III. Vehhâbîlik Arabistan’ın Necid bölgesinde Muhammed b. Abdülvehhâb’ın (1206/1792) liderliğinde gelişen Vehhâbî hareketi, “Müslümanların İslam’dan uzaklaşıp bidatlere sarıldıklarını” iddia edip, Kur’an ve Sünnet’e dönülmesi gerektiğini söylemiyle ortaya çıkmıştır. Mecaz veya tevile yer vermeksizin nasların daha çok zahirî manalarını esas alarak aşırı bir şekilciliğe giden Vehhâbîler, ulemanın ekseriyetinin görüşlerine muhalif bir yol takip etmişler ve fikirlerini şiddet yolu ile topluma kabul ettirmeye çalışmışlardır. Vehhâbîler sadece usûl yönünden değil; görüşlerini kabul ettirmekte şiddeti bir vasıta olarak benimsemeleri itibariyle de selefin yolundan ayrılmışlardır. Vehhâbîler, aşırı lafızcılıklarından dolayı özellikle müteşâbih lafızların anlaşılması konusunda teşbih ve tecsime varan düşüncelere sahip olmanın yanında dinîn birçok mevzuunda ifrat veya tefrite düşmüşlerdir.
İbn Abdülvehhâb, Ahmed b. Hanbel’in yolundan gittiğini söylese de bir-çok noktada ondan ayrılmıştır. Zira Ahmed b. Hanbel, günah işleyen ve tevbe etmeden ölen bir Müslüman’ı Allah’ın af edebileceğini belirtmiş, Ehl-i kıbleden birisinin büyük günah işlemiş olsa bile cenaze namazının kılınıp dua edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.68 Vehhâbîler ise Ehl-i Sünnet âlimlerin şirk görmediği bir günahtan dolayı Müslüman’ı şirk ve küfre nispet edip, öldürülmesinin câiz olduğu hükmüne varmışlardır.
Muhammed b. Abdülvehhâb, İbn Teymiye (728/1328) ve İbn Kayyim’in (751/1350) görüşlerinden ilham almış, ancak onlardan farklı olarak düşüncelerini Müslümanlara şiddet yolu ile kabul ettirmeye çalışarak, İslam dünyasının birlik ve huzuruna büyük zarar vermiştir. Vehhâbîler, uyguladıkları şiddet ve aşırılıklarından dolayı Haricîlere benzetilmiş, özellikle Osmanlı belgelerinde ve kaynak-larında kendilerinden “Hâricî” olarak bahsedilmiştir.69 Vehhâbî hareketi, kendisini “selefi” olarak tanıtmaya çalışan “modernist ve reformist Müslümanlara” birçok noktada da ilham kaynağı olmuştur. İslam dün-yasında modernist ve reformist fikirlerin öncüsü kabul edilen Cemâlettin Efgânî (1838-1897) ve Muhammed Abduh (1849-1905) ile onun talebesi Reşid Rıza’dan (1865-1935) etkilenen Yeni Selefîler veya modernist Müslümanlar, ileriye sürdükleri görüşlerinden dolayı, Ehl-i Sünnet’e mensup âlimler tarafından şiddetle tenkit edilmişlerdir. 70
Vehhâbîlerin oluşturduğu atmosferde yetişen Yeni Selefîler/modernistler, asırlardır ulemânın ortaya koyduğu esasları âdeta Müslümanların sırtında bir kambur olarak görmüşler ve geçmişten günümüze kadar intikal eden ilmî mirası yok saymışlardır. Bu yaklaşım İslam dünyasının batının saldırıları altında hayatını devam ettirmeye zorlandığı bir devirde Müslüman toplumların huzurunun bozulmasına ve ibadetlerinde karışıklığa sebep olmuştur.
Vehhâbîler, “İslam’ın ilk dönemindeki sâdeliğe döneceğiz” iddiası ile İslam kültür mîrasını reddetmişlerdir. Modernistler ise “Müslümanların geri kalmışlığına çare bulacağız” diyerek İslâmî değerlere uymayan, daha çok “batı ikliminde yeşe-rip büyüyen bitkilerin, şartları batıdan farklı olan İslam coğrafyasında yetiştirilmesi” gibi bir düşünceye kendilerini kaptırmışlardır. Netice itibariyle bu yaklaşımlar, Müslümanların maddî ve manevî imkânlarının heba edilmesine, tarihten gelen sağlam müesseselerin şiddetli sarsıntılar geçirmesine sebep olduğundan Müslüman toplumların sosyal barışının bozulmasında büyük rol oynamışlardır. Muhammed b. Abdülvehhâb, kendi fikirlerine tâbi oldukları takdirde kısa zamanda bütün Necid’e hakim olacağı konusunda Suûd ailesini ikna etmiş ve onlarla akraba olmuştur. O, özellikle Şiîlerin imamlarına ait türbeleri ziyaretleri esnasında gösterdikleri aşırılık ve taşkınlıklarına kızarak onlara şiddetli tepki göstermiştir. Bazı sofîlerin düşünce ve hareketlerini de bidat ve şirk olarak değerlendiren İbn Abdülvehhâb, ifrattan kaçınılmasını isterken kendisi tefrite düşerek bir tepki hareketi geliştirmiştir. Abdülaziz b. Suûd Mekke’yi işgal ettikten sonra yaptığı konuşmada: “Sizi şirkten ve dalaletten kurtulmaya davet ederim” demiştir.71 Bunun üzerine Vehhâbîler, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğduğu ev başta olmak üzere, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hz. Hatice’nin (r.a.) evleri, Hz. Hatice’nin Cennetü’l-Muallâ’da bulunan türbesini ve diğer zatların kabirlerini yıkıp yerle bir etmişlerdir.72 a)
a) Vehhâbîlerin Sosyal Barışı Bozan Temel Görüşleri
Muhammed b. Abdülvehhâb, iman için tasdik ve dil ile ifadeyi yeterli görmeyip, amelin de şart olduğunu ifade etmiştir. O, ameli imanın hakikatine dahil ederek ibadetlerde eksiği olan veya günah işleyen Müslüman’ın küfre gittiğini belirtmiştir.73 Halbuki daha önce belirttiğimiz şekilde Ehl-i Sünnet uleması iman ile ameli birbirinden ayırmış ve günahından dolayı Müslüman’ı küfre nis-pet etmemiştir.
Vehhâbîler, evliyânın kabirlerinin ziyaret edilip, Allah Teâlâ’dan istenilen şeylerde onların vasıta kılınmasını “doğrudan kabir sahibinden isteme” şeklinde kabul etmiş ve geçmiş kavimlerin bu şekilde şirke düştüklerini söyleyip, kabir-dekievliyâ ile tevessül eden Müslümanlara müşrik muamelesi yapmışlardır.74 Âyette “Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı isteseler, (o) Resul de onlar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı”75 buyrularak, Müslümanların hayatında veya vefatından sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) ile tevessül etmelerinin güzel bir şey olduğuna işaret edilmiştir.76 Muhammed b. Abdülvehhâb, evliya kabirlerini ziyaret etmenin ve bunla-rı amel-i sâlih olarak görmenin bidat ve küfür olduğunu iddia etmiştir.77 Hâlbuki Resûlullah’ın (s.a.v.) kabir ziyaretini tavsiye etmesinden ve ziyaret eden veya ziyaret edilene yönelik faydalarından dolayı, dört mezhep imamı büyük müctehidler, kabir ziyaretinin mendup olduğunda ittifak etmişlerdir.78 Hz. Mu-hammed’in (s.a.v) kendisi kabirleri ziyaret etmiş, özellikle Uhud şehitlerine belli aralıklarla ziyarette bulunmuştur. Ölümden sonra ruhî hayatın devam ettiğini söyleyen Fahreddin er-Râzî, nefsini tezkiye edip kemâle eren bir zatın türbesinin ziyaret edilip, onun kabri başında bir müddet kalınması durumunda ziyaretçinin bundan büyük fayda temin edeceğini belirtir.79
Vehhâbîler bidati, oldukça geniş yorumlayarak dinî olmayan birçok hu-susu dindenmiş gibi kabul edip, şiddetle karşı çıkmışlar hatta bidat sahibi kabul ettikleri Müslümanları küfür ve şirke nispet ederek onların öldürülmesine kadar varan acımasız bir mücadeleye girişmişlerdir. Âlimler bidati, sahâbe ve tâbiîn devrinde bulunmayan, Sünnet'e aykırı olarak dinî hususlarda yeni ortaya çıkan ve şer’î bir delile dayanmadan ibadet maksadıyla yapılan iş mânasında80 kullanmışlardır.
Taftazânî, cahil bazı kimselerin “dinde sonradan çıkan şeylerden sizi sakındırırım”81 hadisine dayanarak sahâbe ve tâbiîn zamanında olmayan her şeyi bidat olarak gördüklerini hâlbuki bu hadisle “dinde olmayan bir şeyin ondan sayılmasının” kastedildiğini ifade ederek, dinî olmayan hususların bidat kavra-mının içine girmediğine dikkat çeker.82 Vehhâbîler, tasavvuf ve tarikatları bidat olarak görmüşler, velilerin hayat-ta iken veya ölümünden sonra ziyaret edilip, himmet ve yardım istenmesinin sapıklık, şirk ve küfür olduğunu ileri sürmüşlerdir.83 Vehhâbîler, Allah’tan baş-kasına dua edip yardım istemekten daha büyük bir dalâletin olmadığını söyle-mişler ve sâlih kimselerden yardım istemeyi ve tevessülü puta tapmak olarak değerlendirmişlerdir.84 Mutasavvıfların hayatlarını ve eserlerini dikkate aldığımızda Vehhâbîlerin, evliya veya tarikat mensupları hakkında ileri sürdüğü iddialara katılmak mümkün değildir. Tasavvuf, âyet ve hadislerde ifadesini bulan85, Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde mevcut olan, İslâm’ın özü ve ruhudur. Bu itibarla sofîlerin sözlerinin çoğu bir kısım âyet ve hadisin açıklamalarından meydana gelmektedir.86 b)
Vehhâbîlik ve Sosyal Huzursuzluk
b) Vehhâbîlik ve Sosyal Huzursuzluk İslâm’da kişinin mal ve can emniyeti sağlam bir şekilde koruma altına alınmış ve toplumun huzurunu bozan hareketler yasaklanmışken; Vehhâbîlerin Müslümanları basit sebeplerle şirke nispet ederek katletmeleri ve mallarını yağmalamaları Müslümanların büyük çoğunluğu tarafından tasvip edilmemiştir. Vehhâbîlerden esinlenerek “İslâm’da reform” iddiasını gündeme getirenler, İslâm dünyasında genel mânada kabul görmemiştir. Zira İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet, Asr-ı Saâdet’ten günümüze kadar orijinal haliyle geldiğinden “İslâm’da reform” söz konusu olamaz. Nitekim reform, aslı bozulan Hıristiyanlıkta yapılmaya çalışılmıştır. Batılı bazı yazarlar yirminci asrın başındaki İslamiyet’in durumunu, on beşinci asırdaki Hıristiyanlığa benzetmişlerdir. Protestanlık sayesinde Hıristiyanlıkta reform yapılarak hürriyet fikrinin geliştiği, akıl ve fennin önem kazandığı düşünüldüğünden İslamî kitapların ve şer’î hükümlerin yeniden gözden geçirilmesi kısaca reforma tâbi tutulması neticesinde İslam’ın da medeniyet ve terakki-ye uygun hale geleceği iddia edilmiştir.87 Wilfred C. Smith (1916-2000), Müslümanları İslâm’ı yeniden yorumlamak zorunda olduklarına inandırmak için büyük gayret göstermiştir. Smith, Hıristi-yan dünyasındaki reform hareketleri ve Protestanlığın ortaya çıkışı ile İslâm dünyası arasında alaka kurmaya çalışarak sekülerlik, özgürlük ve evrensellik gibi terimlerin İslamî bir yorumunun yapılması durumunda İslam dünyasında kabul göreceğini belirtmiştir.88 Graham E. Fuller de İslam dünyasındaki modernist hareketleri Hıristi-yanlıktaki Protestan reformasyonuna benzetir.89 Fuller’in belirttiği şekilde; yir-minci asrın ikinci yarısından itibaren gündemi meşgul eden İslamcıların çoğu, bir İslam âlimi olarak yetişmeyen kişilerdir. Bir kısmı batı üniversitelerinde okumuş mühendis ve tıp gibi disiplinlerde yüksek tahsil yapmış bu kişilerin İslam hak-kındaki bilgileri sadece Kur’an ve Hadisle ilgili metinleri kendi okuma ve araştırmaları ile sınırlı idi.
Osmanlının dağılmasından sonra emperyalist güçlerin istilasında kalan İslam dünyasındaki bazı ilim adamları, batı medeniyeti karşısında eziklik hissine kapılarak buhrandan çıkış yolları aradılar. Müslümanların geri kalma sebepleri, bilim ve fende, sanayi ve teknolojide aranması gerekirken dinî değerleri sorgulandı. Müslümanların tarihte kurdukları büyük medeniyetler göz ardı edilerek bazı insanlar, geri kalmışlığın sebeplerini İslâm’da veya Müslümanların İslâm’ı anlama ve yaşama şeklinde arama gayretlerine girdiler.
Hâlbuki tarihte Müslümanların gerçekleştirdiği ilmî ve kültürel ilerleme, onların geri kalmışlığının sebebinin İslâm’ın ve dinî anlayışlarının dışında başka yerlerde aranmasını zorunlu kılar. 11 Eylül saldırılarından sonra batılıların Vehhâbîliğe bakışında köklü de-ğişikliğe gidilmiş ve Vehhâbîliğin radikal hareketleri beslediğine dikkat çekilmiştir.90 Nitekim Vehhâbîlerin baştan beri Müslümanlara uyguladıkları şiddet, batılı-lara karşı da kullanılmaya başlayınca Vehhâbîliğin bir şiddet hareketi olduğu batılılar tarafından dikkate alınmak zorunda kalınmıştır. Özellikle Arap dünyasındaki Müslümanların şiddete yönelmesinde ilham kaynağı olan Vehhâbî-Yeni Selefî anlayış ve siyasî yaklaşım, teknolojinin aletlerini kullanarak dünyanın birçok yerinde Müslümanlar arasında taraftar bulabilmiştir. Yeni-fundamentalizm olarak da isimlendirilen bu hareket, batı dünyasın-da Müslüman göçmenler arasında veya yeni Müslüman olmuş kişiler arasında yayılabiliyor, üniversiteli gençlerin düşüncelerini etkileyebiliyor. Dolayısıyla bunların tesirinde kalan gençler şiddet kullanmakta bir sakınca görmüyorlar.
Vehhâbî-Yeni Selefî yaklaşım, batının karşısında geri kalmışlık psikoloji-sine kapılarak İslâmî birikim ve tecrübeyi reddedip, batılı değerlerin aslında İs-lam’da var olduğun göstermek için bazı âyetlere batılı hukuk ve siyaset göre yeni manalar yükledi.91 Vehhâbî-Selefî ikliminde yetişen “Siyasal İslamcılar”, özel hayatlarında birçok eksikleri olduğu halde, değişken ve kaygan bir zemin olan siyasî arenada İslam’ı ön plana çıkardılar. Hâlbuki siyasetin icapları günlüktür ve birçok prensibi belli bir zaman diliminde geçerlidir. Siyasetçi başarısız olabilir ama İslam için başarısızlık söz konusu değildir. Bu itibarla İslam’ı siyaset kavgalarında taraflardan biri halinde getirmek sosyal barışa zarar vermiştir. 92
(Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi ISSN: 1308-6944 Dr. Hasan Gümüşoğlu İstanbul Merkez Vaizi)
71 Eyüb Sabri Paşa, a.g.e., s. 101. 72 Cevdet Paşa, a.g.e., V, 1873; Ecer, Ahmet Vehbi, Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Ankara 2001, s. 134. 73 Muhammed b. Abdülvehhâb, Kitâbü’t-Tevhid, Suudi Arabistan 1998, s. 9-11.
74 Muhammed b. Abdülvehhâb, a.g.e., s. 46. 75 Nisa 4/64. 76 Nebhânî, Yusuf, Şevâhidü’l-Hak, trc. Mehmed Emre, İstanbul ts., s. 62, 157, 225; Âlûsî, Şihâbüddin Mahmud, Rûhu’l-Maânî, VI, 187-8, Beyrut 1998. 77 Muhammed b. Abdülvehhâb, a.g.e., s. 39-45. 78 Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, Konya 1990, s. 420; Şeker, Mehmet, “Kabir”, DİA, XXIV, 36. 79 Râzî, Fahreddin, el-Metâlibü’l-Âliye, Beyrut 1987, V, 276-7. 80 Cürcânî, Seyyid Şerîf, Ta’rifât, Mısır 1938, s. 68; Kâtip Çelebi, Mizânü’l-Hak fî İhtiyârı’l-Ahak, nşr. O. Şaik Gökyay, İstanbul 1993, s. 65.
81 Tirmizi, “İlim”, 16; İbn Hanbel, Müsned, IV, 174. 82 Teftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, V, 232. 83 Çağatay, İA, “Vehhâbîlik” XIII, 264; Ecer, a.g.e. s., 77; Fığlalı, a.g.e., s. 116. 84 Muhammed b. Abdülvehhâb, a.g.e., s. 31-33; Çağatay, Neşet, İA, “Vehhâbîlik” XIII, 265. 85 Geniş bilgi için bkz: el-Kelabâzî, Ebû Bekir Muhammed, et-Taâruf li-Mezheb-i Ehli’t-Tasavvuf, Ka-hire 1992, s. 30, vd. 86 Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990, s. 29; Kara Mustafa, Tekkeler ve Zâviyeler, İstanbul 1990, s. 20.
87 Lothrop Stoddard, Yeni Âlem-i İslâm, trc. Ali Rıza Seyfi, İstanbul 1338, s. 38. 88 Smith, Wilfred Cantwell, Islam in Modern History, s. 40-7, 253-4. 89 Graham E. Fuller, Siyasal İslâm’ın Geleceği, trc. Mustafa Acar, İstanbul 2005, s. 120.
90 Olivier Roy, Küreselleşen İslâm, trc. Haldun Bayır, İstanbul 2003, s. 124. 91 Olivier Roy, Siyasal İslâm’ın İflası, trc. Cüneyt Akalın, İstanbul 1994, s. 62. 92 Güngör, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, İstanbul 1981, s. 243.
***
"ATATÜRK ENGELLEMİŞTİ"
AK Parti eski Milletvekili Prof. Nevzat Yalçıntaş, Suudilerin Hz. Muhammed'in mezarının yıkılmasına yönelik 1926 yılındaki teşebbüsünü 2008 yılında gündeme getirmişti.
Yalçıntaş, katıldığı bir televizyon programında şunları söylemişti:
"Suudi Arabistan sınırları içindeki tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hz. Muhammed'in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, 'Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim' demişti. Bunun üzerine Suudiler Hz. Muhammed'in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi."
Hanefi Âlimlerin Vehhâbiler'in Aleyhinde yaptıkları Dikkate Alınacak Ciddî Açıklamalar
Meşhur olan hanefi âlimlerden İbni Âbidîn, “Reddu’l-Muhtar“ adlı eserinde diyor ki: “Vehhâbilik Necd çöllerinde meydana çıkıp Harameyni (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere) almışlardır… Kendilerinin Müslüman olduğuna inanıp, kendilerine muhâlif olanların müşrik olduğuna inanmaktadırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. 1233 senesinde Ehl-i sünnet ordusu Allah Teâlâ’nın lütfuyla onlara üstün gelip kahru perişan etmiştir.”
(İbni Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Tercüme: Ahmed Davudoğlu. Şamil Yayınevi, İstanbul; c.9, s.96.)
Ayrıca İbni Âbidin "Reddü'l-Muhtar" adlı kitabının 3. cildinde vehhabilerin "MÜLHİT" olduklarına dikkat çekiyor. Bilindiği üzere "MÜLHİT" ifadesi ,müslüman olmayan sapkın kişiye denir.
Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslam adlı eserinin Nikah bahsinde, kendisiyle evlenilemiyeceği fırkalardan bahsederken, vehhabileri de bunlar arasında addetmiştir. Mehmed Zihni Efendinin "Nimet-i İslam" adlı eserinde Vehhâbilerle evlenmenin caiz olmadığını açıkca ifade etmek suretiyle, şirk sebebiyle muharremattan olanlar bahsinde bâtıniyye ile evlenmenin haram olduğu bildirildikten sonra, 1 numaralı dipnotta şöyle geçmektedir: “Bâtınıyye ki, onlara Talimiyye ve İsmailiyye ve İbahiyye dahi denir. Son asırlarda onlar Vehhabiyye ismini almışlardır ve din kisvesi içre, öteden beri dinsiz oldukları halde ehl-i dine ihanet ede gelmişlerdir.” (Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslam, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul; s.627.)
Vehhabilek ve Yusuf el- Kardavi
Vehhâbiliği Savunan Yusuf el-Karadavî "Hatıratında" El-Ezher Üniversitesinin Önceleri İbni Teymiyye'ye Karşı Olduğunu Açıklıyor
Vehhâbilerin getirdikleri bozuk inancının kurucusu olan Muhammed b. Abdilvehhabı (Abdulvehhâb oğlu Muhammedi) ve Muhammed b. Abdilvehhabın büyük bir önder olarak gördüğü İbni Teyymiyye'yi savunmaktan geride kalmayan ve yeri geldiğinde onların görüşlerini benimseyip anlatmaktan çekinmeyen Yusuf el-Karadavî, Hatıratı olarak yazdığı "İbnu'l-Karyeti ve'l-Kitab" (Dâru'ş-Şurûk baskısı, h.1423) adlı kitabının 1. cüz, 409. sayfasında "Külliyyedeki (Fakültedeki) Eğitimin Bidayeti ve İbni Teymiyye'ye Soluk Aldırma" başlığı altında şöyle demiştir:
"Külliyyedeki eğitim, eğitime ait yılın bidayeti ile başlamış, eğitim sınıfları ilk günden itibaren intizamlı hale gelmiştir. Ben de, belli sayıda bir takım kitapları bizlere teslim etmelerinden sonra eğitime şeğaf, hırs ve azimle yönelmişimdir. O kitaplardan belli sayıda kitaplar da satın almışımdır. O sene, talebeler için karar alınmış kitapları ve mütalaa ve daha fazla bilgi edinmek için diğer bir takım kitapları teslime etmeleri de Külliyye tarafından övülecek bir seneydi. Bu ek kitaplardan bir kısmı, imam İbnu'l-Kayyime ait "Zâdu'l-Me'âd" kitabıdır (Sabîh baskısı), ki o tahkik edilmemiş bir baskıydı ve fakat o bana çok faydalı olmuştur. Bu husus ise imam el-Merâğî'nin döneminde meydana gelen gelişmedendir, ki o dönemde İbni Teymiyye ile İbnu'l-Kayyimin kitapları kabul edilip el-Ezherin talebelerine dağıtılmıştır. Öyle ki, el-Ezher bundan önce (el-Merâğî'nin döneminde meydana gelen gelişmeden önce) bunların (İbni Teymiyye ve takipçilerinin) fikirlerine karşı mukavemet ediyor ve onları mücessime'nin (Allâh'ı cisim/eni ve boyu olan ölçülü bir varlık olarak kabul edenlerin) zümresi içerisinde kabul ediyordu."
Yusuf el-Karadâvinin bu itiraflarından net bir şekilde belli oluyor ki, 1928 yılında el-Ezherin başhocası olarak başa getirilen ve kısa süren bir zaman sonra bu mevkide kalmayan ve 1935 yılında tekrar el-Ezherin başhocası olarak tayin edilen Muhammed el-Merâğî’nin, kendince ıslah ve yenileme adı altında yaptığı faaliyetlerinden biri, daha önceleri el-Ezher Üniversitesinin âlimleri tarafından o ana kadar yüzyıllardan beri mücessimeden sayılan ve kitaplarına müsaade edilmeyen İbni Teymiyye ve öğrencisi İbnu’l-Kayyim'in kitapları 1928'li yıllardan itibaren el-Ezher Üniversitesine maalesef sokulmuştur. Bu şaşılacak bir şey değildir, çünkü Muhammed el-Merâğî mason olan hocası Muhammed Abduh’un yolunu izlemiş ve onu güçlendirmeye gayret etmiştir. Allâh, gözü açılmamış cahillerin gözlerinin açılıp gerçekleri artık görmelerine yardım eylesin. Gayret, Allâh rızasını uman bizlerden, Hidayet ise Allâh’tandır.
VEHHABİLER İLE GAYR-İ MÜSLİM İNGİLİZ İLİŞKİLERİ
Doç. Dr. Mehmet Ali Büyükkara şu bilgileri veriyor [2]:
“İngilizlerin bölgedeki siyasi temsilcisi W. Shakespear, 1914 Şubatında Riyad’a gelmiş, bu vesileyle İngilizler ile Suudiler arasında sıcak yakınlaşmalar tesis edilmişti. I. Dünya Savaşı çıkınca bu dostluk daha da pekişti. Osmanlı’nın ittifak çağrısına red cevabı veren İbni Suud, bunun hemen arkasından, Osmanlı heyeti hala Riyad’da iken, İngilizlere ittifak teklifinde bulundu….Artık büyük savaşta Osmanlı’nın Necd valisinin safı belli olmuştu. Bu birliktelik, İbni Suud’a İngiltere-Hindistan İmparatorluğu’nun şövalyelik nişanı verilmesiyle pekiştirildi.” (s.46)
“İbni Suud şunları söylemektedir:
(Eğer siz İngilizler, kızlarınızı karım olsun diye bana önerseniz kabul ederdim…Fakat Mekke Şerifi’nin veya Mekkelilerden ve diğer müslümanlardan müşrik saydıklarımızın kızlarını alamam. Hıristiyanların kestiği hayvanların etlerini sorgusuz sualsiz yerim.)
Bu duygularla yüklü olan İbni Suud, bir başka toplantıda da Hıristiyanlarla ilgili bazı Kur’an ayetlerini okumuş, sonra da Philby’e dönerek kendisini kuzeni saydığını, zira hıristiyanların İshak Peygamber, Arapların da İshak’ın kardeşi İsmail Peygamber evladından olduklarını, Türklerin ise Tatar kökenli evlad-ı İblis’ten olduklarını açık yüreklilikle ifade etmişti.” (s.48)
VEHHABİ BARBARLIĞI
Vehhabilerin ve “ganimet” ele geçirmek için bunların arasına karışan cahil, kaba kimselerin, Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki müslümanlara yaptıkları işkenceler, kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ül-kelam kitabında ve Eyyub Sabri Paşa’nın Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ül-Haremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler bu gibi kaynaklardan okuyabilirler. Tarih-i Vehhabiyan kitabı hem orijinal diliyle hem de bugünkü Türkçeyle (sadeleştirilmiş olarak) Bedir Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. Bunların, Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, İngilizlerin bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da bu gibi kaynaklarda yazılıdır.
Yapılan katliamların ve yağmaların temel sebebi, kendileri gibi Vehhabi olmayanları müşrik olarak görmeleridir. Harem-i Nebevî müderrislerinden Abdurrahman b. İlyas tarafından 1909’da kaleme alınıp, Sadaret’e takdim edilen raporda şu bilgileri görüyoruz:
“O esnâda Necef ve Kerbelâ’ya tecavüz ile Vehhabîler, mübarek makamların kubbelerini yıkarak, buralarda mevcud olan kutsal emanetler ile kıymetli eşyaları gasb eylemişlerdir. Haremeyn’e (Mekke ve Medine’ye) tecavüz ederek, kısa bir muhasaradan sonra Mekke’yi ve Medine’yi zaptetmiş ve Hz. Peygamber’in kabrini yağma ve Ashâb-ı Kirâm hazretlerinin kabirlerini yerle bir etmişlerdir. Vehhabîler, Mekke ve Medine’yi istilâları sırasında, mahmel-i şerîfin ve hacıların da Hicaz’a girmesine engel olmuşlardır.”
Doç. Dr. Mehmet Ali Büyükkara’nın kitabında [2] şu bilgiler verilmiş:
“Uyeyne’ye bağlı tüm beldelerdeki türbeler, yüksek mezarlar ve kendilerine kutsallık atfedilen mağaralar ve ağaçlar, İbn Abdülvehhab, Osman b. Hamad ve adamları tarafından tek tek ortadan kaldırıldı. Sahabeden Zeyd b. Hattab’ın Cübeyle’deki türbesini ise İbn Abdülvehhab bizzat kendi elleriyle tahrip etti.” (s.22)
“Vehhabi görüşleri kabul etmeyenler müşrik kabul edilerek canları ve malları helal sayılır. Cihad sırasında, şirk ve bid’at alameti saydıkları yapıları da hedef alan Vehhabiler, özellikle Hicaz’daki bu tür eylemlerinden dolayı bazı tarih kayıtlarında ‘mezar yıkıcılar’ olarak tavsif edilmişlerdir.” (s.27)
“Vehhabiler şiddetli çatışmalar neticesinde 18 Şubat 1803’de Taif şehrini ele geçirdiler. Çok sayıda Taifli öldürüldü ve malları talan edildi. Türbe ve mezarlar tahrip edildi. Abdullah b. Abbas’ın türbesi de yıkılan binalar arasındaydı. Mekke ise, 30 Nisan 1803 günü Vehhabilerin eline geçti….Başta Hz. Hatice’nin evi olmak üzere ileri gelen sahabilere ait oldukları bilinen ve hatıra olarak korunan evler yıkıldı.” (s.32)
“[1805’de Medine’yi ele geçirdiler ve] Başta Baki kabristanındakiler olmak üzere şehirdeki türbeler ve mazar taşları yıkıldı. Hz. Peygamber’in türbesindeki tezyinat yağmalandı, değerli eşyalar gasp edildi.” (s.33)
“Kendilerinden olmayan veya kendileri gibi olmayan insanlar, Vehhabi ulema ve İhvan açısından kafir veya en azından kınanmayı haketmiş mücrim ve fasık kişilerdir.” (s.66)
“Önlerine çıkan kadın, erkek, yaşlı, çocuk, kim olursa olsun genellikle sağ kurtulamazdı. Esir alma adetleri yoktu.” (s.78 )
Prof. Dr. Erman Artun da şu bilgileri veriyor [3]:
“Vehhabiler, pek çok sünni ve şii ulemayı, halktan binlerce kişiyi kılıçtan geçirdiler. Kuran ve Hadisler dışındaki kaynakları bidat kabul ettikleri için dini, tarihi ve edebi eserleri parçaladılar, İslam büyüklerini ve ashabın mezarlarını yıktılar. … Kerbela, Taif, Mekke, Medine ve Hicaz’ı alıp yağmaladılar.”
[1] Doç. Dr. Zekeriya Kurşun, Tarih ve Medeniyet, Sayı 30.
[2] Doç. Dr. M. Ali Büyükkara, İhvan’dan Cüheyman’a Suudi Arabistan ve Vehhabilik, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004.
[3] Prof. Dr. Erman Artun, 19. Yüzyıl Osmanlı Dönemi Ortadoğu’nun Sosyal Tarihine Bir Kaynak : Aşık Esrari’nin Vehhabi Destanı. (Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.)
-------------------------------------------------
Vehhâbilerin Ürdünde yaptıkları cinayetler.
-------------------------------------------------
Vehhabilerin Somalyada yaptıkları cinayetler.
-------------------------------------------------
Vehhabilerin Lübnanın Beyrut şehrinde yaşamış olan Ehl-i Sünnetin ileriye gelmiş Hocaefendilerinden olan merhum şeyh Nizar el-Halebi Hocaefendiye 90'lı yıllarda düzenledikleri silahlı suikast.
Vehhabi tehlikesine karşı Suriye halkını uyardı
Süriyenin 50'li yıllarında Diyanet işleri Başkanlığını Yapmış Başmüftü Ebu'l-Yusr Abidin'in Vehhâbiler Hakkındaki Faaliyetleri
50'li yıllarda iki genç, vehhabilerin başlarından birisi olan Nasuriddîn el-Elbâninin bir konuşmasında imam Buhâriyi yahudilikle suçladığını duymuştur. Bunun üzerine bu hususu, bu iki genç şamın meşhur olan büyük muhaddisi allame şeyh Abdullâh el-Herariye (el-Habeşiye) rahmetullâhi aleyh bildirmiştir. Şeyh Efendi bu iki gence, Süriyenin başmuftüsü olan şeyh Ebu'l-Yusr Abidin'in yanına gitmelerini ve Nasuriddîn el-Elbâninin aleyhinde şahitlik etmelerini söylemiştir. Dolayısıyla bu iki genç başmüftü şeyh Ebu'l-Yusr Abidin'in yanına gidip Nasuriddîn el-Elbâninin imam Buhariyi yahudilikle suçladığını bildirmiştir. Bu sebeple şeyh Ebu'l-Yusr Abidin, Nasuriddîn el-Elbâniyi çağırtıp onunla ciddi olarak konuşarak kendisine şu tehditte bulunmuştur: "Bu davandan (vehhabilik inancını yaymaya çalışma davandan) vaçgeçmezsen seni sınır dışını ederek sürdürürüm (ülke dışına çıkarılmanı sağlarım)."
Ayrıca vehhabilerin Süriyede 50'li yıllarda davalarını yaymaya çalışmaları sebebiyle şamın büyük muhaddisi şeyh Abdullâh el-Herari başmüftü şeyh Ebu'l-Yusr Abidin ile vehhabilikle mücadele edilmesi konusu hakkında görüşürken başmüftü şeyh Ebu'l-Yusr Abidin, vehhabilerin aleyhinde konuşmaktan susan Süriyedeki hocalardan rahatsızlığını ifade ederek şöyle demiştir: "Benim Süriye hocalarıyla Kıyamet gününde bir duruşum olacak (onlardan davacı olacağım), onlar bana münkere (kötü şeye) karşı çıkmakta yardım etmiyorlar."
İşte o zamanda oranın hocaları o gerekli uyarıları yapmadıkları için maalesef Türkiyeden Süriyeye ilim öğrenmek için giden bazı hocalar vehhabilerden etkilenip onların İslâm ümmeti için teşkil ettikleri büyük tehlikeyi bir türlü anlayamamışlardır. Dolayısıyla da vehhabilerin etkilerini hafifsemişlerdir.
Gerçek şu ki Vehhabilik dini, İbni Teymiyye ve Muhammed ibn Abdilvehhab adında olan bu iki şahsın ortaya getirdikleri kötü bidatları yansıtan batıl inanışlardan oluşan bir Dindir. İslâm Diniyle kesinlikle bu vehhabilik inancı bağdaşmamaktadır. O halde vehhabilerin hakikatini bilip onları gözardı etmeyin.
Çeşitli ülkelerde olmak üzere vehhabilere ait kitap büroları ve yayınevleri:
Batı Diyre Semti İslami Davet Bürosu/ Riyad - S.Arabistan
İslam'a Yeni Girenler Komitesi/ Medine-i Münevvere - S.Arabistan
Suley Semti İslami Davet Bürosu /Riyad - S.Arabistan
Şifa Semti İslami Davet Bürosu/ Riyad - S.Arabistan
Rabva Semti İslâmî Dâvet Bürosu/ Riyad - S.Arabistan
Ravda Semti İslami Davet Bürosu/ Riyad - S.Arabistan
el-Kasim Yayınevi/ Riyad - S.Arabistan
el-Cureysi Kurumu/ Riyad - S.Arabistan
Cubeyl İslami Davet Bürosu/ Cubeyl - S.Arabistan
İslami İşler, Vakıflar, Davet ve İrşad Bakanlığı/ Riyad - S.Arabistan
Kassim Bölgesi İslami davet Bürosu/ Kassim - S.Arabistan
Guraba Yayınevi/ İstanbul - Türkiye
Kitap ve Sünneti İhya Yayınları/ Ankara - Türkiye
Uluslararası İslami Öğrenci Organizasyonları Birliği/ Kuveyt
Türkiye'de Vehhabi yazarlar ve eserleri Türkçeye çevirenler :
İbn Useymin
.Salih ibn Fevzan
·Abdulazim el-Ciddavi ( Türkçe )
·Abdulaziz b. Abdullah Al-Şeyh ( Türkçe )
·Abdulaziz b. Abdullah b. Baz ( Türkçe )
·Abdulkadir Değirmenci ( Türkçe )
·Abdullah b. Abdulaziz el-İydan ( Türkçe )
·Abdullah b. Abdulhamid el-Eseri ( Türkçe )
·Abdullah b. Abdurrahman el-Cibrin ( Türkçe )
·Abdullah et-Tayyar ( Türkçe )
·Abdulmelik el-Kasim ( Türkçe )
·Abdulmelik el-Maliki ( Türkçe )
·Abdurrahman b. Hammad el-Umer ( Türkçe )
· Abdurrahman b. Nasır es-Sa'di ( Türkçe )
·Ahmed b. Sa'd el-Hamdan ( Türkçe )
·Ahmed b. Salim Baduvaylan ( Türkçe )
·Ahmed en-Nabulsi ( Türkçe )
·Ömer Ünal ( Türkçe )
·Bekr b. Abdullah Zeyd ( Türkçe )
·Cemaleddin el-Amra ( Türkçe )
·Cemaleddin Kutlu ( Türkçe )
·Ebubekir el-Cezairi ( Türkçe )
·Fadl İlahi Zahir ( Türkçe )
·Fikri Göncü ( Türkçe )
·Gazi Dağıstani ( Türkçe )
·Guraba Yayınevi ( Türkçe )
·Hafız el-Hakemi ( Türkçe )
·Halid b. Abdullah b. Nasır ( Türkçe )
·Halid el-Cureysi ( Türkçe )
·Hamed el-Ammar ( Türkçe )
·Harun Yıldırım ( Türkçe )
·Hüseyin Alıcı ( Türkçe )
·Hüseyin Aydın ( Türkçe )
·Kitap ve Sünneti İhya Yayınevi ( Türkçe )
·M.Beşir Eryarsoy ( Türkçe )
·Medine-i Münevvere İslam Üniversitesi İlmi Araştırmalar Enstitüsü ( Türkçe )
·Muhammed Ali eş-Şevkani ( Türkçe )
·Muhammed Ali Kara ( Türkçe )
·Muhammed Ali Kari ( Türkçe )
· Muhammed b. Abdullah es-Selman ( Türkçe )
· Muhammed b. Abdurrahman el-Humeyyis ( Türkçe )
· Muhammed b. Salih el-Muneccid ( Türkçe )
· Muhammed b. Süleyman et-Temimi ( Türkçe )
· Muhammed b. İbrahim Şakra ( Türkçe )
· Muhammed b.Salih el-Useymin ( Türkçe )
· Muhammed Cemil Zeyno ( Türkçe )
· Muhammed Ebu Said el-Yarbuzi ( Türkçe )
· Muhammed es-Suhaym ( Türkçe )
· Muhammed eş-Şehavi ( Türkçe )
· Muhammed Ferzande ( Türkçe )
· Muhammed Halil el-Herrras ( Türkçe )
·Muhammed Nasıruddin el-Elbani ( Türkçe )