Suriye’de Mart 2011’de başlayan ve 100 binden fazla insanın yaşamına mal olan iç savaş, Eylül ayında yaşanan önemli gelişmeler sonucunda yeni bir döneme girdi.
Türkiye, geçen sene başlatılan ve ABD ile Rusya’yı aynı platformda buluşturan Cenevre sürecine tam bir kararlılıkla yaklaşmadı.
Cenevre sürecinin Beşir Esad’ı makamında tutacak bir anlayış olarak gören Türkiye, bunun yerine "askeri seçeneklerin kullanılması gerektiği" tezini işledi. Benzer şekilde, Suriye’nin elindeki kimyasal silahların ortadan kaldırılmasını öngören anlaşmayı da “kozmetik” olarak niteleyerek diplomatik sürece mesafesini ortaya koydu.
Suriye'nin Dostları toplantısı
Ancak, bu anlaşmanın uygulanması için en önemli araç olan Güvenlik Konseyi kararını, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ifadesiyle “Tünelin ucu görünmeye başladı” şeklinde değerlendiren Türkiye, Suriye politikasındaki bir çelişkiyi de gündeme getirdi.
Bu kapsamda, tehdidi en yakından taşıyan bir ülke olarak Türkiye’nin, Suriye rejiminin kullanmakta sakınca görmediği kimyasal silah stokunun ortadan kaldırılması sürecine duyduğu memnuniyeti yeterince güçlü ifade etmemesi de, bir çelişki olarak değerlendirildi.
Türkiye bölgesel müttefiklerini yitirdi
Türkiye’nin bölgesel ağırlığına en önemli darbe, 3 Temmuz’da, Mısır'da ordunun yönetime el koymasıyla birlikte geldi.
Mavi Marmara bunalımı nedeniyle İsrail’le, ülkedeki iç savaş yüzünden Suriye’yle, birçok temel anlaşmazlık dolayısıyla Irak'la "konuşmayan" Türkiye, bölgenin ortak sorunlarına ortaklaşa çözüm getirecek bir diyalog ortamından uzak kaldı.
Davutoğlu’nun, “Savaş ortamında bile diplomatlar konuşur” açıklamasını sık sık kullanmasına karşın, Türkiye, Eylül 2011’de Şam’la köprüleri attı ve tüm diyaloğunu kesti.
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle tüm diplomatik araçları ve yolları tüketmeden kapıları kapatması, sorunların çözümü için gerekli bölgesel mekanizmaların kurulmasını da engelledi.
Böylece yaratılan “diyalogtan kopuk ortam”, Türkiye’yi çözümün ortağı olmaktan uzaklaştırıp, sorunların bir parçası konumuna itti.
BBC