Sözü hiç dolaştırmadan ve ayrıntılara girmeden başlayacağım. Bu günlerde Lübnan ve Arap medyasında yer alan çok sayıda analiz, Beyrut limanında yaşanan patlamanın ardından Hasan Diyab hükümetinin istifa etmesi ya da görevden alınmasıyla birlikte mevcut kargaşanın zirve noktasına ulaştığını söylüyor. Bu durum, kaçınılmaz olarak Lübnan'daki yozlaşmış elit yöneticilerin düşmesine ve 1989 yılında onları yönetime getiren Taif Anlaşması'nın çöküşüne yol açacaktır.
Lübnan halkı rejim için gerçek bir demokratik reform istiyor. Ancak halk, ne yazık ki asıl karar sahibi taraf değil. Özellikle Amerika, İsrail ve onlara bağlı bazı dış güçler 10 yıl önce izlediğimiz Suriye senaryosunun bugün Lübnan'da tekrarlanmasını istiyor. Gel gelelim ki, bu güçler 10 yıldır Suriye'de nasıl başarısızlığa uğradıysa, bugün de Lübnan'da başarısız olmaları kaçınılmazdır.
Eğer Suriye senaryosu geçmişte ve bugün hala Şam yönetiminin düşmesini hedefliyorsa, Lübnan senaryosu da Hizbullah “devleti”nin çöküşünü ve askeri kanadının silahsızlanmasını amaçlamaktadır. Amerikan literatürüne göre, işgal devletine güvence vermek ve vatandaşlarının kalplerinden korkuyu kaldırmak, nihai çözümü olabildiğince geciktirmektir. Çünkü Lübnan Direnişi, bu devlet için (ABD) varoluşsal bir tehdit haline gelmiştir.
Suriye olaylarının ilk günlerinde olduğu gibi, Lübnan'da da benzer gösteriler düzenleniyor. Gösteriler ve protestolarda Beyrut'ta (yakında Trablus'ta) Seyyid Nasrallah'ın temsili maketinin darağacına çekildiğini gördük. Bu görüntü, bu çerçevedeki en belirgin göstergelerden biridir. Seyyid Nasrallah'ın başı isteniyor ancak Lübnanlı diğer siyasilere karşı ise sadece kasıtlı bir genelleme yapılıyor.
***
Şiddet eylemleri, iç savaşa dönüşen halk gösterileri ve protestoların çoğunluğu, genellikle demokratik değişim, siyasi reform ve sosyal adalet gibi meşru talepleri isteyen barışçıl gösterilerle başlamıştır. Bu sebeple sonları hep farklı olmuştur. Çünkü göstericilerin istediği şey dış güçlerin istediği ile tamamen çelişiyor. Suriye, Irak, Libya ve diğer ülkelerde bunu gördük.
Bölgenin şartlarının son on yıl içerisinde değiştiğini çok iyi biliyoruz. Suriye krizine askeri, siyasi ve finansal müdahalede bulunan ülkeler, petrol gelirlerinin düşmesiyle ekonomik kriz ve korona virüsünün yayılmasıyla da sağlık kriziyle karşı karşıya kaldı. Ancak Washington'dan Lübnan'da kanlı bir fitnenin fitilini ateşlemek için emirler geldiğinde, savaşı finanse etmek için gereken fon hemen sağlandı ve öncelikler listesine alındı.
Dr. Hasan Diyab hükümeti, ilk gününden beri adeta hastalıklı bir prematüre bebek gibiydi. Kendi kendine yönetmesine izin verilmedi ve Cumhurbaşkanı krizden çıkış için en kısa çözümü, yani iki ay içerisinde hızlı bir seçime gitmeyi önerdi. Lübnan halkına şiddet eylemleri ve protestolarla değil sandığa giderek dizginleri eline alma ve yozlaşmış yöneticileri devirme fırsatı sundu.
Bugün gelinen noktada Diyab yönetimi çöktü, yarın Cumhurbaşkanı Mişel Avn, daha sonraki gün ise Parlamento Başkanı devrilecektir. Ülkenin anayasal boşluğa girmesi, Lübnan'ı kaosa sürükleyecek ve dış müdahalelere kapının açılmasına sebep olacaktır. Vekalet savaşı, aylardır hazırda tutulan bir alternatiftir. Bundan dolayı Lübnan için kanlı bir gelecek korkuları git gide büyümektedir.
Lübnan hükümetin yokluğu bahanesiyle, uluslararası vesayet ve sivil toplum kuruluşları yönetimine doğru hızla kayıyor. Bu arada “Beyaz Baretliler” örgütünün bölgeye gelmesi ihtimalini de göz ardı etmiyoruz. Zira İdlib ve Halep kırsalındaki merkezleri sadece kısa bir yol mesafesindedir.
Lübnan yıkıcı sonuçları olabilecek bir saatli bomba gibidir. Uluslararası mahkemenin Hariri kararları bu bombayı belirleyecektir. Bu kararlar, şiddetli gösteriler ile mezhep fitnesini patlatabilir. Ertelenmesi ise bu patlama için uygun zamanı seçmek ve bu korkunç gelişme için ortam yaratmaktır.
Suriye'de Esad yönetiminin hedeflendiği gibi Lübnan'da hedeflenen Hizbullah, tüm bu değişim hamlelerine ve Hizbullah'ı silahsızlandırma oyunlarına karşı başkaldıracaktır. Çünkü tüm düşmanlarının aksine Hizbullah resmi bir ordudan daha güçlü silahlara sahiptir. İç cephesi birbiriyle insicam içerisinde tutarlıdır ve 40 yıl önce kurulduğu günden bu yana hiçbir bölünme ve ihtilafla karşılaşmamıştır. Güçlü bir bölgesel ittifaka (Direniş Ekseni) dayanmaktadır. Bundan da önemlisi, Lübnan'da Hristiyanlardan Sünni, Şii ve Dürzilere kadar birçok farklı renkle iç ittifaklar kurmayı başarmıştır. Taif anlaşmasının iptal edilmesinden en çok faydalanan taraf Hizbullah olacaktır. Çünkü bunlardan çıkan üç Cumhurbaşkanlığından hiç birini üstlenmiyor ve daima tek başına yönetmek istemediğini kanıtlamış, Lübnan devletini korumak için büyük tavizler vermiştir.
***
Lübnan'da, Amerika, İsrail, Fransa ve bazı Arapların içine çekmek istediği tehlikeli zeminden ülkeyi kurtarma görevini üstlenecek ve hızla harekete geçecek, ulusal yeterliliği olan her mezhepten öncüler vardır. Peki, niçin bu kişilerden geçici bir “ulusal kurtarma” hükümeti kurulmasın ve farklı mezheplerden temiz isimler bu göreve seçilmesin?
Tüm komplocular ve ABD, İsrail ve Fransa'nın planlarına karşıma olasılığı olanlar biraz durup bu işe bulaşmadan önce, Suriye, Irak ve Libya'da yaşanan senaryolardan ders çıkarmaya çalışsınlar. Lübnan şu anda Amerika ile İsrail'in karanlık odalarında hazırlanan yeni bir kundakçılık eylemiyle karşı karşıyadır. Bugün hedeflenen Hizbullah, 2005'teki Hizbullah değildir.
Belki de Lübnan'da 15 yıl süren iç savaşın hala gözümüzle gördüğümüz ve zihnimizde var olan etkilerini düşünmekte yarar vardır. Hizbullah savaşçıları Lübnan toplumunun sosyal dokusunun ayrılmaz bir parçasıdır. Amerika'nın zehirli bir anlaşmasıyla, silahlı ya da silahsız bir şekilde Hizbullah'ın tasviye edilmesi ve gemilerin Tunus ile Kıbrıs'a götürülmesi mümkün değildir. Zaman her şeyi değiştirendir. (Abdulbari Atvan / Raialyoum)