Prof. Dr. Bekir TOPALOĞLU
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi İnceleme Kurul Başkanı /Türkiye
Değerli dinleyenler;
Bu toplantıyı tertip eden heyete, özellikle Caferider'in başkanına ve Selahattin Özgündüz'e çok teşekkür ediyorum. Toplantının tarihi de çok güzel seçilmiş; Resul-i Ekrem (sav) efendimizin doğumunun seneyi devriyesine denk gelmiştir.
Her şeyden önce biz Ümmet-i Muhammed'iz, son Peygamber'in ümmetiyiz. Hepimiz onun manevi himayesi altında, onun sünneti üzerinde, onun İslâm anlayışı üzerinde bulunmaktayız. İnşallah gönlümüzün, kalbimizin bütün temennileri budur. İslâm dininin bundan 14 asır önce ortaya çıkıp, diğer dinler arasında yerini alması benim düşüncem açısından bir mucizedir; fevkalade bir durumdur. Her ne kadar biz, Resul-i Ekrem efendimizin peygamberlikle görevlendirildiği dönemlerde bütün insanlığın yeni bir peygambere ihtiyacı bulunduğu, yeni bir mesaja muhtaç bulunduğunu söylüyorsak da konunun şöyle bir sosyolojik yönü de vardır. İnsanlar daima atalarından devraldıkları dine rıza gösterirler. O dinin hak veya batıl olması onları fazla uyarmaz… Bir toplumun mensubu bulunduğu dinin bazı tahrif edilmiş yönleri varsa çok az kişi bunun farkına varır. Her insan, her toplum bağlı bulunduğu dinin hak olduğunu sanır.
Böyle bir dönemde Muhammed b. Abdullah isminde bir zat ortaya çıkmış, o günün şartlarında hiç bir maddi avantajı bulunmadığı halde, sadece mübarek iki dudağı arasından fem-i saadetinden çıkan, Kur'an ayetlerinin ve ona benzer hidayet cümlelerinin çıkması ile dünya gündeminde yerini alabilmiş, yeni bir ilahî tebliğin veya hak dinin son halkasını teşkil eden İslâmiyet'in bir din olduğunu insanlığa kabul ettirmiştir. Onun vefatı sırasında, Arabistan Yarımadası'nın tamamı, isteyerek veya istemeyerek İslâm'a boyun eğmiştir. Bu, tarihi ve sosyolojik bir mucizedir, fevkalade bir olaydır. Aradan uzun zaman geçmeden, Müslümanlar dünya nüfusunun %25'ini teşkil etmiştir.
Bugün dünya nüfusu 6 milyar civarında ise 1,5 milyar Müslüman var demektir. İslâm nüfusu giderek artıyor, eksilmiyor. Bu sebeple bağlı bulunduğumuz dinin ve bunun tebliğcisinin kıymetini, değerini bilmek durumundayız.
Şimdi burada, bu ülkede bir olma, beraber olma, beraber çalışma toplantısı yapıyoruz. Bu toplantıyı tertip eden dernek, bu derneğin bağlı bulunduğu Şia, İslâm Dünyası'nda Sünnî gruptan sonra en büyük mezheptir. Tarihte birçok roller, İslâm'a hizmetler ifa edendir. Hepimiz bir arada ikimiz, iki cemaat bir arada bulunmaktayız. Aslında bizim birbirimizle olan anlaşmamız çok daha derindir. Şimdi ben bir hususu arz edeceğim. Bildiğiniz üzere bir Hadis-i Şerif var "İslâm dininde imandan sonra en büyük ibadet namazdır." Namazın kılınabilmesi için ezan okunması gerekiyor. Ezan insan ağzından tabii çıkan sestir. Çok tekrar edildiği için ona alışmış bulunuyoruz. Şöyle düşünmeliyiz: Bugün yerküresinin hemen her yerinde azınlık veya çoğunluk halinde Müslümanlar var, bunlar günde beş vakit ezan okur. Namaz vakitlerinin oluşması güneşe bağlı olduğundan günün hemen her dakikasında farklı yerlerde namaz vakitleri gerçekleşir, orada ezan okunur.
O açıdan düşündüğümüz takdirde yerküresinden diğer gezegenlere yükselen en büyük ses, en çok tekrar edilen ses Ezan-ı Muhammedî'dir. Ezanda Kelime-i Tevhid var. Resulullah efendimizin Allah elçisi oluşunun ilanı var. Biz günde beş vakit yerküresinin her tarafından belki her dakika, belki her saniye uzaya yükselen bu ilan ile zaten kardeşiz, birlik içindeyiz. Ezandan sonra okunan kıldığımız namazların sonunda tahiyyat okuruz.
Tahiyyatın baş tarafta her türlü tazimin, hürmetin, dua ve niyazın aziz ve celil olan Allah'a has olduğu ifade ediliyor. Ondan sonra Resulullah efendimize "esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuh" diye selam getiririz. Resul-i Ekrem efendimiz, hepimizin müşterek peygamberimiz, en çok sevdiğimiz insan. Ondan sonra da bütün Müslümanlara hitaben "esselamu aleyna ve alâ ibadillâhis-sâlihîn" diyoruz. Hem kendimize, hem kendimiz gibi yeryüzünde bulunan bütün Müslümanlara, belki de Müslüman olmadığı halde bulunduğu yerde yapabildikçe Allah' a inanan ve kullukta bulunan Ehl-i Fetret'ten sayılan insanlar da var. "İbadillahis-salihin" içinde ben şahsen onları da düşünürüm. Onlara da selam veriyoruz, ne kadar hakiki manada dindar varsa yeryüzünde. Sonra "salli barik" okuruz. Burada hem Resulullah efendimize hem de onun âline de salâvat getiririz, dua ederiz ve içtenliğimizi, samimiyetimizi, bağlılığımızı arz ederiz. Buradaki "âl" kelimesinin yanında diğer bütün Müslümanlar da vardır. Böylece her namazda birlik ve beraberliğimizi tekrar ediyoruz.
Bütün dinlerde mezhep vardır. Din, manevi hayatı düzenleyen, insanın kalbini, gönlünü, davranışlarını düzenleyen, ona yol yöntem gösteren ve nihayet edebi hayatın mutluluğuna doğru sevk eden kurumdur. Dinî metinlerin ifadesi mecazi olabiliyor, çoğu zaman mistik oluyor. Onun bütün insanlar tarafından kültürleri, seviyeleri, coğrafyaları, anlayışları, dilleri farklı insanlar tarafından aynı şekilde algılanması ve yaşanması mümkün değildir. Bununla birlikte biz büyük bir daire içinde yine İslâm dairesi içinde bulunuruz.
Kuran-ı Kerim'de Cenab-ı Hak'kın dileseydi bütün insanları tek bir millet, tek bir ümmet yapacağı ifade edilir; ama insanlar öyle değil, farklı farklıdır, mezheplere bölünürler. Ayet-i kerimenin bu kısmı bazı müfessirler tarafından "Allah onları ihtilaf etmeleri için yarattı" diye yorumlanmıştır. Yani ihtilaf etmemeleri mümkün değil. Bununla birlikte mezheplere ayrılmayı hiçbir zaman İslâm'dan kopma manasında anlamamalıyız.
Önemli olan İslâm'ın büyük dairesinin içinde dolaşmaktır, ayrı ayrı yerlerde bulunabilmektir; ona müsaade vardır. Mezhepler tarihi araştırmacılarının yaptıkları çeşitli çalışmalar sonunda varılan netice şudur:
Dünyada Müslüman'ım diyen mezheplerin %99'u İslâm dairesi içindedir, sadece %1'i aşırı uçlara kaçmış ve İslâm dairesinden çıkmıştır. %1'lik bir fire çok basit bir firedir. Dinler tarihi boyunca hiçbir din, bu kadar başarı kazanamamıştır.
Aziz dinleyenlerim;
Bugünün dünyasında sayısız akım var, felsefe var, düşünce var, ideoloji var. Bunların reklâmları var, basınları var, Hatta baskı ve savaş yoluyla kabul ettirilmesi çabaları var. Buna rağmen Müslümanlar kendi dinlerini %99 oranında benimsemeye ve ellerinden geldikçe onun yolunda hareket etmeye çalışmaktadır.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki biz Müslümanlar iki önemli konuda göreve davet edilmekteyiz: Biri, Müslüman olmayan kitleleri İslâm'a davet… Bunu sözle, davranışlarımızla, hayat tarzımızla sağlamalıyız. İkincisi de birbirimizi irşat etmek. %99'un içinde bulunan bizler çeşitli yerlerde bulunabiliriz. Bazı farklı düşüncelerimiz de olabilir ama bunlar Usul-u Din'de, dinin temel ilkelerinde değildir.
Temel ilkeden ayrılan zaten dinden kopmuş olur. Bu alanlarda da birbirimizi irşat etmeliyiz. Bunun için de böyle toplantılar tertip etmek gerekmektedir. Kalben daima birbirimize iyi niyet beslememiz gerekiyor.