Ah Kûfe! Hani sen enbiya, evliya yurduydun!
Üzerine nasıl bir uğursuzluk çöktü ki, adın vefasızlık ve ihanetle anılır oldu?
Kûfe’yi andığımızda insanın için büyük bir hüzün kaplıyor.
Kûfe’de Ebul-Beşer Hz. Âdem ve ikinci Ebul-Beşer Hz. Nuh’un mezarı bulun-maktadır. Onların hemen yanı başına Şah-ı evliya Ali Murtaza’nın na’şı defnedilmiştir.
İslami erdem ve ilkelerden asla şaşmayan, müminlerin emiri, adalet şehidi imam Ali başkanlığındaki İslam devletinin, başkenti olmuştur Kûfe.
İşte insanın içinde tufanlar koparan, yüreğini kanatan, kalbimi pareleyen, kelimeleri boğazıma kilitleyen, gözyaşlarımı sel eden, tarihin bu sayfalarıdır.
Kûfe’nin Ali hükümetine başkent olması da ayrı bir hüzün yumağı.
Ancak hüznün kaynağı bu değil…
İnsanı üzen Kûfe’nin beş yıllık Ali hükümetine başkent oluşu ve sonrasında Ali ve evladının uğradıkları bela ve musibetlerdir.
Derin üzüntülerimin ve gözyaşlarımın sebebi budur.
Aşura!!
Peygamberimizin ağladığı gün.
Ve onun hanedan-ı celilesinin târ-u mâr olduğu,
Gülzar-ı Mustafa’ya, hazan yelinin estiği gündür.
Bugün kalbi peygamberle çarpanların, peygamberle ağlayıp onunla gülenlerin, yas günüdür. Muhammed Mustafa yaslıyken, hangi mümininin gönlü şad olabilir?!
Bugün işte bunun için keder ve hüzün çöküyor insanın yüreğine.
Böyle bir günde bu konuyu anlatmak için en uygun yerin “İstanbul- Halkalı Aşura Meydanı” olduğunu düşünüyorum.
İnsanı üzen ve ağlatan Kûfe’yi, anlatırken kelimeler insanın yüreğinde düyümleniyor.
Evet, O dönem Kûfe’sinde, beni derinden üzen şeylerden birkaçını sizlerle paylaşacağım. İslam peygamberinin yetiştirdiği birinci şahsiyet, hiç şüphesiz şah-ı velayet, Haydar-ı Kerrar, Fatih-i Hayber, Sıddıyk-ı Ekber, Aliyy-i Murtaza’dır.
Fazilet, Kur’an ölçüsünde iman, ilim, takva, cihat ve adalet olarak gösterilmiştir. Bütün bu özelliklerin imam Ali’de fazlasıyla bulunduğundan kimsenin şüphesi yoktur.
Sahih kaynaklar bunu ittifakla kabul etmektedir..
Bunun içindir ki Hz. Ali, İmam-ul muttak’iyn emir’ül muminin, Bab-ı Medinet’il- ilm ve Esadullah ünvanlarına sahiptir.
Böyle değerli bir imam, bütün Müslümanların oy birliğiyle, hatta zorlamasıyla devletin başına getirilmişti. Ancak onun, hürriyet, adalet ve eşitliği esas alan hükümet programını açıklaması, bazı menfaatçileri rahatsız etmişti.
İmam Ali, zalim yöneticiler eliyle adalet dağıtılamayacağı için hükümetinde zalim kadrolara yer verilmeyeceğini bayan etmişti.
Bu açıklama, devlet yönetimindeki menfaatçi gurupları da rahatsız etmişti…
Bu iki zümreye, İmam Ali’yi öteden beri çekemeyenler ve makam düşkünlerinin de katılmasıyla, İmam Ali güçlü bir muhalefetle karşı karşıya kalmıştı...
Muhalifler, kıskançlık ateşi, makam ihtirası ve her türlü menfaat beklentisi içindeydi.
Bu sebepten dolayı muhalefetin İmam Ali’ye karşı tavrı acımasız, anlamsız ve ilkesiz bir düşmanlığa dönüşmüştü.
İmam Ali’nin yirmi beş yıldan beri sergilediği ilkeli ve sorumlu muhalefet yerine onlar, ilkesiz, sorumsuz ve sınır tanımaz bir muhalefet modeli ortaya koymuşlardı.
Ne yazık ki muhaliflerin düşmanlık duyguları, on binlerce sahabi ve tabiinin kanını akıtacak noktaya ulaşmıştı.
İç savaşlarla Hz.Ali’yi öyle meşgul ettiler ki, böylesine kusursuz bir İmam’ın olağan İslami yönetim modelini tam olarak ortaya koymasını adeta imkânsız kıldılar.
Böylece İslam ve insanlığa çok büyük kötülük ettiler, çok!!!
İşte bu, insanı derinden üzmektedir.
Oysa İmam Ali muhalefetteyken bile askeri, ilmi, siyasal ve sosyal alanlarda hükümete yardımcı olmuş, Müslümanlar arasındaki ihtilaf fitne ve çatışma çıkmaması için, elinden gelen her şeyi yapmıştı.
Ama ne yazık ki o iktidardayken İlkeli, erdemli ve yapıcı bir muhalefetten mahrum kalmıştı.
Kûfeliler, Sıffıyn savaşında kılıç bırakmakla kalmayıp, imam Ali’nin atadığı hakemi de kabul etmeyerek, özgürlüğü de, eşitliği de, adaleti de, Amr bin As’ın oyunuyla, zalim Emeviler’in eline teslim etmiştir.
Kûfeliler, daha sonralar binlerce mektupla imam Hüseyin’i Kûfe’ye davet ettiler. İnsanlık için yeni bir umut doğmuştu… Kûfeliler, imamın gönderdiği temsilcisi Müslüm bin Akil’e, biat etmişlerdi. Ne yazık ki biat eden Kûfeliler Yezid tarafından Kûfe valiliğine yeni atanan Ubeydullah bin
Ziyad’ın tehditlerine boyun eğerek, imamın amcazadesi olan temsilcisini yalnız bırakıp, ölüme terk ettiler.
Böylece umut ışığı, daha doğmadan sönmüştü... Kûfeliler, bu faciadan yaklaşık yirmi yıl önce de Peygamberimizin en büyük torunu olan imam Hasan’ın, iktidarı Muaviye’ye bırakmasına da sebep olmuşlardı.
Kûfeliler, bu vefasızlık ve ihanetleriyle insanlığın istikbaline de, tarihine de yazık etmekle kalmayıp, yüreğimize de kıyamete kadar sönmeyecek bir kor ateş bıraktılar.
Evet, kan olup kalbimizde kaynayan, sel olup gözlerimizden akan, tarihin en derin kederi Kerbela!..
Şimdi yüreğimi pareleyen Kûfe’den bahsetmenin zamanıdır. Kerbela deyince ilk akla gelen, hiç şüphesiz, Hüseyin’in yanında sevgili bacısı Zeynep’tir.
Elbette her kardeş, öz kardeşini sever. Ama Hüseyin’le Zeynep’in, birbirine sevgisi hiç kimseyle kıyaslanamaz. İki kardeşten öte, birbirinin, adeta canıydı, ruhuydu onlar.
Onları birbirine bu denli bağlayan belki de ortak kaderleriydi, Kerbela destanıydı.
Onlar, biri erkeklere, biri bayanlara, zalime karşı verilecek özgürlük, adalet ve eşitlik savaşının, ölçülü, ilkeli ve kusursuz örneğini sunacaklardı.
Onları ölümsüzleştiren ve unutulmaz kılan da bu özellikleriydi. Burada Zeynep’ten bahsedeceğim. Bu peygamber çiçeğinin, hayatında mutlu geçen yaklaşık beşer yıllık, iki küçük dilim olmuştur. Birinci beş yıllık dilim, dedesi Peygamberin kucağında, Ali ve Fatıma ocağında ve ağabeyleri Hasan’la Hüseyin’in yanında, saadetle geçirdiği çocukluk yıllarıdır.
Ah! Ne mutlu ve kutlu yıllardı, Zeynep için o yıllar.
Ama ne yazık ki uzun sürmedi…
Daha beş yaşındayken sevgili dedesi Hz. Peygamberi ve takva, iffet ve ismet timsali, bütün hanımların hanımefendisi olan annesi Hz. Fatıma’yı kaybetmesiyle, mutluluk sona ermiş, yirmi beş yıllık acı ve keder dönemi başlamıştı.
Ta ki babası Emir”ül- Müminiyn Ali’nin ittifakla devletin başına getirilip, sonra da Kûfe’yi başkent yaparak, bütün aile efradıyla birlikte oraya taşındıkları zamana kadar…
Burada, beş yıl süren babasının adil hükümeti dönemi, Zeynep’in en mutlu yılları olmuştu.
Kûfe, Zeynep’i iki defa karşıladı…
Kûfe’ye Zeynep’in ilk gelişi muhteşem olmuştu. Zeynep Kûfe’de coşkuyla, başına güller, yoluna çiçekler serpilerek karşılanmış, Kûfe’li kadınların dertlerine çare, sorunlarına çözüm üretmişti.
Onlara ilim, irfan öğretmiş, mutlu ve müreffeh yaşamalarına destek olmuştu.
Zaten Ali hükümetinde hukuk ve fırsatta eşitlik, fikir ve beyanda özgürlük, hak ediş ve paylaşımda adalet, herkesin can, mal ve namus güvenliği ve insanca yaşayabileceği asgari geçim imkânı, devlet güvencesindeydi. Mahrum ve mazlumların derdine derman olmak Zeynep’i mutlu ediyordu.
Ne yazık ki bu mutluluk uzun sürmedi. Bir yandan Emevilerin iktidara ulaşmak için hile, desise, gasp ve cinayet de dâhil her yolu mubah sayan anlayışı bir yandan Kûfelilerin vefasızlık ve itaatsizlikleri, adaletin de, hürriyetin de, eşitliğin de sonunu getirmişti.
Böylece Zeynep’ten Kûfe’ye, ordan da bütün İslam âlemine meltem gibi yayılan aydınlık ve saadetin de sonu gelmişti. İktidar, imamet, velayet ve hilafet sisteminden çıkmış, zalimlerin saltanat sistemine dönüşmüştü.
Kûfe, İslam âlemi için zulüm, kan ve gözyaşı dolu kara günler başlamıştı.
Yirmi yıllık Muaviye saltanatı, Peygamber hanedanına küfretmeyi alışkanlık haline getirmenin İslam kurallarını ayaklar altın almanın yanında, nice mûmin, sahabi ve tabiinin kanının vebaline girmişti. Muaviye, bu yetmezmiş gibi hayatının son cinayetini de zalim ve dengesiz oğlu Yezid’i Müslümanların başına musallat ederek işlemişti.
Yezid, üç senelik iktidarını İslam’ın en mukaddes üç değerini yok etmeye çalışmakla geçirdi. Önce Peygamber evlatlarını kundaktaki bebeğine kadar katledip, pâk kanlarıyla Kerbela Çölü’nü kızıla boyadı.
Sonra, Peygamber’in Medine’sini işgal edip, Peygamber’in mezarını ashabının kanıyla boyadı.
Ve ashabın namusları da dâhil, her şeylerini üç gün boyunca askerlerine mubah etti.
Bunun akabinde de, Müslümanların kıblesi olan Kâbe’yi yakıp yıktı.
İslam ve Müslümanlara karşı işlediği ihanet, hıyanet ve cinayetlerin daha fazlasına ömrü yetmedi.
Ve Yezid, yatağında kömürleşerek ölmüş bir halde bulundu.
Evet, çok kısa özetlediğin bu üç hadisenin her birinde yüzlerce, binlerce tüyleri ürperten, kanları donduran cinayetler var; ama ben burada Zeynep’i iki defa karşılayan Kûfe’den...
Kûfeliler, Muaviye’nin öldüğünü, yerine Yezid’in geçtiğini biliyorlardı.
Yezid, Hüseyin’den ya kendisine biat etmesini, yani onun zalim ve cani yönetimini onaylamasını ya da canından vaz geçmesini istiyordu.
Başta Zeynep olmak üzere, İmam Hüseyin’in bütün hanedanıyla Kûfe yolunda ilerlemesi, Kûfelileri heyecan ve sevince boğmuştu.
Özellikle Kûfe’li bayanlar Zeynep’in bu ikinci gelişini sabırsızca bekliyorlardı. Zeynep’le dünya onlar için çok daha güzeldi. O, Zehra naibesiydi. Peygamber, Ali ve Zehra talim ve terbiyesi almış, yeryüzünde İslam’ı en iyi bilen ve yaşayan bir hanımefendiydi. Bir akşam vakti, bu kutlu kafileyi beklerken, yüzleri nikaplı bir kafileyi görünce, çok sevinip coşkulu tezahüratta bulunmuşlardı.
Oysa bu gelenler, Yezid’in yeni Kûfe valisi Ubeydullah İbn-i Ziyad ve avanesiydi. Bunu İbni Ziyad, yüzünden nikabı indirince anladılar. Şok olmuş, efsunlanmışlardı adeta. İbni Ziyad Kûfe halkına Şam ordularının Kûfe’yi kuşattıklarını söyleyerek onları korkutur. Kendisine itaat edenlerin affedilip, mükâfatlandırılacaklarını, karşı gelenlerin ise öldürüleceklerini, mallarının yağmalanıp, kadınlarının cariye olarak alınacağını ve evlerinin yıkılıp yakılacağını bildirir.
Bunları duyan Kufe ekâbiri, İbn-i Ziyad’a yaranmak için sadakat yarışına girenler böylece, artık İbn-i Ziyad’ın
emrine girip, ona hizmet etmeye başlarlar.
İbn-i Ziyad Kûfelilere, önce İmam’ın Kûfe’de bulunan temsilcisi Müslim bin Akîl ve diğer adamlarını şehit ettirir. Sonra da onları topyekûn kendi İmamlarını öldürmek üzere Kerbela’ya gönderir. (İçini çekerek) Ve olanlar oldu.
Böylece Enbiya ve Evliya yurdu Kûfe, vefasızlıkla anılır oldu.
Hz. Zeynep Kufeye'e iki sefer gelmişti. Birinci gelişinde Kufeliler onu güllerle selavatlarla karşılamışlardı. Ancak ikinci gelişinde aynı Kufeliler onu başına küller serperek ve taş yağmuruna tutarak karşılamışlardı.
Hz. Zeynep Kufe'de babası Ali (as) gibi öyle bir hutbe okudu ki adeta bir tufan koptu.
İşte o hutbe:
Hamd, Allah’a ve salâvat babam Muhammed’e ve onun tertemiz ve hayırlı Ehl-i Beytine olsun.
Ey Kûfe halkı!
Siz ey hile ve ihanet ehli!
Siz mi bize ağlıyorsunuz?!
Gözyaşınız durmasın ve iniltiniz dinmesin!
Sizler, sıkıca dokuduğunu yeniden çözen kadınlar gibisiniz!
İslam peygamberi ve onun hanedanına, iman bağıyla bağlandıktan sonra, dünya malına satılıp, o iman bağını çözdünüz.
Sizlerde, kin, ayıp, döneklik, yapmacık cariye cilvesi ve düşmanca davranıştan, başka haslet bulunur mu?
Sizler, çöplükte bitmiş, bir şeye yaramaz, faydasız otlar gibisiniz.
Ya da, içinde kokuşmuş cesetler bulunan, kabirleri süsleyen taşlara benziyorsunuz.
Dışınız insan görünümünde, ama içiniz kokuşmuş sizin.
Şimdi de ağlayıp sızlıyorsunuz he mi?!
Evet, evet, artık çok ağlayıp az gülün.
Yemin olsun ki siz, öyle bir ayıp ve çirkeflikle lekelendiniz ki, asla hiç bir yıkamayla alnınıza yapışan o kara lekeyi silemeyeceksiniz.
Nübüvvet hatemi ve risalet madeninin oğlunu öldürdünüz.
Cennet gençlerinin, efendisini öldürdünüz.
Sıkıntıda başvurduğunuz, beladan korktuğunuzda sığındığınız, yolunuzu aydınlatan, size yol yordam öğreten insanı öldürdünüz.
Ey Kûfe Halkı! Bu ârı, bu ayıbı, bu kara lekeyi, nasıl temizleyeceksiniz?
Biliniz ki çok kötü bir vebal yüklendiniz!
Kahrolun, emeğiniz hiç olsun, eliniz kırılsın.
Zalimle ittifakınız, size hüsran olacaktır.
Allah’ın gazabına uğradınız.
Size zillet ve meskenet mührü vuruldu.
Yazıklar olsun size Kûfeliler!
Biliyor musunuz, Resulullah’ın ciğerini nasıl parelediniz?
Peygamber kız ve gelinlerinin hicabını, nasıl bir küstahlıkla çekip aldınız.
Peygamberin hürmetini, nasıl da ayaklar altına aldınız.
Bilmez misiniz ki Kerbela’da pervasızca akıttığınız kan, aslında peygamberin kanıydı?!
Kara bir günün ortasında, kan emiciler gibi kondunuz, peygamberin o öptüğü boğaza.
Günahınız yeri kuşatacak, gökleri dolduracak kadar büyüktür.
Gökler, başınıza kan yağdırdı. Siz bundan hayret ve dehşete düştünüz değil mi?
Ama bilmelisiniz ki, ahiret azabı daha korkunç, daha alçaltıcı olacaktır.
Orada kendinize yardım edecek birini bulamayacaksınız.
Azab konusunda verilen mühlet, sizi mutlu etmesin. Allah, ne hızlı cezalandırmaktan hicap duyar, ne de intikam gecikince, fırsatın kaçacağı endişesine kapılır.
Zalimler, Allah’a yakalanmaktan, asla kaçıp kurtulamazlar.