-Uluslararası Sempozyum- 9 MART 2013, CUMARTESİ - Saat: 10.00'da.
Sempozyumun amaçı:
Soğuk savaşın bitimi, beklenmedik biçimde, karşı kutbun “savunma ittifakı” NATO'nun da anlamını yitirmesine yolaçtı. Soğuk savaş boyunca ittifak ülkelerinde askeri etkinlikle yetinmeyen NATO'nun “gladio” veya başka isimler altında yürüttüğü yeraltı faaliyetlerini ve nüfuzunu sürdürebilmesinin yeni bir tanıma ihtiyacı vardı. 90'lı yılların başında Thatcher doktrininin İslam'ı NATO'nun yeni hedefi yapması bu arayışın sonucudur. Fakat sorun şuydu ki, İslam dünyasını bir bütün olarak batı uygarlığına hasım yapmanın maliyeti yüksek olacaktı. Bulunan çözüm, soğuk savaş yıllarından bakiye ve miras “yeşil kuşak” fikrinin “ılımlı İslam” olarak güncelleştirilmesinin öyküsüdür. “Büyük Ortadoğu Projesi” adı verilen sistematik çabanın, esas itibariyle Müslüman dünyanın etnik ve mezhebi bölünmesini amaçladığı söylenebilir.
Yeni NATO'nun ulus kurma, BOP bünyesinde ülkelerin sınırlarını değiştirme, demokrasi ihracı, batı dışı toplum ve kültürleri modernleştirme, güç kullanarak hükümet düşürme vs. gibi misyonlarla “yeni dünya düzeni”ni dayattığını gözlemliyoruz.
Yeni NATO'nun büyük projesi, ABD'nin liderliğinde 130 devletli koalisyonun yürüttüğü Suriye kampanyasıdır. Merhum başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın 2003'deki ünlü konuşmasında çok önceden, büyük bir öngörü ve ufukla detaylı biçimde analiz ettiği Suriye operasyonu, kendisinin vefatından hemen sonra Mart 2011'de başladı. Suriye kampanyası, yeni NATO'nun etnik ve mezhebi çatışmaları alevlendirme projesinin bariz örneğidir ve bu projede ilk kez NATO askeri gücü değil, Müslüman ülkelerden toplanmış gönüllülerden oluşan lejyonerler kullanılmıştır. Bu savaş, kelimenin tam anlamıyla yeni NATO'nun batı dışı unsurlara ihale ettiği özelleştirilmiş savaştır.
Suriye'de yaşanan iki yıllık acı tecrübe ABD liderliğindeki 130 devletli koalisyonun özelleştirilmiş savaşla sonuç alamayacağını defalarca kanıtladı. Müslüman ülkelerin liderleri artık bu yoldan ve yöntemden medet ummayı bırakmalı ve siyasi müzakere, barış, mutabakat, özgür seçimler, diyalog yolunu tutmalıdır. Eksiksiz ve istisnasız tüm Müslüman ülkelerde kararlı biçimde siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel reform uygulanması İslam dünyasını dış müdahalelere karşı daha dirençli yapacaktır.
Yabancı güçlerin müdahalesiyle hükümet darbesi yapma ve rejim değiştirme metodundan kârlı çıkan tek taraf yeni sömürgecilik olmaktadır. Yayılmacı İsrail, bölgesel hegemonilerini sürdürmeye çalışan batılı güçler, silah tüccarları, terör örgütleri ve soğukkanlı katiller bu karmaşanın menfaat temin eden unsurlarıdır.
İslam ülkelerinde reform ihtiyacı ancak diyalog, siyasi müzakere ve barışçı yollarla olabilir. Yabancı güçlerin desteğinde hükümet darbesi ve rejim değişikliğinden hiçbir halk fayda göremez. Suriye krizi de bu kuraldan istisna değildir.
Yeni bir başlangıç için umut duymak gerekir. Müslüman toplumlar, “ehl-i kıble tekfir” edilmez ilkesine bağlılık göstererek ve inanç farkı gözetmeksizin tüm insanların hak ve hukukuna riayet ederek yeni bir geleceği kurmak için tam işbirliği yapmalıdır.