11 Kasım Şehidler Günü münasebetiyle Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah bir konuşma gerçekleştirdi. Konuşmadan önce Kur'ân ayetlerindan “iman edenler Allah yolunda, kâfirler ise şeytan yolunda savaşır. O halde sizler Allah yolunda savaşın, şüphesiz şeytanın hilesi pek zayıftır” ayetlerini içeren aşr-ı şerif okunduktan sonra Nasr suresi tilavet edildi.
Katılımcılar arasında Ehli Sünnet ulemasından da kişiler bulunmaktaydı. Daha sonra askeri bando, ardında Hizbullah bayraklarını taşıyan Hizbullahilerle bir geçiş merasimi yaptı. Ardından Hizbullah askerleri tarafından salona Lübnan ve Hizbullah bayrakları yine askeri bando müziği eşliğinde getirildi. Tüm komutlar bir komutan tarafından verildi.
Bunlardan sonra Lübnan milli marşı ve Hizbullah marşı okundu. Şehit günü programı 15.30'da başladı 16.10'da Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah konuşmaya başladı ve 17.05'te hitabını sonlandırdı. Gerek Lübnan ve gerekse bölgedeki gelişmelere değinilen bu konuşmayı sizlerin ilgisine sunuyoruz...
es-Selâmu alykum ve rahmetullâh!
Hamd Allah'a mahsustur. O'nun peygamberi Hz. Muhammed'e ve peygamberin tertemiz Ehli Beyt'ine ve seçkin sahabelerine salat ve selam olsun.
Başlangıçta bu gün bu münasebetle sizlere hoş geldiniz diyorum. Hitabım iki kısımdan oluşacaktır. Oldukça kısa tutacağım: Konuşmanın birinci bölüm şehit gününe dair, ikinci bölümü ise siyasi meseleler hakkında olacak.
İlk kısımla ilgili şunları söylemek istiyorum: Allah “bir nefis, Allah'ın izni olmaksızın ölemez. Kim dünyayı isterse ona dünyayı ve kim de ahireti isterse ona ahireti” veririz buyurmuştur. Bizler şehitlerimiz sayesinde dünya ve ahiret saadetimizi elde etmekteyiz. 1982'de Ahmed Kasir, bomba dolu aracıyla Surda şehrinde İsrail askerlerini öldürdü. Ölenler arasında generaller de vardı. İsrail gazeteleri 121 ölü 10 kayıp olduğunu yazdı. Bu operasyon Arap dünyasından İsrail'e gerçekleştirilen en büyük operasyondu. Bu durum şimdiye kadar da değişmiş değildir. Bu şahıs istişhad hareketini başlatan kişidir ki bu nedenle müsteşhidlerin emiri lakabını hakkıyla almıştır.
Hizbullah da bu günü her yıl Hizbullah şehitlerini anmak için anmaktadır. Seyyid Abbas, eşi ve oğlu Hüseyin, Ragıp Harb ve İmad Müğniye gibi tüm şehitlerimizi bu günde anıyoruz. Bu kafile hâlen azizlerle güçlenmektedir. Bu günde bizler şehitlere ve insanlarımıza şiarlarımızı öğrenmemiz gerektiğini söyleyip onlara gıpta ettiğimizi söylüyoruz. Onlar, şu alçak dünyanın faniliğinden ebedi hayata, ebedi nimetlerle dolu cennete, izzet ve emniyet dolu Allah katına göçtüler. Bunu bizlerin lafızları anlatamaz.
Şehadetleriyle hayatları güçlendi ki gerçek hayatı buldular zira. Onlara, bizlere hediye ettikleri şeylerden dolayı teşekkür ediyoruz. Allaha hamdolsun bu yolda bizler, bu nimeti idrak edenlerden ve gereğini yapanlardanız. Allah, elbette en büyük nimet vericidir. Bu, bizler için bir izzettir ve şükretmememiz gerekmektedir. Haklımıza verilen bu hediyeyi korumalıyız.
Maalesef bazıları bununla kendilerine minnet ettiğimizi söylüyor. Bizler değil, şehitlerdir minnet sahibi olanlar. Misalen; zaferler bu mübarek insanların, tüm direniş hareketlerinin -sadece Hizbullahın değil- kanlarıyla meydana gelmiştir. Zira bir insanın rabbi, ümmeti ve insanlığı için takdim edebileceği her şeyi bu şehitler vermiştir.
Bizler meydana gelen olaylara baktığımızda, uzun bir müddet sonra kazandığımız vatanımız, kurtardığımız esirlerimiz, tekfirciler karşısındaki başarımız vb. her şeyin bu şehitlerin kanları sayesinde olduğunu anlıyoruz. Tüm bu tehlikeler bu pak kanların bereketidir.
Bunların haricinde en önemlisi de şehitlerin ümmette ve milletimizde uyandırdığı izzet, cihat, zulme karşı durma azmi ve kararlığıdır. Bir başka tabirle, şehitlerin kanı ümmetin ruhunu ihya etmiştir. Bu sayede hürriyet gibi bir rüyamız gerçekleşmiş, siyonizme diz çöktürülmüştür. Bundaki en büyük kuvvetimiz elbette Allah'ın yardımıyla şehitlerin kanının sayesindedir. Bu en güçlü silahımızdır.
Bu istişhad eylemleri güçlü askeri birliklere sahip düşmanımıza sahip en büyük silahımızdır. Bu böyle olmasaydı ülkemizde ve Filistin'de direniş, intifada olmazdı. Aynı ruh bugün Mescid-i Aksa'yı korumakta ve direniş sergilemektedir. Siyonizm Filistin'i parçalamakta, bölge bölge ayırmakta, cihadi hareketleri ayrıştırmaktadır ama bıçaklarıyla sokaklara dökülen Filistinli erkek ve kadın gençlere mani olamamaktadır. Biz televizyonda direnişçilerin huzurunu, cesaretini vb. izlerken, diğer taraftan ümmette bundan kaçanları da bilmekteyiz. Bu şehit gününde sizlere söylemek istediğim bu ruhun, korumamız gereken bir mesuliyetimiz olduğudur. Zira kırılmak istenen bu özelliğimizdir.
Bölgemizdeki tüm mücahitlerin bu ruhu kaybetmesi istenmektedir. O zaman güçsüz kalırız; bunu bilmektedirler. Bizler düşmanımızı kovup ümmete mukaddesatını vermekle yükümlü olduğumuz gibi direniş silahımız olan bu ruhu da taşıma ve muhafaza sorumluluğumuzu korumalıyız. Tüm bu savaşlar bu ruhu yok etmek için yapılmaktadır. Direniş ruhunun buna rağmen devam etmesi bu şehitlerin kanının bereketi sayesindedir.
Azizlerin birini şehit veren aileler bugün bu mübarek kanının bereketine ortaktırlar. Toplumumuzda ahlaki değerleri uyandıran da bu kandır. Bu ailelere bir bakın; şehit verdikten sonra nasıl da ruhi bir inkılap yaşıyorlar. Sabır ve Allah'ın seçimine sabır ve şehitleriyle övünme. Tabii bu istidat gerektirir.
Amerika, şehit haberlerinin ailelerine ulaştığında Hizbullah'ın büyük sorunlar yaşadığını zannediyor. Ama açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar bu haberleri ailelere ulaştırdığında bunun gerçekleşmesine yürekten inandıklarını görmekteler. İki, üç şehit veren aileler bulunmaktadır; bu sözlerinde durduklarını gösterir.
Bizler işte bu gerçek güce sahibiz. Bizler canlı bir toplum olarak kaldığımız müddetçe, ahitlerine sadık olanlara sahip olduğumuz müddetçe güçlü olanlar, geleceğe bakanlar, korkmayanlar olacağız
Korkup kaçar, Allah'ın rıza göstermeyeceği düşüncelere kapılırsak gücümüz gider. Bu yukarıdaki ayette geçtiği gibi dünyanın sevabıdır; üzerimize düşeni yaptığımız müddetçe bu bizim olacaktır.
Konuşmanın ikinci kısım gelecek olursak: ilk mülahazam Amerika'nın İsrail'in yanında ve onun emniyeti için çalıştığı, İslam'a düşman olduğudur. Amerika'nın, şu an İsrail ve Netenyahu'nun Filistin'de yaptıklarını sakladığını görmekteyiz. İşte Amerika'ya güvenenlere bunları anlatmalıyız. Netanyahu ve Obama arasında kişisel anlaşmazlık ötesinde hiçbir anlaşmazlık yoktur. Menfaat ve çıkarları ortaktır.
Büyük şeytan Amerika ve İsrail, kendine karşı büyük bir problem olarak Hizbullahı gösterdiklerinde biz bununla iftihar ederiz. Buradan da anlaşılacağı üzere, bizler hak safta yer almaktayız. Bizi öveceği gün yanlış yaptığımızı anlamamız gereken gündür. Bizler hakkındaki görüşleri, bölgede etkin bir güç olduğumuzu göstermektedir.
Lübanan'a karşı savaş mı açacaklar? Elbette bu mümkündür. Ama bizler şu an için bunu uzak görmekteyiz. Direnişe yardım ettiğinden şüphe edilenlere mali boykot gerçekleştireceklermiş. Tüm bunlar yıllarca söylenmekte ama gücümüzden hiçbir şey azaltmamaktadır. Ülkemizde hiç kimsenin Obama ve Netanyahu'nun direnişe karşı faaliyetlerinde yardım etmemesi gerekir.
Süriye'de cepheler artmaktadır. Suriye'de, Yemen'de ve Irak'ta savaşarak bir şey elde edemeyeceklerdir. Verdikleri kayıplar bunu açıkça göstermektedir. Savaşlarda verilen kayıpların mukayesesi bile askeri açıdan bunu açıkça göstermektedir. Bu, Viyana'da Suriye askerinin savaşamadığını söyleyenlere açık bir mesajdır. Suriye askeri üç yıldan beri direnmektedir. Kendilerine karşı iki yıldan beri ciddi bir muhasara bulunmaktadır. Direniş, Amerika ve şürekâsına ne Suriye, ne Yemen'de siyasi yoldan başka çözüm olmadığı açıkça buradan bir mesaj olarak iletmektedir.
Lüban'a gelirsek… Ülke yönetiminde ve toplumda bir kararsızlık var maalesef. Herkes kanunu kendi istediği şekilde yorumluyor. Bu günler elbette zor günlerdir ama sonu hayırlı olacaktır. Çeşitli görüşler var. Vekiller meclisi cumhurbaşkanının yokluğunda hüküm veremez bu kanunsuzdur diyenler. Bir başka görüş, cumhurbaşkanı olmadan vekiller meclisi toplanmasına olur vermese de zaruret halinde toplanabilir diyor. Bir görüşe göre ise her ne olursa olsun toplanabileceğini söylüyor. Bu kanunu açıklayacak kimdir?
Vekiller meclisi toplandığında kanun da yapa bilir mi? Kimi evet diyor; kimi vekiller meclisi sayısının yarısından bir fazla olursa yapabilir diyor; vb. yorumlar yapılıyor. Kimisi vekil yemininin düşmesi hususunda bunun olmayacağını söylerken bu düşüşün neye bağlı olduğunda anlaşamamaktadır.
Tüm bu tartışmaları kim ve nasıl sonlandıracak? Buna da farklı farklı cevaplar verilmektedir. Neticede bizler muallak bir toplum haline geldik. Zira doldurulması gereken bir boşluk içindeyiz. Bu işin bir teorisi varsa onu uygulayacak yolu da bulmalıyız. Kanun ve idare mercii olmayan bir devlet yok olmaya, karışmaya mahkûmdur. Bizlere gerçek çözüm ve tartışmalara yer vermeliyiz.
İmad Avn, yarın vekiller toplantısına katılacağını söylemiş kısa bir süre önce. Bu sorunun çözümü için çabalayan herkese teşekkür ediyorum. Önümüz kış ve şehirlerdeki çöp sorunu artacak; seller olacak. Sadece siyasiler, belediyeler değil, Lübnan toplumu da bu konuda sınıfta kalmıştır.
Hizbullahın şehit gününde, Lübnan'ın toplumsal mutabakata dayalı siyasi bir çözüme kavuşmasını diliyorum. Vekiller meclisi ve seçimler hususundaki çözümsüzlüğü giderme konusunda üzerimize düşeni yapmaya hazırız. İnsanların sıhhati, hayatı daha zor duruma düşmeden gerçek bir siyasi çıkışı aramak zorundayız.
es-Selâmu alykum ve rahmetullâh!