Alemlere rahmet olarak gönderilen aziz Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) hastalığı boyunca arada sırada Mescide gidiyor Müslümanlara cemaat namazı kıldırıyor ve onlara bazı önemli meseleleri zikrediyordu. Hz. Peygamber, bu hastalık günlerinin birinde başını bir bezle bağlamış Ali (a.s) ve Fazl b. Abbas da onun koltuk altlarından tutmuş ve ayakları yerde sürüklenir bir halde Mescide geldi ve minbere çıkarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Benim aranızdan ayrılma vaktim oldukça yaklaştı. Her kime bir şeyler vaat etmişsem şu anda yerine getirmeye hazırım. Her kime borcum var ise gelip alsın"
Bu esnada adamın birisi kalkarak "bir müddet önce evlendiğim takdirde sana bir miktar yardımda bulunacağım diye bana söz vermiştiniz" dedi. Peygamber Fazl'a destur vererek ona istediği miktarda yardımda bulunmasını söyledikten sonra minberden aşağı indi ve eve döndü. Sonra da vefatından üç gün önce Cuma günü yeniden Mescid'e geldi ve bir konuşma yaptı. Bu konuşmasının bir yerinde şöyle buyurdu: “Benim üzerimde hakkı olan kimse kalkıp onu izhar etsin. Zira bu dünyadaki kısas, kıyamet günündeki kısastan daha koyladır.”
Bu esnada Sevade b. Kays ayağa kalkarak şöyle dedi: “Taif savaşı dönüşünde deveye binili bir haldeyken kendi bineğinize vurmak maksadıyla kırbacınızı havaya kaldırmış ama kırbacınız yanlışlıkla benim karnıma isabet etmişti. Ben de şu anda ise kısas etmek istiyorum.”
Peygamber'in bu isteği ahlaki bir nezaket olsun diye değildi. Peygamber bununla, halkın hiç bir önem vermediği ufak şeyleri de telafi etmek istiyordu.(1) Peygamber aynı kırbacı evden gidip getirmeleri için emir verdi. Sonra gömleğini yukarı çekerek "Sevade"nin kısas hakkını kullanmasını bekledi. Peygamber'in dostları dertli bir gönül, yaşlı bir göz, öne doğru uzatılmış bir boyun ve içler acısı bir feryatla merak içinde öylece durmuş olacakları bekliyordu. Acaba "Sevade" gerçekten de kısas edecek miydi?
Aniden "Sevade"nin gayr-i ihtiyari olarak eğilip Peygamber'in karın ve göğsünü öptüğünü gördüler. Bu esnada Peygamber ona dua ederek şöyle dedi:
“İlahi! "Sevade" İslam Peygamber'ini bağışladığı gibi sen de onu bağışla! (2)
1-Bunun yanı sıra Sevade’nin karnına değen kırbaç kasıtlı değildi. Bu yüzden kısas hakkı yoktu aksine bunun diyesi vardır. Bununla birlikte Peygamber onun gönlünü almak istiyordu.
2-Menakib-i Al-i Ebi Talib C.1 S. 164
Alemlerin yaradılış sebebi olan Hz. Peygamberin (sav) hastalığı iyice şiddetlenince, Medine'yi baştan başa bir ızdırap ve tedirginlik sarmıştı. Peygamber'in dostları yaşlı gözler ve gam dolu bir gönülle Peygamber'in evinin etrafını sarmış, hastalığının nereye varacağını bilmek istiyorlardı. Evin içinden dışarıya sızan haberler Peygamber’in sağlık durumunun çok vahim olduğunu haber veriyordu.
Peygamber'e şiddetli bir şekilde alaka duyan bazı Müslümanlar Peygamber'i yakından ziyaret etmek istiyorlardı; ama Peygamber'in vahim durumu buna müsait değildi. Hasta yatağında yatmış olduğu odaya kendi Ehl-i Beyt'inden başka hiç kimsenin girip çıkmasına izin vermiyordu. Peygamber'in kıymetli ve biricik hatırası olan kızı Fatma (a.s) babasının yatağının başında durmuş onun nurlu yüzünü temaşa ediyordu. O, babasının alnından inci taneleri gibi ecel terlerinin döküldüğünü müşahede ediyordu. Zehra (s.a) sıkışmış bir kalp, yaşlı bir göz ve düğümlenmiş bir boğazla, Ebu Talib'in Peygamber hakkında inşa etmiş olduğu şiirlerden birini okuyor ve şöyle diyordu:
“ Öyle nurlu bir yüzü vardır ki, onun hürmetine bulutlardan yağmur istenir ve O yetimlerin sığınağı ve dulların koruyucusuydu.”
Bu esnada Peygamber gözlerini açarak yavaş bir sesle kızına şöyle dedi:“Bu Ebu Talib'in benim hakkımda inşa etmiş olduğu bir şiiridir. Ama onun yerine şu ayeti rivayet etmeniz daha iyidir. "Muhammed, ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de nice Peygamberler geldi geçti. Ölürse yahut öldürülürse gerisin - geriye (geçmişlerinizin dinine ) mi döneceksiniz?
Kim dönerse bilsin ki Allah’a hiç bir surette zarar vermez ve Allah şükredenlerin karşılığını yakında verecektir.” (1) -(2)
1- Al-i İmran Suresi Ayet / 144
2- İrşad S.98
Peygamber'in biricik kızına olan alakası insani atifi ve duyguların en üstün tecellisiydi. Öyle ki Peygamber kendi kızıyla vedalaşmadan kesinlikle sefere çıkmıyor, sefer dönüşünde de herkesi ziyaretten önce onu görmeye koşuyordu. Kendi hanımlarının yanında ona oldukça ihtiram gösteriyor ve dostlarına şöyle buyuruyordu:
"Fatma benim bedenimin bir parçasıdır. Onun rızası benim rızamdır ve onun gazabı benim gazabımdır.”(1)
Zehra'yı görmek ona kocasının mukaddes hedefi yolunda olmadık zahmetlere katlanın ve mal ile servetini bu yolda infak eden dünyanın en temiz ve en merhametli kadını olan Hatice'yi hatırlatıyordu.
Peygamber'in hasta olduğu günlerde de onun başucunda oturmuş bir an olsun yanından ayrılmıyordu. Aniden Peygamber kızına işaret ederek onunla konuşmak istediğini ima etti. Peygamber'in kızı biraz eğilerek başını babasının yanına yaklaştırdı. O anda Peygamber oldukça alçak bir sesle kendi kızıyla konuşmaya başladı. Yatağın kenarında oturanlar bile bu konuşmanın mahiyetinin ne olduğunu anlayamadılar. Peygamber'in konuşması bittiğinde Zehra şiddetli bir şekilde rahatsız oldu ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Bu esnada Peygamber yeniden kızına işaret ederek kendisiyle konuşmaya başladı. Bu defasında da Zehra açık bir yüz, güler bir hal ve tebessüm eden dudaklarıyla başını babasının yanından kaldırdı. Birbirine oldukça yakın iki zaman içinde görülen bu farklı iki haletin varlığı orada hazır bulunanları şaşkına çevirdi. Bundan dolayı da Peygamber'in kızından Peygamber'in konuşmasının mahiyetini sordular. Bu iki farklı haletin nedenini açıklamasını istediler. Zehra (s.a) şöyle buyurdu: "Ben Allah Resul'ünün sırlarını ifşa edemem."
Hz. Zehra (s.a) Peygamber'in vefatından sonra hanımı Şişe’nin ısrarları üzerine onları mezkur cereyanın hakikatinden haberdar kıldı ve şöyle buyurdu: "Peygamber ilk defasında beni kendi ölümünden haberdar kıldı. Bana bu hastalığından kurtulamayacağını bildirdi. Ben de bundan dolayı ağlamaya ve feryat etmeye başladım. Ama ikinci defasında da bana Ehl-i Beyt'im den kendisine gelecek olan ilk kimsenin de benim olduğumu haber verdi. Bu haber de bana neşe ve mutluluk verdi. Zira anladım ki, çok geçmeden ben de babamın yanına döneceğim.”(2)
1- Sahih-i Buhârî C.5 S. 21
2-Tabakat-ı İbn-i Saad C.2 S. 247 - Kamil C.2 S. 219
Peygamberimiz, hastalık günlerinde gerekli işlerin zikredilmesi işine oldukça ehemmiyet veriyordu. Hastalığın son günlerinde de namaz ve kölelere iyi davranılması hususunda defalarca önemle tesviyelerde bulunuyor ve şöyle buyuruyordu:
"Kölelere oldukça iyi davranınız. Onların yiyecek ve giyeceklerine oldukça önem veriniz. Onlarla yumuşak bir dille konuşunuz. Onlara en güzel şekilde davranınız.”
Günün birinde "K’ab Ahbar" 2. Halife'den Peygamber'in ihtizar halinde ne söylediğini sordu?
Halife o mecliste hazır bulunan Emir-el Müminin (a.s)'i işaret eti ve şöyle dedi:
"Ondan sorunuz." o da, şöyle buyurdu:
"Peygamber başı benim omzumun üstünde olduğu bir halde şöyle buyuruyordu:
“Namaz, namaz, namaz.”
Bu esnada K’ab, daha önceki Peygamberlerin de aynı minval üzere olduklarını ifade etti.(1)
Ömrünün son anlarında gözlerini açarak şöyle buyurdu: "Kardeşime seslenin de gelip başımın ucunda otursun." Oradakilerin hepsi de onun maksadının Ali olduğunu anladılar. Ali (a.s) gelip Peygamberin başucunda bir yerde durdu. O anda, Peygamberin yataktan kalkmak istediğini ihsas etti. Ali Peygamberi yatağından kaldırarak kendi göğsüne dayadı. (2)
Çok geçmeden onun şerif vücudundan ihtizar alemetleri belirmeye başladı. Şahsın biri İbn-i Abbas'a Peygamberin kimin kucağında öldüğünü sordu? İbn-i Abbas şöyle dedi: İslam Peygamberinin başının kendi göğsünde olduğu bir halde can verdiğini iddia ediyor diye söyleyince de İbn-i Abbas: “Onun bu iddiasını yalanlayarak şöyle dedi:"Peygamber Ali (a.s)'nin kucağında can verdi. Ali ve kardeşim "Fazl" ona gusül verdiler.(3)
Emir-el Mümininin hutbelerinin birinde bu konuya tesrih ederek şöyle buyurmaktadır.(4) "Peygamber başını göğsüme dayamış bir haldeyken can verdi. Ben ise Meleklerin de bana yardım ettiği bir halde ona gusül verdim. Bazı muhaddislerin de naklettiğine göre İslam Peygamberinin ömrünün son anlarında buyurmuş olduğu en son cümle " Hayır, yüce dostla olmak istiyorum.”
Vahy meleği onu iyileşmek ve yeniden dünyaya dönmek ile ilahi elçinin onun ruhunu alması ve onu başka bir aleme götürmesi arasında muhayyer kılmıştı. O ise mezkur cümle ile başka bir aleme gitmek istediğini ve aşağıdaki ayet-i kerime'de işaret edilen kimselerle beraber olmayı arzuladığını ifade ediyordu. "O çeşit kişiler Allah'ın nimetleriyle niyetlendirdiği peygamberlerle, doğrularla, şehitlerle ve iyi adamlarla eş olur. Onlara katılacaklar ve onlar ne de güzel arkadaştır."(5)
Peygamber bu sözü buyurdu ve dudakları kapanıverdi.(6)
1- Tabakat C.2 S. 254
2-Tabakat C.2 S. 263
3-Tabakat C.2 S. 263
4-Nehc’ül-Belaga-
5-Nisa Suresi Ayet / 69
6-A’lam-ul Vera S.83
VEFAT GÜNÜ
Bu büyük ilahi elçinin mukaddes ruhu sefer ayının yirmi sekizi (1) pazartesi günü öğle vaktinde ebediyet yurduna göçtü. Hemen Peygamber'in mübarek bedeninin üzerine yemen kumaşlarından bir parça örterek kısa bir müddet odanın bir köşesinde bekleyenleri artık Peygamberin vefat etmiş olduğuna inandırıyordu. Çok geçmeden onun vefat etmiş olduğu haberi bütün şehre yayıldı.
İkinci Halife bazı sebepler yüzünden dışarıda feryat ederek, Peygamber'in ölmediğini ve İsa gibi Allah'ın yanına gitmiş olduğunu söylüyordu. Bu hususta o kadar ısrar ediyordu ki, neredeyse bazı kimseleri de bu iddiasına inandıracaktı. Bu esnada Peygamber'in dostlarından biri ona şu ayeti okudu: (2) “Muhammed Allah'ın Peygamberidir. Ondan önce de nice Peygamberler gelip geçtiler. Acaba o ölür veya öldürülürse yeniden gerisin - geriye (geçmişlerinizin dinine) mi döneceksiniz" O da bu ayeti duyduğunda sözlerinden el çekti ve sakinleşti.(3)
Emir-el Mümininin Peygamberin mübarek naşına gusül verdi ve onu kendi eliyle kefenlendi. Zira Peygamber "Bana en yakınlarımdan birisi gusül verecektir." (4) diye buyurmuştu. Ve bu kimse de Ali'den başka kimse olamazdı. Sonra da Onun yüzünü açarak gözlerinden sel gibi gözyaşları boşanır bir halde şöyle dedi: "Anam babam sana feda olsun. Senin ölümünle nübüvvet, ilahi vahiy ve semavi haberler bağı (ki hiç bir zaman birinin ölümüyle kesilmezdi) kopmuş oldu.
Eğer bizleri musibet ve belalar karşısında sabır ve mukavemete davet etmemiş olsaydın, senin bu ayrılığına öyle bir ağlardım ki, gözyaşı pınarları kururdu. Ama bizim bu yolda dert ve hüznümüz daimidir. Bu ise senin yolunda çok az bir şeydir ve bundan başka bir çare de yoktur. Anam ve babam sana feda olsun, bizleri o âlemde hatırla ve daima hatırında tut.(5)"
Peygamber'in namazını kılan ilk kimse de yine Emir'el Mü'minin idi. Ardından da Peygamber'in dostları gelerek gruplar halinde Peygamberin namazını kıldılar. Bu merasim salı günü öğle vaktine kadar devam etti. Daha sonra da Peygamber’in vefat etmiş olduğu odanın orta yerinde bir yere gömmeyi kararlaştırdılar. Peygamber'in K’abri Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Zeyd b. Sehl tarafından hazırlanınca da, Fazl ve Abbas'ın yardımı ile gömme merasimi de Emirel Mümininin vesilesiyle eda edildi.
Evet, yorulmak nedir bilmeyen fedakârlıklarıyla insanların kaderini değiştiren ve insanların yüzüne medeniyet kapıları açan bir şahsiyetin hayat güneşi sonunda söndü. Onun vefatıyla onun hedefleri doğrultusunda ve risaletin devamında birçok zorluklar ortaya çıktı. Onların en aşikâr olanı hilafet meselesi ve İslam toplumunun idare mevzusuydu. Nitekim onun vefatından önce de kulislerde ihtilaf ve ayrılık eserleri oldukça vazih ve aşikâr bir şekilde göze çarpıyordu.
1- Şia hadisçileri ve siyer yazarları bu hususta ittifak halindedir. Ama İbn-i Hişam siyerinde (C.2, S.658) sadece bir görüş olarak nakletmiştir.
2- Buhârî’nin nakline göre Ebu Bekr idi.
3-Sire-i İbn-i Hişam C.2 S.656
4-Tabakat-ı Kubra C.2 S. 57
5-Nehc’ül-Belaga- 23. Hutbe