“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. (Bütün âlemlere rahmet ve Sırac-ı Münir olan Habibi, Muhammed Mustafa vasıtasıyla kâinâtı aydınlatmıştır.)Onun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; O billur da sanki kristalden bir yıldızdır.(enerjisini,)tutuşturulmuş, şarka - garba mensup olmayan bir mübarek zeytin ağacından almaktadır. Yağı, neredeyse kendisine ateş dokunmasa bile ışık saçar. O, nur üzerine nurdur.
(Onları içinde bulunduran ve kuşatan kandil, Resûl-i Kibriya’dır. Lamba, Zehrâ’dır. Onun üzerinde bir hale gibi duran, velayet ve aşkıyla onu kuşatıp koruyan, inci saflığında bir yıldız gibi parlayan billur, Şâh-ı Velayet Ali’dir.
Bu iki nur deryasının mülakatından barış incisi Hasan, Şehadet mercanı Hüseyin açığa çıkıyor.
Ama gökleri ve yeri aydınlatan, Zehra nurunu temsile bihakkın liyakati olan, seyyide bir güneşin de doğması gerekirdi.
Zaman ve mekân perdesini yırtıp, günümüze ve sonsuza kadar o nurun aydınlığını ulaştıran Zehra nâibesi güneş, Seyyide Zeyneb ortaya çıkmıştır.
Bu nurun ışığında Hakka ulaşmak ve Hakkın meşiyetine mazhar olmak için gayret gerek)
Allah kimi dilerse onu nuruna yönlendirir. Allah insanlara örnekler gösterir. Allah her şeyi bilendir.(35)
(O kandilin bulunduğu) evlerin yüceltilmesine ve kendi adının o (nurlu) evlerde anılmasına Allah izin vermiştir.(Bu nurların bulunduğu evler, Peygamber hanedanı, Ehl-i Beyt-i Ethâr’ın evleridir, hanımlarının değil.)
Sabah –akşam bu evlerde Allah’ı tesbîh eden(36) öyle erkekler vardır ki hiçbir kazanç ve hiçbir alış veriş onları, Allah zikrinden, namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar. (37)
(Ama bu nurdan yüz çevirip) kâfir olanlar var ya, onların bütün amelleri, düzlük, ıssız çöldeki serap gibidir. Susuz insan onu su zanneder. Ona gelip ulaştığında, onu bir şey olarak bulamamış.
(ama hesap sormak üzere vaîd veren)Allah’ı yanında bulmuştur. Allah onun hesabını tam vermiştir. Allah hızlı hesap görendir. (39)
(onlar böyledirler)ki Allah, kendilerine yaptıklarına karşılık, amelle-rinden çok daha güzeliyle ödül verecek, lütfu gereği devamlı ödüllerini artıracaktır. (38)
Kainatı aydınlatan ilahi nur, Hanedan-ı Ahmedî, Ehl-i Beyt-i Muhammed’in nurundan başka kimin nuru olabilirdi ki?!
Ve nur-i Muhâmmediye sırtını dönüp karanlığa yönelen kimse, hidayet yolunu nasıl bulabilir ki?!
Bu ayetlerden açıkça görülüyor ki bu ev, Hel-eta suresinde zikredilen evdir.
Bu ev, kadınlardan ibaret ev değildir. “Rical” kelimesiyle çoğul erkeklerin, kendilerini hiçbir kazanç ve alışverişin Allah zikrinden, namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyamayacağı, ahiret azabından olan korkuları, dünyevi her şeyin önüne geçmiş yiğitler olduğunu ortaya koymuştur.
Ahzâb Suresinin 33. Ayetinde, arı-duru oldukları tescil olunan ve peygamberimizin aba altında toplayıp “Allah’ım benim (hanedanım) Ehl-i Beyt’im işte bunlardır.” buyurduğu, kendisiyle birlikte Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’den başkası olamaz.
Cuma Suresinin son iki ayetine baktığımızda,ashab-ı kiramın bile Hz. Resul-i Ekrem’in hutbesini bırakıp, yeni gelen ticaret mallarından beğeneceklerini kaçırmamak için Mescid-i Nebi’yi boşaltıp, koşuştuklarını görüyoruz.
Binaenaleyh Nur ayeti kerimesinin tatbik edileceği yegâne ev, Ehl-i Beyt-i Muhammedî,Hanedân-ı Ahmedî’den başkası kesinlikle değildir.
Ve ilahi nuru temsil eden Xamse-i Tayyibe (beş nur-i pâk) bu evdeydiler. Bu eve nur üstüne nur gelir. Sonsuza kadar evreni aydınlatacak güneşler doğar.
|