi dilerseniz, kimi ehil görürseniz artık siz halife seçersiniz.
Sonra geri çekildi. Amr ileriye yürüyüp durdu. Dedi ki:
- Sözlerini duydunuz. O, kendisini hakem tayin eden Ali'yi halifelikten hal'etti, ben de hal'ettim. Beni hakemliğe tayin eden Muâviye'yi halifeliğe seçtim, tayin ettim. Çünkü o, Osman'ın velisidir, kanını istemektedir. Halk içinde onun yerine geçmeye en değerli olan kişi odur.
Ebu-Musa, bu sözleri duyunca ne yaptin dedi, Allah sana başarı vermesin. Bana gadrettin, kötülükte bulundun. Daha da bazı sözler söyledi.
Amr da ona kötü sözlerle cevap verdi. Kufe'de kadihk eden Şurayh, elindeki kamçıyla Amr'ın başına vurdu, Halk aralarına girip ayırdılar. Şurayh, keşke kılıçla vursaydım, bunu yapmadığıma kıyametedek yananm dedi.
Abbas oğlu Abdullah, ne yaptin, çekin diye öğüt verdim, dinlemedin, akhn yok ki dedi. Ebu-Musa, ne yapayim dedi, inandım. Ebu-Bekr'in oğlu Abdurrahman,
Ebu-Musa bir gün önce ölseydi hakkında daha hayirh olurdu dedi.
Ebu Musa, utancından hemen yola düştü, Mekke'ye gitti. Amr da Şamlılarla hareket edip Şam'a vardı; Muaviye'yi mü'minler emiri diye selam verip halifeliğini tebrik etti.
Hz. Ali, bunu duyunca sabah namazinda kunut okurken Muâviye'ye Amr'a, Ebu-Musa'ya Mesleme oğlu Habib'e, Kays oğlu Dahhak'e, Ukbe oğlu Velid'e, Velid oğlu Halid'in oğlu Abdurrahman'a bed-dua etti95. Muâviye de bunu işitince Hz. Ali'ye, Abbas oğlu Abdullah'a, Sa'd oğlu Kays'e, Hz. Hasan ve Hz. Huseyn'le Eşter'e lanet etmeye başladı ve o kötü bid'atı meydana çıkardı.
MISIR AHVALİ
Hz. Ali; Hicretin otuz altıncı yılında (656), evvelce de söylediğimiz vechile Ubade oğlu Sa'd'ın oğlu Kays'ı Mısır'a vali tayin etmiş, Herkese karşı yumuşaklıkla hareket et, yumuşaklık kutluluktur. İyiye iyilikle muamele et, kötüye şiddet göstermekle beraber adaleti elden
95 - Muaviye'nin Hz. Ali'ye lanet edip sövmesi, Hz. Ali'nin ona bed-duasıyla mukayese edilmemelidir. Çünkü, Hz. Ali (a.s), bir defaya mahsus olmak ilzere bizzat kendisi düşmanma bed-dua etmiştir. Bunun ise, hiç bir şer'î sakmcası yoktur, aksine bu, kişinin tabii hakkıdır. Nitekim, Hz. Resulullah (s.a.a) da bazen düşmanlarına bed-dua etmiştir. Ancak, Muaviye Hz. Ali'ye bed-dua değil de lanet etmiş, sövmüş ve başkalarma da bunu yapmalanm emretmiş ve bunu bir bidat haline getirmiştir. Onun için, bu iki iş asla birbiriyle mukayese edilmemeli ve yanlış bir değerlendirme yapılmamalıdır.
bırakma deyip yola salmıştı. Fakat sonradan Kays'i, evvelce anlattığımız gibi azledip yerine Ebu-Bekr'in oğlu ve kendi oğulluğu Muhammed'i tayin etti.
Hz. Ali, Muhammed'e yazılı olarak şu emri vermişti:
"Oraya vannca onlarin us tune kanatlanni ger, onlan koru, onlara iyi muamele et, onlan her hususta bir gör. Bir gör de büyükleri, haklarında gösterdiğin muamele yüzünden herhangi bir şeyde kendilerini iist tutacağına dair bir ümide düşmesinler, zayıfları, onlara ad ale tie muamele edip etmiyeceğini düşünmesinler, ye'se düşmesinler. Bil ki Ulu Tanri kullarimn yaptığı büyük, küçük, gizli, açık biitiin günahlarım sorar, onlara azap ederse yerindedir, ciinkii Allah çok büyüktür, kerem ve ihsan sahibidir.
Ey Allah kullari, bilin ki Allah'tan çekinenler, şu geçici dünyayı bıraktılar da varacakları ahirete yöneldiler. Dünya ehli dünyalarında onlarla arkadaş oldular ama onlarin ahiretlerinde onlara arkadaşhk edemediler. Onlar dünyada en iyi ve üstün bir tarzda yerleştiler, yaşadılar. En temiz ve helal şeyleri yediler, yoksullara ihsanda bulundular da bu yüzden zevk aldılar, dünyalarında zahitliğin lezzetini elde ettiler, ahirette de Allah'a konışıı olacaklarım iyiden iyiye anladılar, inandılar. Onlarin duası reddedilmez, ahirette elde edecekleri şey eksilmez.
Allah kullari, ölünı var, sakının. Ölünı var, hem de yakın. Ona hazırlamn, çünkü büyük bir işle gelip çatacak. Ya öyle bir hayırla gelip çatacak ki onda hiç bir şey yoktur; yahut öyle bir şerle gelip çatacak ki onda biç bir hayır yoktur. Cennet için çahşandan
cennete daha yakin kim var? Bilin ki siz ölümden arda kalırsınız. Ona karşı varırsınız kazanirsiniz, kaçarsınız ona yakalanırsınız. O size, gölgenizden daha yakındır, hep sizinle beraberdir, Perçeminizden tutmuştur, diinya ardınızda serili kalmıştır. Çekinin o ateşten ki dibi çok derindir, harareti çok çetindir, azabı pek şiddetlidir, bir yerdir ki orada rahmet yok. Bir yerdir ki oidan ses duyulmaz, bir yerdir ki oradaki sıkıntı giderilmez. Allah'tan korkunuzun artmasim, ondan duyduğunuz ümidin güzelleşmesini istiyorsanız korkuyla ünıidi birleştirin. Çünkü kulun Rabbine olan iyi zanni ve iimidi, korkusu miktarincadir, insanlann Allah'a karşı duydukları iyi zan bakımından en iyisi, en giizeli, Allah'tan en fazla korkam, ondan en fazla çekinenidir.
Ey Eba-Bekr oğlu Muhammed, bilki ben seni, askerlerimin en fazlasimn, en büyüklerinin oturdukları bir yere, Mısır'a vali tayin ettim. Nefsinin dilediklerine karşı durdukça haklı iş görebilirsin. Yaşadıkça bir an bile dinde kayıtsızlık etme ve halktan bir tek kişinin razıhğını kazanmak için Allah gazebini kazanma. Çünkü halk seni biraksa Allah var, fakat Allah seni bıraktı mı başka yardımcı yok.
Namazi vaktinde kıldır, acele etme. Fakat vaktini de işe dalıp geciktirme. Bil ki her iş namaza tabi'dir, ondan üstün iş yoktur.
Şunu da bil ki doğru yolda bulunan ve halkı doğru yola sevkeden emirle kötü yolda bulunan ve halki kötülüğe sevkeden emir bir değildir. Peygamber'in dostuyla düşmanı bir değildir. And olsun ki Allah'in
Rasulii, Allah ona ve soyuna rahmetler etsin, buyurmuştur ki: Ben iman ehliyle müşrikin ümmetime kötülük edeceğinden korkmam; çünkü inananı, Allah, inancıyla doğru yola götürür, müşriki de şirkiyle kahreder; fakat ben öziiyle sözü bir olmayan münafıkın ümmetime kötülük etmesinden korkarım. Münafık, iyilikleri söyler, kötülükleri işler."
Muhammed Mısıra gidince Kays müteessir oldu. Ordan çıkıp Medine'ye gitti. Osman taraftan olan Sabit oğlu Hassan, Osman'ı öldürün, Ali de seni azletti, işlediğin suç yanında kaldı, karşılığında bir şey de elde edemedin dedi. Hassan'ın gözleri görmüyordu. Kays, Ey baş gözü de kör, can gözü de kör adam dedi, bizimle savaşa girişseydin boynunu vururdum senin, def ol.
Kays, Huneyf oğlu Sehl'le yola çıktı, Küfe'ye gidip Hz. Ali'ye ulaştı. Sıffıyn savaşında bulundu.
Haripta'da bulunup Hz. Ali'ye tabi' olanlar, Muhammed tarafından sıkıştırılınca silaha sanldılar. Hakemlerin karargahindan sonra Misir'a göz dikip açıktan açığa savaşa başladılar. Muhammed, bir fırka askerle Haris oğlu Muhammed'i üstlerine yolladı. Savaşta Harisoğlu şehid oldu. Muhalifler büsbütün kuvvetlendi.
O sırada Hadic oğlu Muaviye, Osmanın kanını bahane ederek halkı ayaklandırmaya başladı. Muaviye de Mısıra Mektuplar yollamakta, Muhalled oğlu Mesleme'yle Hadic oğlu Muaviye'yi isyana teşvik etmekteydi.
Hz. Ali, Mısır'daki karışıklığı duyunca ancak Kays, yahut Eşter düzene koyabilir dedi. Ve cezire valisi olup Nusaybin'de bulunan Eşter'i çağırdı. Ona birçok talimatı ihtiva eden bir emir-name verip Misir'a vali olarak yolladı.
Hz. Ali'nin Eşter'le Mısırlılara gönderdiği emir şudur:
"Allah kulu, Mu'minler Emiri Ali'den, yeryüzünde Allah'a isyan edildiği, emri terk olunduğu, cevir, örtülerini, iyinin de kötünün de yer yurt sahibi olamn da miisaflr bulunanin da üstüne örttüğü, iyi işleıin yapılmadığı, kötülüklerin menedilmediği zamanda Allah için gazaba gelen topluluğa:
Bilin ki size, düşmandan ürkmeyen, kötü kişileıe ateşten daha çetin olan Allah kullarından bir kıılıı gönderiyorum. O da Mezhic kabilesinden Haris oğlu Malik'tir. Hakka ııygıın olan emirlerini dinleyin, o emirlere itaat edin.
Bilin ki O, Allah kıhçlarından bir kıhçtır ki keskiliği körleşmez, yüzü gedilmez. Barış zamanında halimdir, savaş vaktinde çetin. Re'yinde isabet vardır, sabrında metanet. Sizi savaşa sevkederse ona uyun, toplanıp savaşa gidin. Oturup işinizle nıeşgul olmanızı emredese otuııın, işinize sarılın. Çünkü o, benim emrim olmadıkça ne bir işe sarılır, ne bir işi bırakır.
Size karşı esirgeyici olduğundan, düşmanımza karşı çetin bulunduğundan bilhassa onu seçtim, size vali tayin ettim. Allah sizi doğru yola sevkederek, kötülükten korusun, Allah'tan çekinme hususunda size sebat versin, Allah'ın sevdiği ve razı oldıığu şeylerde başaıı ihsan etsin. Esenlik, Allah'ın rahmeti ve bereketi size."96
96- Nehc'ül-Belaga, 2, 285, Muhammed Rıza-1-Hakim: Malik'ül-Eşter, Tehran, 1365 k. - 1946 miladi ,s.163-164.
Mısır valiliğine tayin edilen Haris oğlu Malik'ül-Eşter, bin beş yüz kişiyle giderken Muaviye, onun yiğitliğini, dürüstlüğünü, şiddetini ve zekasını bildiği cihetle, Osman'ın kölesi Nâfı'i, onun işini bitirmek özere vaadlerle gönderdi. Nafı'i, Mısır'a gidiyormuş gibi, bir konak yerinde, Eşter'le buluştu. Eşter'e Muaviye'nin aleyhinde sözler söyledi; Hz. Ali'yi övdü, Medine'den Mısır'a gitmek üzere yola çıktığını anlattı.
Eşter, neden Mısır'a gitmek istediğini sordu, Nâfı' dedi ki:
- Medine'de karnım doymuyor, orda bir iş bulacağım karnımı doyuracağım, ekmek yiyeceğim.
Eşter, ben sana iş bulurum, benimle gel dedi.
Beraberce yola düştüler. Nâfı', onun hizmetinde bulunmada, sırasını düşürüp sıkı sık Haşimoğullarını ve Hz. Ali'yi övmedeydi.
Mısır'ın iskelesi sayılan Kulzüm şehrine geldiler. Orda Cuheyne boyundan bir kadinin evine indiler. Kadın Eşter'e büyük bir saygı gösterdi. Irak'ta hangi yemeği daha çok severler diye sordu. Eşter taze balığı dedi. Kadin hemen balik kizartti, sofra yaydı. Eşter balığı yedikten sonra susadi. Bir hayli su içti. Hava da adamakilh sıcaktı. Eşter'in sudan karnı şişti. Nafi' bu yemeğin zehirini ancak bal şerbeti alır, Balığı tatlı öldürür dedi. Eşter öyleyse git, biraz bal bul dedi. Nafi' benim yanimda var dedi, yanindaki bah suda ezdi, Mâlik'ül-Eşter'e bir bardak bal şerbeti sundu.
Bal zehirliydi. Eşter içer içmez şiddetli bir sancıya tutuldu. Nafı'i çağırdı. Nafi' gece karanlığında çoktan kaybolup gitmişti.
Eşter bir müddet sonra o zehirin te'siriyle şehid oldu. Yıkayıp kefenlediler, namazini kihp oraya defhettiler.
Hz. Ali, Eşter'in şehadetini duyunca pek üzüldü, pek yandı-yakıldı.
"Şüphe yok ki biz Allah'ınız, gene de dönüp ona varacağız" ayetini okudu97. Sonra dedi ki: "Hamd âlemlerin rabbi Allah'a. Allah'im, sen indinde ecir ver ona. Şüphe yok ki onun ölünıü zamânede uğradığımız musibetlerdendir. Allah Mâlik'e rahmet etsin, ahdine vefa ederdi. vâdesi yetti, Rabbine ıılaştı. Fakat biz elemlendik. Ancak Allah ona ve soyuna rahmet etsin, esenlikler versin, Resiilullah'in ölümü, musibetlerin en büyüğüydü, ona dayandiktan sonra elbette buna da dayanırız."
Hz. Ali, Eşter'in şehadeti münasebetiyle, "Mâlik, ama ne Mâlikti? Tek, yüce bir dağ olsaydı, ne üstüne bir nal basabilirdi, ne yiicesine bir kıış ııçııp konabilirdi" buyurmuştu98.
Vallahi senin ölümün yüzünden bir âlenı yıkıldı, bir âlem ferahlandı" sözüyle "Vallahi onun ölümü, doğuyu alçattı, Batıyı üstün etti" sözü de bu münasebetle söylediği sözlerdendir.
İbni Ebil-Hadid, Hz. Ali'nin, "Ben Resülullah'a ne mertebedeysem Mâlik de bana o mertebedeydi" dediğini senediyle bildirir.
Muaviye, Eşter'in şehadetini duyunca pek sevinmiş, "Allah'ın ordusu var, bal da bu ordudan" demişti.
97-Bakara, 156. 98- Nehc'ül-Belaga.
Aynı zamanda Ali'nin iki kolu vardi. Biri Ester- biri Ammar'di. Biri Siffiyn'de kesildi, birisi de şimdi demiş, Şam'da bir hutbe okuyup bu olayı Şamlılara bildirmişti.
Zaten o, Hz. Peygamber'in, Ammar'in kaatilinin cehennemlik olduğunu bildirmiş olmasına ragmen onun şehadetine de fetihler fethi, en büyük fetih anlamina "Fet'ül-Fütüh" demiş ve Ammar'i Osman için değil, Osman'ın bir kölesi için bile öldürmekten çekinmem sözlerini söylemişti.
MALİK'ÜL-EŞTER
Mizhac boyunun Naha' kısmından Haris oğlu Malik, Hz. Peygamber'in sağlığında Müslüman olmuştu. hz. Peygamber'in vefatından sonra Yemen'den Medine'ye gelmiş, Yermük savaşında bulunmuştu. Bu savaşta bir gözü yaralanmış, biraz büzük kalmış, bundan dolayı "Eşter" lakabıyla lakaplanmıştı.
Ömer zamanında İran savaşına katılmış, büyük yararlıklar göstermişti. Bu savaştan sonra Kûfe'de yerleşti.
Osman'ın son zamanlarında Kûfe'den Medine'ye gelenlere katıldı. Yolda, Rebeze'de Ebu-Zerr'in vefat etmiş olduğunu duydu, onun cenazesinde bulundu, namazını kıldırdı."
Ebu-Zerr vefat ederken zevcesi şiddetle ağlamaktaydı. Ebu-Zerr, Niçin ağlıyorsun deyince, nasıl ağlamayayım, Sen ölürsen seni kim yıkayacak, namazını kim kilacak? Seni saracak bir parçacık bezimiz bile yok demişti.
"- Namazım İbnu Mes'ud'un kıldırdığı da rivayet edilir.
Ebu-Zerr, Ağlama demişti. Birkaç kişiydik, Hz. Muhammed, bize baktı da içinizden biri otsuz - susuz bir yerde yapayalnız ölecek, fakat mü'minlerden bir bölük onun cenazesinde bulunacak demişti. O gün benimle bulunanların hepsi, topluluk içinde, şehirde, köyde öldüler. İyice biliyorum ki bu adam benim dedi.
Ebu-Zerr ölünce karısı yola çıktı, beklemeye başladı. Bir müddet sonra bir bölük halk belirdi. Ona kimsin diye sordular. Ebu-Zerr'in zevcesi olduğunu ve olayla onun sözlerini anlattı.
Derhal içeriye girdiler. Ansar'dan bir genç, üstündeki elbiseyi çıkardı, onu kefen yaptılar, Ebu-Zerr'i defiıettiler. Eşter de bu topluluğun içindeydi.100
Eşter'in Hz. Ali zamanındaki ahvali, yazılarımızda geçmişti. Şehadeti, Hicretin otuz sekizinci yılındadır(658).
Hz. Ali, Abbas oğlu Abdullah'ı, Haricilere öğüt vermek üzere yolladı Abdullah, Mü'minler Emiri'ne neden karşı geliyorsunuz dedi. Onlar, hakeme razi olunca Allah dininden çıktı. Kâfır olduğunu ikrar ettikten sonra tevbe etsin, ona uyalim dediler. Abdullah, hiç bir inanç sahibine, inancından şüphe yokken kâfır olduğu söylenemez deyince gene re'ylerinde israr ettiler.
Bu sirada Hz. Ali, Kufe'den kalkıp Harura'ya gelmişti. Haricilerin en sözü geçer adamı olan Kays oğlu Yezid'in çadırına kondu ve onu Isfahan ve Rey eyaletlerine vali tayin etti. O sirada Abdullah, onlarla münazara etmedeydi. Hz. Ali, yanlarına varıp içinizde inandığınız, güvendiğiniz kimdir diye sordu. Abdullah b. Kevva'yı gösterdiler. Hz. Ali, Neden aleyhimize döndünüz diye sordu. İbnü Kevva, sen, Snfiyn'de hakem tayin ettin, onun için aleyhine döndük diye cevap verdi.
Hz. Ali, bilimiyor musunuz dedi, onlar Mushaflan arzettikleri vakit bu bir hiledir, eğer onlar Mushafin hükmüne kaail olsalardi aleyhimde savaşa çıkmazlardı dedim; hakem tayinini benden fazla istemeyen yoktu, böyle değil mi?
300
Hariciler, doğru dediler. Hz. Ali, Siz değil miydiniz hakem tayini için beni zoralayan? Nihayet, mecbur olup hakem tayin ettim, Allah'ın hükmüne uygun olarak bir karara vanrlarsa kabul edeceğiz söz verdik, Allah hükmüne uygun bir karara varmazlarsa ben de, siz de kabul etmemeyi kararlaştırdık. Böyle olmadi mi dedi. Evet dediler, doğru söylüyorsun. Re'yimizle hakem tayin ederek kâfır olduk, fakat şimdi tevbe ettik, yola girdik. Sen de bizim gibi kâfır olduğunu ıkrar et, tevbekâr ol, beraberce Şam'a gidelim.
Hz. Ali, Bilmiyor musunuz dedi, Allah, kocayla kan arasındaki uzlaşma hakkında hakem tayin edilmesini emretti ve "Kocanin tarafindan bir hakem, kannin tarafindan da bir hakem gönderin" buyurdu. Gene hacc ederken avlanma hususunda da adil kişilerin hakem olmasını emretti.
Sen dediler, Amr'ın dilediğine uydun, "Bu Allah kulu, Mii'minler Emiri Ali'nin" ibaresindeki "Mii'minler Emiri" yazısını sildirdin, "Ebu-Talib oğlu Ali" yazdırdın, bu suretle de kendin, kendini halifelikten azletmiş oldun.
Hz. Ali dedi ki: Ben Rasulullah'a uydum. O da Hudeybiyye'de, uzlaşma şartları yazılırken bu, Rasulullah Muhammed'in yazdırdığı anlaşmadır diye yazdırmıştı da Amr oğlu Suhayl, Allah elçisi olduğunu ıkrar etseydik sana karşı gelmezdik; onu sildir, Abdullah oğlu Muhammed yazdır demişti. Hz. Muhammed bana, Ya Ali demişti, Rasulullah'ı sil. Ben, Ya Rasulullah demiştim, bende o cür'et yok ki senin peygamberlik sıfatını sileyim.
Hz. Peygabmer yazdırmıştı, sonra gülerek Ya Ali demişti, senin de başına gelecek bu iş.
Bu sözler üzerine Haricilerin iki bini Hz. Ali'ye tabi olup Harura'dan Kufe'ye geldi.
"Al-Kâmil"deki rivayete göre Hz. Ali Haruriyye'yle görüşüp konuşmuş, onlar, biz hakem kabulüyle büyük bir şuç işledik, şimdi tevbe ettik. Sen de bizim gibi tevbe et de tekrar sana uyalım demişler. Hz. Ali, Ben her türlü suçu, Allah'ın yarlıgamasını dilerim demiş, fakat, Rasulullah ile sohbetten ve dinden hüküm çıkaracak kadar dinde rüsuh sahibi olduktan sonra kâfır olmama imkan yok diyerek "Ey Allah için bana tanıklık eden, tanık ol ki ben Peygamber Ahmed'in dinindeyim, hidayet iizereyim, kim bunda şüphe edebilir" mealindeki üç mısra'lık şiiri okumuştur.
Bunun üzerine altı bin kişi Hz. Ali'ye uymuş, onunla Kufe'ye dönmüştür.
İbnu Eb'il-Hadid, Hz. Ali zamanindaki fitnelerin başı Eş'as'tı der ve bu olayı, Nehrevan savaşının sebebi sayar.
Taberi'nin rivayetine göre Hz. Ali, Ebu-Musa'yi hakem olarak gönderince Hariciler Veheb'ür-Rasibi oğlu Abdullah'ın evinde toplandilar. Abdullah onlara bir hutbe okuyup ehli zalim olan şu şehirden çıkın dedi. Basra'da bulunan ve aynı fıkri güden kişilere de haber gönderdiler. Hepsi, bir cuma gecesi, bir araya toplandilar. O geceyi ve Cuma gününü ibadetle geçirdiler. Sonra Nehrevan'a geldiler.
Basra Haricileri, beşyüz kişiydi. Fedek'üt-Temimi oğlu Mis'ar bunlara riyaset ediyordu. Abbas oğlu Abdullah, bunların bir yerde toplandıklarını duyunca üstlerine Ebü'l-
Esved'üd-Düeli'yi gönderdi. Fakat bu sırada gece karanlığı bastı. Onlar, karanlıktan faydalanarak Nehrevan'a gittiler, Veheb oğlu Abdullah'la birleştiler.
Hz. Ali, Kufe'de bir hutbe okuyup dedi ki:
"Zaman, ağır bir iştir, meydana çıkardı, görülmemiş bir şeydir, ortaya attı. Bilin ki suç hasreti doğurur. Sonunda nedamet gelir-çatar. Bu iki adamın hakemliğini ben zorla kabul ettim, onları siz tayin ettiğiniz. Fakat onlar, Kur'an'ın hükmünü ardlarına attılar; Kur'an'ın öldürdüğünü dirilttiler. Her ikisi de Allah'ın hidayetinden hariç olarak heva ve heveslerine göre karar verdiler. Açık bir delile dayanmadan, geçmiş bir sünnete uymadan hüküm verdiler, verdikleri kararda biribirlerine muhalefette bulundular. Her ikisi de doğru yolu bulamadı." Allah ve Resulüyle Mü'minlerin en salihi onlardan beridir. Hazırlanın Şam'a gitmeye ve yarınki pazartesi günü, Allah izin verirse ordugahınızda bulunun."
Haricilere de, "Bu iki kişinin hakemliğine siz razı oldunuz. Fakat onlar, Allah'ın kitabına muhalefet ettiler, kendi dileklerine uydular. Emrime uyıın, biz de işte, ewelce nasılsak öyleyiz, düşmanımıza ve düşmanınıza hareket etmek üzereyiz" mealinde bir mektup gönderdi.
Hariciler, sen rabbin için değil, kendin için gazeb ettin. Kâfır olduğunu ıkrar eder de tevbekâr olursan o vakit aramızda ne yapacağımızı düşünürüz mealinde bir mektupla cevab verdiler.
Hz. Ali, Haricilerden ümit keserek onları bırakıp Şam'a hareketi uygun gördü. Basra askerini toplamasini Abbas oğlu Abdullah'a emretti.
Abdullah, halkı savaşa teşvik ettiyse de ancak binbeş yüz kişi toplandı. Abdullah, sizin, harbe-darba gücü yeter altmış bin kişiniz varken Mü'minler Emirine binbeş yüz er göndermek ayıp olmaz mi dedi ve tekrar Basrahlar'dan üçbin ikiyüz asker çıktı.
Hz. Ali, Kufe ululannı toplayıp Benim kardeşlerim, yardımcılanm sizsiniz dedi ve her reisin, kendi aşiretinden asker toplamasini emretti. Kays'ül-Hemdani oğlu Said, ayağa kalkıp Ey Mü'minler Emiri, dedi, duyduk, itaat ettik, istediğin şeye, severek, isteyerek ilk icabet eden benim. Kays'ür-Riyahi oğlu Ma'kıl, Hatem oğlu Adiyy, Hasafa oğlu Ziyad, Adiyy oğlu Hucr ve diğer büyükler aynı tarzda sözler söylediler. Az bir müddette altmış bin kişi toplandı. Basrahlarla beraber ordunun tutan altmışsekiz bin ikiyüz er oldu.
Halk arasında, önce Haruriyye taifesinin üstüne gidelim de sonra Şam'a sefer edelim diyenler oldu.
Hz. Ali bunu duyunca hutbesinde, Haricilerden daha ehemmiyetli düşman Şam'dadır. Yeryüzünde zulmedici padişahlar kesilen ve Allah kullanni kendilerine hizmetkâr yapan düşmanınıza yürüyün dedi.
Her yandan, "Yürü bizimle ey Mii'minler Emiri, yürü nereye dilersen" sesleri yüceldi. Fesil-üş-Şeybani oğlu Sayfı, Ey Mii'minler Emiri dedi, biz senin tarafdarlann, yardimcilanniz; kime düşmansan ona düşmanız, kim sana itaat ederse ona tarafdanz. Nerde olursa olsun, kim bulunursa bulunsun, yürü bizimle düşmanına; Allah izin verirse üst geliriz dedi. Şihab'ütTemimi oğlu, Ey Mü'minler Emiri dedi, senin tarafdarların bir adamın yüreğine benzer, hepsi de senin yardımında birleşmiştir, birdir. Üstünlükle müjdelerim seni, hangi fırkaya dilersen yürü, biz senin tarafdarınız, ancak sana itaat etmeyi diler, sana muhalefet edenle savaşmayı ister, Allah'tan da hayırlı ecirler umarız; biz ancak seni kırmaktan korkar, senden aynlma yüzünde uğrayacağımız çetin suçtan korkarız.
Mes'udi, Hz. Ali'nin Kufe'den otuzbeş bin kişiyle çıktığını, Basra'dan, içlerinde Ahnef oğlu Kays, Kudamet'üs-Sa'di oğlu Cariye'nin de bulunduğu onbin kişi geldiğini yazar. Bu, hicretin otuz sekizinci yılındaydı.
Hz. Ali, Anbar şehrine kondu ve askere bir hutbe okudu, onları savaşa teşvik etti, "Yürüyün Muhacirlerle Ansarı öldürenlere, Allah nurunu söndürmek isteyenlere, Rasulullah'i ve onunla beraber olanlari öldürmeye savaşanlara. Bilin ki Rasulullah, bana, haktan ayırılıp zulmedenlere ve dinden çıkanlarla savaşmayı emretti. Halktan aynhp zulmedenlerle savaştınız, dinden çıkanlarla daha karşılaşmadık, fakat siz zulmedenlere yürüyün, onlar, bizce Haricilerden daha ehemmiyetlidir. Savaşın zorbalarla ki halk, onları Rab yerine koymuştur, onlar da halki, Allah kullarim hizmetkâr mesabesine getirmişlerdir; halbuki hiçbir üstünlükleri de yoktur" dedi.
Hz. Ali'nin taraftarlan arasinda, once Haricilerle savaşmanın gerekli bulunduğu fıkrini güdenler vardı.
Hariciler Nehrevan'da toplanmışlardı. Ordan bir Müslüman geçse, onu öldürüyorlar, bir Hristiyan geçerse
Peygamberinizin zimmetini koruyun deyip ona dokunmuyorlardı. Çünkü onlarca, kendilerinin inancini benimsemeyen Müslüman, kâfırdi.
Sahabeden Hubab oğlu Abdullah'ın yolu, Nehrevan'a uğramıştı. Boynunda asılı bir Mushaf vardi. Gebe bulunan zevcesi de bir eşeğe binmişti, önde gidiyordu. Hariciler kendisini ve kansını durdurdular, Sen kimsin diye sordular. Abdullah, sahabedenim ve sahabeden Hubab'in oğlu Abdullah'ım dedi. Bize yarayacak bir hadis naklet dediler. Abdullah, ben babamdan duydum dedi, o Resulullah'tan işitmiş, Rasulullah demiştir ki:
Bir fitne olacak, o fltneden insanın bedeni öldüğü gibi kalbi de ölecek, kişi, iıııaıı sahibi olarak akşamlayacak, fakat kâfir olarak sabahlayacak, kâfir olarak sabahlayanca, inian sahibi olarak akşamlayacak.
Bu sırada ağaçtan düşen bir hurmayı, içlerinden biri yerden alarak ağzına attı. Hemen o adamin üstüne yürüyüp sen bu hurmayi, sahibi helal etmeden, yahut parasını vermeden yemeye kalktın diye itiraza başladılar. Adam hurmayi ağzından çıkarıp yere attı. Gene bu sirada, bir Hristiyanın domuzu, oraya gelmişti. İçlerinden biri bir kılıç vurarak domuzu öldürdü. Bu senin yaptığın dediler, yer yüzünde bozgunculuk. Adam, domuzun sahibini buldu, onu razı etti, gönlünü yaptı.
Abdullah, bunları görünce, yaptığınız şeyler gerçekse dedi, sizden bana bir zarar gelmez. Çünkü ben Müslümanım, Müslümanlıkta olmayan bir şey yapmadım. Evet dediler, korkma. Yalnız hakeme razı olduktan sonra Ali hakkinda ne dersin? Abdullah, şüphe yok ki dedi, Ali, sizden daha ziyade Allah'i bilir, dinini daha fazla korur, herkesten fazla basiret sahibidir. Bu sözü duyunca, sen dediler, hidayete değil, adlarına kanarak adamlara uymuşsun. Boynundaki kitap, seni öldürmemizi emrediyor bize. Vallahi seni öylesine öldüreceğiz ki hiç kimseyi o çeşit öldürmemişizdir.
Abdulallah'ı yere yatırdılar, koyun boğazlar gibi boğazladılar. Kanı dereye akar, elini ayağını oynatıp çırpınırken karısını da yatmp, Allah'tan korkmaz mısın, ben kadınım demesine bakmadılar, karnını yanp öldürdüler. Ayrıca Tayy kabilesinden üç kadınla Sina'üs-Saydavi'nin anasını da şehid ettiler.
Al-Kâmil'de, bu sirada bir Hristiyanin hurmasini parasiz almamakta israr eden Haricilere, bu Hristiyanin, Ne şaşılacak şey, Hubaba oğlu Abdullah gibi bir adami öldürüyorsunuz da sonra hurmayi parasiz almiyorsunuz dediği kayıtlıdır.
Hubaba oğlu Abdullah, Hz. Ali'nin Medayin valisiydi. Mes'udi, Haricilerin Medayin'e hücum ederek Abdullah'i orda öldürdüklerini ve zevcesini de karını yararak şehid ettiklerini yazar.
Hz. Ali, bunu duyunca Haris adlı birini onlara öğüt vermek üzere gönderdi. Onu da şehid ettiler.
Bunun üzerine Hz. Ali'ye, Bunlar, burda dururken nasil Şam'a gidebiliriz; evladimiz - ayalimiz ne olur dediler.
Hz. Ali, fıkirlerini doğru bulmakla beraber önce Kays oğlu Sa'd'i, sonra Ebu-Eyyub'ül-Ansari'yi Haricilere gönderip öğüt verdi, sonra bizzat kendisi gidip öğütlerde bulundu. Hiçbir faydası olmadi.
Bunun üzerine Nehrevan'a hareketi kararlaştırdı. Kays oğlu Eş'as da bu hareketi tasvib edince Haricilere meyli ve zanni ortadan kalkti.
NEHREVAN SAVAŞI
Hz. Ali, Kufe'den hareket edeceği vakit, ashabindan Afıfül-Ezdi oğlu Müsafır adlı biri, Ey Mü'minler Emiri dedi; bu saatte hareket etme, filan saatte hareket et. Bu saatte hareket edersen sana ve adamlanna büyük bir zarar gelir, fakat dediğim saatte hareket edersen üst olursun.
Hz. Ali, Atimin karnindaki yavru at midir, kisrak mi, biliyor musun dedi. Müneccim, hesap edersem bilirim deyince Hz. Ali, Kim bu sözünü gerçek sayarsa Kur'an'ı yalanlamış olur; çünkü ulu Allah, "Şüphe yok ki Allah katındadır kiyametin kopacağı zaman ve yağmurun ne vakit ve nereye yağacağı ve o bilir rahimlerdekini" buyurmuştur dedi.104 Sonra dedi ki:
Saniyor musun ki insanı üstünlüğe sevkedecek saati bulabiliyorsun? Bu takdirde kim seni tasdiyk ederse Allah'tan yardım istemek lüzumunu duymaz. Sana inananin Allah'ı bırakıp sana hamdetmesi gerekir. Allah'im, hayra yormak da ancak seninle olur, zarar da ancan senden gelir, yoktur senden başka tapacak.
104- Lukman, 34.
Hz. Ali münecicime hitaben dedi: "Dediğini tutmayacağız, çıkma, hareket etme dediğin satte hareket edeceğiz."
Ondan sonra, halka döndü de Ey insanlar dedi; sakının nücum bilgisini bellemekten, çünkü müneccim, ancak kahin'e (gayıptan haber verene) benzer, kâhin de kâfır gibidir, kâfırse cehennemliktir.
Sonra onun hareket etme dediği saatte hareket etti. Muzaffer olduktan sonra da buyurdu ki:
"Onun dediği saatte hareket etseydim de zafer kazansaydım halk, oının dediği saatte hareket etti de muzaffer oldu derdi. Gerçekten de Hz. Muhammed müneccim değildi, ondan sonra bize de bu ash olmayan bilginin liizumu yok."
Bu sırada Haricilerin, Bağdat'la Halvan arasinda bulunan Nehrevan suyunu geçtikleri hakkinda haber geldi. Hz. Ali, imkânı yok dedi, onların öldürüleceği yer suyun öbür kıyısı. Suyu geçtiklerine dair haber geldikçe Hz. Ali, aynı sözü söyledi. Nihayet Nehrevan'a vardiklan zaman gördüler ki suyu geçememişler. Hz. Ali tekbir getirip Rasulullah doğru söylemiştir buyurdu.
Hz. Ali, Nehrevan'a gelince onlara, Kardeşlerimizi öldürenleri bize teslim edin, kısası yerine getirelim, sonra sizi halinize bırakıp Şamlılara gideyim, belki Allah sizi, bugün bulunduğunuz halden daha hayirli bir hale getirir diye haber gönderdi.
Onlar, öldürülenleri hepimiz öldürdük; hepimiz onlann kanlarını da, kaninizi da helal bilmedeyiz dediler.
Ubade oğlu Sa'd'in oğlu Kays, onlara öğüt verdi, deliller getirdi, olmadi, Ebu-Eyyüb'ül-Ansari, yanlarına vardi, bir hutbe okudu, Siz dedi, bundan önce ne haldeyseniz o haldeyiz, biz de nasılsak öyleyiz. Nasıl oluyor da bizimle savaşa girişiyorsunuz?
Bugün size uysak yann gene hakeme baş vurursunuz dediler.
Hz. Ali karşılarına çıktı. Buyurdu ki:
"Ey düşmanlığa kalkışıp inada düşen topluluk, ey heva ve hevese uyup doğruluktan ayrılan kalabalık, bilmiyor musunuz ki hakeme miiracaattan sizi men'etmek isteyen bendim. Onlann bu isteklerinin hileden ibaret olduğunu söyleyen bendim. Bunlar, dine, Kur'an'a uymazlar, onlan sizden daha iyi bilirim ben. Onlar daha çocukken ben onlan tamrdim, er oldular, gene tamdim Onlar hile ve gadir ehlidir. Benim le'viniden aynhrsamz aldamrsimz dedim; bana isyan ettiniz. Sonucu zorla hakeme razi oldum. Hakeme razi olurken de onlann, Kur'an'ın dirilttiğini diriltmelerini, öldürdüğünü öldürmelerini şart koştum. Onlar birbirlerine muhalefette bulundular, kitabın hükmüne uymadılar, sünnete müracaat etmediler, biz de onlann kararlanni terkettik, ewelce ne haldeysek gene o haldeyiz. Yaptığınız nedir"?
Hariciler, gene eski nağmeyi ırladılar, biz dediler, hakeme razi olunca kâfır olduk, şimdi tevbe ettik. Sen de bizim gibi tevbe edersen biz sendeniz, seninleyiz; yok eğer buna razi olmazsan senden aynliriz, seninle savasiriz.
Hz. Ali buyurdu ki:
"Size şiddetli bir kasırga esti, dediğiniz anlaşılmaz oldu, sesiniz duyulmuyor. Rasulullah'a inandik, onunla hicret ettikten, Allah yolunda savaştıktan sonra kâfîr
olduğuma, sapıklığa düştüğüme, hidayete mazhar olmadığıma tanıklık mı edeyim?"
Sonra dönüp ordusuna geldi, "onlarla artık konuşmayın, Allah'a ve cennete kavuşmaya hazırlanın" dedi, saflan düzdü. Hariciler de ordularını hazırladılar.
Hz. Ali, aman sancağını Ebu-Eyyüb'ül-Ansari'ye verdi ve kim bu sancağın altına gelir, savaşa katılmazsa amandadır., Kim Kufe'ye, yahut Medayin'e dönerse amandadır diye nida ettirdi.
Hariciler, bu nidadan ürktüler, içlerinden beşyüz kişi ayrıldı, bir kısım Hariciler Kufe'ye, bir kısmı da Meda'yin'e gitti. Dört bin kişiydiler, ikibin sekizyüz kişiye indiler.
HZ. ALİ (AS) TEKRAR ÖĞÜT VERİYOR
Hz. Ali, tekrar onlara karşı çıktı, tevbe edip bu işten dönmelerini söyledi. Onlar kabul etmeyip ok atmaya başladılar. Hz. Ali, ordusuna Sabır, sabır dedi, biraz dayanın. Tekrar onlara öğüt verdi, dinlemediler. Üçüncü defa öğüt verdi. Gene dinlemediler. Bu sırada Hz. Ali'nin ordusundan bir ere ok isabet etti, kanlar içinde yere serilip şehid oldu.
Hz. Ali, bunu görünce tekbir getirip şimdi onlarla savaş helal oldu, hücum edin diye bağırdı. Ordu ilerledi, saflar birbirine girdi.
Haricilerden biri, Hz. Ali'nin ordusuna saldinp, "Onlan vurmaktayim, fakat bir de Ali'yi görsem de onun işini bitirsem" mealinde recez okuyordu.
Hz. Ali bunu duyunca karşı çıktı ve "Ey Ali'yi arayan, ben seni bilgisiz bir kötü kişi olarak görmekteyim. Onunla savaşmak istiyorsan gel, savaş, işte burdayım"
mealinde bir recez okudu ve hücum edip öldürdü.
Bir başkası çıktı, "Ebüi-Hasan'ı görseydim, kılıcımla bir vuruşta işini bitirirdim" mealinde bir recez okuyup üstüne yürüdü. Hz. Ali, "Ey Eb'ül,Hasan'ı arayan, isteyen, görürsün, kim can verir" recezini okuyup hücum etti, mızrağını sapladı. Herif yere yıkıldı. Hz. Ali, mızrağını çekmedi, öylece yürüdü ve "Gördün Eb'ül-Hasan'ı, gördün görmek istemediğin şeyi" dedi.
Bu sırada Haricilerin safından biri çıkıp Hz. Ali ile savaşmak istedi. Hz. Ali, ona bir kılıç vurdu. Adam, kanına bulanarak yere düşerken, Ne de hoş şey cennete gitmek diye bağırdı. Haricilerin reislerinden Veheb oğlu Abdullah, Vallahi bir gitmek var ama bilmem cennete mi, cehenneme mi dedi. İçlerinden Sa'd oğullarından bir adam, bu sözü duyunca beni kandıran bu adamdı, şimdi görüyorum, o bile şüpheye düşmüş deyip bir toplulukla savaşı bıraktı, çekildi.
Hz. Ali, ordusuna, sizden on kişi bile şehid düşmez, onlardan da on kişi bile kurtulmaz demiştir. Gerçekten de bu savaşta Hz. Ali'nin ordusundan dokuz kişi şehid düştü. Haricilerden de ancak sekiz kişi kurtuldu.
Bilgisizliğin, kara kuvvetin, yobazlığın, kör taassubun timsali olan Hariciler, savaşta, Cennete yürüyüş, cennete gidiş diye bağınşıyorlar, kılıçlann, mızrakların üstüne atılıyorlardı.
Hz. Ali, maiyyetindekilere hücum edin, ben ilk hücum edeninizim dedi, üç kere saflara girdi çıktı. Her defasında
birçok kişiyi yere serdi, her defasında Zü'1-Fekaar eğriliyordu, geri dönüşünde kılıcını, kabzasından ve ucundan tutup dizine dayıyor, doğrultuyordu.
Oklar atılıyor, mızraklar saplanıyor, atlar kişniyor şahlanıyor, toz-duman arasında kılıç parıltıları görülüyordu.
Nihayet Hariciler tamamiyle kmlmıştı. Veheb oğlu Abdullah'la Suku Ehvaz fatihi sahabeden Zühayr oğlu Harkus da Hariciler tarafından bulunup maktul düşenlerdendi. Bu zat Cemel ve Sıffıyn'de Hz. Ali tarafındaydı, sonradan Haricilere katıldı.
Hz. Ali tarafından ilk şehid düşen zat, sahabeden ve Uhud savaşında bulunanlardan Nuvayra oğlu Yezid'ül-Ansari idi.
Savaş bitince Hz. Ali, Haricilerin ölüleri arasında, memeli anlamına gelen Zü's-sedye lakabıyla anılan haricinin bulunmasını emretti. Bunun sebebi de, kendisine Hz. Muhammed'in, Haricileri anlatmış olması ve onların delili, içlerinde kara yüzlü, bir eli, kadın memesi gibi topak bir adamın bulunmasıdır, onların halkın en hayırlısı en kötüleridir buyurmasıydı.
Ölüler, arasında bu adam bulundu. Bir eli, kadın memesi gibi, omuzundan itibaren şişti, üstünde kedi tüyleri gibi siyah kıllar vardı. Eli çekilince öbür elinden daha uzun oluyor, bırakılınca çekilip toplanırdı. Hz. Ali, bunu görünce Vallahi dedi, ne yalan söyledim, ne yalanladım. Sonra yüksek sesle tekbir getirdi. Halk da onunla beraber tekbir getirdi. Sonra secdeye vardı, şükretti. Bu topak eli kesik mızrağa diktiler.
Harkus, Huneyn ganimetleri, Hz. Rasul-i Ekrem tarafindan sahabeye bölüştürülürken, Ya Rasulullah, adalete riayet et demek cür'etinde bulunmuştu. Rasul-i Ekrem (s.aa), "Ben adalete riayet etmezsem kim eder" buyurmuşlar, Ömer izin ver de şu adamın boyununu vurayım demişti. Rasulullah (s.a.a) "Bırak" buyurmuştu; "sizden bir bölük türeyecek ki onlar, din emirlerine riayet etmekle beraber sizin amellerinizi aşağı görecekler, Kur'an okuyacaklar, fakat gönüllerine te'sir etmeyecek; ok, yaydan nasıl fırlayıp çıkarsa onlar da öylece dinden çıkacaklar, onlari, benden sonra halkin, Allah'a en sevgilisinin eliyle Allah öldürecek" 105
Hz. Rasul-i Ekrem (s.a.a), Ebu-Bekr'i, Zii'l-Huvaysarat'üt Temimi oğlu'nu, yani Harkus adh bu adami öldürmesini emrederek yollamış, Ebu-Bekr, Harkus'un namaz kılmakta olduğunu görmüş, öldürmeyi caiz saymamış, dönmüş, Hz. Rasul'e hali anlatmıştı. Ondan sonra aynı maksatla gönderilen Ömer de aynı şeyi yapmış, üçüncü olarak gönderilen Ali, Harkus'u bulamamıştı.
Harkus'un, Huneyn ganimetlerinin bölüşülmesi sırasındaki cür'etli sözü ve Hz. Rasul'ün (s.a.a) bu söz dolayısıyla Hariciler hakkındaki hadisler, Buhari'de, "Kitabu bed'il-halk" bölümünde, Nesei'nin "Hasais"inde, "Müstedrik'üs-Sahihayn"de, "Tarihu Bağdad"da da mevcuttur. Aynca, ümmetten bir bölüğün, yaydan ok fırlar gibi dinden çıkacağına, bunların, Kur'an okuyacaklarını,
105. E't-Tecrid'üs-Sarih li Ahadis'il-Cami'is-Sahih: Kitabu Fazaü'ül-Kur'an; c. 2, s. 122.
fakat bu okuyuşun, gönüllerine hiçbir te'siri olmayacağına, yaratılanlann en kötüsü olacaklarına, hatta bunlann, başlarını usturayla tıraş ettireceklerine ve Hz. emir'ül-Mü'minin'in (a.s) bunlarla savaşacaklarına dair "MüslirrTin "Sahih"inde, "Kitab'üz-Zekât" bölümünde, "Mizan'ül-İ'tidal"da İbni Mace ve Ebu-Davud'un "Sahih"lerinde, Ahmed b. hanbel'in "Müsned"inde ve diğer tefsir, hadis ve siyerlerde hadisler mevcuttur.106
Hz. Ali'ye, Hariciler tamamiyle katledildi dediler. Hz. Ali, Hayır dedi, vallahi onlar,erlerin bellerinde, kadınların rahimlerindedir, yüz yıllar boyunca zuhur ederler, sonucu onlar, halkı soyan, hırsızlık eden bir topluluk olarak belirecekler.
Hz. Ali, bu savaşta elde edilen silah ve hayvanları, maiyetinde bulunanlara dağıttı, mallarla kadınları, sahiplerine, ehillerine gönderdi, yaralıları Kufe'ye götürüp orda tedavi edilmelerini, sonra bırakılmalarını emretti.
Dörtyüz er esir düşmüştü. Onlan da aşiretlerine yolladı. Yanındakilere, benden sonra Haricilerle savaşmayın; çünkü gerçeği dileyip yanlış yol tutan, batılı elde edene benzemezler dedi.
Hz. Ali, Nehrevan savaşından sonra bir hutbe okuyup Allah'a hamdetti, sonra buyurdu ki:
"Gerçekten de Allah size ihsanda bulundu, yardım etti de üst oldunuz. Hemen Şam'daki düşmanınızın üstüne yürüyün."
Bu sözleri duyanlar, Ey Mü'minler Emiri dediler; oklanmız bitti, kılıçlarımız gedildi, mızraklarımız körleşti,
106- Fadaü'ül-Hamse'ye bak. c.2, s.400 - 412.
yaylarımız kırıldı, beraberce şehrimize dönelim de hazırlık görelim, daha büyük bir topluluk halinde harekete geçelim.
Kays oğlu Eş'as da aynı fıkri güttü, bu çeşit sözler söyledi. Bunun üzerine Hz. Ali, Nuhayle'ye döndü. Orda, ordugahinizi kurun, savaşa hazırlanın. Çoluğunuzu-çocuğunuzu ziyaretten sonra burada toplanin dedi.
Nuhayle'de birkaç gün kaldılar. Fakat hergün, Kufe'ye gidenler, bir daha gelmemekteydi. Böyle böyle, ordugahta Hz. Ali'nin yakin adamlan kaldi ancak.
Hz. Ali, bunu görünce, Kufe'ye gitti. Defalarca hutbeler okudu. Ey insanlar, düşmanınızın üstüne yürüyün. Allah'a dayanın, yardımcı olarak o yeter size dedi. Fakat halk, pek yavaş davranmadaydı.
NEHREVAN'DAN SONRA HARİCİLER
Nehrevan'dan sonra, Deskere denen yerde, Avf oğlu Eşres, iki yüz kişiyle isyan etti. Hz. Ali, Hassan oğlu Ebreş'i, üçyüz kişiyle üzerine yolladı.
Hicretin otuzsekizinci yılı Rebiülahırında savaş oldu, Hariciler dağıldılar, Eşres öldürüldü.
Bir ay sonra Hilal adında biri, kardeşiyle beraber Masebzan'da isyan etti. Üzerlerine giden Kays oğlu Ma'kıl, topluluklarını dağıttı, Hilal ve adamlarından ikiyüz kişiden fazla Harici maktul düştü.
Bu olayın ardından Buceyle boyundan Eşheb, yahut Eş'as adlı biri, yüzseksen kişiyle çıktı, Masebzan'a gelip Hilal'in ve adamlann namazlarını kıldı, onları gömdürdü, isyan etti. Hz. Ali, üzerine Cariye'yi, yahut Adiy oğlu
Hucr'u gönderdi. Cüha denen yerde savaştılar, Eşheb'le adamları maktül düştüler.
Bir ay sonra Said isminde bir adam, Medayin civannda isyan etti. Başında iki yüz adam vardi. Hz. Ali, üzerlerine Mes'ud oğlu Sa'd'i gönderdi. Savaşta hepsi de yok oldu.
Bundan sonra Ebu-Meryem'is-Sa'di, isyan etti, Şehrizor'daki Hariciler, bu adama uydular. Başına toplananlann içinde ancak alti tane arap vardı. Öbürleri Arap olmayıp başka millete mensuptu.
Kendisine uyan birkaç yüz kişiyle Kufe'ye beş fersahlık bir yere kadar geldi. Hz. Ali, bu adama haber gönderip kendisine tabi' olmasini ve Kufe'ye gelmesini emretti. Ebu-Meryem kabul etmedi, aramızda savaştan başka birşey yok, dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali, bu topluluğa Haniy oğlu Şurayh'ı, yediyüz kişiyle gönderdi. Hariciler, şiddetli bir hücumda bulundular. Şurayh'ın orudusu bozuldu, dağıldı, yanında ikiyüz kişi kaldı.
Hz. Ali, bizzat hareket etti. Önce Cariye'yle öğüt verdi, sonra kendisi, onları itaate davet etti, fayda vermedi. Bunun üzerine savaş başladı. Haricilerden ancak elli kişi kurtuldu ki bunların da kırk tanesi yaralıydı. Hz. Ali, bunları Kufe'ye getirdi. Yarası olmıyanları azad etti. Yaralıları tedavi ettirdi, sonra onları da salıverdi.
FARS OLAYLARI
İbn'ül-Esir'in hicri otuz sekizinci yıl olayları arasında Naciye oğulları boyunun şeyhi Raşid oğlu Hirrit'in isyanını kaydeder.
Hırrit, Naciye oğullarından üçyüz kişiyle beraber Hz. Ali'nin maiyetindeydi; Cemel ve Sıffıyn savaşlarında bulundu; Hakemlerin karanndan sonra otuz kişiyle Hz. Ali'nin huzuruna gelerek Ya Ali dedi, vallahi senin emrine itaat etmeyeceğim, ardında namaz kılmıyacağım, yann da senden ayrılıp gideceğim.
Hz. Ali, "Hay anan yasında yatsın, demek ki Rabbine isyan edeceksin, ahdinden döneceksin; fakat bu takdirde ancak kendine zarar vermiş olursun; iyi ama neden bu işe kalkıştın" dedi. Hırrit, Çünkü dedi, sen hakeme razı oldun, gerçekten saptın, zulmeden kavme dayandin.
Hz. Ali, "gel dedi, beraber oturalım, Kur'an'ın hükümlerine göre konuşalım, sünnetleri müzakere edelim, senden daha iyi bildiğim şeyleri sana açıklıyayım; belki bııgün kötü gördüğünü iyi görür, gerçeği bulursun."
Hırrit, Hayır dedi, istemem, ben senden ayrılacağım. Hz. Ali, "Şeytan seni kandirmasin, bilgisizler seni aşağılatmasın. And olsun Allah'a razı olsaydın sana doğru yolu gösterirdim" dedi.
Hirrit, geceleyin, yanindakilerle beraber Kufe'den çıkıp gitti. Yanindakiler az olmakla beraber etraftan kendisine birçok kişiler katılabilirdi. Bundan dolayı Hasafaf ül-Bekri oğlu Ziyad, Hz. Ali'nin huzuruna gelip Ey Mü'minler Emiri dedi, onun başında pek az kişi var, bu yüzden korkulmazsa da ileride büyük bir toplulukla bozgunculuğa kalkışmasından korkulur; bana izin ver, ardindan gidip onunla görüşeyim. Hz. Ali, Allah sana rahmet etsin, hadi git buyurdu.
Ziyad, yüz otuz kişiyle hareket etti. Bu siralarda Hz. Ali'ye, Hırrit'le yanındakilerin Kufe'ye yakın Nıffar'a vardiklanna dair haber geldi. Orda yeni Müslüman olmuş bulunan bir köylüye, Müslüman mısın, kâfır misin diye sormuşlar, adamcağız Müslümanım deyince Ali hakkında fikrin nedir demişler. Köylü, "insanların efendisidir. peygamber'in vasisidir, Mii'minlerin de Emiridir" demiş. Bunun üzerine sen kâfır oldun deyip adami öldürmüşler. Onunla beraber tuttuklan Musevi'ye, dinin nedir diye sormuşlar. Adam, Museviyim deyince bırakmışlar.
Hz. Ali, Val oğlu Abdullah'ı bir mektupla Ziyad'a gönderdi, bu olayi bildirdi. Ziyad'la beraber Niffar'a ordan da Hırrit'in bulunduğu yere vardılar.
Ziyad, Hırrit'e, savaşın lüzumu yok, zaten siz de yorgunsunuz, biz de yorgunuz. Münasip görürsen bir araya gelelim, konuşup görüşelim, bir karara varalim diye haber gönderdi.
Hırrit razi oldu. Ziyad, beş kişiyle gitti, bir su kıyısında buluştular. Yemek yediler, dinlendiler. Ziyad, Neden Mü'minler Emiriyle bizim aleyhimizde bu harekete giriştin diye sordu. Hirrit, sahibinizi imam olarak tanimiyorum, huylanndan da memnun değilim; halifeliği Şura ile halletmek fıkrinde diye cevap verdi. Ziyad, meşveret için toplanacak kişilerin, kendisinden ayrıldığın zattan daha ziyade Allah'ın ve Peygamberinin hüküm ve sünnetlerini bilen bir kişiyi bulabileceklerini mi samyorsun; bundan başka bir de Peygamber'e yakınlığı var ve ilk Müslüman olan o dedi. Hirrit, Bunları inkâr etmiyorum ki deyince Ziyad, peki dedi, öyleyse ne diye onunla savaşa
kalkıyorsun? Hırrit, ben onunla savaşa girişmedim, o, benim adamlarimdan birçoğunu öldürdü, onun için savaşıyorum dedi.
Uyuşmak mümkün olmadı ve savaş başladı. Bu adam, Cemel savaşında Talha ve Zübeyr'le beraberdi; sonra Hz. Ali tarafına geçmişti; Hakemeyn olayından sonra Hz. Ali'den ayrıldı.
Hükmettiği yerlerdeki Müslümanlar, zekâtlarını, Hristiyanlar cizyelerini, merkeze göndermiyorlardı. Müslümanlar arasındaki ayrılığı gören Hristiyanlar, Müslümanlığı kabul ettikten sonra gene Hristiyan olmuşlardı ve Hırrit'e yardım ediyorlardı.
Savaşta Ziyad, bir aman bayrağı dikmiş, onun altına gelenlere aman vereceğini ilan etmişti. Hırrit'in yanındakilerin çoğu, bunu görünce bayrağın altına gitmişti. Hırrit, savaşta öldürüldü, yanındakiler dağıldı ve bu isyan, böylece bitti.107
İKİ ŞEHİD
Ashabdan Huzeyfe'nin oğlu Muhammed, Amr b. As'ın Mısır'ı istilasında tutulup Şam'a, Muâviye'nin yanına gönderilmişti. Muâviye, Muhammed'i hapsettirmiş, fakat Muâviye'nin zevcesi Fahıte, Muhammed'in teyzesinin kızı olduğundan, ona gönderdiği yemeğin içine koyduğu kesici bir aletle zincirlerini keserek hapisten kurtulmuş, Lübnan'da Halil dağında gizlenmişti. Muâviye bunu haber
107- Tenkıyh'ul-Makaal; c. 2, s. 397
alıp kölelerinden Reşid adlı birini göndererek onu tutturup şehid ettirdi.
Huzeyfe b. yeman, Hz. Ali'nin, "Yeryüzünde yedi kişi vardır ki Allah, halkı onların yüzünden rızıklandırır, onların hürmetine yağmut yağdırır, halka yardım eder; ben onların imamıyım" buyurduğu kişilerdendir. Öbürleri arasında, Selman, Mikdad, Ebu-Zerr ve Ammar'ı saymışlardır. Huzeyfe, Hz. Fatıma'nın namazını kılanlardandı. Nesli, Muhammed'in şehadetiyle kesilmiştir. 108
Razılık bey'ati ashabından olup Osman'a karşı duran Mısırlılara kanşmış bulunan ve Filistin'de tutulup hapsedilen, hapisten kaçıp Halil Dağı'na sığınan Abdurrahman b. Udeys de, orada, bir rivayette Şam'da Muâviye'nin emriyle şehid edilmiştir.
Aynı yılda Muâviye, üç bin atlıyla Reha boyundan Şecere oğlu Yezid'i, Hz. Ali'nin valisini sürmek, halka, hac töreninde emir olmak ve kendi adına halktan bey'at almak üzere Mekke'ye gönderdi.
Mekke'de vali, Abbas oğlu Kusem'di. Mekkelileri savaşa çağırdıysa da dinlemediler. Ancak Osman'il-Abdi oğlu Şeybe, pek az bir kuvvetle bu emri dinledi. Bunun üzerine Kusem, Mekke'nin ıssız yerlerine çekilmeyi kurduysa da Ebu-Said'ül-Hudri, buna mani oldu, burada bulun, bir yere ayrılma. Onlarla savaşa girişebilirsen savaşırsın. Girişemezsen o vakit gider, Hz. Ali'ye ulaşırsın dedi.
108- Tenkıyh'ul Mekal; c.l, s. 259 - 260.
Bunun üzerine Kusem, Hz. Ali'ye bu olayi bildirdi. Hz. Ali, hac ayının evvelinde Mekke'ye bir kuvvet gönderdi.
Şecere oğlu Yezid, Zilhicce'nin yedinci günü Mekke'ye vardı. Ebu-Said'ül-Hudri'ye, valinin za'fi malum, ona söyle, halka namaz kildirmasin; ben de kildirmam, halk dilediğini imam tayin etsin dedi. O da bunu Kusem'e ve halka bildirdi; halk, oğlu Şeybe'yi imam tayin etti. Şeybe hac töreninde namaz kıldırdı. Bu süretle Mekke, adeta tarafsızlığını ilan etmiş oldu.
Hz. Ali, Yezid'in Mekke'ye hareketini haber ahnca üçbin atlı gönderdiyse de bunlar oraya vanncayadek Yezid, Şam'a gitmiş olduğundan iki ordu, birbiriyle buluşamadı.
Muâviye, aynı yılda Abdurrahman adina birini Cezire şehirlerine gönderdi. Nusaybin'de Amir oğlu Şebib memurdu. Bunu Kumeyl'e bildirdi. Kumeyl, oraya altryuz atlı gönderdi.
Giden kuvvet, Şamlılara yetişti. Savaşta Şamlılardan birçoğu maktül düştü. Kumeyl, Hz. Ali'nin yoluna -yordamına uyup kaçanlann kovalanmamasını, yaralılara dokunulmamasını emretti. Şamlılar bozulup kaçtılar. Kumeyl, bu olayi Hz. Ali'ye yazdı. Hz. Ali, ona hayır dualar etti, hoşnud olduğuna dair bir cevap gönderdi.
Şebib de, Şamlılann ardına düşüp Fırat'ı geçti, Ba'lebek'e vardı. Şamlıları bozguna uğrattı. Muâviye, Hz. Ali taraftarlarıyle savaşmak üzere Mesleme oğlu Habib'i gönderdiyse de Habib, geldiği zaman Şebib ordan ayrılmış, Rakka ciravındaki Muâviye tarafdarlarına hücum edip onlan yıldırmıştı. Bu üstünlüğü Hz. Ali'ye bildirince Hz. Ali, halkın mallanna, canlarına dokunmamasını, ancak
at ve silahlari almasim emretti ve Allah Şebib'e rahmet etsin, onlann talanlanni uzaklaştırdı, bize yardım etti buyurdu.
Şecere oğlu Yezid, Muâviye'ye vannca Muâviye, Nemr'üt-Tanuhi oğlu Haris'i Cezire'ye gönderdi. Hz. Ali'ye uyanları esir edip sürerek Şam'a getirmesini emretti. O da Tağlıb oğullarından yedi kişiyi esir etti.
Bu boydan bir topluluk Hz. Ali'den ayrılıp Muâviye'ye gitmiş, boydaşlarının serbest bırakılmasını istemişti. Muâviye, isteklerini kabul etmedi. Bu sırada Muâviye, Hz. Ali'ye; Kays oğlu Ma'kıl'ın esir ettiği erleri, fıdye karşılığı serbest bırakması için bir mektup gönderdi. Hz. Ali, bu recayı kabul etti, esirleri bıraktı.
Hz. Ali, halkı, Musul civarına iskan için Abdürrahman'ül-Has'ami'yi gönderdi. Tağlib boyu buna razı olmadı. Aralannda savaş oldu. Abdurrahman şehid düştü. Hz. Ali, üzerlerine asker göndermek istediyse de Rabia boyu, onlar düşmanından aynlmışlar, sana itaat etmişlerdir. Abdürrahman'ı da bir hata edip öldürdüler, hoş gör dediler, Hz. Ali kabul etti.
Gene bu yıl Muâviye, Semave halkının vergilerini toplamak üzere Mekhul'ül-Amiri oğlu Züheyr'i gönderdi. Hz. Ali, bunu haber alınca üzerlerine Abdullah'ul-Aşcai oğlu Ca'fer'le Kelboğullarından Urve ve Cellas'ı gönderdi, Bekr ibni Vail'i de onlarla beraber yolladı.
Savaşta Hz. Ali taraftarları bozuldu. Ca'fer şehid düştü. Urve'nin hiyaneti anlaşıldı. O da kaçıp Muâviye'ye tabi' oldu.
Bu talanlar, bir yıl içinde olmuştu.