Hz.İmâm Zeynel Âbidin, Hicret’in 38. yılında Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir. Künyeleri “Ebû Muhammed”, lâkapları “Zeynel Âbidin (İbâdet edenlerin bezentisi), Seyyid’üs Sâcidin (Secde edenlerin ulusu)” ve “Zü’s-Sefenât”tır. Fazla secde etmeleri dolayısıyla mübarek alınlarında, dizlerinde meydana gelen sertlik yüzünden bu lâkapla anılmışlardır. “Seccâd” yani çok secde eden sözü de lâkaplarındandır. Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in 11 erkek, 4 kız olmak üzere, 15 evlâtları olduğu rivâyet edilmiştir. Soyları oğlu Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır’dan yürümüştür.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in oğlu Hz.İmâm Muhammed Bâkır, babası hakkında naklettiği bir rivâyette söyle buyurmuştur:
“Babam İmâm Zeynel Âbidin hep iyilik yapmaktan zevk alırdı. Allah’a karşı şükranını ifade etmek için; bir iyilik gördüğü zaman, Kur’ân-ı Kerîm okurken «Secde» âyeti gelince, bir kötülükten kurtulunca, iki kişinin arasını bulunca, bir zorluğu atlatınca, mutlaka şükran secdesine kapanırdı. Bunun için kendisine «Seccad» adı verilmiştir.”
Hz.İmâm Zeynel Âbidin, babası Hz.İmâm Hüseyin’in Kerbelâ’da şehâdetlerinde çocuk yaşta ve hasta olduklarından dolayı, Hz.İmâm Hüseyin onun savaşa girmelerine müsâade buyurmamışlardı, çünkü nesilleri oradan devam edecekti.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin son derece iyi yürekli, sakin yaratılışlı idi. İlim sahasında ise, erişilmez bir derecesi vardı. Hayatını iyilikler yapmak, okumak ve ibâdetle geçirmiştir.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin, sık sık Kerbelâ hadisesini hatırlar ve kendini tutamaz uzun uzun ağlardı. Böyle kendisini harap edercesine ağlamamasını söyleyenlere şu cevâbı verirdi:
“Hz.Yakup, oniki oğlundan birini kaybedince ağlamaktan gözlerine ak düştü. Görmez oldu. Halbuki kaybolan oğlu Yusuf sağ idi. Ben ise «Ehl-i Beyt»ten bütün yakınlarımın şehit düştüklerini gördüm. Bunların acısını yüreğimden nasıl çıkarabilirim?”
Hz.İmâm Zeynel Âbidin de, ataları Emîr’ül-mü’minîn gibi, geceleri taşıyabildikleri kadar yiyecek, odun v.s. yüklenirler, kapı kapı dolaşıp yoksulların evlerine giderler, onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Bu arada yüzlerine nikab vurunurlar, kendilerini tanıtmazlardı. Yoksullar kendilerine yardım edenin Hz.İmâm Zeynel Âbidin olduğunu, ancak onun Hak’ka yürümesinden sonra anlamışlardı.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin ailesine; “Kendilerine başvuran herkese mutlak suretle yardım etmelerini” emretmişti. Halbuki kapıya gelerek sadaka isteyenler arasında, böyle bir yardıma hakikaten müstehak olanlar olduğu gibi, pek tabii olarak müstehak olmayanlar da vardı. Fakat Hz.İmâm böyle bir ayırım yapılmasına râzı olmuyordu; “Kapıya gelerek el açan herkese mutlak suretle yardım yapılmasını” istiyordu.
Birgün ailesinden biri; Hz.İmâm Zeynel Âbidin’e;
“Belki de bu gelenler arasında yardım görmeğe hiçbir şekilde hak kazanmamış kimseler de vardır. Bunlara yardım etmekle, asıl yardıma muhtaç kimselere yardım yapmamak veya daha az yardım yapabilmek zorunda kalıyoruz. Acaba her başvurana mutlaka yardım etmemiz yolundaki emrinizi geri alamaz mısınız?” dediler.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin şu cevâbı verdi:
“Kapımıza gelerek el açan herkese mutlaka elimizde olanı vermeliyiz. Müstehak olmadığını sandığımız kişilere de bir şeyler vermek lâzım gelir. Onun sadakaya muhtaç olup olmadığını siz nereden bileceksiniz? Olabilir ki; boş çevireceğiniz bir kimse, hakikaten sadakaya muhtaçtır.”
Bir çok kimseler halledemedikleri meseleleri halledebilmek için Hz.İmâm’a gelirler, çeşitli sorular sorarlardı. Hz.İmâm Zeynel Âbidin, bunların hiçbirini tatmin olmamış bir halde geri göndermezdi. Sorularına mutlaka tatmin edici cevaplar verir, onları aydınlatırdı.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin “Edeb”e fevkalâde riâyet ederlerdi; yemeklerini yetimlerle yoksullarla yerler, çocuklara kendi elleriyle lokma sunarlar, yoksullara bir şey vermeden, onları doyurmadan yemek yemezlerdi. Halk, kendilerine büyük bir saygı gösterirdi; düşmanları, “Ehl-i Beyt’e” muhalif olanlar bile, karşılarında saygı göstermek zorunda kalırlardı.
Kerbelâ faciasından sonra “Ehl-i Beyt” ile Şam’a götürülen Hz.İmâm Zeynel Âbidin; mescidde, hatibin Ebû Sufyan soyunu övüp Hz.Ali ve Hz.İmâm Hüseyin hakkında kötü sözler söylemesi üzerine Yezîd’e; “Benim de minberde Allah’ın rızâsını elde edecek, meclis ehline ecir vermesine sebep olacak, birkaç söz söylememe müsâade eder misin?” buyurmuşlardı.
Yezîd, müsâade etmek istememiş, fakat meclistekiler Hicaz ehlinin fesâhatini duymak istediklerini söyleyip ısrar edince, müsâade etmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine Hz.İmâm Zeynel Âbidin, minberi teşrif buyurup Allah’a hamd-ü senâdan, Hz.Resûlullah’a ve “Ehl-i Beyt’i”ne salat-ü selâmdan sonra şu hutbeyi beyân buyurmuşlardır:
“Ey insanlar, bize altı şey verildi ve yedi şeyle üstün edildik: İlim, hilim, cömertlik, fesâhat, yiğitlik verildi ve mü’minlerin gönüllerine sevgimiz ihsân edildi. Seçilmiş Peygamber Muhammed bizdendir; onu ilk gerçekleyen, îmanını ilk izhâr eden Ali, Cafer Tayyâr, Allah’ın ve Resûl’ünün Arslanı Hamza ve bu ümmetin, iki torunu (Resûlullah’ın iki torunu soyunu sürdüren iki hayırlı ümmet mesâbesinde olan oğulları) ve Deccal’ı öldürecek Mehdî bizdendir; bunlarla da herkesten üstün bir makam ihsân edildi bize.
Beni tanıyan tanır; tanımayana da soyumu-sopumu haber vereyim:
Ey insanlar! Benim, Mekke’yle Medine’nin oğlu. Benim, Zemzem’le Safâ’nın oğlu. Benim, abâsının eteğinde Hacer’ül-Esved’i taşıyanın oğlu. Benim, herkesten daha iyi, daha güzel bir tarzda Hac törenini edâ edenin oğlu. Benim, en hayırlı ve gerçek tavâf edip sa’yi îfâ edenin oğlu. Benim, en hayırlı ve gerçek Haccedip «Lebbeyk» diyenin oğlu. Benim, burâka binip göğe ağanın oğlu. Benim, geceleyin Mescid’ül-Harâm’dan Mescid’ül-Aksa’ya varanın oğlu. Benim, Cebrâil’le Sidret’ül-Müntehâ’ya varan zâtın oğlu. Benim, hakkında, «Yaklaştı, yakınlaştı; iki yay kadar kaldı, yâhut daha da yakın» denen zâtın oğlu. Benim, gökte meleklerle namaz kılanın oğlu. Benim, Allah’ın dilediği, kendisine vahyedilenin oğlu. Benim, Muhammed Mustafa’nın oğlu. Benim, Aliyy’ül Mürteza’nın oğlu. Benim, Allah’tan başka yoktur tapacak deyinceye kadar halkla savaşanın oğlu. Benim, Resûlullah’ın huzûrunda iki kılıçla savaşanın, düşmana iki mızrakla vuranın, iki kere göçenin, iki bey’atte de bey’at edenin, Bedir’de, Huneyn’de dövüşenin, göz ucuyla bakıncaya kadar bile Allah’a şirk koşmayanın, Mü’minlerin Sâlihi, Peygamberlerin vârisi olanın, dîne bid’at katanların köklerini kazıyanın, Müslümanların sevgilisi kesilenin, savaşların nûrunun, ibâdet edenlerin zînetinin, ağlayanlara baştacı olanın sabırlıların en sabırlısının, Âlemler Rabbinin Resûlü Yâsîn’in (Muhammed’in) soyundan olan, gecelerini ibâdetle geçirenlerin en üstünü bulunanın, Cebrâil’le güçlendirilen, Mikâil’le yardım görenin oğluyum. Müslümanların haremini koruyanların oğluyum; dinden çıkanları gerçekten sapıp zulmedenleri, bey’atten dönüp ahdını bozanları öldürenin oğlu. Benim, Fatımâ’tüz Zehrâ’nın oğlu; Benim, kadınların ulusunun oğlu….”
Bu hutbe; hem Yezîd’in yaptığını, hem Hz.Hüseyin’in kıyâmını, hem dînin esasını, hem de îmanın kudretini gerçeğin azametini göstermiş ve Yezîd’e uyanları hayrete düşürmüş, çoğunu ağlatmış, mescidde bir isyân havası estirmişti.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin yalnız dostlarına değil, düşmanlarına da vakti gelince iyilik yapmaktan çekinmezdi. Emevi hükümdarları ve bunların Vâlileri, kendisine zaman zaman çok kötülükler yapmış oldukları halde, birinden bile şikâyet etmiş değildir.
Medine emiri Hişâm bin İsmail, dâima Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in aleyhinde bulunduğu, rastladıkça sözleriyle Hz.İmâm’ı incittiği hâlde, emirlikten azledilince herkes ona hakaret ederken, Hz.İmâm kendilerine uyanlara; “Ona bir şey söylememelerini, incitmemelerini” emir buyurmuş ve ona rastlayınca da kendisine selâm verip gönlünü almıştı.
Emevi hükümdarları, casusları vasıtasıyla Hz.İmâm Zeynel Âbidin’i adım adım takip ettiriyorlar, yaptığı her şeyi öğreniyorlardı. Bunun sebebi korkuları idi. Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in bir işaret verdiği anda bütün Hicâz ile Irak’ın ayaklanabileceğini biliyorlardı. Halbuki Hz.İmâm, kendisini her çeşit dünya işlerinden çoktan çekmiş bulunuyordu. O kendisini olduğu gibi ilim ve ibâdete vermişti. Yapılan aksi telkin ve teklifleri kabul etmiyordu.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin, kendilerine söven birisine;
“Eğer ben” buyurmuşlardı; “Dediğin gibiysem Allah’ın beni yargılamasını dilerim; ama dediğin gibi değilsem, dilerim Allah seni bağışlasın.”
Hz.İmâm Cafer-i Sâdık zamanında bir gün, Hz.İmâm Zeynel Âbidin’den bahsedildi. O zaman Hz.İmâm Cafer-i Sâdık:
“Yemin ederim ki o, hayatı boyunca aslâ haram bir şey yemiş değildir” dedi; “Ömrü boyunca hak yolunda, hak için çalışıp çabalamıştır. Karşısına çıkan güçlüklerden hiçbiri kendisini yıldırmamıştır.”
Yine tanınmış Arap ülemâsından Tavus Yemâmî şu olayı anlatmıştır:
“Bir yıl hac mevsiminde Mekke’ye gitmiştim. Herkes ibâdetle meşguldü. Baktım Kâbe’nin yanında Hz.İmâm Zeynel Âbidin namaz kılıyor. Hemen ona yaklaştım ve kendisini seyre başladım. Kendisinden tamamiyle geçmiş, bütün varlığını ibâdete vermişti.
Namazdan sonra da niyâza başladı. O zaman ben, Peygamber soyundan gelen bu zatın duâ ve niyâz ederken neler söylediğini merak ederek kendisine iyice yaklaştım. Hz.İmâm’dan kulağıma şu sözler geldi; «Yâ Rabbî! Ufak bir kulun kapına geldi. Bir zavallı kul sana sığındı. Muhtaç bir kulun kapındadır. Senden lûtuf ve inâyet dileniyor.»
Bu sözler bana öylesine dokundu ki; ömrüm boyunca bu sözler, hiçbir vakit hatırımdan çıkmadı. Ne zaman bir zorlukla karşılaşsam ben de aynen bu şekilde duâ ve niyâza başladım. Ve hemen her seferinde Cenâb-ı Hak’ka, Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in dili ile yaptığım bu duâ, nezdi ilâhi de makbul olmuş ve beni de sıkıntıdan kurtarmıştır.”
Bu sözler de; Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in, ne mertebelere kadar yükselmiş bulunduğunu açıkça gösterir.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin, babaları Hz.İmâm Hüseyin’in şehâdetinin, şehâmetinin bir timsali, lûtuf ve ihsânın bir mümessili olmak, Peygamber-i Ekrem’in bir yadigârı bulunmak ve aynı zamanda bilgide de eşi bulunmamak dolayısıyla herkesin saygısına mazhar olmuşlar, çevrelerini ilim ve edeb âşıklarıyla doldurmuşlardı.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in ibâdette bulundukları Mescid-i Nebî, âdeta bir medrese hâlini almıştı. Hicaz’daki bilginler, kendilerine mürâcaatla bilgilerini ilerletiyorlar, hac mevsimlerinde uzak illerden gelenler de kendilerinden faydalanıyorlardı.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in tedvin edilmiş eserlerinden biri “E’s-Sahifet’ül-Kâmile”dir. “Sahife-i Seccâdiyye” de denilen bu kitapta, ellidört duâ mevcuttur. Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in bir de “Risâlet’ül-Hukuk”u vardır. Bu risâlede; İslâmi hukuk esaslarının insanî vecheleri, bütün incelikleriyle izâh edilmektedir.
Hz.İmâm Zeynel Âbidin, Hicret’in 75. yılı (Milâdi 693) Muharrem ayınının 12. günü Ümeyye oğullarından Abdülmelik oğlu Velid’in saltanatı zamanında, Hişâm bin Abdülmelik’in iğvasıyla zehirletilerek, şehâdet mertebesine ermişlerdir.
Ömürlerinin müddeti, 37 yıldır. Kabri, Medine-i Tayyibe’deki Baki mezarlığında, Hz.İmâm Hasan’ın medfun bulundukları yerdedir. İmam
Zeynelabidin (as)'ın doğum gününü kutlayacağımız bu günlerde ondan bize miras kalan ve dua ve münacatlarını içeren Sahife-i Seccadiye adlı eseri okumak bizler için büyük bir kazanım olacaktır. İbadet edenlerin süsü ziyneti olan o masum imam bize, bizi yaratanla nasıl konuşmamız gerektiğini öğretiyor..
Bu eser: Kur'an'ın indiği risalet ve vahiy evinin, ilim ve irfan çeşmesinin kaynadığı Peygamber evinin seçkin bir üyesidir. Çünkü o, velayet semasının bir yıldızıdır. Ve çünkü O, Allah'ın hüccetidir. O iki cihan serveri Muhammed Mustafa'nın (s.a.a), ilim ve hikmet beldesinin kapısı Ali Murtaza'nın (a.s) hayâ, iffet ve ismet sembolü, tüm hanımların hanımefendisi Fatı-matü'z-Zehra'nın (s.a) ve özgürlük, evrensel insanlık ilkeleri, hak ve hakikat yolunun şehitlerinin en seçkini İmam Hüseyin'in oğlu ve imamlar babası Hz. İmam Seccad Ali Zeynelâbidin'dir (a.s).
İrfanla ilgilenip, iç dünyasını kötülüklerden arındırmak isteyen her mümin, O'nu tanımakta ve O'nun irfan çeşmesinin berrak şerbetinden feyiz almaktadır.
Kerbela mezaliminin tüm keder ve acılarını kalbinde taşımakla birlikte, Yezidî diktatörlüğün düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı uyguladığı en ağır baskılara rağmen kokuşmuş saltanat düzeninin (düşünce alanında olsun, yaşam tarzında olsun) toplum üzerinde oluşturduğu tahribat karşısında düşünce ve ifade özgürlüğüne uygulanan baskıyı, bu yüce şahsiyet dua ile mesaj verme yoluyla deliyordu. Böylece Rabbine dua ediyorken, dua içersindeki mesajlarla toplumu, sosyal ve kültürel açıdan eğiterek içi temiz bireylerden oluşan tertemiz bir toplum oluşturmaya koyulmuştur.
Yasağı delme yolu olarak sadece bu metotla da yetinmemiş, her yıl bir grup insanı, hizmetçi adıyla yanına alıp eğiterek toplumu aydınlatmaları için eğitimi bitirenleri "Azat ediyorum" adı altında salıveriyordu.
Bu insanlar, ülkenin çeşitli bölgelerine yayılıp Emevî saltanatına karşı halkı örgütleyerek devrime hazırlıyorlardı. Bu çalışmalar, kısa zamanda meyvesini vermeye başladı ve art arda gelen ayaklanmalar, Emevî saltanatının sonunu getirdi.
Evet, Emevî diktatörlüğü Kerbela cinayetiyle, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve Ali'nin kahramanlıklarıyla, müşrik orduyu yöneten Emevî büyüklerine indirdiği darbelerin intikamını alıp, Muhammed'in (s.a.a) dinini ortadan kaldırabileceklerini sanıyorlardı. Oysaki İmam Zeynelâ-bidin'in (a.s) uyguladığı bu akıllara durgunluk veren metotla kendi sonlarının geleceğini hiç hesaba katmamışlardı.[1]
Onlar artık Haşimîlere karşı kesin bir zafer elde ettiklerini sanıyorlardı. İmam Zeynelâbidin'in de mağlubiyeti kabullenip dua, niyaz ve münacatla teselli bulduğunu her türlü sosyal işten elini çektiğini, evine aldığı bunca hizmetçiyle artık rahat bir hayat geçirmeyi tercih ettiğini sanıyorlardı. Her yıl hizmetçi gibi alınıp bayram arifelerinde azat edilen bu insanların, aslında eğitimden geçirilip ülke sathına yayılan devrim kadroları olduğunu nereden bilebilirlerdi?
İmamın dua, niyaz ve münacatlarının bir kısmını ihtiva eden bu eserin irfanî, edebî, ahlakî, psikolojik ve sosyolojik açılardan bir şaheser olduğunu, bu ilimlerden biraz olsun pay almış insanlar, anlamakta hiç de zorlanmazlar. Orijinal adı Sahife-i Seccadiye olan bu eser, adını İmam Ali Zeynelâbidin'in (a.s) lakabı olan "Seccad" kelimesinden almıştır.[2]
[1]-Ne yazık ki İmam Seccad (a.s)'ın oluşturduğu bu inkılâbî potansiyeli, Haşimîlerden bazıları zamansız ayaklanmalarla bir tepki hareketine dönüştürmek suretiyle, İslamî ölçü ve ilkelere dayalı bir şuur hareketi olmaktan çıkarıp, Emevî mezalimine karşı kin, nefret ve intikam şiarına dayalı bir tepki hareketine dönüştürdüler.
İmam Seccad Ali Zeynelabidin (a.s) böyle bir hareketin sorumluluğunu elbet ki üstlenmek istemezdi. Çünkü O, İslami ölçü ve İlkelerin adamıydı. İktidar tahtına kurulmak için bu ölçü ve ilkeleri çiğneyemezdi.
[2]-Seccad, çokça secde eden anlamına gelir. İmam (a.s) çok ibadet ve secde ettiği için Ona "Zeynel Abidin" (ibadet edenlerin ziyneti/ süsü) ve Seccad lakapları takılmıştır.Kur'an'ın indiği risalet ve vahiy evinin, ilim ve irfan çeşmesinin kaynadığı Peygamber evinin seçkin bir üyesidir. Çünkü o, velayet semasının bir yıldızıdır. Ve çünkü O, Allah'ın hüccetidir. O iki cihan serveri Muhammed Mustafa'nın (s.a.a), ilim ve hikmet beldesinin kapısı Ali Murtaza'nın (a.s) hayâ, iffet ve ismet sembolü, tüm hanımların hanımefendisi Fatı-matü'z-Zehra'nın (s.a) ve özgürlük, evrensel insanlık ilkeleri, hak ve hakikat yolunun şehitlerinin en seçkini İmam Hüseyin'in oğlu ve imamlar babası Hz. İmam Seccad Ali Zeynelâbidin'dir (a.s).
İrfanla ilgilenip, iç dünyasını kötülüklerden arındırmak isteyen her mümin, O'nu tanımakta ve O'nun irfan çeşmesinin berrak şerbetinden feyiz almaktadır.
Kerbela mezaliminin tüm keder ve acılarını kalbinde taşımakla birlikte, Yezidî diktatörlüğün düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı uyguladığı en ağır baskılara rağmen kokuşmuş saltanat düzeninin (düşünce alanında olsun, yaşam tarzında olsun) toplum üzerinde oluşturduğu tahribat karşısında düşünce ve ifade özgürlüğüne uygulanan baskıyı, bu yüce şahsiyet dua ile mesaj verme yoluyla deliyordu. Böylece Rabbine dua ediyorken, dua içersindeki mesajlarla toplumu, sosyal ve kültürel açıdan eğiterek içi temiz bireylerden oluşan tertemiz bir toplum oluşturmaya koyulmuştur.
Yasağı delme yolu olarak sadece bu metotla da yetinmemiş, her yıl bir grup insanı, hizmetçi adıyla yanına alıp eğiterek toplumu aydınlatmaları için eğitimi bitirenleri "Azat ediyorum" adı altında salıveriyordu.
Bu insanlar, ülkenin çeşitli bölgelerine yayılıp Emevî saltanatına karşı halkı örgütleyerek devrime hazırlıyorlardı. Bu çalışmalar, kısa zamanda meyvesini vermeye başladı ve art arda gelen ayaklanmalar, Emevî saltanatının sonunu getirdi.
Evet, Emevî diktatörlüğü Kerbela cinayetiyle, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve Ali'nin kahramanlıklarıyla, müşrik orduyu yöneten Emevî büyüklerine indirdiği darbelerin intikamını alıp, Muhammed'in (s.a.a) dinini ortadan kaldırabileceklerini sanıyorlardı. Oysaki İmam Zeynelâ-bidin'in (a.s) uyguladığı bu akıllara durgunluk veren metotla kendi sonlarının geleceğini hiç hesaba katmamışlardı.[1]
Onlar artık Haşimîlere karşı kesin bir zafer elde ettiklerini sanıyorlardı. İmam Zeynelâbidin'in de mağlubiyeti kabullenip dua, niyaz ve münacatla teselli bulduğunu her türlü sosyal işten elini çektiğini, evine aldığı bunca hizmetçiyle artık rahat bir hayat geçirmeyi tercih ettiğini sanıyorlardı. Her yıl hizmetçi gibi alınıp bayram arifelerinde azat edilen bu insanların, aslında eğitimden geçirilip ülke sathına yayılan devrim kadroları olduğunu nereden bilebilirlerdi?
İmamın dua, niyaz ve münacatlarının bir kısmını ihtiva eden bu eserin irfanî, edebî, ahlakî, psikolojik ve sosyolojik açılardan bir şaheser olduğunu, bu ilimlerden biraz olsun pay almış insanlar, anlamakta hiç de zorlanmazlar. Orijinal adı Sahife-i Seccadiye olan bu eser, adını İmam Ali Zeynelâbidin'in (a.s) lakabı olan "Seccad" kelimesinden almıştır.[2]
[1]-Ne yazık ki İmam Seccad (a.s)'ın oluşturduğu bu inkılâbî potansiyeli, Haşimîlerden bazıları zamansız ayaklanmalarla bir tepki hareketine dönüştürmek suretiyle, İslamî ölçü ve ilkelere dayalı bir şuur hareketi olmaktan çıkarıp, Emevî mezalimine karşı kin, nefret ve intikam şiarına dayalı bir tepki hareketine dönüştürdüler.
İmam Seccad Ali Zeynelabidin (a.s) böyle bir hareketin sorumluluğunu elbet ki üstlenmek istemezdi. Çünkü O, İslami ölçü ve İlkelerin adamıydı. İktidar tahtına kurulmak için bu ölçü ve ilkeleri çiğneyemezdi.
[2]-Seccad, çokça secde eden anlamına gelir. İmam (a.s) çok ibadet ve secde ettiği için Ona "Zeynel Abidin" (ibadet edenlerin ziyneti/ süsü) ve Seccad lakapları takılmıştır.