Türk dış politikasında dönüşüm sancısının yaşandığı bir dönemde Suriye krizinin etrafında gözden kaçan bir dizi çarpıcı gelişme ardı ardına geldi. İran, Suriye ve Rusya savunma bakanları 9 Haziran 2016’da Tahran’da buluştu. Suriye krizi çıktığından beri birbiriyle yakın çalışan üç ülke arasında ilk kez bu tür bir toplantı gerçekleşti. İran devlet televizyonu bu toplantıyı “Suriye savaşında nihai aşamaya geçildi” diye yorumladı.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile Tayyip Erdoğan arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Bu görüşmede de bölgesel konular ele alındı.
8 Ağustos’ta Bakü’de İran, Azerbaycan ve Rusya liderleri zirve yaparken Türkiye’nin yerinin de masada hazır olduğu mesajı verildi. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı İbrahim Rahimpur darbe girişimi karşısında Batılı müttefiklerinden aradığı desteği bulamayan Erdoğan’ın da zirveye katılması gerektiğini belirtti: “Vladimir Putin ve Hasan Ruhani’nin Erdoğan’a verebileceği desteği, ne Arap ne de Batı ülkeleri veremez.”
Erdoğan’ın 9 Ağustos’taki Rusya gezisinde Suriye krizinin çözümü için istihbarat, dışişleri ve askeri kanatların katılımıyla ikili mekanizma kuruldu.
12 Ağustos’ta İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, Ankara’daki kritik temaslarında bölgesel konuların çözümü için olası iş birliği mekanizmalarını müzakere etti. Bu temaslarda Türkiye, İran ve Rusya arasında bölgesel iş birliği perspektifi öne çıktı.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Cabiri Ensari, 15 Ağustos’ta Kremlin özel elçisi Mihail Bogdanov’u ağırladı. Konu yine Suriye’ydi. Zarif’in Ankara ziyareti hakkında bilgi veren Ensari’ye göre Suriye krizinin çözümü konusunda Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal birliğinin korunması başta olmak üzere ana ilkelerde uzlaşma sağlandı. Ayrıca her iki taraf da Suriye halkının oylarıyla kapsamlı bir ulusal hükümetin kurulması konusunda mutabık kaldı. Ensari, “İran-Rusya-Türkiye üçlüsünün kurulmasını ne kadar gerçekçi görüyorsunuz?” sorusu üzerine amaçlarının başka ülkelerin hassasiyetlerini tahrik edecek ittifaklar kurmak değil, “hiçbir yabancı aktör bölge halkları adına karar vermemelidir” ilkesi etrafında ülkelerin görüşlerini birbirine yaklaştırmak olduğunu söyledi.
Tahran gelişen çapraz diplomasiye üçlü mekanizma demekten kaçınıyor. Kuşkusuz Suriye’deki dayatmalardan kaynaklansa da emperyal miraslar üzerinde oturan üç gücün ittifakı “tarihi” olur. Ama bunun olması, Suriye üzerindeki iş birliğinden çok daha fazlasını gerektiriyor.
Türkiye-İran yakınlaşması kuşkusuz özellikle Suriye konusunda Türkiye’nin ABD, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail ekseninden uzaklaşması anlamına geliyor. Peki, bu ne kadar mümkün? Malum iki ülkenin Suriye krizine yaklaşımları taban tabana zıt. İran’ın hiçbir esneme göstermediği dikkate alındığında Türkiye’nin epeyce zikzak yapması gerekecek. İran öteden beri Suriye krizinin çözümü için dört ayaklı bir öneride bulunuyor:
•Ateşkes
•Ulusal birlik hükümetinin kurulması
•Bütün etnik ve dini grupların hassasiyetlerini yansıtan bir anayasanın hazırlanması
•Uluslararası gözetim altında seçimlerin organize edilmesi.
Bu plan Kürtlerin desteğini de almayı hedefliyor. Türkiye’nin seyir çizgisinin geldiği yer ise şu: Mümkünse Esad gitsin, gitmiyorsa da Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin kurduğu fiili özerkliği bitirecek bir siyasi çözüm bulunsun. Anahtar kelime artık Esad’dan ziyade Kürtler. Peki, iki ülkenin yaklaşımı böyleyken Ankara’da üzerinde uzlaşma sağlandığı söylenen temel ilkelerle ilgili nasıl bir ilerleme sağlanacak? Madde madde gidelim:
Türkiye açısından toprak bütünlüğü parantezinde Suriyeli Kürtlerin özerkliğine son verilmesi var. Ne var ki İran ve Rusya meseleye Türkler gibi bakmıyor. Elbette Kürtlerin bağımsızlık yolunda atacakları adımlar karşısında Türkiye ve İran’ın pozisyonu aynı: Sınırlar değişemez.
İran başından beri Suriye ve Irak’la ilgili tartışmalarda Türkiye ile iş birliği zemini ararken sınırların değiştirilmesine yönelik Batılı komplolara işaret ediyor. Ayrıca Suriyeli Kürt aktörler Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) PKK ile ilintisi Türkiye kadar İran için de sorun. Bugün Türkiye’yi Batı ile karşı karşıya getiren de bu korku.
Ancak İran yönetimi şimdiye kadar PYD ve YPG’yi terör örgütü olarak nitelendirmedi. Üstelik Kürtlerin İslam Devleti’ne (İD) karşı verdikleri mücadeleyi takdir etti.
Tahran’ın Rojava’ya yaklaşımını önemli ölçüde Suriye’nin izlediği ya da izleyeceği politika tayin ediyor. Bu minvalde sadece İran değil Rusya’nın da hassasiyetini yansıtan iki kırmızı çizgi var: Toprak bütünlüğünün korunması ve Suriye’nin kuzeyinde Amerikan çizmelerine daha fazla yer açılmaması.
Ankara’nın Kürtlerle ilgili beklentileri bu hassas dengeler açısından ters sonuçlar doğurabilir.
Ankara-Tahran arasında ikinci mutabakat konusu Suriye halkına dışarıdan dayatma olmadan kendi kaderini tayin etmesi ve ulusal birlik hükümeti kurulması. Bu mutabakatın nasıl ilerletileceği de belirsiz. Türkiye, Esad’lı bir sürece rıza gösterdiğine dair şimdiye kadar açık bir deklarasyonda bulunmadı. İran ise bu konuda çok net. En son dini lider Ayetullah Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti İran’ın Esad’a yaklaşımında bir değişiklik olmadığını yineledi.
Aşırılıkçılık ve terörle mücadele konusunda da herkes kendi filini tarif ediyor. İran, adını Şam’ın Fethi Cephesi olarak değiştiren Nusra dâhil Türkiye’nin doğrudan ya da dolaylı olarak desteklediği örgütlerin kökünü kazımaktan bahsediyor. Türkiye ise yolun sonuna geldiği halde bu gruplarla oyununu sürdürüyor. Son olarak Türkiye, Halep cephesinde savaşmaları için 1000 militanın sınırdan geçişine izin verdi.
İranlılar Türkiye sınırlarının kapatılması halinde Suriye’deki krizin büyük oranda çözüleceğine inanıyor. Tam bu noktada Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un bir açıklaması önemli. Lavrov, BM Güvenlik Konseyi’nin 2165 sayılı kararı çerçevesinde Suriye sınırındaki iki kapının uluslararası denetime açılması konusunda Türkiye ile anlaşmaya vardıklarını söyledi. 2165 sayılı karar, yardım malzemelerinin geçişi için kullanılan Bal El Selame ve Bab El Heva’nın BM denetimine açılmasını öngörüyor. Lavrov’un sözünü ettiği şekilde Türkiye’nin bunu kabul etmesi silahlı grupların lojistik ve militan akışının kesilmesi anlamına geliyor. Ankara bu konuda sessizliğini koruyor.
15 Temmuz darbe girişiminde Erdoğan’a verdiği desteği fırsata çeviren İran, Suriye krizinde aranan ortaklığın ötesinde Türkiye’ye yeni bir eksen tarif ediyor. Bu, bölgesel ve küresel meselelerde ortaklık gerektiren bir eksen. Muhafazakâr Türk dış politikası ise bize İranlılarla iyi geçinin, Ruslarla düşman olmayın, sırtınızı doğuya yaslayıp yüzünüzü Batı’ya dönün der. Tarihi tecrübeler de der ki Farslarla Türkler birbiriyle iyi geçindiğinde bölgesel sorunların üstesinden gelirler. Kavga ettiklerinde de sorunları katlayarak büyütürler.
al-monitor