Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Mubahale Günü "İslam'ın zaferi"
Tarihi olay nasıl gerçekleşti?
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
17-10-2014 06:12 - 1428 Okunma



“Artık sana gelen bunca İlimden sonra, onun hakkında seninle çekişip-tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.” (Al-i İmran-61)

Mübahele Nedir?

Mübahele “Behl” veya “Buhl” kökünden olup serbest bırakmak ve bir şeyin kayıt ve bağını kaldırmak anlamındadır. Dolayısıyla kendi haline bırakılan, yavrusunu serbestçe emzirmesine müsaade edilen ve memeleri torbaya bırakılmayan hayvana “Bahil” (serbest bırakılmış) denir ve duada ise aynı kökten olan “ibtihal” kelimesi yalvarış ve işi Allah Teâlâ’ya bırakmak anlamında kullanılmaktadır.
Ancak bazen bu kelimenin helak olma, lanetleme ve Allah’ın rahmetinden uzaklaşma anlamlarında da kullanıldığını görüyoruz. Bunun sebebi ise kulu kendi haline bırakmayı bu sonuçlar izlediği içindir. Mezkûr ayette geçen “İbtihal” kelimesinin anlamı ise, önemli dini bir mesele hakkında birbirinin sözünü kabul etmeyen iki kişi bir yerde toplanarak Allah-u Teâlâ’ya yakınmaları ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini ve cezalandırmasını istemeleri şeklinde birbirlerini lanetlemesidir.

Necran Hristiyanlarını İslam’a Davet

Bu olay Zilhicce ayının 24 ya da 25’de o zamanlara Medine’nin dışında ancak günümüzde şehrin sınırları içinde yer alan bir yerde gerçekleşmiştir. Mübahelenin yapıldığı yere daha sonraları Sehle mescidi inşa edildi. Sehle Mescidi ile Mescidü’n-Nebi’nin arası yaklaşık 2 km’dir.

Resulullah (s.a.a) Medine’de olduğu yıllarda dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarına ve dini merkezlere adamlar gönderip, mektuplar yazarak insanları İslam’a davet ediyordu. Hicaz ve Yemen sınırlarında yer alan Necran’a da bir elçi göndererek onları İslam’a davet etti. Necran, Arap yarımadasında bulunan tek Hıristiyan bölgeydi, bazı sebeplerden dolayı putperestliği bırakarak Hıristiyan olmuşlardı. Resulullah (s.a.a) onların piskoposu “Ebu Haris’e şu anlamda bir mektup yazarak onları İslam’a davet etti:

“İbrahim, İshak ve Yakub’un Rablerinin adıyla. Allah’ın Resulü Muhammed’den Necran piskoposuna! İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un Rabbine hamd ediyor ve sizleri kullara tapmaktan Allah’a tapmaya davet ediyorum. Sizi Allah’ın kullarının velayetinden çıkarak Allah’ın velayetine girmeye davet ediyorum. Benim davetimi kabul etmezseniz, İslam hükümetine cizye (vergi) vermek zorundasınız, aksi takdirde sizi tehdit eden tehlikeyle uyarıyorum.” (Bihar’ul Envar, C.21, S.285)

Bazı kaynaklarda Resulullah’ın (s.a.a) mektubunda kitap ehlini tek Allah’a tapmaya davet eden ayeti de eklediği kaydedilmiştir.
Necran piskoposu Resulullah’ın (s.a.a) mektubunu alınca onu dikkatle okudu ve bu konuda bir karara varmak için Necran’ın ileri gelenleri ve dini şahsiyetleriyle bir toplantı düzenledi. Bunun üzerine Necran’ın ileri gelenleri ve bilginlerinden altmış kişilik bir heyet Medine’ye giderek Hz. Muhammed’le (s.a.a) yakından görüşüp peygamberliğini ispatlamak için ortaya koyduğu delilleri incelemek üzere seçildi. Bu heyetin başında üç din adamı vardı:

1-Piskopos Ebu Haris b. Alkama: Rum kilisesinin Hicaz’daki resmi temsilcisiydi.
2-Abdullmesih: Heyetin başkanıydı, akıl, tedbir ve işbirliğiyle meşhurdu.
3-Eyhem: Necran halkının saygı duyduğu yaşlı bir adamdı.

Necran heyeti ikindi vaktinde mescide girerek Resulullah’a selam verdiler. Necranlılar ipek elbiseler giymiş, parmaklarında altın yüzükler ve boyunlarında da haç vardı. Onların bu durumları; -o da Resulullah’ın (s.a.a) mescidinde- Resulullah’ı rahatsız etti ve Resulullah (s.a.a) onların kendisiyle konuşmalarını kabul etmedi. Onlar Resulullah’ın niçin rahatsız olduğunu bilmediklerinden meseleyi daha önceden tanıdıkları Osman b.Affan ve Abdurrahman b.Afv’a sordular. Onlar, bunun cevabını ancak Ali b.Ebi Talib (a.s) bilebilir dediler. Hz. Ali’ye (a.s) müracaat ettiklerinde buyurdu ki: “Siz ilk önce elbiselerinizi değiştirmeli ve sade elbiselerle Resulullah’ın huzuruna çıkmalısınız, ancak bu durumda Resulullah tarafından kabul edilirsiniz.”

Necran heyeti sade elbiseler giyip parmaklarındaki altın yüzükleri çıkardılar ve Resulullah’ın huzuruna çıkarak selam verdiler. Resulullah saygıyla onların selamına cevap verdi ve  onların getirmiş oldukları bazı hediyeleri de kabul etti. Hıristiyanlar müzakereye girmeden önce namaz vakti olduğunu söyleyerek Resulullah’tan (s.a.a) izin istediler, Resul-i Ekrem (s.a.a) namazlarını Medine mescidinde ve doğuya doğru durarak kılmalarına müsaade etti.(Sire-i Halebî, C.3,S.239)

Necran  Hıristiyanlarıyla Müzakere ve Mübadeleye Davet

Necran temsilcileriyle Resulullah’ın (s.a.a) konuşmalarının bir bölümünde şöyle buyurdu:
Resulullah: “Ben sizi tevhit dinine, bir ve tek Allah’a tapmaya ve O’nun emirlerine teslim olmaya davet ediyorum.” (Daha sonra onlara Kuran’ı Kerim’den birkaç ayet okudu.)
Necran heyeti: “İslam’dan maksadın, âlemlerin yegâne Rabbine imansa biz daha önceden iman etmiş ve onun hükümleriyle amel ediyoruz.”

Resulullah: “İslam’ın alametleri var ve sizin bazı hareketleriniz gerçek İslam’ı kabul etmediğinizi gösteriyor. Haç’a taptığınız, domuz etinden sakınmadığınız ve Allah’ın oğlu olduğunu söylediğiniz halde yegâne Allah’a taptığınızı nasıl söyleyebilirsiniz.”

Necran heyeti: “Biz onu (Hz. İsa’yı) ilah biliyoruz; çünkü o ölüleri diriltiyor, hastalara şifa veriyor, çamurdan kuş yapıp onu uçuruyordu ve bütün bu işler onun bir ilah olduğunu gösteriyor!”
Resulullah: “Hayır! O, Allah’ın yarattığı bir kuldur, onu Meryem’in rahmine yerleştiren O’dur ve bu gücü de Allah ona vermişti.”

Necranlı heyetten biri: “O, Allah’ın oğludur; çünkü annesi Meryem hiç kimseyle evlenmeden onu doğurdu; dolayısıyla babası Allah’tır.”

O sırada vahiy inerek Resulullah’a (s.a.a) dedi ki:

“Onlara de ki; İsa’nın (a.s) durumu bu açıdan (yaratılış) Âdem’in (a.s) durumu gibidir; (Allah Teâlâ)  onu sonsuz gücüyle anne ve babası olmaksızın  topraktan yarattı. Onu topraktan yarattı, sonra ona ol demesiyle o da hemen oluverdi.” (Al-i İmran-59)

Babasının  olmaması onun Allah’ın oğlu olduğuna delilse o halde Hz. Âdem buna daha layıktır; çünkü Âdem’in ne annesi vardı ne de babası!”

Necran heyeti: “Sizin sözleriniz bizi ikna etmiyor.”

O sırada Mübahele ayeti nazil oldu ve Resulullah’a (s.a.a) kendisiyle tartışan, cedelleşen ve hakkı kabul etmeyen kimseleri mübaheleye davet etmesi emredildi; bunun üzerine Resulullah (s.a.a); “O halde gelin Allah’a yalvaralım ve lanetini yalancıların üzerine kılalım!”  buyurdu.

Bunun üzerine her iki taraf meseleyi mübaheleyle halletmeye karar verdiler ve bir gün sonra  her iki tarafın mübaheleye hazır olması kararlaştırıldı.

Mübahele ayetinde Allah Teâlâ Resulullah’a (s.a.a) emrediyor ki; bütün bu delillerden sonra artık yine Hz. İsa (as) hakkında seninle tartışmaya ve cedelleşmeye kalkışırlarsa onları mübaheleye davet et ve de ki; “Çocuklarını, kadınlarını getirsinler, sen de çocuklarını ve kadınlarını götür ve Allah Teâlâ’nın yalancıyı rezil etmesi için dua edin!”

Yukarda söylendiği şekilde mübahele, o zamana kadar Arapların arasında benzeri olmayan bir durumdu ve bu davet Resulullah’ın (s.a.a) davasının doğruluğunu açıkça gösteriyordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisinden son derece emindi ve yüzünde hakkaniyetinin belirtileri çok belirgindi. Tam anlamıyla Allah Teâlâ ile ilişki ve irtibatı olmayan bir kimsenin böyle bir olaya teşebbüs etmesine imkân var mı? Muhaliflerini çağırarak, gelin Allah’a yalvaralım ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini isteyelim ve siz sonuçta Allah Teâlâ’nın yalancıyı nasıl cezalandırdığını çok beklemeden hemen göreceksiniz.

Kesinlikle böyle bir işe girişmek çok tehlikelidir ve eğer duası kabul olmayacak olur da muhalifler cezalandırılmazsa bunun sonucunda mübaheleye davet eden kişi rezil olacaktır sonunda. İşin sonucuna kesinlikle güvenmeyen akıllı bir kimse bu tehlikeyi görmezlikten gelerek böyle bir işe girişebilir mi? İşte bu yüzdendir ki, Resulullah’ın (s.a.a) onları mübaheleye davet etmesi, kendisinin ve getirdiği dinin hak olduğunu açıkça ispatlıyordu.

Hadislerden anlaşıldığına göre mübaheleden bahsedilince Necran Hıristiyanlarının temsilcileri bu konuda etraflıca düşünmek için Resulullah’tan (s.a.a) kendilerine zaman tanımasını istediler. Kendi ileri gelenleriyle görüşüp danıştılar ve sonuçta psikolojik bir noktadan kaynaklanan bir karara vardılar ve kendi adamlarına dediler ki: “Muhammed’in (s.a.a) gürültü çıkararak, kalabalık bir grupla mübaheleye geldiğini görürseniz korkmayın, onunla mübahele edin! Çünkü bu onun iddiasının asılsız olduğunu gösterir; ancak kendi yakınlarından sadece özel birkaç kişiyle ve küçük çocuklarıyla  mübaheleye geldiğini görürseniz bilin ki o Allah’ın peygamberidir ve iddiası da haktır. İşte o zaman onunla mübahele etmek tehlikelidir; bu durumda mübaheleden sakının!”

Hıristiyanlar önceden kararlaştırılmış şehrin dışındaki yere gittiler ve Resulullah’da (s.a.a) torunu Hüseyin kucağında, Hasan’ın elini tutmuş, Fatıma arkasında ve Ali’de Fatıma’nın arkasında hareket ettiği bir halde mübahele yerine ilerliyordu. Resulullah (s.a.a) Ehlibeyt’ine (a.s):“Ben dua ettiğim zaman siz de âmin deyin” diye tenbih ediyordu.

Necran piskoposu Resul-i Ekrem’in (s.a.a) yanında gelenlerin kim olduğunu sorduğunda dediler ki: “Bu amcasının oğlu, kızı Fatıma’nın kocası ve kendi yanında herkesten daha sevimli olan Ali’dir, bu ikisi kızı Fatıma’nın Ali’den olan çocuklarıdır ve bu kadın ise insanlar arasında en çok sevdiği kızı Fatıma’dır.”

Fahr-i Razi Tefsir-i Kebir’inde diyor ki: “O gün Resulullah (s.a.a) yünden dokunmuş siyah bir elbise giymişti…”
Necran Hıristiyanları bu etkileyici manevi sahneyi görünce dehşete kapıldılar; Resulullah (s.a.a)  ciğer parelerini, en aziz kimselerini getirmişti mübahele için; masum yavrucuklarını getirmişti. Bambaşka bir heybet ve haşmet vardı gelenlerin simalarında; bu hareketiyle sadece kendisini tehlikeye atmayı göz önüne almakla kalmayıp biricik kızını ve torunlarını da getirmişti. Hak olduğundan en küçük bir şüphesi olsaydı azizleri ve en çok sevdiği kimseler için Allah’ın azabına razı olmazdı. Resulullah’ın (s.a.a) sadece kendisi şahsen Hıristiyanların başlarıyla lanetleşmesi gerekirken Ehlibeyt’inden en yakınlarını da mübaheleye getirmesi davasının hak olduğunun açık bir belirtisiydi. Allah-u Teâlâ herkesin kalbine karısının çocuklarının sevgisini yerleştirmiştir; öyle ki herkes kendi canını tehlikeye atarak onları korumaya çalışır. Ancak kendisini korumak için onları tehlikeye atmaya razı olmaz. Dolayısıyla ayette de ilk önce çocukları, ikinci sırada kadınları ve en sonda da nefisleri zikredilmiştir; güya Resulullah (s.a.a) onları mübaheleye davet ederek: “Gelin ey Hıristiyanlar! Tüm varlığımızla birbirimizle lanetleşelim ve Allah’ın lanetini tüm yalancıların üzerine kılalım; öyle ki bu lanet çoluk-çocuğumuzun da üzerine olsun. Sonuçta yalancının soyu yeryüzünden kesilsin ve batıldan bir eser bile kalmasın.”

Bu manzarayı gören Necran piskoposu dedi ki: “Ben öyle çehreler görüyorum ki, Allah’tan en büyük dağları yerinden koparmasını, dağıtmasını isteseler duaları hemen kabul olur ve dağlar dağılıverir. Bu nurlu çehrelerle mübahele edecek olursak hepimiz yok oluruz ve Allah’ın azabı yeryüzündeki bütün Hıristiyanları kapsamına alabilir ve kıyamet gününe kadar dünyada bir Hıristiyan bile kalmaz.”

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Mademki lânetleşmekten kaçındınız, öyleyse Müslüman olmak suretiyle onların sahip oldukları hak ve sorumluluklara siz de sahip olun.”

Bunu da reddettiklerinde, Hz. Peygamber (s.a.a) onlara: “O hâlde ben sizi savaş meydanına davet ediyorum.” karşılığını verdi. Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu meydan okuması üzerine şöyle dediler: “Bizim Araplarla savaşacak gücümüz yok. Biz seninle, bize saldırmaman ve bizi dinimizden döndürmeye zorlamaman şartı ile barış anlaşması yapmak istiyoruz. Teklif ettiğimiz bu anlaşmanın şartı olarak sana bin tanesi Safer ve bin tanesi Recep ayında olmak üzere yılda iki bin top kumaş elbise ile otuz tane demirden yapılmış normal zırh vermeyi taahhüt ediyoruz.”

Hz. Peygamber (s.a.a), Necranlı Hıristiyanlar ile bu şartla anlaşma yaptıktan sonra şunları söyledi: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, yok olmak, Necran halkının üzerine inmek üzereydi. Eğer lânetleşselerdi, çarpılarak maymunlara ve domuzlara dönüşeceklerdi. Vadileri tutuşup üzerlerine ateş yağdıracaktı. Necran bölgesinin halkı, ağaç tepelerindeki kuşlara varıncaya kadar, yok olacaktı. Hıristiyanların üzerinden bir yıl geçmeden hepsi helâk olacaklardı.”

Böylece Necran Hıristiyanlarının temsilcileri Müslümanlığı kabul etmeden beldelerine döndüler.[2]
Rivayet edildiğine göre Necran Hıristiyanlarının Seyyid ve Akıb isimli liderleri çok kısa bir süre sonra Müslümanlığı kabul ettiklerini açıklamak üzere Hz. Peygamber’in (s.a.a) yanına geri döndüler.

Ayyaşi’den nakledilmiştir ki: Resulullah (s.a.a) mübahele günü mübahele için yanında götürdüğü dört kişiyi siyah renkteki abasının altına alarak şu ayeti okudu: “Ey Ehlibeyt! Doğrusu Allah pisliği sizden gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı diler.” (Ahzab-33)

Ehlibeyt’in Üstünlük ve Azametini Gösteren Canlı Bir Belge

Şia ve Ehlisünnet müfessirleri mübahele ayetinin Resulullah’ın (s.a.a) Ehlibeyt’i hakkında indiğini açıklamış ve Resulullah’ın (s.a.a) zevceleri ve ashabından hiç birini değil, sadece iki torunu Hasan ve Hüseyin’i (a.s), kızı Fatıma (s.a) ve Hz. Ali’yi (a.s) götürdüğünü bildirmişlerdir. Bu demektir ki, ayette geçen “evlatlarımızı” kelimesinden  maksat sadece Hasan ve Hüseyin’dir ve “kadınlarımız” kelimesinden maksat Hz. Fatıma (s.a) ve “nefislerimiz” kelimesinden de sadece Hz. Ali (as) kastediliyor ki bu konuda çok sayıda hadisler de nakledilmiştir.

Kazi Nurullah-i Şuşteri yeni basılan “İlkak-ul Hak” adlı nefis kitabının 3.cildinde sayfa 46’da diyor ki: “Mübahele ayetinde geçen “evlatlarımızı” kelimesinden maksadın Hasan’la Hüseyin (a.s) olduğu, “kadınlarımızdan” Hz. Fatıma (s.a) ve “nefislerimizden” maksadın da Hz. Ali’nin (a.s) olduğu konusunda müfessirler ittifak etmişlerdir.”

Daha sonra aynı kitabın dipnotunda, Mübahele ayetinin Ehlibeyt (a.s) hakkında indiğine tasrih eden büyük Ehlisünnet âlimlerinden yaklaşık altmış kişinin ismini kaydediyor ki kitabının 46. Sayfasından 76’ya kadar onların isimlerini ve kitaplarını genişçe zikrediyor.

Mübahele ayetinin  Müslümanlara ve İnsanlığa verdiği mesajlar

1-Eğer insan hedefine ve inancına inanırsa inancı uğruna kendisini ve en yakın azizlerini feda etmeye hazır olur
2-Müminin en keskin silahı duadır.
3-Kız evladından olan evlat ile erkek evladından olan evlat insanın kendi evladı gibidir ve aralarında hiçbir fark yoktur.  dolayısıyla da İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) Allah Resulü’nün (s.a.a) evlatlarıdır.
4-Dini ilgilendiren çeşitli toplumsal olaylarda erkek ve kadın eşittir.
5-Duada dua önemli olan dua edenin içinde bulunduğu manevi haldir. Dua edenlerin sayıca az ya da çok olmaları önemli değildir. Mübaheleye katılanların sayısı beş kişiydi.
6-Ali b. Ebu Talib (a.s) Resul-i Ekrem’in (s.a.a) canı ve nefsidir.
7-Dua toplantılarına çocuklarımız da götürelim.
8-Peygamberin (s.a.a) Ehlibeyt’i (a.s) duaları geri çevrilmeyen hacetler kapısıdır.
9-İnsanın elinden gelen çabayı göstermesinden sonra gayptan yardım dilemesi doğaldır.
10-Delil ve mucizeden sonra hakkı kabul etmeyen inkârcılarla mübahele edilmelidir.
11-Eğer müminler inançlarında ve davalarında sağlam bir şekilde direnirlerse inkârcılar ve düşmanlar mutlaka geri çekilecektir.
12-Sunulan delile delil ile cevap verilmelidir. İnat ve cedel ile mücadele edilmelidir.
13-Resul-i Ekrem (s.a.a) yalnız başına da beddua edip lanetleşebilirdi, bu işte Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), Hz. İmam Hasan (a.s) ve Hz. İmam Hüseyin’e haceti yoktu. Ancak Allah ve Resulü (s.a.a) onları mübaheleye götürmekle İslam ümmeti için çok önemli bir mesaj vermiştir: Bu zatlar Allah Resulü’nün hak davetinde onun yardımcılarıdırlar. Onlar Allah Resulü’nün (s.a.a) mirasçıları olarak Peygambere (s.a.a) yönelecek tehlikelere kucak açmışlardır.Bu ayetin Hz. Ali’nin (a.s) imametine delildir. Çünkü Allah Teâlâ bu ayeti kerimede Hz. Ali’yi Resulullah’ın nefsi (kendisi) makamında saymıştır. Nitekim İbn-i Abbas’ın Hz. Resulullah’tan (s.a.a) naklettiği hadiste de İslam Peygamberi (s.a.a) Ümmü Seleme’ye hitaben: “Ali bendendir, ben de Ali’denim. Onun eti kanı bendendir. Onun bana olan nispeti, Harun’un Musa’ya olan nispeti gibidir” buyurmaktadır. Bu durumda Hz. Ali, nübüvvet hariç her konuda Hz. Resulullah’ın konumuna sahip olur. Bu ayet bu manayı ima etmektedir. Dolayısıyla Hz. Resulullah’dan (s.a.a) sonra Hz. Ali (a.s) Hazret’le aynı konum ve makamda olduğundan, bütün Müslümanların o Hazret’e itaat etmesi gerekir. Zaten imamet makamı bundan gayri bir şey değildir. Mübahele sadece belirli bir zamana mahsus değildir. Bütün zamanlar için geçerlidir. Resul-i Ekrem (s.a.a) daha önceleri Yahudilerle de mübaheleye kalkışmıştır ancak onlar yanaşmamışlardır.

——————-

Bu Konuyu Açıkça Kaydeden Meşhur Ehlisünnet Bilginlerinden Bazıları

1-Müslim b.Hacca-i meşhur “Sahih” adlı kitabında, C.7, S.120’de, Muhammed Ali Sabih-Mısır, basımı. Bu kitap Ehlisünnet’in altı hadis, kaynağından (Kutub-i Sitte’den) biridir.
2-Ahmed b.Hanbel, “Müsned” kitabında C.1, S.185, Mısır basımı.
3-Taberi meşhur tefsirinde Mübahele Ayetinin tefsirinde, C.3, S.192, Meymeneyi-Mısır basımı
4-Hâkim “Müstedrek’inde C.3, S.150, Haydarabad-Deken basımı.
5-Hafız Ebu Nuaym-i İsfahani, “Delail-un Nübüvvet” adlı kitabında, S.197, Haydarabad  basımı.
6-Vahidi Nişaburi, “Esbab-un Nüzul” adlı kitabında, S.74, el-Hindiyye basımı.
7-Fahrur Razi meşhur Tefsirinde, C.8, S.85, el-Behiyye-Mısır basımı.
8-İbni-i Esir, “Camiul Usul” adlı kitabında, C.9, S.470, Sünnet-ul Muhammediyye-Mısır basımı.
9-İbn-i Cevzi, “Tezkiret-ül Havas” adlı kitabında, S.17, Necef  basımı.
10-Kazi Beyzavi kendi Tefsirinde, C.2, S.22, Mustafa Muhammed-Mısır basımı.
11-Alusi, “Ruh-ul Meani” adlı tefsirinde, C.3, S.167, Muniriyye-Mısır basımı.
12-Meşhur müfessir Tantavi “el-Cevahir” adlı kitab. C.2, S.120, Mısır basımı.
13-Zemahşeri, “Keşşaf” adlı tefsir, C.1, S.193, Mustafa Muhammed, Mısır bas.
14- Hafız Ahmed b.Hacer-i Askalani, “el-İsabe” adlı kitabında, C.2, S.503, Mustafa Muhammed, Mısır basımı.
15-İbn-i Sabbağ, “el-Fusul-il Muhimme” adlı kitabında, S.108, Necef basımı.
16-Allame Kurtubi, “el-Cami-u Li Ahkâm-il Kur’an” adlı eserinde, C.3, S.104, 1936, Mısır basımı.
Yine Sahih-i Tirmizi ve diğer Ehlisünnet kaynaklarına müracaat edilsin.

Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
17-10-2014 06:12 - 1428 Okunma
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
21-11-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım