Buna ilişkin belgeler, El Kaide’nin yakalanan üst düzey bir mali sorumlusunun bir ABD mahkemesine verdiği ifadeden, 11 Eylül hakkındaki Kongre soruşturmasının “kayıp 28 sayfasında” sunulan tanıklıklardan ve bir ABD dışişleri bakanının özel yazışmalarından geliyor.
Bu belgeler El Kaide’nin yalnızca 11 Eylül öncesinde değil, en az 2014’e kadar olan finansmanına ilişkin ve belgeler tutarlı bir şekilde – en azından bu uzun dönem boyunca – Suudi kraliyet ailesinin 11 Eylül de dahil olmak üzere El Kaide’nin küresel operasyonlarına olanak veren temel fonları sağladığını gösteriyor.
El Kaide yalnızca Suudilerin Sünni köktenci Vehhabi-Selefi cihadçı inançlarının bir uzantısı değil; aynı zamanda El Kaide üyelerinin her biri onlardan “maaş” alıyor, bu yüzden de inandığı gibi aynı zamanda geçimliğini de sağladığı bir dava uğruna savaşan birer paralı asker.
Bazı güvenilir delillerin bazı başka güvenilir delillerle çeliştiği pek çok başka davanın aksine bu davada bütün deliller birbiriyle uyumlu: Suudi Arabistan’ın kraliyet ailesi, Al-i Suud Hanedanı, El Kaide’nin vazgeçilmez mali destekçileri oldu ve El Kaide bu para olmadan şu ana kadar yaptıklarını yapamazdı.
Dahası, 1990’lı yıllarda Suudi Kralı Fahd, Suud hanedanı ile Vehhabi din adamlarının hangi prensin Fahd’ın yerini almaya layık olduğunu konuşmasına yol açacak kadar hasta olduğu bir dönemde bu kişiler, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’den, bütünüyle hususi olan ama genel olarak bu konu hakkında tavsiyesini sunduğu kabul edilen bir mektup istedi ve aldı. Buna dair temel önemdeki pasaj, ABD mahkemesine verilen ifadeye göre şöyleydi:
“Soru: Neden bu bağlamda Usame Bin Ladin’in hem kraliyet ailesi üyelerine hem de önde gelen ulemaya mektuplar gönderdiğine dair bir yorumunuz var mı?
Cevap: Arap Yarımadası El Kaidesi’nin lideri olan ve evet, bir zamanlar yakın olduğum Ebu Basir el-Vahişi gibi kişilerle, yahut Halad veya Şeyh Ebu Hasan, Şeyh Mücahidin, Şeyh Aman ve Şeyh Ebul Sef gibi kişilerle konuştuklarımdan hareketle anladığım şey şu: onlar, [bir sonraki kral olmak üzere] kimi desteklemeleri gerektiğini bilmeye çalışıyorlardı.”
Kanıtlar hakkındaki aşağıdaki sunum, daha sonraki dönemle başlayacak, ardından zamanda geri dönerek El Kaide’nin (az önce alıntı yapılan) mali sorumlusunun – 11 Eylül’e kadar El Kaide’ye yapılan bütün büyük bağışları toplayan adamın – ifadesine, ardından onun 16 Ağustos 2011 tarihinde ABD’de yakalanıp hızla müebbet hapis cezasına çarptırılmasına, böylelikle onun (ve ifadelerinin) Amerikan kamuoyundan mümkün olduğunca saklanmasına ve Suudilerin rolünün bilinmemesinin sağlanmasına dönecektir .
KANITLAR
I: 17 Ağustos 2014.
Liz Goodwin ve Michael Isikoff’un 11 Ekim 2016 tarihinde bir wikileaks sızıntısı hakkında belirttiği gibi:
Clinton e-postasında şunlar yazılı: “IŞİD’e ve bölgedeki öteki radikal Sünni gruplara yasadışı mali ve lojistik destek sağlayan Katar ve Suudi Arabistan’a basınç uygulamak için diplomatik varlıklarımızı ve daha geleneksel istihbarat varlıklarımızı kullanmamız gerekiyor.”
AÇIKLAYICI NOT: ABD bu örgüt için “IŞİD” (“ISIL”) adını kullanıyor. Suudiler “Daeş” diye adlandırmayı tercih ediyor. Kamel Daoud 20 Kasım 2015 tarihindeThe New York Times gazetesinde yayınlanan yazısına “Suudi Arabistan: Amacına ulaşmış bir IŞİD” başlığını attı ve IŞİD’in gerçekte Suudi Arabistan’dan pek de farklı olmadığını ve “Batı’nın Suudi Arabistan karşısındaki inkarının çarpıcı olduğunu” söyledi. Amerikalılara, “Daeş’in bir annesi var: Irak’ın işgali. Ama aynı zamanda bir babası da var: Suudi Arabistan ve onun dinsel endüstri yapısı” diye hatırlattı. Bunların hepsi doğru. Ancak (Clinton’un belirttiği gibi) “hükümeti” El Kaide’yi destekleyen Suudi Arabistan, “ABD’nin düşmanı” değil; tersine, bir “ABD müttefiki” ve onun düşmanları olan Rusya ve İran, “Amerika’nın düşmanları” – yahut Amerikan aristokrasisi böyle diyor. (Amerikan aristokrasisi, 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal ettiğimiz zaman olduğu gibi, hangi ülkelerin “bizim” düşmanımız olduğunu ve işgal etmemiz gerektiğini belirler. Amerikan kamuoyunun Amerikan aristokrasisinin söylediklerine inanmasının gerekip gerekmediği başka bir meseledir, fakat ülke kamuoyu, o tarihte Irak’ın işgal edilmesinden önce, Amerikan aristokrasisinin ve ajanlarının, “Saddam’ın kitle imha silahlarının” – gerçekte ise Saddam Hüseyin’in kendisinin – yok edilmesi gerektiğini söylemesine inanmıştır.)
Hillary Clinton’un bu e-postası 17 Ağustos 2014 tarihinde gönderilmişti. Sonuç olarak, 11 Eylül saldırılarından on yıldan daha uzun bir zaman sonra bile “müttefiklerimiz” halen “IŞİD’i ve bölgedeki diğer radikal Sünni grupları” finanse ediyordu. Ve Hillary Clinton bunu kamuoyuna söylemiyordu; eski bir arkadaşına hususi olarak söylüyordu – bu yüzden iddiası düzmece değildi. Nitekim bunu, yakında başkanlık kampanyası yöneticisi olacak olan John Podesta’ya söylüyordu.
Suudi hükümetine yönelik (Bayan Clinton’un burada yaptığı türden) her türlü referans, Suudi kraliyet ailesine, Suudi hükümetinin sahibi olan Al-i Suud’a yönelik bir referanstır – ülke onların derebeyliğidir. Clinton gerçekte, Al-i Suud’a ve onların (Bin Ladin’ler dahil) hizmetlilerine gönderme yapıyordu. Kraliyet ailesine ve onların aristokrasisinin geri kalanına gönderme yapıyordu.
II: 30 Aralık 2009.
17 Şubat 2016 tarihinde şunları yazdım:
30 Aralık 2009‘da dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Amerika’nın Suudi Arabistan, Katar, BAE, Kuveyt ve Pakistan’daki büyükelçilerine (daha sonra wikileaks tarafından açığa çıkarılıp yayınlanacak olan) “Teröristlerin Finansmanı: Terörizmin Finansmanı Konusunda Üst Düzey Eylem Talebi” başlıklı bir yazı gönderdi. Yazıda şu ibare okunuyordu:
“Suudi Arabistan’daki bağışçılar, dünya çapındaki Sünni terörist gruplara giden en önemli finansman kaynağını meydana getiriyor.”
Büyükelçilere, ismi geçen her bir ülkenin aristokratlarına, yeni ABD Başkanı Barack Obama yönetimi altında El Kaide’ye ve Amerika Birleşik Devletleri’ne saldıran diğer cihadçı gruplara bağış yapmaya devam etmelerine artık izin verilmeyeceğini anlatmalarını söylüyordu.
Yazı, “Bu bir eylem talebi yazısıdır” diye başlıyor, yani verili ülkedeki yerel ABD büyükelçiliğinin faaliyetlerinin Dışişleri Bakanlığı’nın “talebiyle” uyumunun izleneceği kastediliyordu.
İddiasına rağmen hiçbir türden hesap verme mecburiyeti yoktu; buna rağmen hususi yazışmalarda Suudilerin terörist grupları finanse etmesinden yakınmaya devam etti.
Bu, 2009 ve 2014’teki, yani 11 Eylül’den on yıl ve daha uzun süre sonraki durumdu. Fakat 2001’deki saldırılar gerçekten de Suudi kraliyet üyeleri tarafından finanse edilmişti. O halde, 11 Eylül’den önceki duruma bakalım:
II: 11 Eylül öncesi.
Usame bin Ladin’in eski tahsildarı — 11 Eylül’den önce milyon doları aşkın nakit bağışların hepsini toplayan (ve 11 Eylül saldırıları gerçekleşinceye kadar faaliyetine devam eden) kişi – ABD mahkemesindeki bir celsede, “Suudilerin parası olmadan hiçbir şeyiniz olmaz” dedi. Aynı zamanda El Kaide üyelerinin “ücretlerini” bu bağışlardan aldığını söyledi – onların parası olmadan “hiçbir şeyinizin olmayacak” olmasının nedeni de budur. Bu, katı bir şekilde Kuran’a dayandığını iddia eden, Suudilerin Vehhabi köktenci Sünni inancına bütünüyle bağlı olmakla birlikte (ki bu inanca Suudi Arabistan dışında Selefilik denilir, örneğin IŞİD Selefi’dir) paralı asker faaliyeti yürüten bir oluşumdur.
11 Şubat 2015, tarihinde yayınlanan “El Kaide’nin muhasebecisi baklayı ağzından çıkardı” başlıklı yazım, 11 Eylül öncesindeki bu dev para operasyonu hakkındaki en ayrıntılı anlatıları aktarıyordu ve ben bunu, ABD mahkemesine verilen ifade belgeleriyle bağlantılandırmıştım:
“Zacarias Musavi El Kaide’nin muhasebecisi ve tahsildarıydı, ancak ABD istihbarat servisleri bu bilgiyi ellerinden geldiğince sakladılar, zira onun El Kaide’nin hayati önemdeki mali destekçileri hakkında bildikleri, ABD aristokrasisi için çok zarar verici olabilir. Bu aristokrasi, yoğun bir şekilde petrolden beslenir ve Vehhabi Müslüman olan, kraliyet ailesi üyeleri bu mezhebin yayılmasını (El Kaide gibi) finanse etmediği, dolayısıyla da kendilerinin uluslararası nüfuz ve gücünün yayılmasını finanse etmediği takdirde kraliyet üyelerini yolsuzluklarını ve cinsel yozluklarını ifşa etmekle tehdit eden Suudi din adamlarını memnun etmek için El Kaide’yi yaratmıştır.
Yahut, El Kaide’nin eski şefi (“Muhammed Atıf” diye de bilinen) Ebu Hafs tarafından Usame bin Ladin’e bu görevle hizmet etmek üzere seçilen, örgütün eski muhasebecisi Zacarias Musavi böyle diyor. İşte mahkeme ifadesinin kısa bir özeti.”
Musavi, mahkemeye verdiği yeminli ifadesinde, Velid Bin Talal’dan, Prens Türki el Faysal el-Suud’dan, Prens Bender bin Sultan el-Suud’dan, Prens Muhammed el Faysal el-Suud’dan ve Suudi kraliyet ailesinin başka üyelerinden El Kaide için milyonlarca dolar bağış aldığını söyledi. “Bender Bush” diye de bilinen Prens Bender, 11 Eylül’de Suudi Arabistan’ın ABD Büyükelçisi idi ve “kayıp 28 sayfada” 11 Eylül korsanlarından en az ikisine ödeme yaptığı belgelendi. Bender, 11 Eylül saldırısı için hayati önemdeydi; bu yüzden o ve çevresi, 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’den alelacele kaçtı (Bush ve Cheney de ona bu iş için yardım etti). Bender daha sonra, mevcut Suriye hükümetini devirmek ve yerine başka bir hükümet getirmek amacıyla El Kaide liderliğini örgütledi ve örgütün Suriye kolu “El Nusra” üzerinden, Arapların finanse ettiği onlarca grup bu yönde kolektif çabalara (en az bir sarin gazı saldırısı dahil) girişti. Bunun nedeni ise mevcut Suriye hükümetinin hem İran hem de Rusya’yla müttefik olması ve Suudi hanedanının bu ülkelerin her ikisinden de nefret etmesi.
IV: diğer 11 Eylül öncesi kanıtlar
10 Eylül 2016 tarihinde, gizli tutulan ve gerçekte 29 sayfa olan “kayıp 28 sayfa” hakkında bir yazı yazdım. Bu kısımların, 11 Eylül saldırısının kökenleri hakkındaki Kongre çalışmasından makaslandığını söyledikten sonra, şunları belirttim:
“Bu belgenin gerçekte gösterdiği ve kanıtladığı şey (ki talep edilmesi halinde kamuoyu önünde şahitlik yapabilecek FBI soruşturmacılarından da alıntı yapılıyordu) hiç de önemsiz olmayan bir şeydi: Suudi Arabistan’ın ABD Büyükelçisi (ve Bush ailesine yakınlığı nedeniyle Washington’da “Bender Bush” olarak bilinen) Prens Bender bin Sultan el-Suud, 11 Eylül’ü gerçekleştiren 19 korsan arasında yer alan 15 Suudi’den en az ikisine gizlice ödeme yapmıştı ve Bender’in karısıyla başka akrabaları da müstakbel korsanlara ve ailelerine ödeme yapıyordu – bu şekilde geleceğin korsanlarının, 11 Eylül saldırıları için gerekli pilotluk eğitimi vs. gibi şeyleri alabilmesini sağlıyordu.”
Bu 29 sayfanın 13 yıl boyunca kamuoyundan saklanmasının ve nihayet açığa çıktığı zaman basında yanlış bir şekilde önemsiz gibi sunulmasının nedeni, 11 Eylül komisyonunun raporunun bu kısmının, 11 Eylül saldırılarının arkasındaki finansmanı ele alan asıl kısım olmasıdır. Bir başka deyişle bu kısım, gerçekten 11 Eylül’ün arkasında olan üst düzey kişiler – Amerikan aristokrasisinin koruduğu kişiler – hakkındaydı.
SONUÇLAR
Amerikan vatandaşları, Prens Bender bin Sultan ve birkaç başka Suudi hakkında (ve de onlarla işbirliği yapmış olan bazı önemli Amerikalılar hakkında) halihazırda yayınlanmış olan kanıtlardan çok daha az sayıda ve çok daha az güvenilir kanıtla idam cezasına çarptırılmaktadır.
O halde neden ABD Başkanı Barack Obama, ABD Anayasası’na ve Amerikan halkına bağlılık yemini etmiş olmasına rağmen, Kongre’nin en sonunda 11 Eylül mağduru ailelerinin Suudi hükümetine – Suudi kraliyet ailesine – dava açmasına izin veren bir tasarısını veto etti?
Obama kimi ve neden koruyordu? Kimse bu soruyu kamuoyu önünde ona sordu mu? Neden sormadı?
İLGİLİ NOT: Bu kişinin, yani (tıpkı Bush gibi) Suudileri korumuş olan Obama’nın, Suriye’nin mezhepçi olmayan, laikliğe bağlı, anti-cihadçı lideri, ABD ve Suudi hükümetlerinin El Kaide ve diğer cihadçı grupları destekleyerek devirmeye çalıştığı Beşar Esad hakkında söyledikleri dikkat çekicidir. Wall Street Journal gazetesi, 19 Kasım 2015 tarihli ve “Obama Suriye lideri Beşar Esad’ın gitmesi gerektiğini söylüyor” başlıklı yazısında Obama’nın şu argümanına yer vermişti: “Çünkü, Suriye halkının büyük çoğunluğu onun zalim, katil bir diktatör olduğunu düşünürken, iç savaşı durdurmayı tahayyül edemezsiniz. (…) O, meşruiyetini geri kazanamaz.” Usta yalancı Obama, Suriye El Kaidesi’nin ve (kendinsin “ılımlı isyancılar” diye adlandırdığı) diğer benzer cihadçı grupların Esad’ı devrimesi gerektiğini (ve herhalde orada daha “meşru” olacaklarını) ve bunu ülkedeki savaşı sona erdireceğini söyledi. Fakat gerçekte, Batı’nın desteklediği anketler bile devamlı olarak Esad’ın Suriye’de, halkın yüzde 50’den fazlasının liderleri olarak görmek istediği tek kişi olduğunu ve bu ülkede ABD’den nefret edildiğini, Suriyelilerin %82’sinin Suriye’ye ihraç edilen ve halk için ölçülemez bir sefalet yaratan, (ödemeleri Suudiler tarafından yapılan ve askeri olarak Amerikalılar tarafından eğitilen) on binlerce cihadçı için ABD’yi suçladığını gösteriyor. Mint Press News tarafından yürütülen bir araştırmanın sonucuna göre, “görüşme yapılan ondan fazla isyancı, ücretlerinin Suudi hükümetinen geldiğini aktardı.” (Bu, Musavi’nin söylediğiyle de uyumluydu.)
Obama (hiçbir zaman resmi olarak olmasa da) bir Suudi temsilcisiydi. Neden Amerikan başkanları evlilik dışı cinsel ilişki nedeniyle azledilirken hain olmaları ve Amerika’nın gerçek düşmanlarını desteklemeleri nedeniyle, 11 Eylül kurbanlarının ve Amerikan halkının geri kalanının çıkarlarına aykırı hareket etmeleri -George W. Bush ve Barack Obama örneğinde olduğu gibi – nedeniyle azledilmezler? Amerikan hükümeti Amerikan halkının çıkarlarına karşı mı? Eğer öyleyse, gerçekte kimi temsil ediyor? Ve neden? Ve neden bu gerçekler (bu yazıdaki linklerde bulunan kanıtlar) televizyon ve gazetelerde aktarılmazken sadece bunun gibi çevrimiçi haber sitelerinde yer alır? Neden yetkililer bunları “yalan” diye adlandırmaz (ve bunun tek istisnası Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin birbirine karşı bunu yapması olur, bunun yerine ana akım medya her ikisine karşı bunu yapmaz)?
Ve neden Zacarias Musavii’nin Amerikan halkına ve küresel kamuoyuna hitap etmesine hâlâ izin verilmez?
Neden – artık tarih olmuş – bu hayati önemdeki haberler hâlâ gizleniyor? Neden (kamuoyundan gizlenip) tarih olduktan sonra bile 11 Eylül hakkındaki bu hayati gerçekleri hâlâ gündeme getirmemiz gerekiyor?
Belki de bunun sebebi Amerika’nın “müttefik”lerinden bazılarının Amerika’nın düşmanı olmasının salt tarih olmaması, bugünün gerçekliği olmasıdır. Bu, haberlerde yer almıyor – bugünün gerçekliği olarak yaygın bir şekilde aktarılmıyor. Hâlâ gizleniyor. Her ne kadar buna dair kanıtlar sağlam olsa da ve bazı mahkumlar bundan çok daha az sayıda – ve çok daha az sağlam – kanıtlarla idam cezasına çarptırılsa da, hâlâ görmezden geliniyor.
Son not: Suudi Arabistan aynı zamanda bütün diğer ülkelerden daha fazla intihar bombacısı üretiyor. Fakat elbette, bu ülkenin aristokrasisi ve din adamları sınıfı nedeniyle, bunun da bir anlamı var. 11 Eylül’ü düzenleyen 19 cihadçıdan 15’i Suudi tebasındandı (Suudi Arabistan bir demokrasi değil, feodal bir krallıktır, bu yüzden de “vatandaşları” değil “tebaası” vardır). 27 Ocak 2017 günü ise ABD Başkanı Donald Trump, hiçbiri ABD içindeki terörist saldırılara karışmamış ve hiçbiri, hem ABD’de hem de başka yerlerde İslamcı terörizmin başlıca kaynağı olan Suudi Arabistan’ın müttefiki olmayan, Müslüman nüfus çoğunluklu yedi ülkeden ABD’ye göçü yasakladı. Trump’ın yasak getirdiği ülkeler İran, Irak, Libya, Suriye, Somali, Sudan ve Yemen. Temel olarak Trump, Müslüman nüfus çoğunluklu ülkeler içinden en fazla Suudi karşıtı olanları seçti ve yalnızca Suudi Arabistan’ı değil, ABD’ye karşı cihadçılığın öteki önde gelen kaynaklarını da görmezden geldi: Katar, BAE, Kuveyt, ve Pakistan. Belki Trump da bir Suudi temsilcisidir.
11 Eylül’ü düzenleyen 19 korsan vardı: 15’i Suudi, 2’si BAE’li, 1’i Mısırlı, 1’i de Lübnanlıydı. Trump’ın emri, bu dört ülkede dördünü de görmezden geldi. Bu emir, daha ziyade, Şiilerin liderlik ettiği ve yönetimleri Suud hanedanı tarafından (ABD hükümetinin desteğiyle) devrilmeye çalışılan İran ve Suriye gibi ülkelere odaklandı.
Eric Zuesse
SOTT (Signs of the Times)