Ah Yemen ah!
Arap-İslam NATO’sunun atış poligonu!
Muhteşem toprak mimarisiyle yüzyılların mirası üzerinde kas güçlerini test ettiler; yıkarak, yakarak ve masumları katlederek.
2015’de adını önce ‘Teröre Karşı İslami Koalisyon’ koydular. Bir düşman belirlemeden bu koalisyona ivme kazandıramayacakları için misyonu ‘İran yayılmacılığına karşı koymak’ olarak tanımladılar. İran ekseninde görülen Husiler de Yemen’i hedef olarak seçmenin bahanesiydi. İttifakın adı 2017’de birden bire ‘İslami Askeri Koalisyon’ oluverdi. Trump yönetimi bu konseptin içine ‘İran’ın kollarını kesme’ stratejisi ile İsrail’i selamete taşıyacak ‘Yüzyılın Barış Planı’nı saplayarak ‘Ortadoğu Stratejik İttifakı’ tanımıyla koalisyona yeni bir cila attı.
Başından beri koalisyon görüntüsü hokkabazlıktan öteye geçmese de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği bu bloka el veren ortakların her biri kısa sürede ‘nifak’ yuttu.
Yemen’deki savaşa fiilen katılan ülkelerin başında gelen Katar, Müslüman Kardeşler’e desteğini kesmediği ve İran’a karşı açık cephe almaktan kaçındığı için Riyad-Abu Dabi ikilisinden zılgıt yedi ve ortaklıktan çekildi.
Başlangıçta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye ve Irak’taki hezimetlerin acısıyla İran’a karşı bu koalisyonun gönüllü sözcüsü olarak diplomasiye kurşun döküyordu. Öyle ki iktidar medyası, Fars yayılmacılığından bahsedip İran tanklarının İslam’ın iki kutsal kenti Mekke ve Medine’yi çiğnemek üzere olduğunu yazıyordu. Türkiye’nin Körfez’le Suriye’de ortaklığı bittiği gibi pek çok yerde Suudi-Emirlikler ikilisiyle vekâlet savaşı içine girildi. Mısır ve Pakistan gibi diğer ortakların ikircikli tavırlarına tek tek girmeyeceğim. Bugünün konusu koalisyonun iki motor gücü Suudi Arabistan ve BAE arasında patlak veren nifaka dair.
Suud’un himmetiyle Riyad’da ‘Yemen Devlet Başkanlığı’ koltuğunu soğutmayan Mansur Hadi, BAE’yi kendilerine darbe yapmakla suçluyor. Suçlama çok afaki değil. Ortada ‘harbi’ bir durum var. Geçen hafta, BAE’nin eğitip donattığı Hizam el Emni (Emniyet Kemeri) güçleri, Husiler tarafından başkent Sanaa’dan kovulduktan sonra Aden’i geçici başkente dönüştüren Hadi hükümetinin kullandığı Maaşık Başkanlık Sarayı ve üç askeri karargâhı ele geçirdi. Bu hamle, Husilerin 1 Ağustos’ta Hizam el Emni güçlerine ait El Cela Karargâhı’ndaki askeri töreni hedef alan insansız uçak saldırısından sonra geldi. Saldırıda Ebu Yemame mahlaslı komutan Münir el Yafii ile birlikte 49 kişi öldü. Hizam el Emni, Hadi hükümetindeki İslamcıları Husilere yardım ve yataklıkla suçlayıp kuzeyden gelenlere savaş ilan etti. İki kamp arasındaki düşmanlık böylelikle kızıştı.
Savaşta ortaklar ama her birinin de sahada elinden tuttuğu yerel ortakları var. Bu da gündemlerinin farklılaşmasına neden oluyor. Basitçe Suudiler, son yıllarda Emirlikler gibi farklı coğrafyalarda Müslüman Kardeşler (İhvan) projesini çökertmek için elinden geleni yapsa da Yemen’de İran nüfuzuna karşı Sünni güç olarak İhvan’ın uzantısı Islah hareketini destekliyor. Beraberinde başka aşiretler ve tabi değişmez joker oyuncu El Kaide de var.
Emirlikler, İhvan konusunda daha katı ve Yemen’de buna istisna yapılmasına karşı çıkıyor. Peki, Emirlikler kime el veriyor? Onlar da 1967-1990 arasında olduğu gibi bağımsız Güney Yemen’i yeniden inşa etmek isteyen Güney Geçiş Konseyi’ne yatırım yapıyor. Hizam el Emni de bu konseyin askeri kanadı. Konseyin başkanı Aydarus el Zubeydi ise günlerini BAE’de geçiriyor. Emirlikler 2015’ten bu yana bu güçle birlikte 90 bin milis gücünü eğitip donattı. Ayrıca BAE’nin Eritre’de bir askeri üste eğittirdiği 10 bin Sudanlı paralı asker Güney Yemen’de emre amade.
Bir süredir Riyad ile Abu Dabi arasında alttan alta bir kavga vardı: Suudiler Emirlikler’i, Yemen’i bölüp güneyine çökme planı kurmakla suçluyor. Aslında iki aktör oyun sahasını başından paylaşmış durumda: Suudiler sınırlarına yaslanan kuzeyle, Emirlikler güneyle meşgul. BAE için güneyi değerli kılan faktörler az değil: Afrika Boynuzu ile Yemen arasındaki dar geçit Bab el Mendeb’e bakan Aden limanıyla değer arz ediyor. Halihazırda Eritre, Somaliland ve Puntland’de üsler kurmuş olan BAE kendi güdümünde bir Güney Yemen’le birlikte kafasındaki stratejik haritayı tamamlamış oluyor. Bu haritanın diğer ucu ilişkilerin derinleştiği Hint Yarımadası’na gidiyor.
Bu tür stratejik hesapların tam ortasında Emirlikler geçen temmuz başında Yemen’deki güçleri azaltma kararı aldı. Bu da kafa karışıklığına yol açtı. BAE Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş bunun mutlak bir çekilme olmadığını, şimdiye kadar ‘savaş öncelikli strateji’ izlediklerini, bundan böyle ‘barış öncelikli strateji’ takip edeceklerini savundu. Boyutu ne olursa olsun bu bir çekilme ya da güç azaltma. Arkasında da birkaç neden yatıyor:
– İran’ı ‘bunaltma’, ‘istikrarsızlaştırma’ ve ‘çökertme’ stratejisinde ABD’ye arkadan gaz veren Emirlikler’in, Tahran’la kavganın olası boyutlarını kavramakta gecikmediği anlaşılıyor. İddiaya göre mayısta Umman Körfezi’nde birkaç tankere yönelik saldırıyla afallayan BAE, İran’ın 20 Haziran’da Amerikan insansız uçağını düşürmesinin ardından kendi içinde müdahaleci dış politikayı tartışmaya açtı. Yani İran’la olası bir savaşın ön cephesi haline gelmeyi göze alamayacaklarını gördüler. Abu Dabi Emirliği’nin şekillendirdiği dış politikadan özellikle de Dubai Emirliği rahatsız. Altı emirlikten biri olan Dubai, abluka altındaki İran’ın dış ticaret ağlarını ördüğü merkezlerin başında geliyor.
Bu arada Suudi Arabistan’a füze ve insansız uçaklarla misilleme yapan Husiler de savaştan çekilmezse BAE’nin de hedef alınacağı tehditlerini artırmış durumda.
ABD ile BAE arasında imzalanan savunma işbirliği anlaşmasının yürürlüğe girmesinden iki ay sonra BAE yetkililerinin Tahran’a gidip Ortak Sahil Güvenlik Toplantısı’na katılması tesadüf değil. Ayrıca BAE’de iki banka Amerikan yaptırımlarına rağmen İran’la finansal işlemlere onay verdi. İranlılar da BAE’nin dış politikasındaki değişime dikkat çekiyor.
– İran faktörünün yanı sıra Yemen savaşının artık başarısız bir müdahale olarak tarihe geçeceği kesin. BAE, küçük korsan gemileri gibi kolay kaçabilen bir ülke. Cepheden erken ayrılarak sadece başarısızlığın yükünü değil insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili faturayı da müttefikinin kucağına bırakıyor.
– Ayrıca son zamanlarda hükümet politikalarına yansımaları sınırlı olsa da gerek ABD gerek Britanya’da Yemen’de işlenen suçlar nedeniyle Suudiler ve Emirlikler’e silah satışının durdurulmasına yönelik fren mekanizmaları devreye girdi. BAE çapında bir devlet Londra ve Washington’da baş ağrısına gelemez.
Bu çekilme farklı kaynaklardan gelen riskleri azaltma taktiği olarak not edilse de BAE’nin Yemen’den elini eteğini tamamen çekeceği anlamına gelmiyor. Suudi Arabistan sırlarına bitişik bölgelerde kök salan Husilerle savaşı Suudilere bırakıp İran’ın radarından çıkarken güneyde 90 bin milis gücüyle kendi güdümünde bir devletin kurulmasına oynuyor. Bu da BAE’nin stratejik öncelikleriyle uyumlu.
Fakat bu hesapların ötesinde bir hakikat ortaya çıkıyor; Amerikan, Fransız ve İngiliz silahlarıyla donanmış çakma Arap-İslam NATO’su ilk askeri denemesinde kendi bataklığını yaşadı.
Ne yazık ki bunların forsu Yemenlilerin geçmişine ve geleceğine patladı. Olan dünyanın kör, sağır ve dilsiz kesildiği bu müstesna coğrafyaya oldu.
Kim ne kazandı? Ya da bu tablo karşısında kim daha zavallı? Evinde milyonlarca Müslüman’a şeytan taşlatan Suudiler ve ortakları mı; gökleri delen binalarından kibirle bakanlara itaat etmeyen yalın ayak Yemenliler mi? Kim daha acınası?
Fehim Taştekin/Gazeteduvar