Ayetullah Uzma Vahid Horasani
Allah''a iman etmenin çeşitli yolları vardır:
Allah''a inanmaya layık olan kişiler için O'nun delili ve O''nu tanımanın vesilesi yine O''nun kendisidir: "Rabbinin her şeye tanık olması yetmez mi?" "Ey zatı vesilesiyle kendi zatına delalet eden." "Ben seninle seni tanıdım ve sen beni kendine yönlendirdin."
Bunların dışındakiler için ise kısaca birkaç metoda işaret edelim:
Bir: İnsan kendisine ve idrak alanında olan şeylere bakıp onların her bir parçasını incelediği zaman, o zerre ve parçanın olmayışının imkânsız olmadığını, onun olmasıyla olmamasının eşit olduğunu görür. Onun özü, ne var olmayı ve ne de var olmamayı gerektirir. Var olması ve var olmaması mümkün olan her şeyin kendisini var edecek bir sebebe ihtiyacı vardır; tıpkı bir terazinin iki kefesi gibi; dışarıdan bir etken olmaksızın bir kefenin diğerine tercih edilmesi mümkün değildir.
Şu farkla ki, mümkün varlığın varlığı onu var eden sebebe, yokluğu ise var edecek sebebinin olmayışına bağlıdır. Dünyanın her parçasının varlığı onu var edene muhtaç olduğuna göre, onu var eden varlık ya onun kendisidir ya da onun gibi diğer varlıklardır. Onun kendisine gelince, kendisi varlığa sahip olmadığına göre, sahip olmadığı bir şeyi veremez. Onun kendisi gibi olup kendini var edemeyecek benzerine gelince, o da kendisinden başkasını var edemez? Dünyanın her parçasında cari olan bu hüküm, bütün dünyada da caridir.
Kendinden aydınlığı olmayan ışıklı bir ortam, bu aydınlığın, aydınlığı diğerinden değil, kendisinden olan bir kaynağı olduğunun delilidir; çünkü böyle bir kaynak olmazsa bir alanın aydınlanması imkânsızdır; zira özde karanlık olan bir varlığın kendine aydınlık vermesi imkânsızdır; bu durumda diğerlerine aydınlık veremeyeceği de ortadadır.
İşte bu nedenle kâinatın varlığı ve hayat, ilim ve kudret gibi varlığın kemalleri, varlık, hayat, ilim ve kudreti kendisinden olup başka birine bağlı olmayan bir hakikatin varlığının delilidir: "Yoksa kendileri, hiçbir şey olmadan (yaratıcısız) mı yaratıldılar? Yoksa yaratanlar kendileri midir?"۴
Ebu Hasan Ali b. Musa er-Rıza''dan (a.s) şöyle rivayet edilir: Bir kişi İmam''ın huzuruna gelerek, "Ey Resulullah''ın (s.a.a) torunu! Alemin hadis oluşunun (sonradan yaratıldığının) delili nedir?" diye sordu. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Sen önce yoktun; sonra var oldun ve bildin ki sen kendini var etmiş değilsin ve seni senin gibi birisi de var etmiş değildir."
Ebu Şakir Deysanî, İmam Cafer Sadık''tan (a.s), "Bir yaratıcın olduğuna dair delil nedir?" diye sordu.
İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Gördüm ki nefsim iki şeyin dışında değil: Ya vardı da ben onu yarattım ya da yoktu ve ben onu yarattım. Eğer var olduğu halde ben onu yarattıysam, bu durumda var olduğuna göre benim onun yaratmama ihtiyacı olmaz. Ancak eğer yok idiyse; bu durumda bilirsin ki yok olan bir şey hiçbir şeyi var edemez. Bu durumda üçüncü bir şey ortaya çıkıyor ve o da benim bir yaratıcım olduğudur; o ise alemlerin Rabbi olan Allah''tır."
Eğer var olmayan bir şey var olmuşsa ya onun kendisi kendisini var etmiştir ya da başka biri onu var etmiştir; kendisi kendisini var etmişse, ya var olduğu zaman kendini var etmiştir ya da yok olduğu zaman kendini var etmiştir. Birinci durumda varlığa varlık vermek olduğu için muhal ve imkânsızdır; ikinci durumda ise yok olan bir şeyin, var olan bir şeyin illet ve sebebi olması gerekiyor ki bu da muhal ve imkânsızdır. Eğer başkası onu var etmişse, bu durumda o başkası da onun gibi yok idiyse ve sonra var olmuşsa, o da onun hükmündedir.
O halde aklın zaruri idraki gereğince, geçmişte olmayıp sonra var olan bir şey, zatında yokluk olmayan bir var eden ve meydana getireni gerekiyor.
İşte bu nedenle dünyadaki bütün olaylar, icat edilmiş olmayan bir yaratanın yarattığı ve icat ettiği şeyler olduğunu ortaya koymaktadır.
İki: Bir çölde, üzerinde A''dan Z''ye kadar bütün alfabenin yazıldığı bir kâğıt parçası bulacak olursanız, her insan, o harflerin o şekilde kâğıt üzerine yazılıp sıralanışının, onları meydana getiren varlığın akıl ve idrak sahibi olduğunu gösterdiğini kabul eder. O harflerden kelime yapıldığını ve kelimelerden bir cümle kurulduğunu görecek olursa, yazılan yazı ve terkipteki dikkatten onu yazanın ilim ve görüşünü anlar. Söz ve yazıdaki düzen ve dikkatten söyleyen ve yazanın bilim ve hikmet sahibi olduğuna emin olur. Acaba bir bitkinin unsurlardan oluşan yapısı, bir kitabın bir satırını oluşturan cümle yapısından daha mı basittir?!
Tohumun kabuğunun çürüyüp ölmesine neden olan ve içindeki özü bitkisel hayatla dirilten su ve topraktaki ilim ve hikmeti nedir?
Köke, yeri yaracak bir güç verir, yerin karanlıklarında bitkinin gıda ve besin maddelerini cezp etmesini sağlar, toprak sofrasının her bölümünde farklı ağaçların besinini hazırlar ve böylece her bitki ve ağacın kendine has besini bulmasını sağlar; her ağacın kökünü öyle bir şekilde kılmıştır ki, o ağaca ait meyveyi verecek özel besinden başka şeyleri almaz, yerin çekim gücünü yenerek, ağacın gövdesine ve dallarını su ve besin ulaştırır ve kökün besin ve su aramak için yerin içindeki faaliyetlerinin yanı sıra ağacın gövdesi de, havada ışık ve hava temin etmek için faaliyet gösterir: "Her şeyin yaratıldığı hedef için hareketi kolaylaştırılmıştır"۷ Her ne kadar yerin derinliklerine inmesi için yaratılan kökün ve yukarıya doğru yükselmesi için yaratılan gövde ve dalların o hakimane sünnetten alınıp, kökün gökyüzüne yükselmesi, gövde ve dalların yerin derinliklerine inmesi için çaba harcansa da bu tür çabalar bir sonuç vermez ve onlar buna aykırı hareket ederek doğal gidişatlarını takip ederler: "Allah''ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın."
Sadece bir ağacın ve onun köklerinden, insanı hayrete düşüren bir sistemle binlerce yaprağa çekilen damarların yaratılışı ve kök aracılığıyla besin ve suyunu yerin derinliklerinden alan yaprağın hücrelerinden her birine verilen güç üzerinde düşünmek insanın sonsuz hikmet ve ilme inanması için yeterlidir. " Yahut gökleri ve yeri yaratan ve size gökten yağmur indirip, onunla, ağaçlarını sizin yetiştiremeyeceğiniz gönül alıcı güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah ile birlikte başka ilâh mı var!? Hayır, onlar (Allah’a) eş tutan bir kavimdir. "۹ "Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratanlar biz miyiz?"۱۰ "Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar attık ve orada ölçülü mütenasip şeyler bitirdik."
Hangi bitki ve ağaca bakarsanız bakın, kökünden meyvesine kadar yüce Allah''ın ilim, güç ve hikmetinin bir nişanesi olup o bitki için takdir edilen kanuna teslim olmuştur: "Necm (bitkiler, yıldızlar) ve ağaçlar (Allah''a) secde etmektedirler."
Nitekim herhangi bir hayvanın yaşamı üzerinde düşünmek de insanı Allah''a götürmektedir.
Ebu Şakir Deysanî İmam Cafer Sadık''ın (a.s) huzuruna girerek, "Ey Cafer b. Muhammed! Beni mabuduma yönlendir" dedi. O sırada küçük bir çocuk bir yumurta ile oynuyordu. İmam Cafer Sadık (a.s) o yumurtayı alarak şöyle buyurdu: "Ey Deysanî! Bu kapalı bir duvardır; sert bir kabuğu var. Bu sert kabuğun altında ince bir kabuk var. O ince kabuğun altında birbirine karışmayan sıvı bir altın (yumurta sarısı) ile sıvı bir gümüş (yumurta akı) var. Ne bu sağlam duvarın içinden onun iyi olduğunu bildirecek bir ıslah edici çıkmıştır, ne onun içine bozuk olduğunu bildirecek bir bozguncu girmiştir ve ne de bir kimsenin bu yumurtanın erkek için mi yoksa dişi için mi yaratıldığından haberi vardır."۱۳
Acaba içinde birçok sırların saklı olduğu tasfiye edilmiş kireç maddesinden yapılmış olan o sağlam duvarı hangi tedbir yaratarak tavuğun yediği tanelerden ayırıp civcivi beslemek için güvenli bir yer olarak onun yumurtalığında hazırlamış ve nutfeyi tıpkı sedefteki bir inci gibi ona yerleştirmiştir. Civciv annesinden ayrı olduğu için ve cenin olduğu dönemde besin alacağı bir rahim söz konusu olmadığından, yiyeceğini o duvarın içinde ve onun hemen yanına bırakmış, kireçten oluşan sert bir duvarla civciv ve onun yiyeceği arasında, o duvarın sertliğinin civciv ve yiyeceğine en küçük bir zarar vermeyeceği ince bir perde oluşmuş ve o zifiri karanlık alanda, civcivin kemiklerini, kaslarını, damarlarını, sinirlerini yaratmış ve sadece o hayvanın göz yapısını incelenmesi insanı hayrete düşüren duyu organlarının her birini kendi yerine koymuş, yemek için taneleri taş ve toprak arasından seçip alması, gerektiğinden ağzını yerdeki taşlara değerek zarar görmemesi için boynuz türünden bir gaga yaratmış, bulduğu taneleri saklaması ve yiyeceğini kaybetmemesi ve daha sora onları yavaş yavaş sindirim sistemine vermesi için kursak yaratmış, derisini kanat ve tüylerle örterek o ince deriyi soğuktan, sıcaktan ve canlıların vereceği zararlardan korumuş, hayvanın yaşamının gerekleri dışında onun zahirini süslemekten ibaret olan varlığında gerekli olmayan şeylerden bile gaflet etmemiş, o kanat ve tüyleri çok güzel renklerle boyamıştır? İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: "Yarılır ve tavusların renkleri gibi renkler oradan ortaya çıkar."۱۴
Tekâmül için tavuğun göğsünün dengeli sıcaklığı gerektiği için, sadece gecenin karanlığında hareket etmeyen bu hayvan, hareket etmez olur ve o sıcaklığa ihtiyaç olduğu müddetçe yumurtanın üzerinde yatar.
Civcive hayat hareketini vermesi için tavuğa bu hareketsizliği veren hikmet nedir? Ve hangi öğretmen uzuvların dengelerinin bozulmaması için gece gündüz yumurtayı çevirmesini, civcivler dünyaya geldiği zaman da gagasıyla sert taşları kırmasını ve dünya sahnesine ayak basmasını öğretiyor ona; öyle bir dünya ki sahip olduğu aza ve güçler orada yaşaması için verilmiştir ona? Öte yandan hayvani içgüdüsüyle, hayatıyla bağdaşan şeyleri cezp etmek ve bağdaşmayan şeyleri ise defetmekten başka hiçbir etken kendisinde etkili olmayan bir tavukta civcivleri ortaya çıkınca öyle bir inkılâp oluşur ki kendi civcivini korumak için göğsünü belalara siper eder ve civciv korunmaya ihtiyacı olduğu sürece de bu duygu onda devam eder?!
Bir yumurtadaki bu inceleme bizi, "O ki (her şeyi) yarattı, düzenledi. Ve O ki her şeyin miktarını, biçimini belirleyip hedefini gösterdi."۱۵ Ayetlerindeki kimseye yönlendirmek için yeterli değil midir?!
İşte bu nedenle İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: "Onun bir müdebbiri olduğunu görüyor musun?" Ebu Şakir uzun bir süre sustuktan sonra şöyle dedi: "Şehadet ederim ki Allah''tan başka ilah yoktur, tektir; ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed O''nun kulu ve elçisidir ve sen imam, Allah''ın kulları üzerine hüccetisin ve ben içinde bulunduğum şeyden tövbe ediyorum."۱۶
Evet, yerin karanlıklarında tohumu ve yumurtanın kabuğunun karanlığında belli bir amaç ve hedef için civcivi besleyen bu ilim, güç ve hikmet, annenin rahminin karanlığında ilk önce zerre büyüklüğünde bir canlı olup insanın bütün aza ve güçlerinden yoksun olan nutfesini rahmin dışında yaşayabilmesi için farklı cihazlarla donatıyor.
Örneğin; vazifelerine uygun olarak çeşitli şekil ve ölçülerde kemikler ve ceninde çeşitli hareketler için kaslar oluşturuyor, beyindeki insanı hayrete düşüren sistem aracılığıyla idrak meşalesini yakıyor, uyku ve uyanıklık halinde yılda milyonlarca defa atan kalbin faaliyetiyle bu yaşam ocağında hayat sıcaklığını koruyor.
İnsanın bedenindeki en basit bileşimin üzerinde düşünmek, Aziz ve Alim olan Allah''ın takdirine inanmak için yeterlidir. Örneğin ağızda üç çeşit diş yerleştirmiştir: Kesici dişler (ön dişler), onlardan sonra köpek dişleri (kaninler), sonra azı dişleri ve ağzın sonunda da akıl dişleri (büyük azılar). Eğer azı ve akıl dişleri kesici dişlerin yerinde ve kesici dişlerle köpek dişleri de akıl ve azı dişlerinin yerinde bitseydi, yemekleri kesmek ve çiğnemekten tutun, bu dizilişin güzellik ve çirkinliğini nasıl etkilerdi?
Kaşlar, gözelerin üzerinde olacağına altında yer alsaydı veya burun delikleri aşağı doğru olacağına yukarıya doğru olsaydı ne olurdu?!
İmran ve yeryüzünün bayındırlaşması tarımdan tutun en sağlam binalara ve en zarif sanatlara kadar, hepsi insanın parmaklarına ve onda tırnak bitmesine bağlıdır.
Tırnak maddesinin insanın yediği yemekte hazırlayıp insanı hayrete düşüren sindirim sistemiyle damarına aktaran ve onu insanın parmak uçlarına ulaştıran ve onun yaratılış amacını temin etmek için tırnakla et arasında bağlantı sağlayan, öyle ki, birbirinden ayrılması takat kesici olan ve amaca ulaştıktan sonra tırnakların rahat bir şekilde kesilmesi için yine onları birbirinden ayıran hikmet nedir?!
Şaşırtıcısı olan şu ki, o kadar katı olan tırnak maddesine dönüşüm için hazırlandığı o yemekte son derece zarif olan şeffaf bir madde de görmek için hazırlanıyor ve sindirim aşamalarından geçtikten sonra göze ulaşıyor.
Eğer bu ikisinin belli rızkının taksiminde iş terse dönseydi ve tırnak gözden bitseydi ve o şeffaf madde tırnağın ucuna ulaşsaydı, insanın hayat sisteminde nasıl bir bozulma olurdu acaba?!
Bunlar ilim ve hikmetle dakik bir şekilde incelemeye ihtiyacı olmayan çok basit örneklerdir: "Kendi canlarınızda da öyle. Görmüyor musunuz?"۱۷ Bu böyleyse, anatomisi ve uzuvların vazifeleri uzmanlığa, mikroskoplarla incelenip ayrıntılarına inmeye ihtiyacı olan derin sırların durumu bellidir: "Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki"
Evet, o kadar bilimsel araştırmalara rağmen derisinin hikmeti hala saklı kalan bu varlığın içinde ve batınında kim bilir neler vardır. Güzellikleri almak için şehvet, onları korumak ve çirkinlikleri defetmek için ona verilen gazaptan bu ikisini pratikte dengelemek ve teorik açıdan uzuvları yönlendirmek için ona verilen akla kadar. "Eğer Allah''ın nimetini saysanız, sayamazsınız."
Böyle bir hikmet kitabı hangi ilim kalemi ile bir damla su üzerine yazılmıştır acaba?! "İnsan neden yaratıldığına bir baksın: Atılan bir sudan yaratıldı."۲۰ "Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor."
Bu nasıl bir ilim, güç ve hikmettir ki, o düşük suda yüzen, ancak mikroskopla görülecek bir canlıdan, idrak meşalesi varlıkların derinliklerini inceleyen bir beşer yaratmış: "Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti."۲۲ Yer ve gökyüzünü onun düşünce ve gücünün cevelan sahası kılmıştır: "Görmediniz mi Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri size boyun eğdirdi ve size zahir ve batın (dış ve iç; görülen, görülmeyen; bildiğiniz ve bilmediğiniz) nimetlerini bol bol verdi? Yine de insanlardan kimi var ki ne bilgisi, ne yol göstereni ve ne de aydınlatıcı bir Kitabı olmadan Allah hakkında tartışır (durur)."
Bu azamet, ilim, güç, rahmet ve hikmet karşısında bir insan Allah''ın şu buyruğundan başka ne söyleyebilir ki: "Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!"۲۴ Ve toprağa kapanıp başını o yüce eşiğe teslim ederek, "Münezzehti yüceler yücesi Rabbim ve ben ona hamdetmekteyim" demekten başka ne yapabilir ki?
"Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında ayetlerimizi göstereceğiz ki onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun."۲۵ Ayeti gereğince, bazılarının ışığı binlerce ışık yılı sonra yere ulaşan (ışık hızı bir saniyede yaklaşık üç yüz bin kilometredir) ve bazılarının hacmi yer küresinden milyonlarca kat büyük olan milyonlarca güneş, ay ve yıldızlarla donanan evrenin ufuklarına da bir göz atmak gerekir; birbirleri arasındaki mesafeler öyle dakik hesaplanmış, her biri belli yörüngesine yerleştirilmiş, çekim ve itim güçleri arasında öyle genel bir denge kurulmuştur ki birbirlerine çarpıp engelleme olanakları yoktur: "Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte (yörüngede) yüzmektedirler."
İnsanın yaşam ocağı olan yerküreyi, etrafını kapsayan atmosfer vesilesiyle uzayda dağınık olan ve gece-gündüz ona değerek buharlaşan binlerce gök taşından korumuştur.
Güneşin yerle mesafesini öyle bir şekilde ayarlamıştır ki, maden, bitki, hayvan ve insanın oluşumu ve yaşamı için ışık ve hararet açısından gerekli şartları en güzel şekilde hazırlamaktadır.
Yerin kendi ekseninde ve güneş etrafındaki hareketi öyle bir şekilde hesaplanmıştır ki her an dünyanın büyük bir bölümünde güneşin doğuşu ve batışına, gece ve gündüze şahit olunabiliyor. Güneşin sürekli ışımasından veya tamamen kesilmesinden, yaşam sistemi bozulmasın diye güneşin doğuşunun peşinden ışığı ve ısısıyla hayat ocağı sıcaklık ve aydınlık kazanıyor, yaşamak için faaliyet başlıyor ve güneşin batışıyla da yaşamı sürdürmek ve güç toplamak için gerekli sükûnet ve huzur kaynağı olan gecenin karanlığı çöküyor: "Ve O, öğüt almak veya şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü, birbirini izler yaptı."۲۷ "Rahmetinden dolayı sizin için geceyi ve gündüzü var etti ki, geceleyin dinlenesiniz ve (gündüzün) Allah''ın lütfünü arayasınız."۲۸ "De ki: "Baksanıza, eğer Allah, üzerinize geceyi kıyamet gününe kadar sürekli kılsa Allah''tan başka size ışık getirecek tanrı kimdir? (Söyleyin), işitmiyor musunuz? ""
Aydınlık ve karanlık, gece ve gündüz son derece bir zıtlık ve çelişkiyle el ele vererek tek bir hedef için çalışmaktadırlar ve diğer taraftan da, gece gündüz gök ve yerin mülkü ve melekûtu insanın gözü önünde olsun diye gündüz vesilesiyle yeryüzündeki ve gece vesilesiyle de gökyüzündeki şeyler insanların gözleri önüne sergilenir.
Gece ve gündüz insanın yer ve gök sayfasında Allah''ın ayetlerini okuması için varlık kitabının yapraklarını çevirir durur: "Göklerin, yerin melekûtuna ve Allah''ın yarattığı şeylere bak(ıp ibret al)madılar mı?"۳۰ "Böylece biz İbrahim''e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun."
Kâinatın kanun ve sırlarının beşerin zihninde yansımasını ilim ve hikmetin ölçüsü bilen bir insan, nasıl olur da bilim adamlarının, dünyaya hakim olan kanunların ve varlık aleminin sırlarını yoktan var eden kanun koyucuyu ve fikir, zihin ve beyninin yaratıcısını ilim ve hikmetten yoksun bilebilir?! Oysaki dünya kanunlarından bütün bilginlerin zihnine yansıyan şeyler, bilmediklerine oranla denizden damla gibidir: "Size ilimden pek az bir şey verilmiştir."
Varlık kitabının hatlarından nüsha çıkaran kişinin alim ve hekim olduğunu kabul ediyorken varlık kitabının yazarının ve nüsha çıkarma cihazını yapanın şuursuz ve bilinçsiz bir varlık olduğunu nasıl kabul edebiliriz?! İşte bu nedenle ilim ve güç sahibi yaratıcıyı inkâr edenlerin fıtratları da O''nun varlığına tanıklık eder: "Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim (sizin yararınıza) boyun eğdirdi?" desen; "Allah", derler. O halde nasıl Allah''ın (birliğinden) döndürülüyorsunuz?"۳۳ "Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı.""
Allah''ı inkâr eden bir adam İmam Rıza''nın (a.s) huzuruna girince İmam (a.s) ona şöyle buyurdu: "Sizin söylediğiniz doğru değildir; fakat söylediklerinizin doğru olduğunu kabul etsek bile, biz namaz kılıp oruç tuttuğumuz, zekât verip ikrar ettiğimiz için zarar etmiş olmayız (çünkü iman, güzel amel, haram ve yasakları terk etmekten ibaret olan dini görevler ruhun huzur bulmasına ve toplumun ıslah olmasına neden olur. Bu amellerin abes ve boş olduklarını kabul edecek olursak, bu amellerin zahmetine tahammül etmek, yaratılış ve kıyametin varlığı ihtimali karşısında az bir zarar ve zahmet sayılır; bu da sınırı olmayan şerri defetmek ve çok miktardaki muhtemel hayrı celbetmek için gereklidir.)"
Adam, "Bu söylediğiniz Allah nasıl bir şeydir ve nerededir?" dedi.
Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Niteliğe nitelik ve niceliğe nicelik veren O''dur. (Mekan ve niceliğin yaratıcısı O''dur. Yaratan, yaratılmışın sıfatlarıyla sıfatlanmaz. Yaratanın yaratılmışın sıfatlarıyla sıfatlanması, yaratıcının yarattığına ihtiyaç duyması sonucunu doğurmaktadır. İşte bu nedenle Allah Teala bir nicelik ve mekânla sınırlandırılmaz, bir hisle hissedilmez ve bir şeyle ölçülmez.)
Adam, "Duyu organlarından biriyle hissedilmediğine göre yoktur demektir" dedi.
İmam (a.s) buyurdu ki: "Sen, duyu organların O''nu hissedemediği için O''nu inkâr ettin; biz ise duyu organlarımız O''nu hissedemediğini gördüğümüz için O''nun bizim ilahımız olduğuna yakin ettik. (Varlıkları duyu organlarının hissettiği şeylerle sınırlandıran bir kimse, hissin kendisinin de var olduğu halde, hissedilmediğinden gafildir. Görme ve duyma hisleri vardır, ama bu hisler görülmez ve duyulmazlar. İnsan sınırsız bir şekilde idrak eder, hâlbuki duyu organıyla hissedilen her şey sınırlıdır. Zihinde ve gerçek hayatta olan nice varlıklar vardır ki his ve hissedilebilecek şeylerin ötesindedirler." O adam, varlığın duyu organlarıyla hissedilen şeylerle sınırlı olduğunu sanarak hiss ve hissedilen şeyleri inkâr edince İmam (a.s) onu şu hakikate hidayet etti: Hiss ve hissedilen şeyleri, hayal ve hayal edilen şeyleri, akıl ve akıl edilen şeyleri yaratan, hiss, hayal ve akla sığmaz; çünkü idrak gücü, idrak ettiği şeye ihata eder; o gücün yaratıcısı ise Allah''tır. Yaratan da yaratılana ihata eder; o halde his, hayal ve aklı yaratıp onlara ihata edenin, onların ihata alanında yer alarak hem ihata eden ve hem edilen olması imkânsızdır. Allah Teala hissedilir, hayal edilir veya düşünülebilir bir varlık olsaydı, bu güçlerle idrak edilen şeylerle benzeşir ve aynı özelliğe sahip olurdu. Ortak yöne sahip olmak ihtisas yönüne sahip olmayı (terkibi) gerektirmektedir ve terkip ise yaratılanın özelliğidir. O halde, Allah Teala hiss, hayal ve akla sığacak olursa, yaratan değil, yaratılmış olur.)
Adam, "Allah ne zamandan beri vardır?" diye sordu.
İmam (a.s), "Ne zaman yoktu ki?" buyurdu. Zaman, zamanla ilgili şeylerin, soyut ve maddi varlıkların kayyımı olan Allah Teala''nın kutsal zatında yokluk, zaman ve mekân söz konusu olamaz.)
Adam, "O halde O''nun varlığının delili nedir?" diye sordu.
Bunun üzerine İmam (a.s), onu Allah Teala''nın nefislerde ve alemdeki ayetlerine yönlendirip vücudun yapısı üzerinde düşünmeye sevk ediyor. Bu yapıdan ve ondaki inceliklerden, dakik hesaplardan onu yapanın ilim ve hikmet sahibi olduğunu anlamaktayız. İmam (a.s) adamın dikkatini bulut, rüzgar, güneş, ay ve yıldızların hareketine çekerek, gök cisimlerinin insanı hayrete düşüren halleri ve onlardaki hikmetler üzerinde düşünerek Aziz ve Alim olan Allah''ın takdirini bilmesini ve gökte hareket eden cisimlerin hareketinden, hareket ve değişimden münezzeh olan harekete geçiriciye iman etmesini sağlıyor.
Üç: Madde ve tabiat gelişmeleri, madde ve tabiattan daha üstün bir gücün varlığının delilidir; çünkü madde ve maddi varlığın etkisi yer ve duruma muhtaçtır; örneğin bir cismin ısısında etki bırakan bir ateş veya ışığı etrafı aydınlatan bir lamba o cisim ve alana karşı özel bir oranda yer almadıkça cismin o ateşin ısısıyla ısınması veya alanın o lambanın ışığıyla aydınlanması imkansızdır. Yer ve durum yokluğa oranla muhal ve imkansız olduğu için madde ve tabiatın, madde ve tabiatta olmayan, meydana gelmiş olan ve gelen çeşitli olaylarda etki bırakması imkansızdır. Gökyüzü ve yerde sonradan var olan her şey, etki bırakabilmesi için yer ve duruma ihtiyacı olmayan, cisim ve cisim türünden şeylerin ötesinde olan bir gücün varlığının delilidir. "O''nun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece "ol!" demektir, hemen oluverir."۳۶
Dört: Allah''a iman her insanın içinde ve yaratılışında vardır; çünkü insan fıtratı gereğince kendisini, kendini dayanılacak bir noktaya bağlı ve muhtaç bir varlık bilmektedir; fakat eşyalarla meşgul olması ve bir takım bağlarla bağlanması, o dayanma noktasını bulmasına engel olur.
Her açıdan zavallılık ve her çareden çaresizlik oluşunca, bütün fikir lambalarının söndüğünü ve bütün güçlerin aciz olduğunu görünce, onun uyuyan vicdanı uyanıverir ve elinde olmaksızın fıtratı gereğince kendisine dayandığı zatı gereği ihtiyaçsız olan varlıktan yardım ister: "De ki: "Gizli ve açık olarak: ''Bizi bundan kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız!'' diye O''na yalvarıp yakardığınız zaman, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor?"
"İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O''na dua eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir nimet verdi mi; önceden O''na yalvarmakta olduğunu unutur da, O''nun yolundan saptırmak için Allah''a eşler koşmağa başlar."
"Sizi karada ve denizde yürüten O''dur. Gemide olduğunuz zaman(ı düşünün): Gemiler, içinde bulunanları hoş bir rüzgârla alıp götürdüğü ve (yolcular) bununla sevindikleri sırada, birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını (bir daha kurtulamayacaklarını) sandıkları zaman, dini, yalnız Allah''a halis kılarak O''na şöyle yalvarmağa başlarlar: "Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, şükredenlerden olacağız."
Adamın biri İmam Cafer Sadık''a (a.s), "Ey Resulullah''ın oğlu! Beni Allah''a yönlendir; Allah nedir? Birçok insanlar bu konuda tartışıp beni hayrete düşürüyorlar" diye arz etti. İmam Cafer Sadık (a.s), "Ey Abdullah! Hiç gemiye bindin mi?" diye sordu. Adam, "Evet" dedi. İmam (a.s), "Acaba ne seni kurtaracak başka bir geminin olduğu ve ne de başka şeylerden ihtiyacını giderecek bir yüzücülüğün olduğu yerde gemin kırıldı mı?" buyurdu. Adam, "Evet" cevabını verdi. İmam (a.s), "Acaba orada kalbin, seni sıkıntıdan kurtaracak bir güç ve kuvvet sahibine yöneldi mi?" buyurdu. Adam, "Evet" cevabını verince, İmam (a.s) şöyle buyurdu: "İşte hiçbir kurtarıcının olmadığı yerde seni kurtarmaya kadir olan ve yardım edecek birinin olmadığı yerde sana yardım edecek olan bu güç Allah''tır."
Yüce Allah ile bu fıtrî bağ ve marifet, çaresizlik anında O''ndan başkasından mutlak olarak kopmakla ortaya çıktığı gibi, irade gereği ilim ve amel kanatlarıyla oluşabilir.
Birincisi; insan akıl nuruyla cahillik ve gaflet perdesini gidererek her varlığın var olduğunu, mükemmelliğinin kendisinden ve kendisi için olduğunu ve hepsinin Allah''ın kutlu zatına dayandığını görmesi: "O, ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur,) sondur (kendisinden sonra hiçbir varlık yoktur. Her şey yok olurken O kalacaktır,) zahirdir (delilleriyle varlığı gün gibi açıktır,) batındır (zatının hakikati gizlidir, akıllar O''nun özünü idrak edemez,) O, her şeyi bilendir."۴۱
"O, yaratan, var eden, (varlığa getirdiklerine) biçim veren Allah''tır. En güzel isimler O''nundur."
İkincisi; temizlik ve takva vesilesiyle bulaşıklığın kirini ve nefsani rezaletleri ruhunun cevherinden temizlemesi. Allah ile kulu arasında cehalet, gaflet ve günaha bulaşmış olmak dışında hiçbir perde ve engel yoktur; bu engel de bilimsel ve ameli cihatla temizlenmelidir: "Ama biz(im uğrumuz)da cihâd edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz."
İmam Cafer Sadık (a.s), İbn Ebi''l-Evca''ya şöyle buyurdu: "Yazıklar olsun sana! Sende kudretini, yokken senin varlığını, küçüklüğünden sonra büyüklüğünü, zayıflığından sonra kuvvetini, kuvvetlinden sonra zayıflığını, sıhhatinden sonra hastalığını, hastalığından sonra sıhhatini, öfkenden sonra memnuniyetini ve memnuniyetinden sonra öfkeni, sevincinden sonra üzüntünü, üzüntünden sonra sevincini, düşmanlığından sonra muhabbetini, muhabbetinden sonra düşmanlığını, sakınmandan sonra azmini, azminden sonra sakınmanı, istemeyişinden sonra istemeni, istemenden sonra istemeyişini, korkmandan sonra rağbetini, rağbetinden sonra korkmanı, ümitsizliğinden sonra ümidini, ümidinden sonra ümitsizliğini, aklında olmayan şeyi hatırlamanı ve inandığın şeyi aklından çıkmasını sana gösteren, nasıl senden gizili kalır?
İbn-i Ebi''l-Evcen diyor ki: Bu şekilde sürekli Allah''ın benim üzerimdeki inkâr edemeyeceğim güç ve kudretini sayıyordu, neredeyse yakında aramızda belireceğini sandım."