11 Eylül sonrası dinler ve kültürler arası diyalog sürecini başlatan Avrupa Konseyi, bu çerçevede organize ettiği toplantılar dizinin sonuncusunu Arnavutluk’un Adriyatik sahillerindeki Dürreş kentinde düzenlendi.
Bir karikatür, bir film veya bir söz, 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana dinler arası diyaloğun bir anda çıkmaza girmesine neden olabiliyor. Oysa her türlü tahriğe rağmen bu diyaloğun devamı için çabalayanlar var. Türkiye'nin de bulunduğu 47 Avrupa devletini bünyesinde toplayan Strasbourg merkezli Avrupa Konseyi örneğinde olduğu gibi. Avrupa Konseyi 11 Eylül olayları sonrası dinler ve kültürler arası diyaloğu Avrupa devletlerinin gündemine taşıyan ilk uluslararası ve devletlerarası teşkilat oldu. O tarihten bu yana düzenli aralıklarla değişik dinlerin temsilcilerini bir araya getirerek diyalog kurmalarını sağlıyor. Bu toplantılardan sonuncusu geçtiğimiz günlerde Arnavutluk’un Adriyatik sahillerindeki Dürreş kentinde düzenlendi.
Hıristiyan, Müslüman, Musevi, Budist ve herhangi bir Tanrı tanımayan inançların temsilcilerinin katıldığı toplantının Arnavutluk’ta düzenlenmesi tesadüf değildi, zira Arnavutluk şu anda Avrupa Konseyi’nin dönem başkanlığını yürütüyor. Ancak bir diğer nedeni de bu ülkenin dinler arası “ahenk” sembolü olmasında yatıyor. En azından toplantının açılış konuşmasını yapan Arnavutluk Kültür Bakanı Aldo Bumçi böyle düşünüyor. Bumçi “Bizde dinsel ahenk var. Kamusal alanda azınlık veya çoğunluk diye bir tanımlama yoktur. Hepimiz Arnavutuz. Değişik dinsel mezheplere mensubuz. Kamusal alanı sayısal yüzdelerle paylaşmıyoruz” diyor. Bumçi, Avrupa’nın da değişik dinlerin ahnek içinde yaşayacağı bir coğrafyaya dönüşeceği konusunda iyimser düşünüyor: “İnsan tarihindeki her şey değişime açıktır. Avrupa’da Katolikler ile Protestanlar arasında savaşlar, derin bölünmeler yaşanmıştır. Bu bölünmeler ancak yüzyıllar sonra kapanabilmiştir. Yani üstesinden gelinebilmiştir. Üstesinden gelindiği için diğer dinleri de kapsayan daha geniş bir Avrupa projesi yaratılacağını düşünüyorum. Küreselleşme ve göçlerle beraber bugün Avrupa’da Kuzey Afrika'dan, Türkiye’den ve diğer ülkelerden gelmiş başka din ve geleneklere mensup çok sayıda göçmen yaşıyor. Ben bunun bir öğrenme süreci olduğuna inanıyorum. İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti gibi temel haklar hepimiz için ortak bir alan oluşturuyor” diyor.
Bu deneyimler arasında bir İngiliz Yahudisi olan Haham Gerald Herschel Gluck tarafından kurulmuş olan Müslüman-Yahudi Forumu oldukça göze çarptı. Haham Gluck bu forumu 11 Eylül 2011 saldırılarından önce tasarlayıp pratiğe dökmüş. İşe nasıl başladığını şu ifadelerle aktarıyor: “Her şey 2000 yılında başladı. Daha öncesinde Ortadoğu’da Arap ülkeleriyle İsrail arasında köprüler kurulmasıyla ilgili çalışmalara katılmıştım. Avrupa’da da iki toplum arasında ilişkilerle ilgili faaliyetlere katıldım. Sonra kendi kendime ‘dur bir dakika, bu işi her yerde yapıyorsun, neden kendi ülkende denemiyorsun’ dedim. İngiltere’de de her iki toplumun (Müslüman ve Musevi) üyeleri İngiliz vatandaşıdırlar, İngiliz toplumunun parçasıdırlar ve birçok alanda ortak kaygılara sahipler. Ailelerimize bağlıyız, dini ihtiyaçlarımız var, geniş anlamda toplumla ilgileniyoruz. Bu kadar ortak yanımız var ama kendi kabuğumuza çekilmiş biçimde yaşıyoruz. Elbette her cemaat kendi kimliğine saygı duyar. Ancak bazı alanlarda paylaştığımız özel müşterek kaygılarımız var. Ben olumsuz şeyleri engellemek değil, beraber olmak olumlu olduğu için yola çıktım. Bunun her iki toplum için önemli olduğuna inandım”. Haham Gluck bu diyaloğun pratikte nasıl işlediği sorusuna ise “Her ne kadar hepimiz Müslüman veya Musevi din adamı olsak da, Ortadoğu’daki kardeşlerimizle dayanışma içinde bulunsak da din ve politika tartışmıyoruz. Bunun yerine bizleri birleştiren konuları ele alıyoruz. Sosyal konut, istihdam, aile, dinsel eğitim, sünnet, helal veya koşer tüketim, islamofobi veya Yahudi düşmanlığı konuları gibi İngiltere’de paylaştığımız ve beraber çözümler üretebileceğimiz ortak kaygılarımızı görüşüyoruz” yanıtını veriyor.
Diyanetişleri Başkanlığının Görüşleri
Avrupa Konseyi’nin dinler ve kültürler arası diyalogla ilgili faaliyetleri Türkiye’de ise Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) tarafından takip ediliyor. DİB bu yıl Arnavutluk toplantısına Belçika temsilcilerinden Coşkun Beyazgül’ü gönderdi. Beyazgül, bu toplantıların ilk amacına ulaştığı görüşünde: “Bu toplantılar öncelikle değişik çevrelerden değişik ülkelerden farklı inanç kültürlerinden oluşan grup toplantıları şeklinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla birinci amaç yerine gelmiş oldu. Evvela bu kadar insanı bir araya getirip birlikte konuşmaları sağlandı. Ortak meseleler üzerinde konuşulmaya başlandı. Ortak gelecek nasıl inşa edilebilir, sorgulanmaya başlandı. Artık çok kültürlü toplumlarda yaşıyoruz. Çok kültürlü toplumların birlikte yaşama kültürünü nasıl ve hangi pedagojik araç ve gereçlerle geliştirebiliriz, birbirimizle nasıl daha iyi diyalog içinde olabiliriz, nasıl birbirimizi anlayabiliriz, ben en azından bu hedefe yavaş yavaş ulaştığımızı düşünüyorum”. Beyazgül buna rağmen yüksek temsil seviyesinde düzenlenen bu toplantılarda kararlaştırılanların, toplumun diğer katmanlarına indirilmesi ve bunun için bir yol haritası çizilmesi gerektiğini düşünüyor.
Bir Arnavut olan Dünya Bektaşiler Birliği lideri Hacı Baba Edmond Brahimaj ise ülkesinin bu alandaki deneyimini ön plana çıkaranlardan: “Bu diyalog halklar ve dini cemaatlar arasında işbirliği için çok önemlidir. İnsanları birbirleriyle yakınlaştırmanın çok önemli ve faydalı olduğunu düşünüyorum. Bu alandaki son toplantı Avrupa Konseyi tarafından Arnavutluk’ta, Arnavutluk’un bağımsızlığının 100’üncü yıldönümünde ve Arnavut devletinin komünist dönemin engellerini aşma ve Avrupa’yla yakınlaşma çabaları çerçevesinde gerçekleşiyor. Komünist dönemde çok sayıda din adamı baskı kurbanı oldu. Ama bugün dinler hâlâ ayakta. Bu da Allah’ın büyüklüğünü gösteriyor. Arnavutluk olarak dinler arası diyalog konusunda örnek olabilecek bir ülkeyiz”.
Dinler arası diyalog toplantıları Katolik dünyasını temsil eden Vatikan tarafından da yakından takip edilmekte. Vatikan Arnavutluk randevusunda Avrupa Konseyi daimi temsilcisi Monsenyör (Mgr) Aldo Giordano tarafından temsil edildi. Mgr Giordano dinler arası diyaloğu “dinin siyasetin gündemine oturması” olarak okuyor: “Bizler siyaset dünyasının, Avrupa kurumlarının, halklar ve kültürler arasında diyaloğu konuşmak için işin dini boyutunun ele almasınının gerekliliğini keşfetmiş olmasını önemsiyoruz. Bu da dinin Avrupa sahnesine geri dönüşü anlamına geliyor zira kültürün kökeninde din vardır. Yani kültürler arası buluşma için dini boyutun dikkate alınması gereklidir. Bu da dini siyasetin gündemine oturtmuştur. Kültürler arası diyaloğun dinsel boyutundan söz ediyoruz. Siyaset kültürler arası diyalogla ilgileniyor. Siyaset doğrudan dinler arası diyalogla ilgilenmiyor. Bu biz din adamlarının işidir. Avrupa Konseyi ilahiyatla ilgilenmiyor. Bu bizim işimiz. Fark budur, perspektif de bu açıdan doğrudur”. Mgr Giordano, özellikle Hıristiyanlık ile İslam arasında önemli ve olumlu bir diyalog deneyimi yaşandığını da dile getiriyor: “Olumlu deneyimler diyaloğun da mümkün olduğunu gösteriyor. Uzun yıllardır devam eden bir Avrupa deneyimim var. Avrupa’da Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında diyalog konusunda çalıştım. Örneğin 12 Eylül 2001’de Saraybosna’da Avrupalı 100 Hıristiyan ve Müslüman bir araya geldik. Havayı tahmin edin, 11 Eylül’ün hemen ertesiydi. Bu çok özel atmosferde beraber bir belge kaleme aldık ve dinlerin barış yanlısı olduğunu ve Allah’ın adı kullanılarak şiddete başvurulamayacağını bildirdik. Başarılı deneyimlerimiz var. Tabii zorlukların da farkındayız. Anlaşmazlıklar olduğunu biliyoruz. Çok değişik durumlarla karşı karşıyayız. Daha yapacak çok iş var. Ama diyaloğun mümkün olduğunu gösteren emareler var”.
“Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma”
Dinler arası diyalog için kurulmuş yapılanmalar da Avrupa Konseyi’nin bu alandaki etkinliklerine aktif olarak katılıyor. Bunlar arasında “Avrupa Dini Liderler Konseyi” de var. Geçtiğimiz yıllarda Ortodoks, Katolik, Protestan, Şii ve Sünni Müslüman, Musevi, Budist ve Sih dini adamlarının katılımıyla oluşturulan Konsey’in Norveçli genel sekreteri Stein Villumstad yola çıkış amaçlarını “Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma” döviziyle açıklıyor ve ekliyor : “Bu kural her ne kadar genel görünse de çok önemlidir. Saygı, insan onuru, insan haklarına saygı gibi ortak paylaştığımız değerler de var. Tüm bu değerler ortak eylemlere yansıtılabilir. Burada dinleri birbirlerine karıştırmaktan söz etmiyoruz. Gerçekten birbirlerine ve farklılıklarına saygı duymak ve geniş ölçüde paylaşılan değer ve kaygıları aramaktır söz konusu olan”.
Dinler ve kültürler arası diyalog sadece dini temsilcileri ilgilendirmiyor. Ateist ve hümanist kuruluşlar da bu diyalogda yer almak istiyor ve alıyor. Bunlar arasında Uluslararası Hümanist ve Etik Birliği de var. Birlik temsilcisi David Pollock neden bu diyalogda yer almak istediklerini şu ifadelerle açıklıyor: “Hümanizm ve dini olmayan inançlar dini olanlarla aynı yörüngededirler. Arnavutluk’ta katıldığım son toplantıda bir Budist temsilci vardı. Teist (Tanrıtanır) olmadığını söyledi. Yani her din Tanrı’ya inanır diye bir şey yok. Hümanizm dini alan olmaksızın iyi davranışa olan yükümlülüktür. Bu tür toplantıların önemli olduğu düşüncesindeyiz. Birbirimizi anlamak ve yanlış anlamaları engellemek için her türlü imkanı kullanmalıyız. Elbette biz hümanistler ile Müslümanlar, Katolikler veya diğerleri arasında derin farklılıklar var. Fakat bu farklılıklar dinlerin kendi aralarındaki farklılıklardan daha fazla değil. Eğer dünya barışını muhafaza etmek, yeryüzündeki halklar arasında dayanışma yaratmak, adaletsizlikleri ortadan kaldırmak ve insan haklarını istiyorsak, birbirimizi anlamamız gerekiyor”.
Deutsche Welle