Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Muhtar Sakafi (ra) kimdir?
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
03-02-2014 16:54 - 11204 Okunma

Ebu Ubeyd b. Mesud b. Umeyr'in oğlu olan Muhtar, hicretin birinci yılında Taif'de dünyaya geldi. Babası Ebu Ubeyd Sakafî, İslam ordusuna komutanlık da etmiş tanınmış şahsiyetlerdendi. Ömer'in hilafeti döneminde Kadisiye Savaşı'nda öldürülmüştü. Muhtar bu savaşta henüz 13 yaşında bir çocuk olmasına rağmen babasının yanında yer almıştı. Ancak yaşının küçük olması dolayısıyla babası onu tehlikeden uzak tutmuş ve savaşa katılmasına mani olmuştu.

Muhtar; mertliği yanı sıra üstün zekâsı, cesareti, cömertliği, hazır cevapçılığı ve mücadeleciliğiyle tanınırdı. Yaşıtlarına nazaran oldukça atak ve kurnazdı. İmam Ali'yi görme şerefine erişenlerden Asbag b. Nubate, onun hakkında şöyle der:

"Muhtar'ı çocukluk yıllarında bir gün İmam Ali'nin dizleri üzerine oturmuşken gördüm. İmam, eliyle Muhtar'ın başını sıvazlıyor, 'Seni gidi kurnaz, seni gidi kurnaz'[1] deyip gülüyordu." Bu nedenle ona "Keysan" (kurnaz), taraftarlarına da "Key-saniye" (kurnaz yanlısı) denmiştir.

Muhtar hakkında methedici rivayetlerin yanı sıra aşağılayıcı rivayetlerin de oluşu tarih boyunca Şiîleri şüpheye düşürmüştür. Ancak, çoğu tarihçiler methedici rivayeti esas alarak Muhtar'ın övgüye layık biri olduğuna inanmışlardır. İmam Bâkır (a.s) bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Muhtar'a sövmeyin; çünkü o katillerimizi öldürmüş, intikamımızı almıştır..."[2]

Muhtar, Irak'ta Ehl-i Beyt'in fazilet ve kerametini halka duyurmakla meşguldü. Bu nedenle bulunduğu bölgede Ehl-i Beyt dostlarının tek mercii olmuştu. İmam Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in velayetlerine canı gönülden inanıyor, onları diğerlerinden üstün tutuyordu.[3]

Kûfe'de sükunet eden Muhtar, İmam'ın Kûfe'ye elçi olarak gönderdiği Müslim b. Akil'in şehre ayak basmasıyla onu himayesi altına alıp evinde ağırladı. Halktan biat toplaması konusunda ona yardımcı oldu.

Müslim'in şehadeti sırasında Kûfe'de değildi. Ubeydullah, Müslim'in şehadetinin ardından Muhtar'ın da tutuklanma emrini verdi. Askerleri tarafından elleri-kolları bağlı bir şekilde yanına getirildiğinde öfkeyle karşısına geçip "Bizim düşmanlarımıza biat toplamaya çalışan sen miydin?" diye sordu. Muhtar henüz cevap vermeden Ubeydullah'ın sadık dostlarından Amr b. Hureys öne atılarak "Hayır, o böyle bir şey yapmaz!" deyip Muhtar'ı korumaya çalıştı. Bunun üzerine Ubeydullah, Muhtar'a dönerek "Eğer Amr'ın tanıklığı olmasaydı kesinlikle seni öldürürdüm" deyip çirkin laflar etmeye başladı. Elindeki bir çubukla Muhtar'ı öldüresiye dövdü. Öyle ki, bu darbeler sonucu Muhtar kan revan içinde kalmış, göz kapaklarında çizikler oluşmuştu. Ubeydullah dövmekten yorulunca askerlerine onu zindana atmalarını emretti.

O aralar Meysem b. Temmar(4] da zindana atılanlar arasındaydı. Bir gün fırsatını bulup Muhtar'a şöyle dedi: "Sen bir gün kıyam edecek, İmam Hüseyin'in intikamını alacak ve bizi öldürmeyi hedefleyen şu adamı (Ubeydullah b. Ziyad'ı) öldüreceksin. Bunu yaptığın zaman onun kesik başı ayaklarının altına serilmiş olacak!"[5]

Dolayısıyla Muhtar, İmam'ın şehadeti sırasında zindandaydı ve bu sebeple de Hüseynîlere katılamamıştı. Ancak, İmam'ın şehadet haberini aldıktan sonra zindanda kalmaya dayanamaz olmuştu. Bu durumu çok iyi bilen Ubeydullah, İmam'ın kesik başı huzuruna getirilir getirilmez askerlerini çağırarak Muhtar'ı zindandan çıkarıp yanına getirmelerini emretti. Muhtar saraya getirildiğinde İmam'ın kesik başını görüp ağlamaya başladı. Hüznünün şiddetiyle dayanamayıp bayıldı. Bir müddet sonra ayıldığında kendisini toparlayıp öfkeyle karışık Ubeydullah'a "Gününüzü karartacağım günü iple çekiyorum!" diye bağırdı. Ubeydullah sinirlenerek Muhtar'ın ölüm fermanını verdiyse de yanındakiler çabucak onu bu fikrinden caydırdılar. Sonuçta onun tekrar zindana atılmasına karar verdiler.[6]

Muhtar bu olaydan sonra zindandan çıkmanın yollarını aramaya başladı. Bu amaçla kız kardeşi ve aynı zamanda Abdullah b. Ömer'in eşi olan Safiye'ye bir mektup yazarak serbest bırakılması için kendi adına kocasından Yezid'e mektup yazmasını rica etmesini istedi. Muhtar'ın bu mektubu, Zaide b. Kuddame Sakafî vasıtasıyla Medine'de bulunan Safiye'ye ulaştı. Safiye kocası Abdullah'ı bir an önce Yezid'e mektup yazıp durumu izah etmesi için ikna etti. Kısa sürede mektup Şam'a gönderildi. Yezid, Abdullah'ın mektubunu hükümetine karşı bir hoşgörü olarak telakki edip onun bu isteğini kabul etti. Bu amaçla Ubeydullah b. Ziyad'a bir mektup göndererek Muhtar'ın serbest bırakılmasını istedi.

Ubeydullah, üç gün içinde Kûfe'yi terk etmesi şartıyla Muhtar'ı serbest bıraktı. Muhtar yeniden özgürlüğüne kavuşunca Kûfe'den ayrılarak Hicaz'a[7] doğru yola koyuldu. Vakısa'da Sâkab b. Züheyr[8] ile karşılaştı. Birbirleriyle selamlaştıktan sonra Sâkab ona gözündeki yaraların sebebini sordu. Bunun üzerine Muhtar şöyle cevap verdi: "Ubeydullah b. Ziyad sopayla vurduğunda böyle olmuştu. Eğer onu öldürmesem, bedenini paramparça etmesem ve İmam Hüseyin'in intikamını almasam Allah da benim canımı alsın! Yahya b. Zekeriyya'yı öldürenlerin sayısı kadar, yetmiş bin kişiyi öldüreceğim!.."[9]

Muhtar, Hüseynî kanın intikamını alma hazırlıklarına başladığı sıralarda nihayet 64 (hicri kameri) tarihinde (hicretin 64. senesinde) Yezid öldü. Onun bu ani ölümüyle Hicaz halkı Ubeydullah b. Zübeyr'e, Şam halkı Mervan b. Hakem'e, Basra halkı da Ubeydullah b. Ziyad'a biat etti.

Bu arada Irak halkı da kararsız kalmıştı. Öte yandan Kûfeliler İmam Hüseyin'e yardım etmedikleri için pişmanlık duymaya başlamışlardı. İmam Hüseyin'in şehadetinin ardından her sene dökülen gözyaşları Kûfelileri inanılmaz derecede değiştirmiş, onlarda diriliş duygusunu yeniden canlandırmıştı. Ortam Yezîdilere karşı ayaklanmak için bulunmaz bir fırsat haline gelmişti. Süleyman b. Surad bu fırsattan yararlanarak İmam Hüseyin'in intikamını almak üzere kıyama kalkıştı. Yaptığı savaşlar sonucu binlerce Yezîdiyi cehenneme gönderdi. Emevî hükümeti onun bu kıyamıyla kan kaybetmeye başladı.

Ubeydullah b. Zübeyr de Hicaz'ı tamamen sultası altına almış, Abdullah b. Mutî'i Kûfe ve Irak'a vali olarak atamıştı. Onun da saltanatı gün geçtikçe ilerliyordu.

Bu olayların gelişmesi üzerine Muhtar, Hicaz'da Abdullah b. Zübeyr'le bir görüşme yaptı. Onun Ehl-i Beyt'in çizgisinden saptığını fark edince hayal kırıklığına uğradı. Bunu kimselere belli ettirmeden gizlice Kûfe'ye gitti. Hâni b. Ebu Hayya ile görüşerek Kûfe ortamı hakkında ondan bilgi aldı. Hâni; "Eğer iktidar sahibi biri çıkar da bayrağı eline alır, Kûfe halkını etrafında toplayabilirse işte o zaman zaferi ümit etmek yerinde olur" diyerek Muhtar'ı bu işe teşvik etti. Muhtar da cevap olarak şöyle dedi: "Allah'a ant olsun ki ben onları hakkı esas alarak etrafımda toplayacak, onlarla birlikte zalimlerin üzerine yürüyeceğim!.."

Muhtar daha sonra büyük bir azimle evine giderek önde gelen Ehl-i Beyt dostlarını evine davet etti. Onlara İmam Ali'nin (a.s) oğlu Muhammed b. Hanefiye tarafından Ehl-i Beyt'in kanını yerde bırakmamak ve intikamlarını almakla görevlendirildiğini açıkladı. Ehl-i Beyt dostları, bunun üzerine Muhtar'a cevap olarak kendisinin bu iş için uygun bir kimse olduğunu, ancak Süleyman b. Surad'ın kıyamını beklemesi gerektiğini söylediler. Fakat Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Zeyd ve İbrahim b. Muhammed b. Talha vasıtasıyla onun gizli işlerinden haberdar olunca yakalatarak zindana attırdı. Süleyman b. Surad'ın savaşları ve şehadeti dönemini zindanda geçirdi.

Ancak Muhtar zindanda da çalışmalarına devam etti. Gizlice mektup yazarak halkla temasa geçti. Zindanda olmasına rağmen kısa sürede çok sayıda taraftar topladı.

Öte yandan eniştesi Abdullah b. Ömer de Abdullah b. Zeyd ve İbrahim b. Muhammed b. Talha'ya bir mektup yazarak Muhtar'ı serbest bırakmalarını istedi. Sonuç olarak Muhtar kefaletle serbest bırakıldı.

Abdullah b. Zübeyr valilerinin Muhtar'ı serbest bıraktıklarını öğrenince ikisini de azlederek yerlerine Abdullah b. Mutî'i atadı. Abdullah b. Mutî, böylece hem Basra'nın, hem de Kûfe'nin tek valisi oldu.

Muhtar'ın serbest bırakıldığını işiten halk, bir an evvel biat etmek için gruplar halinde evine hücum ettiler. Çok geçmeden Muhtar'a biat edenlerin sayısı bini aştı. Bu sayı, her geçen gün biraz daha artıyordu. İmam Ali'nin (a.s) meşhur ashabından Malik-i Eşter'in oğlu İbrahim'in de Muhtar'a katılmasıyla güçleri daha da arttı.

Abdullah b. Zübeyr tarafından Kûfe ve Basra'ya vali olarak atanan Abdullah b. Mutî, çok sayıda taraftarı olmasına rağmen Muhtar'ın karşısında duramayacağını anlayınca kadın kılığına girerek saraydan kaçtı. Sarayı ele geçiren Muhtar, kısa sürede tüm Kûfe'yi kontrolü altına almayı başardı. Bu olay, Süleyman b. Surad'ın şehadetinin ardından bir yıl sonra gerçekleşti.

Muhtar saraya yerleştikten sonra askerlerine emrederek Ömer b. Sâd'ın ve ordusunda görev alan herkesin yakalanmasını emretti. Zindanlar kısa sürede Ömer'in askerleriyle dolup taşmıştı. Muhtar feci şekilde onları öldürtüyor, başlarını bedenlerinden ayırıyordu.

Kesik başlar gün geçtikçe artıyordu. Öyle ki kısa sürede bu başların sayısı on sekiz bine ulaşmıştı.

Uzun süren savaşlar ve koşuşturmalar sonucu kesik başlar bir bir artmaya devam ediyordu. Sonunda ele başlarının da kesik başları gelmiş, İmam Hüseyin'in intikamı alınmıştı. Vaktiyle Meysem b. Temmar'ın bildirdiği haber gerçekleşmişti nihayet: Ömer b. Sâd, Şimr, Harmele, Sinan, Şebs, Ubeydullah b. Ziyad ve daha birçoklarının kesik başları, artık ayaklarının altındaydı...

Muhtar Sakafî, "Yâ Lesaret'il-Huseyn!" şiarıyla başlattığı kıyama, arzu ettiği hedefleri gerçekleştirerek son vermişti. Ancak Muhtar, bu olaylardan sonra çok yaşayamadı. On yedi aylık hükümetinin ardından (14 Rebiyülevvel 66 ila 14 Ramazan 67 yılları arası) 67-68 yaşlarındayken Mekke'de, Musab b. Zübeyr'in komutası altındaki Abdullah b. Zübeyr'in ordusuyla yaptığı savaşta şehit edildi. Türbesi, Kûfe'de Müslim b. Akil'in türbesine varan yol üzerine kuruludur.

Dipnotlar

 [1]- Arapça tabiriyle; "Ya keyyis, ya keyyis!"

[2]- Biharu'l-Envar, c.45, s.343.

[3]- Bihar'ul Envar, c.45, s.350-353.

[4]- İmam Ali'nin (a.s) has dostlarındandı. İmam'ın yanında Kuran ilimleri alanında kendini yetiştirdi. O yüce şahsiyetin dizleri dibinde bir takım sırlar öğrendi. İmam ona bir gün şöyle buyurmuştu: "Ey Meysem! Ben öldükten sonra seni yakalayıp darağacına asacaklar. Yakalanışının ikinci günü burnundan ve ağzından kan açılacak, sakalını kana boyayacak. Üçüncü gün karnına mızrak saplayıp hayatına son verecekler. O halde Amr b. Hureys'in evindeki darağacına gideceğin günü bekle. Sen darağacına giden onuncu kişi olacaksın. Senin payına düşen darağacı diğerlerininkinden daha kısa ve yere daha yakın olanıdır. Senin için darağacı yapılacak olan ağacı sana göstereceğim."

İmam iki gün sonra o ağacı Meysem'e gösterdi. Meysem sürekli bu ağacı ziyaret eder, altında namaz kılar, "Sen mübarek bir ağaçsın, benim için yaratıldın!" derdi. Ağaç kesilene kadar da gözetlemeye devam ederdi. Nihayet bir gün ağaç kesildi, direk haline getirildi. Meysem, yine onu gözetlemeye devam etti. Kesilen parçaların Amr b. Hureys'in evine götürüldüğünü gördü. Amr'ın yanına varıp ona komşu olmak istediğini söyledi. O zamanlar Amr, Meysem'in neyi kastettiğini bilmiyordu.

Bir gün askerler tarafından yakalanarak Ubeydullah b. Ziyad'ın huzuruna çıkarıldı. Ubeydullah onun kim olduğunu sordu. Askerleri "Ali'nin (a.s) katında herkesten daha saygın makamı olan bir acemdir" dediler. Ubeydullah şaşırarak; "Bu acem mi onun yanında daha saygın?" diye sordu. Evet, denilince bu kez de Meysem'e dönerek "Rabb'in nerededir?" diye sordu. Meysem; "Kâfirler için pusudadır ve sen de onlardan birisin!" diye cevap verdi. Ubeydullah bu cevaba sinirlenerek onu Muhtar'ın da içinde bulunduğu zindana attı. Bir süre sonra ikisinin de ölüm fermanını verdi. Bu arada Yezid'den bir mektup aldı. Mektupta Muhtar'ın serbest bırakılması isteniyordu. Ubeydullah bunun üzerine Muhtar'ı serbest bıraktı, Meysem'i de darağacına gönderdi. Amr b. Hureys'in evindeki darağacında üç gün asılı kaldı. Sonunda karnına saplanan bir mızrakla şehit edildi. (Bkz. Nefesu'l-Mehmum; Şeyh Abbas Kummî, (Farsça tercümesi, Der Kerbela Çigozeşt), s.162-169.

Dip notlar

[1]- Biharu'l-Envar, c.45, s.353.

[2]- Daha fazla bilgi için bkz: Tenkih'ul-Makal, c.3, s.204; Fersan'ul-Heycâ, s.242-259.

[3]- Eskiden Medine şehrine de Hicaz denirdi. Dolayısıyla Hicaz'dan kasıt, Medine'dir.

[4]- Bir başka görüşe göre Muhtar burada İbn-i İrk ile karşılaşmıştır.

[5]- Biharu'l-Envar, c.45, s.353; Nefesu'l-Mehmum, s.332

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
03-02-2014 16:54 - 11204 Okunma
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
21-11-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım