Mesud Barzani, "16 Ekim gecesi Kerkük'te meydana gelen büyük bir ihanetti. Kerkük teslim edildi ve zehirli bir hançer hem halkımız hem de peşmergenin sırtına vuruldu. Bu ihanet olmasaydı durum çok daha farklı olacaktı.Tuhaf olan şey, ABD'nin terörist ilan ettikleri kişilerin (ABD yapımı) Abraham tanklarına binip Kürtlere saldırmalarına seyirci kalması. Burada bir sorun var. Acaba ABD buna neden sessiz kaldı? Bu soruların sorulması lazım çünkü onların silahlarıyla peşmergelerimiz şehit edildi." diye konuştu.
Kerkük'e operasyon düzenleyen Irak ordusu, federal polis ve Haşdi Şabi'den oluşan ortak güçler çatışmaya girmeden tüm kenti kontrol altına aldılar, Kerkük’te gücü elinde tutan Peşmerge, operasyonun başladığı 16 Ekim 2017 günü tüm mevzilerini tek bir kurşun atmadan, hiçbir direniş göstermeden terk ettiler.
ABD, İsrail ve Avrupa Birliği, Ortadoğu’yu dizayn etmek için kullandıkları Kürt gruplarını yine “bağımsız devlet hayalleriyle” ortada bıraktı. Batı’nın danışmanlığında hazırlanan kukla devlet projesi Türkiye, Irak ve İran’ın kararlı tutumu sonrası çöktü.
1947, 1975, 1988 ve 1991’de 4 kez ve 2017’de ise 5. kez dış güçler tarafından terk edilen (satılan) Kürtler, doğal olarak Irak’la ilgili her politika değişikliğinde hemen paniğe kapılır ve “tarihin tekerrür edeceği” korkusunu yaşarlar. Geçmişte olduğu gibi Kürtler silah sesini duyduklarında yanlış tarafta olduklarını görmezler, tarihin tekerrür edeceğini hesaba katmazlar ve ders almazlar. Tarihten neden ders alınmaz? Yorum sizin.
Bölgesinde bulunan ülke ve toplumlarla uyum içerisinde, birlikte yaşama niyet ve iradesine sahip olmayan Kürt grupların dolduruşa gelerek büyük devletlerden medet umarlar. Büyük devletler, çıkarları doğrultusunda kullandığı bu grupları, işleri bitince kaderlerine terk ederler. Nitekim tarih boyunca da hep öyle olmuştur.
Barzani: “Başarıya Ulaşırsak ABD’nin 51. Eyaleti Olmaya Hazırız”
Irak ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında 9 Nisan 1972’de dostluk ve işbirliği anlaşması imzalandı. Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani, bu antlaşmadan oldukça rahatsızlık duydu. 21 Nisan 1972’de Le Figaro gazetesine verdiği demeçte, bu anlaşmanın Kürtlerin aleyhine olduğunu, İran’la iyi ilişkileri olan Sovyetler’in Irak’a satacağı silahların İran’a karşı kullanılmaması hususunda bir şart koyduğunu hatırlattı. Irak bu silahları İsrail üzerinde de kullanamayacaktı. O halde geriye bir tek Kürtler kalıyordu.
Bir dönem Batılılar tarafından “Kızıl Molla” olarak tanınan Molla Mustafa Barzani Irak’tan Sovyetler’e ilticasında her türlü desteği Sovyetlerden görmüştü. Şimdi ise bu kartın değeri bitmiş ve Sovyetler çıkarları gereği Irak’la dostluk ve işbirliği anlaşmasını imzalamışlardı.
Yıllarca Moskova’yla yatıp Moskova’yla kalkan ve Moskova’yla her türlü siyasi ilişkilerde bulunan Iraklı Kürtler, dönemin iki süper gücünden olan SSCB’nin siyasi çıkarları gereği Kürtleri satmasıyla can hıraş bir şekilde feryat ediyorlardı.
Irak’la SSCB’nin imzaladığı bu anlaşmadan rahatsızlık duyan bir taraf da hiç şüphesiz İran’dı. Bu anlaşma İran çevrelerince, İran’ı batıdan ve kuzeyden kıskaç altına alan bir kerpeten hareketi olarak yorumlandı.
Bu anlaşmadan sonra, ABD’deki hava değişiverdi. Irak’ın bu şekilde açık bir Sovyet müttefiki haline gelmesi birdenbire Kürtlerin stratejik değerini artırmıştı.
9 Nisan 1972’de Irak ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan anlaşmadan bir ay sonra, Moskova’daki bir zirveden dönmekte olan Nixon ve Kissinger, Tahran’da Şah Rıza Pehlevi ile bir araya geldiler. Toplantıda gizli bir anlaşma sağlandı ve Amerika’nın Irak’taki Kürt isyanını desteklemesine karar verildi.
Amerika artık oyunun içine girmişti. Aslen bir Alman Yahudisi olan Kissinger, bir ay sonra, Haziran 1972’de Tahran’a özel bir ulak göndererek Amerikan yardımının CIA kaynaklarından Kürtlere aktarılmaya başlayacağını bildirdi. İlerleyen üç yıl boyunca, CIA tarafından Iraklı Kürtlere 16 milyon dolar aktarıldı. Şaha göre bu tür yardımlar Irak’ı, İran’a karşı bir savaşa girmekten alıkoyacak, ayrıca bundan sonra Irak’ın, İran Kürtlerini ve Huzistan’daki Arapları kışkırtması da mümkün olamayacaktı.
Molla Mustafa Barzani ise Henry Kissinger’e şaşırtıcı bir “hayranlık” besliyordu. Bir seferinde ona üç halı hediye etmişti. 1974 Mart’ında evlenmesi sırasında eşine bir altın inci, bir de kolye yollamıştı.
1974 tarihli bir CIA bilgi notunda, “Kürtler sadece “Irak’ın uluslararası maceralara kalkışmasını engellemeye yönelik eşi bulunmaz bir araçtır” deniliyordu. İran Şahı, ABD’nin onayını Barzani’ye bildirdi. Haziran 1972’de Kürtler gizlice Amerikalılarla görüşmek üzere ABD’ye doğru yola çıktılar. Barzani, KDP’nin Dış İlişkiler sorumlusu Mahmud Osman ve oğlu İdris’i göndermişti.
Mahmud Osman’ın Amerikan PBS televizyonuna verdiği bir mülakatta; ABD ile temaslarımız Haziran 1972’de başladı, muhatabımız CIA’di. Barzani’nin oğlu İdris’le birlikte ABD’ye gittim. ABD’yle ilk resmi, ancak gizli temasımız böylece kuruldu. CIA karargahının bulunduğu Langley’e gittik ve CIA Başkanı Richard Helms’le görüştük. Görüşmede Dışişleri Bakanlığından ve Pentagon’dan da yetkililer vardı. CIA bu temasları Richard Helms başkanlığında yürütüyordu.
İlk kez 1976 yılında yayımlanan ve ABD Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi Başkanı Otis Pike’ın adıyla anılan meşhur Pike raporunda yer alan bazı ifadeler, Molla Mustafa Barzani’nin, Irak’ın Kuzeyinde özerkliği ancak ABD’nin doğrudan veya dolaylı yardımıyla elde edebileceklerine olan inancını gösteriyordu. Bu durum Irak’taki CIA yetkilisinin CIA Başkanı William Colby’e gönderdiği gizli bir mesajda görülüyordu. Buna göre Barzani, bir keresinde “Şayet davamızda başarıya ulaşırsak ABD’nin 51. eyaleti olmaya hazırım…” demişti.
ABD – İsrail – İran desteği Barzani’yi iyice şımartmıştı. Haziran 1973’te Washington Post’a şunları söylemişti: “ABD bizi kurtlar karşısında koruyacak olursa, Amerikan politikalarına göre hareket etmeye hazırım. Yeterli destek alabilirsek Kerkük’teki petrol yataklarını ele geçirebilir ve bu yatakların işletilmesini Amerika’ya veririz.”
Pike Raporu
ABD’nin CIA kanalıyla Kürtlere silah yardımı…
Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda yapılan bir oylamayla “gizli” damgası vuruldu. Yani halka açıklanmadı. Rapor bugüne kadar gizlilik derecesini koruyor.
Pike Raporu, ABD’nin Kürtlere nasıl silah sağladığını içeren bölümüne şöyle başlıyor: “16 milyon Dolar içeren programın, Dr. Henry Kissinger’ın yabancı devlet lideriyle (İran Şahı) yaptığı özel görüşmeden sonra başkan (Richard Nixon)tarafından onaylandığı görülüyor…”
O sıralarda ise ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger Tahran’da İran Şahı’yla bir görüşme yapıyordu. Şah açık açık ABD’nin Kürtleri gizli silah ve para yardımıyla desteklemesini istiyordu. Görüşmede Şah, Kissinger’dan Kürtleri kazanmak ve Irak devletini tavize zorlamak için yardım istedi. İran Şahı’nın kafasındaki plan şuydu: “Kürtleri silahlandırarak ABD, Bağdat’taki Irak Devletini son derece zayıflatacak ve Kürt ayaklanmasına karşı koyamayan Irak’ı belirli tavizler vermeye zorlayacaktı. Tavizlerin başında da, Irak’ın, Körfez bölgesinde Şah rejiminin önderliğinde bir barışın sağlanmasına boyun eğmesi geliyordu. Bunun gerçekleşmesi halinde de ABD, anında Kürtlere verilen yardımı kesecek ve Kürtleri kendi kaderleriyle baş başa bırakacaktı. İran da ABD’ye yardım bakımından sınır kapılarını Kürtlere kapatacaktı.
İran Şahı da Nixon ve Kissinger’ın Tahran’a gelişlerinde bu yardımların gerekliliği üzerinde ısrarla durmuş ve Barzani’nin ihtiyaç duyduğu silahların listesini vermiştir. Nitekim Irak’ın petrolü millileştirme siyasetinin ardından ABD, Kürtlere silah göndermek için 16 milyon dolar ayırmıştır. Özel Komite’nin bu konudaki açıklamaları şöyle: “Amerika Irak’taki Kürtlere bu yardımları zafere ulaşmaları için yapmıyor; çünkü bu iş İran Kürtlerine de etki edip Şah’ı güç durumda bırakabilir. Bu nedenle yardım miktarı belli bir sınırda kalmalı, böylece Irak Ordusu yıpratılmalı, öte yandan Kürtlerin zafere kavuşmalarına yetecek kadar da olmamalı.
Kürtler çeşitli dış güçler odaklarca kendi amaçları için kullanılmaktadır. Nitekim Soğuk Savaş yıllarında Kürt meselesi, Amerika ile Sovyetler Birliği arasında hep bir denge (hesabı) unsuru gözüyle görülmüştür. Kürtlere “milliyetçi” olmaları hatırlatılırken asıl amaçlanan onları bölgede caydırıcı bir güç pozisyonuna getirmek olmuştu.
Zaten devamlı dış güçlerin destek ve yönlendirmesiyle hareket eden Kürt grupları, hep hüsrana uğramışlardır. Sivil Kürt halkı da bu yanlışların bedelini canıyla ödemiştir.
Irak Kürtlerinin Serüvenine Cezayir’de İndirilen Darbe
Cezayir’de 4 Mart 1975’te başlayan OPEC zirvesi, Başkan Bumedyene, Şah’la Saddam Hüseyin’i bir araya getirme imkanı veriyordu. Her akşam OPEC toplantısında Şah’la Saddam tam bir gizlilik içinde yüzmyüze geliyorlar ve tartışmalar şafak vaktine kadar devam ediyordu. Kahvaltı masası etrafında son bulan uykusuz son bir gecenin ardından OPEC üyelerinin huzurunda 6 Mart 1975 günü Cezayir Devlet Başkanı Bumedyen, çok önemli bir açıklama yaptı. Duyurulan açıklamaya göre, Irak ve İran arasında sorun tamamıyla çözülmüştü. İki devlet sınırının Şattül-Arab’ın ortasından geçmesini taraflar kabul etmişlerdi. Irak, İran’ın en zengin petrol yataklarına sahip Huzistan üzerindeki isteklerinden vazgeçtiğini duyuruyordu.
Barzani karargahında bir toplantı düzenledi ve şöyle dedi:
“Tek başımıza kaldık, hiçbir dostumuz yok, korkarım bu isyanı daha fazla idare edemeyeceğim ve İran’a gideceğim. İran bizimle olan sınırını 30 Nisan’da kapatıyor. Türkiye sınırları da kapalı. Irak ordusuna gelince güneyimizdeki ve batımızdaki bütün yolları tutacak. Ümidimizin kaldığına inanmıyorum. Eğer aranızda isyanı idare edebileceğine inanan varsa onu sonuna kadar destekleyeceğimi belirtmek isterim.”
9 Mart 1975’te Saddam Hüseyin ve Ahmet Hasan el-Bekir Kürt isteklerini tanımadıklarını açıkladı ve Irak hükümeti de Kürtlere şu mektubu gönderdi:
“Kendilerini KDP (Barzani’nin Partisi) diye isimlendirilenlere; biz ülkemize büyük zararlar veren kaçak ve hainlerin kökünü kazımaya kararlıyız.”
Barzani 10 Mart 1975’te Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’e telgraf çekti. “Ekselans Hazretleri” diye başlayarak, ABD’den medet isteyen Barzani, hiç bir şey elde edemedi. Kissinger Barzani’nin bu mesajına cevap dahi vermedi. ABD Kürtlere sırtını dönmüştü (satmıştı). Kissinger, kendisine, neden bu tür bir politika izlediği yönünde yıllar sonra yöneltilen soruya, “gizli operasyonlar misyonerlikle karıştırılmamalıdır” cevabını verecektir.
Önemli olan Amerika için Kürtler değil, çıkarlarıdır. Yıllardır Sovyetler Birliği, İngiltere, İran ve İsrail’e uşaklık ve piyonluk yapan Kürt gruplarının (Barzani ve Talabani) iflah olamayış sebeplerinden biri de budur. Bu dış güçler, bu grupları her zaman işlerine geldiği gibi kullanırlar. İşi bittikten sonra da bir limon gibi sıkar, kenara fırlatırlar. Vatanına ihanet edenlerin ve dış güçlerden medet umanların sonu bellidir. Kürtler, yaşamış oldukları acı tecrübelerden ve ihanetlerden ders almışa benzemiyorlar. Şimdi Irak’ta olanlara bakıldığında senaryo, oyun ve oyuncuların aynı olduğu tüm yalınlığı ile görülüyor.
Daha sonra Barzani Kürtleri satan, İran ve ABD’yi suçlamaya başlayacaktır. “Bize gayrı resmi yollardan yardım yapmayı taahhüt etmişlerdi. Ayrıca Amerikalılar İran’la aralarında bir kriz söz konusu olsa bile bizi gözden çıkarmayacaklarını (satmayacaklarını ) söylemişlerdi. İran’a gelince o da Irak’la anlaşmak için Kürtleri kullandı; şüphesiz bu iki devletin bu anlaşmadan bekledikleri yüksek çıkarları vardı.”
Iraklı Kürtler, Silah Sesleri Kesildiğinde Kendini Hep Yanlış Tarafta Buluyor
Amerikalı Araştırmacı Thomas Goltz, Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’yi şöyle anlatıyor: “Halkını sürüklediği bütün o felaketlerin ardından Molla Mustafa Barzani’nin ayakta kalmasını sağlıyordu. Bu felaketler o kadar çoktu ki… En ünlülerinden biri, Ksenophon gibi bir paralı asker komutanı olarak Stalin’in 1946 da İran’da kurdurduğu, kısa ömürlü ‘Kızıl’, Mahabad Özerk Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanıydı. Britanya ve ABD’nin baskısıyla 1947’de yıkıldı bu Cumhuriyet. Molla Mustafa ve adamları, kadınları, yaşlıları ve savaşamayacak durumda olan diğerlerini kaderlerine terk ederek Sovyetler Birliği’nin derinliklerine doğru 12 yıl sürecek yolculuklarına başladı.
Bağdat’la, Kürtlere petrol gelirlerinden pay veren ve kültürel özerklik tanıyan bir iktidar paylaşım anlaşması önerilmişti Molla Mustafa’ya. Muhtemelen dünyanın hiçbir yerinde hiçbir Kürt gruba yaşadıkları ülkenin hükümet tarafından bu kadar iyi bir anlaşma önerilmemişti.
Ama bununla yetinmeyen Molla Mustafa 1970′lerin başında bir kere daha isyan bayrağını açtı. Bu kez Bağdat’a ve Hüseyin Ağa Surçi gibi hükümete sadık Kürt aşiretlerine karşı İran Şahı’yla (ve İsrail gizli servisi MOSSAD’la) ittifak içindeydi. Kürtler arasında Barzani’ye karşı çıkanların (ya da belirsiz amaçlarını sorgulayanların hepsi) ‘caşh’ ya da hain olarak nitelendi ve buna göre muamele gördü. Barzani’nin Şah’la (ve MOSSAD’la dansı) 1975′te İran ve Irak arasında imzalanan (Henry Kissinger sayesinde), Şattül-Arap’ı İran’a veren ve Kürtlerin bir kez daha çöküşüne yol açan Cezayir Anlaşması’yla son buldu. Molla Mustafa ve adamları bu kez ABD’nin yolunu tuttu. Çok seyahat etti, çok harcadı ve sonunda kanserden Washington’da öldü.”
Bütün sorun da burada yatıyor. Hafızamız, Iraklı Kürtlerin en az 5 kez, silah sesleri kesildiğinde kendini yanlış tarafta bulduğunu gösteriyor. En son örnek 1991 baharında, Körfez Savaşı’nın hemen sonrasında Başkan Bush Kürtleri kendi kaderlerine terk ettiğinde yaşandı. ABD’yi ikiyüzlülüğünden, kendi yöneticilerinin de hatalı yargılardan dolayı suçlayan Kürt mülteciler dalgalar halinde Türkiye sınırlarına aktı. Mezopotamya’da hatıralar uzar gider, özellikle de kimin iktidara karşı kiminle, neden ve ne zaman işbirliği yaptığına dair yerel hatıralar.
Dış Güçler Tarafından Satılan Kürtler
Mesud Barzani’nin “Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi II” kitabında şöyle diyor: “Amerikan politikalarının bu mazlum ve mücadeleci halkın kaderi aleyhine komplolar kurmayı gerektireceğini ya da başkalarına bu mazlum halka kalleşlik etmelerinin yolunu açacağını aklımızın köşesinden bile geçiremezdik. Ama aklımızdan geçirmediğimiz bu ihanet gerçekleşti. İran Şahı’nın 6 Mart 1975 günü Kürt halkını arkadan bıçaklarken, Amerikan yönetimi Kürt halkına arkasını döndü. Bu halkın çağrılarına kulaklarını tıkadı. Bu trajedide en büyük günah Henry Kissinger’in omuzlarındadır. Sebep odur.”
Rahmetli gazeteci yazar Uğur Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesinde köşesinde kaleme aldığı yazısında “Kürtler bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtlerin arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD anti-emparyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi? diye sormuştu.
Tarih, büyük devletler tarafından kullanıldıktan sonra çöplüğe atılan toplumlarla ve “tarih yazacağım, devlet kuracağım” diye kendi toplumlarını mahveden hayalperestlerle doludur. Irak Kürtlerinin, kendi yakın tarihlerinden hiç de ders almamışa benziyorlar…
5 kez (1947,1975, 1988, 1991 ve 2017’de) dış güçler tarafından terk edilen(satılan) Kürtler, tekrar ihanete uğradıklarında belki akılları başlarına gelir!