Hediye Edilen Bir Demet Gülün Mükâfatı
İmam Hüseyin (a.s)'ın cariyelerinden biri, İmam (a.s)'ın yanına gelerek selam verdikten sonra O Hazrete bir gül takdim etti. İmam Hüseyin (a.s) o cariyenin hediyesini kabul edip karşılık olarak: "Seni Allah rızası için azat ettim" buyurdular.
Bu duruma şahit olan Enes, İmam (a.s)'ın bir gül karşılığında onu serbest bırakmasına şaşırarak: "Değersiz bir gül karşılığında onu serbest mi bırakıyorsun?!" dedi.
İmam (a.s) tebessüm ederek şöyle buyurdular:
"Allah Teala bizi böyle eğitmiştir. Çünkü Kur'ân'da şöyle buyuruyor:
"Bir selamla selamlandığınız (veya bir iyilikle karşılaştığınız) zaman, siz ondan daha güzeli ile karşılık verin veya aynı ile karşılık verin."[1]İşte o gülden daha güzeli, onu serbest bırakmaktı (hürriyetine kavuşturmaktı)."[2]
__________________
[1] - Nisa / 86
[2] - Bihar, c. 44, s. 195
Bağış
Abdurrahman-i Selmi, İmam Hüseyin (a.s)'ın evlatlarından birine Hamd suresini öğretti. Çocuk İmam (a.s)'ın yanına geldiğinde, öğrenmiş olduğu sureyi babasına okudu. İmam (a.s) buna karşılık bin dinar ve bin elbise ona bağışladı...
Bazıları İmam (a.s)'ın bu bağışı hususunda bazı sözler söyleyince İmam (a.s) şöyle buyurdular:
"Abdurrahman'ın bağışı (çocuğa Hamd suresini öğretmesi) nere benim hediyem nere?" (Yani onun bir sure öğretmesi, benim verdiğim hediyeden daha üstündür.) Daha sonra bu şiiri okudular:
"Dünya sana bağışta bulunduğunda,
Elinden çıkmadan onu halka bağışla.
Zira ne bağış, dünya sana yöneldiğinde onu yok eder,
Ne de cimrilik, o yüz çevirdiğinde onu koruyabilir."
(Bihar, c. 44, s. 191 )
_________________
- İlmin Mükafatı
Araplardan biri İmam Hüseyin (a.s)'ın yanına gelerek şöyle dedi: "Ey Peygamber'in oğlu! Ben birinin kan parası için kefil olmuştum, ama onu ödemeye gücüm yok. Onu halkın en şereflisinden istersem daha iyi olur diye düşündüm; Hz. Peygamber'in ailesinden daha şerefli bir kimse aklıma gelmedi."
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
"Ey Arap kardeş! Ben senden üç soru soracağım, eğer birine cevap verir isen, borcunun üçte birini ödeyeceğim; ikisine cevap verir isen borcunun üçte ikisini ödeyeceğim, hepsine cevap verdiğin takdirde de bütün borçlarını ödeyeceğim."
Arap adam: "Ey Peygamber'in oğlu! Senin gibi ilim ve şeref ehli bir kimse, benim gibi bedevi (göçebe cahil) bir Arap'tan soru sormak mı istiyor?" dedi.
İmam (a.s): "Evet! Çünkü ceddim Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu duydum: "İyilik ve ihsan, ilim ve bilgi miktarınca yapılmalıdır."
Arap adam, İmam (a.s)'ın bu sözüne karşı şöyle dedi:
"Pekâla buyurun ne isterseniz sorunuz; bilirsem cevap veririm, aksi takdirde sizden öğrenirim. Güç ancak Allah'tandır."
İmam (a.s): "Hangi amel, bütün amellerden üstündür?"
Arap: "Allah'a iman."
İmam: "Hangi şey insanı helak olmaktan kurtarır?"
Arap: "Allah'a güvenmek ve O'na tevekkül etmek."
İmam (a.s): "İnsanı süsleyen şey nedir?"
Arap: "Kendisiyle amel edilen ilim ve bilgi.
İmam (a.s): "İlimin dışında insanı süsleyen şey nedir?"
Arap: "Cömertlik ve mertlikle birlikte olan servet."
İmam (a.s): "Eğer o olmazsa nasıl?"
Arap: "Sabır ve tahammülle birlikte olan fakirlik."
İmam (a.s): "Ona sahip olmazsa nasıl?"
Arap: "Böyle bir durumda, gökten bir ateş gelsin o adamı yaksın; çünkü o böyle bir azaba layıktır."
İmam (a.s) bu esnada gülerek içerisinde bin dinar altın olan bir keseyle, kaşı iki yüz dinar değerinde olan kendi yüzüğünü o adama verip şöyle buyurdular:
"Bu altın dinarları borç sahiplerine ver, bu yüzük ile de (onu satarak) geçim masraflarını karşıla."
Arap adam onları alarak şu ayeti okudu: "Allah Teala, risaletini nerede karar kılacağını daha iyi bilir."
(Bihar, c. 44, s. 196)
_________________
İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor:
"Ben babamla birlikte karanlık bir gecede Ka'be'yi tavaf ediyorduk. Ka'be'nin etrafı sakinleşmişti, ziyaretçiler uykuya dalmışlardı. Aniden yürek yakan bir ses duyduk. Biri Allah'ın dergahına yönelerek insanı etkileyici içten bir acıyla yalvarıp ağlıyordu."
Babam bana şöyle buyurdu: "Ey Hüseyin! Allah'ın dergahına sığınan, kırık kalple pişmanlık göz yaşı döken günahkar bir kulun sesini duyuyor musun? Git onu bul benim yanıma getir."
İmam Hüseyin (a.s) şöyle devam ediyor: Gecenin karanlığında Ka'be'nin etrafını gezdim, o adamı rükünle makam arasında namaz halinde buldum. Selam vererek şöyle dedim: "Ey Allah'ın pişman olan kulu! Babam Emir'ul-Muminin seni çağırıyor." Bu sözü duyunca aceleyle namazını tamamladı. Onu babamın huzuruna götürdüm. Babam onun temiz elbise giymiş, güzel simalı bir genç olduğunu görerek şöyle buyurdu:
"Sen kimsin?"
Genç: "Ben bir Arab'ım."
Emir'ul-Muminin: "Durumun nasıldır? Neden öyle yakıcı bir şekilde ağlıyordun?"
Genç: "Ey Emir'ul-Muminin! Babama isyan etmenin cezasını çekiyorum; onun bedduası yaşantımın temelini sarstı, sağlık ve huzurumu elimden aldı."
Emir'ul-Muminin: "Olay nedir?"
Genç: "Ben laubali bir gençtim, sürekli günah işliyordum, Allah'tan da hiç korkum yoktu. Bana karşı şefkatli olan yaşlı bir babam vardı. Bana her ne kadar nasihat ediyorduysa, sözlerini dinlemezdim. Bana nasihat ettiği zaman, onu azarlıyordum, sövüyordum, bazen de onu dövüyordum.
Bir gün, bir yerde bir miktar para vardı, onu alıp harcamak için o paraya doğruilerledim. Babam o parayı almama mani oldu. Ben de parayı zorla elinden alarak onu sert bir şekilde yere vurdum; o esnada babam ellerini dizlerine koyup kalkmak istedi, ama acı ve eziklikten yerden kalkamadı. Paraları alıp işimin peşice gittim. O anda, babam bütün arzularının yok olduğunu görünce, Allah'ın evine (Ka'be'ye) giderek bana beddua edeceğine dair yemin etti.
Birkaç gün sonra da oruç tutup namaz kıldı. Daha sonra yolculuk için hazırlığını tamamlayıp Ka'be'ye yani buraya doğru hareket etti. Ben onu izliyordum; tavaf ettikten sonra Ka'be'nin perdesinden tutarak kırık bir kalp ve yakıcı bir ahla bana beddua etti.
Allah'a ant olsun ki! Bedduası sona ermeden, bu bedbahtlığa yakalandım, böylece sağlık (nimeti) elimden alınmış oldu."
Genç adam bu sırada gömleğini açarak bedeninin bir tarafının felç olduğunu gösterdi. Genç sözlerinin devamında şöyle dedi:
"Bu olaydan sonra bütün yaptıklarıma çok pişman oldum. Babamın yanına giderek özür diledim. Ama o kabul etmedi, kendi evine doğru gitti. Üç yıl bu durumla yaşadım, nihayet hac mevsiminin üçüncü yılı, babamdan, Ka'be'ye giderek bana beddua ettiği yerde benin için hayır dua etmesini ısrarla istedim.
Babam lütfederek benim bu ricamı kabul etti. Mekke'ye doğru hareket ettik. Seyyak çölüne yetiştiğimizde artık karanlık çöktü. Caddenin kenarından bir kuş aniden kanatlarını (çırparak) uçunca deve ürktü ve babamı yere attı. Babam taşların üzerine düştü, düşür düşmez de can verdi. Babamı o bölgede defnedip buraya geldim. Biliyorum benim bu kötü kaderim, babamın bedduası ve benden razı olmaması sebebiyledir.
Emir'ul-Muminin Hz. Ali (a.s), gencin bu dertli hikayesini dinledikten sonra şöyle buyurdular: "Senin feryadına koşacak olan, şimdi yetişmiştir; Resulullah (s.a.a)'den duymuş olduğum duayı sana öğreteceğim; içerisinde Allah'ın ism-i a'zamı olan bu duayı kim okursa, Allah Teala onun duasını kabul eder; gam, üzüntü, hastalık ve fakirlik onun yaşantısından uzaklaşır, günahları ise bağışlanmış olur..."[1]
İmam Hüseyin (a.s), sözünün devamında şöyle buyuruyor:
Genç adam duayı alıp gitti. Zilhicce ayının onuncu gününün sabahı, sevinçli bir halde yanımıza geldi. Sağlığının düzelmiş olduğunu gördük.
Genç şöyle dedi: "Allah'a ant olsun ki, Allah'ın ism-i a'zamı bu duadadır. Allah'a ant olsun ki, duam kabul oldu, hacetim karşılandı."
Emir'ul-Muminin (a.s) ondan, nasıl şifa bulduğunu açıklamasını istedi.
Genç şöyle dedi: "Zilhicce'nin onuncu gecesinde, karanlık her tarafı sardığı ve herkesin uykuya daldığı bir vakitte, duayı elime alıp Allah'ın dergâhına yakararak gözyaşı döktüm. Kısa bir süre uyudum; uykuda Resulullah (s.a.a)'i gördüm; mübarek elini omzuma koyarak şöyle buyurdu:
"Alah'ın ism-i a'zamı hürmetine sağ-salim ol ve güzel bir yaşantın olsun."
İkinci kez gözlerim uykuya dalınca şöyle bir ses kulağımda çınladı: "Ey genç! Kalk artık. Allah'ın ism-i a'zamı ile yakardın ve duan kabul oldu." Ben uykudan uyandığımda kendimi sağ-salim gördüm.[2]
_____________
[1] - İmam (a.s)'ın ona öğrettiği dua, "Meşmul" adındaki meşhur bir duadır; merhum Şeyh Abbas-i Kummi, o duayı "Mefatih" kitabında nakl etmiştir.
[2] - Bihar, c. 41, s. 225; c. 95, s. 295
_________________
Herseme şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s)'la birlikte Sıffin savaşından döndüğümüzde Kerbela'dan geçerken Hz. Ali (a.s) o bölgede namaz kıldı. Sonra Kerbela toprağından bir avuç alarak koklayıp şöyle buyurdular: "Eyvahlar olsun sana ey toprak! Şüphesiz, sorgusuz cennete gidecek bir takım insanlar senden haşr olacaklar."
Herseme, Hz. Ali'nin şiilerinden olan eşinin yanına döndüğünde, Kerbela'da karşılaştığı olayı ona anlattı ve hayretle: "Hz. Ali bu olayı nereden ve nasıl biliyor?" diye sordu.
Herseme diyor ki: "Bu maceradan bir müddet geçti. Ubeydullah b. Ziyad, İmam Hüseyin'le savaşmak için bir ordu gönderdiğinde ben de o ordunun içerisinde idim. Kerbela bölgesine geldiğimizde, Hz. Ali (a.s)'ın namaz kıldığı ve bir avuç toprağını alarak kokladığı yeri görüp tanıdım. Bundan dolayı gelişime pişman oldum; atıma binerek Hz. Hüseyin (a.s)'ın huzuruna vardım; Hz. Hüseyin (a.s)'a selam vererek bu bölgede babasından duyduğum sözleri O'na naklettim.
İmam Hüseyin (a.s) bu sözü dinledikten sonra şöyle buyurdular: "Bize yardım etmeye mi gelmişsin yoksa bizimle savaşmaya mı?"
Cevabında dedim ki: "Ey Resulullah'ın oğlu! Sizin yardımınıza geldim, size karşı savaşmaya değil. Ama hanımım ve çocuklarımı sahipsiz bıraktım, İbn-i Ziyad'dan dolayı onlar için endişeliyim."
İmam Hüseyin (a.s) bu sözü duyunca şöyle buyurdular:
"Durum böyle ise o zaman katligahımızı görmemen ve sesimizi duymaman için bu bölgeden uzaklaş. Allah'a ant olsun ki, kim bugün bizim mazlumiyet sesimizi duyar da yardımımıza koşmazsa cehenneme girmiş olacaktır."
(Bihar, c. 44, s. 255)
_________________
- Savaş Meydanında Namaz
Aşura günü öğle namazı vakti, Ebu Semame-i Saydavi İmam Hüseyin (a.s)'a şöyle arz etti:
"Ya Eba Abdullah! Canım size feda olsun! Düşmanın ordusu size yaklaştı, Allah'a ant olsun ki, ben senin huzurunda öldürülmedikçe sen öldürülmeyeceksin; gönlüm, seninle öğle namazı kıldıktan sonra Rabbimi mülakat etmeyi (şahadet şerbetini içmeyi) istiyor."
İmam Hüseyin (a.s) göğe doğru bakarak şöyle buyurdular:
"Bize namazı hatırlattın, Allah seni namaz kılanlardan etsin. Evet, namazın ilk vaktidir. Bu halktan, namaz kılmamız için savaşı durdurmalarını isteyin."
Hasin b. Numeyr, İmam Hüseyin'in sözünü duyunca şöyle seslendi: "Sizin namazınız Allah katında kabul değildir."
Habib b. Mezahir onun bu sözüne karşılık şöyle dedi: "Ey alçak! Resulullah'ın oğlunun namazının kabul olmayıp da senin namazının kabul olacağını mı zannediyorsun?!..."
Daha sonra Züheyr b. Kayn ve Said b. Abdullah, İmam Hüseyin (a.s)'ın namaz kılması için Hazreti korumak amacıyla O'nun önünde durdular; İmam (a.s) da az bir yareniyle namaz kıldılar. Said b. Abdullah, kendisini İmam'a taraf atılan oklara siper ediyordu, bedenine o kadar ok isabet etti ki, ayak üstünde duramayıp yere düşerek şöyle dedi:
"Allah'ım! Âd ve Semud kavmine lanet ettiğin gibi bu kavme de (Kufe halkına da) lanet et! Allah'ım! Benim selamımı Peygamberine ulaştır; O'nu bunca yaraların acısından haberdar et; çünkü bu işten hedefim, Peygamberinin oğluna yardım etmektir."
Said, bu olaydan sonra şahadete erişti. Allah'ın rahmet ve rızvanı ona olsun.
(Bihar, c. 45, s. 21)
_________________
- İmam Hüseyin (a.s) Ve Fakir
Göçebe bir Arap Medine şehrine gelerek: "Bu şehirde en cömert ve en çok bağışta bulunan şahıs kimdir?" diye sorduğunda, onu İmam Hüseyin (a.s)'ın yanına gönderdiler. Göçebe adam camiye girerek İmam Hüseyin (a.s)'ı namaz halinde gördü. İmam'ın karşısında durarak hâcetini şu şiirle dile getirdi:
Sana ümit eden şimdiye kadar ümitsiz olmamıştır,
Senin kapının halkasını çalan eli boş geri dönmemiştir.
Sen cömert ve güvenilir birisin,
Baban (ise) fasık kimseleri öldürendir.
Eğer ilk baştan sizler olmasaydınız,
Bizler cehennem ateşine duçar olurduk.
Göçebe adam şiirlerini okuyordu ve İmam (a.s) ise, namaz halinde idi. Namazın selamını verir vermez evine dönerek hizmetçisi Kanber'e: "Hicaz malından bir şey kalmış mıdır?" diye sordu.
Kanber de: "Evet, dört bin dinar kalmıştır" dedi.
İmam (a.s): "O paraları getir; o mala bizden daha müstahak olan bir kimse gelmiştir" buyurdu.
Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) abasını omzundan çıkararak yere bıraktı ve o paraları onun içerisine dökerek abayla onu sardı ve göçebe kimseden utandığından dolayı da elini kapının yarığından dışarı çıkarıp onu o muhtaç göçebeye vererek şu şiiri okudu:
Şu dinarları al, şüphesiz senden mazeret diliyorum,
Bil ki ben sana karşı şefkatliyim.
Eğer bugün hakkım kendi yetkimde olsaydı,
Bundan daha fazla yardımda bulunurdum.
Ama zaman, değişimiyle bize cefa etmiştir,
Bundan dolayı şimdi elimizde bir şey yoktur.
İmam (a.s) bu şiiriyle ondan mazeret diledi ve göçebe Arap da paraları alarak ağladı.
İmam (a.s): "Neden ağladın, bağışımızı az mı buldun?" diye sordu.
Göçebe: "Hayır, ağlamamın sebebi, toprağın, bağışta bulunan bu elleri nasıl kapsayacağından ve onların toprak altında kalacağından dolayıdır" dedi.
(Bihar, c. 44, s. 190)
_________________
Ahmed b. Davud şöyle diyor:
Muhammed oğlu Ali isminde bir komşum vardı, o şöyle dedi:
Ben ayda bir defa Kufe'den İmam Hüseyin (a.s)'ın kabrinin ziyaretine gidiyordum. Yaşlanıp güçsüzleştiğimde İmam (a.s)'ın ziyaretine gidemedim. Ama bir defasında İmam (a.s)'ı ziyaret etmek için piyade olarak yola koyuldum. Birkaç günden sonra İmam (a.s)'ın kutsal kabrinin ziyaretine müşerref oldum, selam verdim ve iki rekat ziyaret namazı kıldıktan sonra uyudum. Rüya aleminde İmam Hüseyin (a.s)'ın kabirden dışarı çıkarak şöyle buyurduğunu gördüm:
"Ey Ali! Neden benim hakkımda cefa ettin; halbuki ben sana karşı şefkatli idim?"
Arzettim ki: Ey mevlam! Cismim zayıflamış, ayaklarımın artık yol yürümeğe takati yoktur ve ömrümün sona erdiğini zannediyorum. Şimdi de çok zorluklarla ziyaretinize gelebildim. Ey mevlam! Nakledilmiş olan bir rivayeti sizin bizzat kendinizden duymak istiyorum.
İmam (a.s): "Hangi rivayeti?" diye sordular.
Arzettim ki: Şöyle buyurduğunuzu rivayet etmişlerdir: "Kim hayatında beni ziyaret ederse, ben onu vefatından sonra ziyaret ederim."
İmam (a.s): "Evet, ben bunu söylemişim; eğer beni ziyaret eden bir kimsenin cehennem ateşine duçar olduğunu görmüş olursam, onu o ateşten kurtarırım" buyurdular.
(Bihar, c. 101, s. 16)
_________________
Beni Tanıyor musunuz?
İmam Hüseyin (a.s) Aşura günü, hücceti tamamlamak için düşman ordusunun karşısında yer aldı ve kılıcına dayanarak yüksek bir sesle şöyle buyurdu:
"Allah aşkına söyleyin! Beni tanıyor musunuz?"
Düşman ordusu: "Evet! Sen Peygamber'in kızının oğlu ve O'nun torunusun."
İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin! Acaba Resulullah'ın benim dedem olduğunu biliyor musunuz?"
Düşman ordusu: "Evet, biliyoruz."
İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin! Peygamber'in kızı Fatıma'nın benim annem olduğunu biliyor musunuz?"
Düşman ordusu: "Evet, biliyoruz."
İmam Hüseyin (a.s): "Allah aşkına söyleyin! Ali b. Ebî Talib'in benim babam olduğunu biliyor musunuz?"
Düşman ordusu: "Evet, biliyoruz."
İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin! İslam'a ilk iman eden kadın olan Huveylid kızı Hatice'nin benim büyük annem olduğunu biliyor musunuz?"
Düşman ordusu: Evet, biliyoruz.
İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin! Şehitler efendisi Hamza'nın, babamın amcası olduğunu biliyor musunuz?"
Düşman ordusu: "Evet, biliyoruz."
İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin! Belime bağladığım bu kılıcın Resulullah (s.a.a)'in kılıcı olduğunu biliyor muzunuz?"
Düşman ordusu: "Evet, biliyoruz."
İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin! Başımdaki bu imamenin Resulullah (s.a.a)'in imamesi olduğunu biliyor musunuz?"
Düşman ordusu: "Evet, biliyoruz."
İmam (a.s): "Allah aşkına söyleyin! İlk iman eden şahısın babam Ali olduğunu, ilimde herkesten daha bilgili, hilim ve sabırda herkesten daha halim ve sabırlı olduğunu ve bütün erkek ve kadınların mevlası ve önderi olduğunu biliyor musunuz?"
Düşman ordusu: "Evet, biliyoruz."
İmam (a.s): "Bunları bildiğinize göre, o halde neden benim kanımı dökmeyi helal biliyorsunuz? Oysaki kıyamet günü Kevser havuzu babamın elinde olacaktır; susuz deveyi sudan alıkoydukları gibi o da bir grup kimseyi Kevser suyundan alıkoyacaktır; o gün Hamd bayrağı da O'nun elinde olacaktır."
Düşman ordusu: "Biz bunların hepsini biliyoruz, bununla birlikte (Yezid'e biat etmedikçe) susuzluktan ölene kadar senden el çekmeyeceğiz."
Evet, karınları haramla dolu olanlara Peygamber ve İmamdan bile olsa bu öğütler fayda vermez.
(Bihar, c. 44, s. 318)
________________
- Hırsızları Tanıtması
İmam Cafer-i Sadık (a.s) babalarından naklen şöyle diyor:
İmam Hüseyin (a.s), kölelerinden birini bir yere göndermek istediğinde şöyle buyuruyordu:
"Falan gün gitmeyin, filan gün gidin. Muhalefet ederseniz hırsızlar size saldırır."
Bir gün İmam (a.s)'ın emrinin aksine dışarı çıktılar. Hırsızlar onlara saldırarak hepsini öldürüp mallarını yağmaladılar. Haber O Hazrete ulaştığında şöyle buyurdular: "Ben onları böyle bir gün için uyardım, ama kabul etmediler."
Daha sonra kalkıp hakimin yanına gitti. Hakim: "Duyduğuma göre kölelerini öldürmüşler, Allah sana karşılığını eta etsin" dedi. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ben onların katillerinin kimler olduğunu tanıtacağım; onları sıkıca yakalayın."
Hakim; "Ey Allah Resulünün oğlu! Sen onları tanıyor musun?" dedi.
İmam (a.s); "Evet, seni tanıdığım gibi onları tanıyorum" buyurdu
Sonra hakimin yanındaki kişiyi göstererek: "Bu da onlardandır" buyurdu.
O adam; "Nereden bu nispeti bana veriyorsun ve benim de onlardan olduğumu nereden biliyorsun?" diye itiraz etti.
İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Eğer doğru söylesem, sen de doğru söyleyecek misin?"
Sanık; "Evet" dedi.
Hazret buyurdular: "Falan adamlarla dışarı çıktınız (hepsini isimleriyle zikretti); onlardan dördü Medine kölelerinden ve diğerleri ise Habeşi kölelerindendi."
Hakim sanığa: "Minber ve kabrin sahibine (Peygamber'e -s.a.a-) andolsun ki, ya doğruyu söyleyeceksin ya da kırbaçla bedeninin etini parça parça edeceğim" dedi.
Sanık şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki Hüseyin, sanki bizimle birlikteymiş gibi doğru söyledi."
Sonra hakim onların hepsini toplayıp boyunlarını vurdurdu.
(İsbat'ul-Hudat, c. 5)
|