İman sözlükte her türlü inanç ve tasdik anlamındadır. Muhakkiklerin ıstılahında ise peygamberin buyurduklarına kalbi inanç ve yakini malumatın tasdikidir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَـئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ” “İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.”[1]
İman sözlükte her türlü inanç ve tasdik anlamındadır. Muhakkiklerin ıstılahında ise peygamberin buyurduklarına kalbi inanç ve yakini malumatın tasdikidir. Peygamberin tanınması Allah’ın tanınmasından ayrı değildir. İşiten, gören, alim ve kadir olan Allah peygamberler göndermiş ve Kur’an’ı Hz. Muhammed (s.a.a)’e nazil etmiştir. Keza İslam ümmetinin üzerinde ittifak edip kabul ettiği haram, helal, müstehap ve farzları izah etmiştir.
Dolayısıyla iman; en az ne çok bütün bu meseleleri kapsamaktadır. Zira bundan azı iman sayılmamaktadır. Bundan çoğu da imanın kendisi değildir, imanın kemalidir.
İmanın Alamet ve Nişaneleri
İmanın nişanesi şudur; insanın bilmesi gereken şeylerden haber olması, söylenmesi gereken şeyleri söylemesi, yapılması gerekenlerle amel etmesi ve sakınılması gereken şeylerden sakınıp uzaklaşmasıdır. Bu söylediklerimize “Amel-i Salih” denilmektedir. Bunlar imanın gereksinimi olup her an azıp çoğalabilir. Bu yüzden Salih amel daima imanla birlikte zikredilir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ” “Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler”[2]
İmanın Dereceleri
İmanın dereceleri vardır ki en düşük derecesi dil ile imandır. Allah Teala bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ” “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.”[3]
Başka bir yerde de bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ” “Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (Müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir.”[4]
Bunun bir üst derecesi taklidi imandır. Yani mümin iman etmesi gereken her şeye kesin bir şekilde iman etmiştir. Ancak imanının zevali olasıdır. Tabii kesin imanın hasıl olmasından sonra salih amel de peşi sıra gelir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا” “Müminler ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyip, Allah yolunda cihat edenlerdir.”[5]
Bunun bir üst derecesi de gaybi imandır. Allah Teala bunun hakkında şöyle buyurmaktadır:
“الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ” “Onlar gaybe inanırlar”[6]
Böylesi bir iman bir tür içsel basiretle yoldaştır. Bunun gereksinimi dinde sabit olmaktır. Bu aşamadaki bir mümin sanki gayb perdelerinin ardındaki hakikatleri müşahede eder.
Bunun bir üst derecesi kamil imandır. Allah Teala bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا” “Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır.”[7]
Allah Teala sonrasında da şöyle buyurmaktadır:
“أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا” “İşte onlar gerçekten mü’minlerdir.”[8]
Böylesi bir iman yakinle birliktedir ve imanın en üstün derecesi sayılmaktadır ki biz bunu daha sonra açıklayacağız.
Seyr-i sülukta gaybi iman veya en azından taklidi iman olmazsa imanın hiçbir faydası yoktur. Zira dil ile iman aslında iman değildir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إِلاَّ وَهُم مُّشْرِكُونَ” “Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.”[9]
Seyr-i süluk için insanın daha üstün bir imana ihtiyacı vardır. Zira eğer alemin yaratıcısına ve mutlak kamil vücuda kesin bir iman olursa bu inancın gölgesinde insanın ruhu sükunete erer. Böylece insan için seyr-i süluk mümkün olur ve rahat bir şekilde hedefine ulaşabilir.
Sebat
Allah Teala sebat hakkında şöyle buyurmaktadır:
“يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ” “Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar.”[10]
Sebat imanla birlikte olmadıkça nefsin itminanı ve nihayetinde de kemal talebi müyesser olmaz. Zira akaidinde sağlam olmayan kimse kemal talebinde bulunamaz. İmanın sebatı da; kamil ve kemalin mevcut olduğuna dair inancın kesin bir şekilde hâsıl olmasıdır ve bu kesin inanç hasıl olmadıkça kemal talebi de hasıl olmaz. Kemalin talep kararı ve bu yolda istikrar hasıl olmadığı zaman seyr-i süluk da mümkün olmaz. Karar alan ama bu uğurda sebatı olmayan kimse Allah Teâlâ’nın buyurduğu aşağıdaki ayetin mısdakı olur.
“كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطِينُ فِي الأَرْضِ حَيْرَانَ” “şeytanların saptırıp şaşkın bir halde çöle düşürdüğü kimseler gibi”[11]
Aslında şaşkın ve ne yapacağını bilmez kimseler karar da alamazlar. İnsan belli bir tarafa yönelmedikçe hareket edip seyr-i süluk yoluna da giremez. Böyle bir insan hareket bile ederse hareketi faydasız ve hâsılsızdır.
Bir ferdin sebatının nedeni; içsel basiret, inancının hak olduğuna dair inancı, kemale ulaşma lezzetini algılaması ve bu içsel haletin yok olmayacak şekilde kendisinde meleke olmasıdır. Bu yüzden istikrarlı kimselerden daima salih ameller zahir olur.