Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Zeynebiye'de 1 Muharrem!
Caferilik İnancını Tanıtma, Araştırma ve Eğitim Derneği CAFERİDER, Zeynebiye Derneği'nin ortak düzlediği, Hz.İmam Hüseyin (a.s) “Zeynebiye’de Muharrem ve Kerbela Paneli” 1 Muharrem’de başladı.
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
21-08-2020 17:57 - 4497 Okunma
20 Ağustos Perşembe 1 Muharrem akşam saat 20.30'da, yeni tip koronavirüs salgınına ilişkin, maske ve sosyal mesafe kuralına uyarak Muharrem ayının ilk gününde Zeynebiye Camii Kültür Merkezi’nde buluşan Ehlibeyt dostları Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz, Eski Kültür Bakanı Namık Kemal, Zeybek,  Aşkın Şehidi ve Aşkın Elçisi gibi değerli eserleriyle Kerbela destanının kahramanlarını milletimize tanıtıp sevdiren araştırmacı yazar Ahmet Turgut, Mehti Atam’ın sunuculuğunu yaptığı “Zeynebiye’de Muharrem ve Kerbela Paneli ile Cem TV, Kanal 12 ve Zeynebiye TV’den canlı olarak yayınlandı.  Azerbaycanlı ünlü mersiyehan Seyyid Talih Boradigahi'nin mersiyeleriyle gözyaşlarına boğuldu.
 
 
“Özgündüz: “Hüseyin’e (a.s) Merhamet İnsanlık Gereğidir” 
 
“Zeynebiye’de Muharrem ve Kerbela Paneli”nde konuşan Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz Şunları söyledi; “Allah bu hüznünüzün karşılığı olarak diğer hüzünlerinizden sizleri kurtarsın. Bu salgın afetini de tüm insanlıktan uzaklaştırsın.  
 Hak nerede ise biz oradayız. Delil ile bize hakkı kim ispat ederse biz oradayız. Madem Müslümanız, bu dinin gerçeklerine inanıyoruz. Bin dört yüz yıl içerisinde saraylarda, orada, burada eğilip bükülen, adı İslam konulan o örf bizi ilgilendirmiyor. Kimin hak sözü varsa getirsin biz müşteriyiz. Delil ile gelsin bize, kulaktan dolma sözlerle değil. Ve biz bu ihlasla öz Muhammed-i İslam’a gönül vermiş insanlar olarak istedim ki bu samimi insanlarla olalım. Bu başlangıç Hz. Hüseyin’in davasına yakışan bir başlangıç olsun.  
 Sizden ricamız sağlık kurallarına uyun, sevdiklerinizi üzmeyin. “Ben virüs falan takmam.” deyip delikanlılık yapmaya çalışmayın. Sen takmayabilirsin ama ailen, büyüklerin senin yüzünden virüs kapabilir. Ölene kadar vicdan azabıyla yaşarsın. Bakanlığın bildirilerine uyun.  
 Hüseyin bütün insanlığa örnek şahsiyet olduğu gibi en azından Hüseyin adına kurduğunuz meclislerde mesafeye ve kurallara dikkat edin. Hüseyin için ölmek virüs taşıyıp, başkasına bulaştırmak değildir, bu cehalettir. Böyle bir Hüseyinci de istemiyoruz, İmam Hüseyin de istemez.  
 Allah göstermesin, bir insanda eğer bu virüs varsa, şüpheleniyorsa, o virüsü ne meclislere taşısın ne camiye, cumaya ne de düğüne gelsin. Hızla tedavilerine başlasın. 
 Aşura, sizlere güvenerek ben taahhüt edeceğim. Biliyorsunuz Caferider organize ediyor. Devlet sağlık kurallarına uyulacağı konusunda taahhüt istiyor. Ben o taahhüttün altına imzamı atacağım. Belki on binler toplanacak oraya halkımızdan ama ben inanıyorum ki kurallara da uyulacak. Hüseyni meclisler örnek meclisler olacak.  
  Ayasofya açılışındaki izdiham belki de vaka sayısındaki artışın sebeplerinden birisidir. Tatil gibi sebepleri de televizyonlarınızdan takip ediyorsunuz. Ama Hüseyin Meclisleri virüs sebebi olmayacaktır, örnek bir Aşura. Bütün vatandaşlarımıza örnek olacak bir Aşura olacak inşallah. Bu on günlük süreç bir bakıma Aşura’nın provası olacaktır. Kaymakamımız şimdi izindedir, ama gönlü buradadır. Onun yerine vekaleten Başakşehir Kaymakamı bakıyor, onun da gönlü sizin yanınızdadır. Hüseyni Meclisi devam ettirmemiz büyük arzularındandır ancak en büyük istekleri bu toplantılardan sizlere bir zarar gelmesin, kurallara uyulsun. Her ikisine de teşekkür ediyorum, bizlerle konuşuyorlar ve çözüm için çabalıyorlar. 
 Aşura’ya; Hüseyin’i seven herkesten, Aşura meydanına gelip, Caferider ve Kızılay birlikteliğinde organize edilecek olan; daha önceden hastalığı geçirmiş ve kurtulmuş olan kişiler özellikle kan versinler ki o kanlar hayat kurtarsın. O kanlar, antikor geliştirme noktasında çok yararlıdır. Eğer sizler bir kişinin kurtuluşuna vesile olursanız, bütün insanlığı diriltmiş gibi olursunuz. 
 Bu yan anlamdır elbette. Asıl anlamı, Peygamber’in getirdiği hayat anlamını ona nasip olmamış kişiye sunmaktır.   
Vahşi, yobaz, laf anlamaz tayfadan olmadığını Hüseyinciler ortaya koymalıdır. Hüseyin’e akıllı adam lazım, divane değil. Allah aşkı bile aklınızın önüne geçmemeli. Allah, mecnun istemiyor muhatap bile almıyor. En kutsal duygu Allah aşkıdır, onu bile aklınızın önüne geçirmeyin. 
 Bu anonslarla beraber bir, iki hadisi sizlerle paylaşacağım; kaynaklarıyla.   
Şimdi... Hüseyin’e neden ağlıyoruz? Müslüman olmayan biri bile, Kerbela’da yaşananları okursa, bilirse orada yaşananlara üzülür. İnsan olmanın gereğidir bu. Müslüman topluluk olarak, Şia, Sünni kaynakları bu hadisle dolu: “Allah’tan merhamet bulmak istiyorsan, sen Allah’ın yarattığına merhamet edeceksin.” bitkiye, insana, hayvana. Biz onun merhametine sığınacağız. 
Ruz-i Mahşer’de hepimiz günahkarız. Sevabımız, günahlarımızdan fazla olabilir mi? Yaptığın bir şey karşılığında övülmekten koltuğun kabarır, sevap dökülüp gidebilir ama günahlarda öyle bir durum yok. Mahkemede Allah bize adaletiyle muamele etse kaybetmişiz... Biz onun merhametine sığınacağınız. Peygambere ve onun Ehl-i Beyt’ine sığınacağız. Onların şefaatine sığınacağız. Müslüman, ümit ve korku arasında bir dengede durmalıdır. 
 Diyelim çıktın Allah’ın huzuruna. Bir günahı yapmışsın, her şey deliliyle ortada. Yerin neresi? Cehennem. Diyeceksin ki “Allah’ım, ben senin rahmetine ümit bağladım.”  
 Allah buyuracak ki: “Sen kendin, gücün yetenlere merhamet ettin mi? Benden rahmet alman için, senin de rahmetli olman gerek.” 
 Birisi sırf evde beslediği hayvanını aç, susuz bıraktığı için günahkâr olmasa bile cehenneme gitti, birisi günahkâr olduğu halde susuz bir köpeğe su içirdi diye Allah onu affetti. Birinin bir ömür boyu sevabı merhametsiz olduğu için silindi, diğerinin bir ömür boyu günahı merhametli olduğu için silindi.  
 Biz her şeye merhamet etmek durumundayız. Fakat, en başta da bizim uğrumuza, biz zorbaların çizmesi altında ezilmeyelim diye, zulmü altında kalmayalım diye canını, cananını feda eden o yiğide, onun yavrularına merhamet duymayıp; Resullulah’tan şefaat, Allah’tan merhamet alamayız. Bu nedenle merhametten başladım.  
 Kur’an bize diyor ki: “Sizin en güzel örnek alabileceğiniz insan Resul’dür. Hz. Muhammed (sav)’dir.”  
 Resulümüz ne yapmış? Sahihi Tirmizi, cilt 2, sayfa 307, Sahihi ibn Mace bu okuyacağım rivayeti nakletmiştir. Aynı zamanda Buhari bunu “El Edebül Müfred” adındaki kitabında nakletmiş: “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim.”  
 Diğer rivayetler ve hadisler de aynı Kur’an gibi birbirini açıklıyor: “Onlarla savaşan benimle savaşmıştır, onlarla barışan benimle barışmıştır.”  
 Hüseyin ile düşman olup Muhammed dostu olamaz kimse! Ali ile, Fatima ile, Hasan ile düşman olup Muhammed ile dost olamaz hiç kimse. Resul bunu ilan etmiş, sahih kaynaklar da yazmıştır. Yezid, İmam Hüseyin’in katilidir. Muaviye’nin gittiği yere Allah kimseyi göndermesin, çünkü yeri bellidir. Muaviye’nin oğlu Yezid, İmam Hüseyin’in katilidir, kendisi de İmam Hasan’ın katilidir. Muaviye sehabelerin sevdiği yüzlerce insanı şehit etmiştir. Bu bize gelen Kur’an böyle birisinin cennete gitmek bir yere dursun, cehennemden çıkamayacağını söylüyor. Hasan ile Hüseyin, Cennetliler’in efendisi demektir, onların katili nasıl cennete gidecek.  
 Kur’an ne diyor: “Bir Mümini taammüden öldürenin yeri cehennemdir.” 
 “Efendim, La İlahe İlallah ehli çıkacak.” 
 Hayır, buyruluyor ki: “Daimî kalacak orada. Allah ona gazap etmiştir.”  
 Muaviye’ye de,  Yezid’e de Allah gazap etmiştir. Kur’an burada, ortada. Uyduruk menkıbelerle Kur’an’ı geçiştireceksiniz öyle mi? 
Hem Müslimi’n, hem Buhari’nin sahihlik kriterine göre bu hadis sahihtir diyerek Ümmü Seleme anamızdan naklediliyor: “Bir gece Resulullah yeni uykuya geçmişti. Daha, az bir zaman geçmişken ıstırap içerisinde uykudan fırladı. Tekrar uyudu, yine çok geçmeden ıstırap halinde uykudan uyandı. Üçüncüsünde yine aynı şekilde uyandı ama bu sefer kalktı oturdu. Avucunda kızıl toprak vardı. O kızıl toprağı öpüyordu Peygamber. “Öptüğün, kokladığın bu toprak nedir?” dedim. Buyurdu ki: “Bu oğlum, Irak topraklarında şehit edilecektir.” dedi Hüseyin’i göstererek. Sonrasında dedi ki “Bu toprakta, onun şehit edileceği topraktır.””  
 Peygamber ağlıyordu Hüseyin’e. 
 Aişe Ümmül Müminin diyor ki: “Bir günde kendisi benim yanımdaydı. İmam Hüseyin’de, Peygamber’in kâh omuzuna çıkıyor, kâh dizine geliyor... Cebrail dedi ki: “Onu çok mu seviyorsun?” 
 Peygamber buyurdu ki: “O kalbimin meyvesidir, evladımdır. Sevmem mi?” Cebrail: “Ama senden sonra ümmetin onu öldürecek.” dedi.  
 Peygamber gözyaşı dökerek tuttu Hüseyin’in elini ve ashabının içine gitti. Orada Ali vardı, Ebubekir vardı, Ömer vardı, Zübeyr vardı daha birçok sahabe vardı.  
 Resulullah gözyaşları içinde aralarına girince “Ne oldu ya Resulullah diye sordular. “Bu oğlumu benden sonra ümmetim şehit edecek.” dediler ki “Ya Resulullah sana iman ettikleri halde, sana peygamberim dedikleri halde mi senin bu evladının canını alacaklar?”  
 Peygamber “Evet” buyurdu.” 
 İmam Hüseyin’den rivayet olarak: “Bize ağlayana cennet var.”  
 Ama hakkını teslim ederek. Sadece bir damla gözyaşıyla işi kapatmak gibi anlaşıyor, bunu iyice açmak gerekir ama zamanım da tükenmiştir.  
 Allah bizleri Hüseyinci yaşatsın, Hüseyinci öldürsün. Yasınız, mateminiz kabul olsun.” dedi.
 
 
Namık Kemal: “Zeybek Ehl-i Beyt’in Davasını Anlayanlardan Olmak” 
 
“Zeynebiye’de Muharrem ve Kerbela Paneli”nde konuşan Eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek şunları söyledi; “Kerbela ve Muharrem dendiğinde elbette ki hüzün basıyor bizi. İnsan olanı hüzün basar. Kerbela’yı anlamak, Hz. Hüseyin’e ağlamak için Müslüman olmaya bile gerek yok; insan olmak yeter yahu! 
 Çünkü insanlık tarihinin de en acı günüdür. O gün insanlık öldürülmüştür. Sadece Hz. Peygamber’in sevgili torunu değil, onun temsil ettiği insanlık değerleri, “Müslümanım” diyenler tarafından öldürülmüştür. Yani Hz. Hüseyin’i ve Kerbela şehitlerini öldürenler kendilerine Müslüman diyorlardı. Belki de sorsanız Müslümanlığı kimseye bırakmıyorlardı. O insanlar Hristiyanlar değillerdi, putperest veya dinsiz değillerdi… Bu durum, işin acıklı yönünü arttırıyor.  
 İslam ve insanlık tarihinin en acıklı olayıdır bu. Bir peygamber zuhur ediyor ve ona inandığını söyleyen birtakım adamlar, onun kurduğu devleti ele geçiriyorlar ve peygamberin torunlarını öldürüyorlar. Tabi ki bu çok acıklı bir durum olmuştur.  
 Ağlamak neden gerekli? Bizim için gerekli. Hz. Hüseyin’in bizim ağlamamıza, ona “Lebbeyk” dememize ihtiyacı yok. O zaten Allah nezdinde en iyi yerlerde. Ağlamak bize lazım; arınmamız için.  
 Arabistan’da altıncı ve yedinci yüzyılların arasında Mekke denen bir şehirde çok dindar adamlar yaşıyordu. Ama hangi dinin dindarı? Sıkıntı burada. Sapıtmış bir dinin dindarıydılar onlar. Ve işin ilginç tarafı, o ortaya çıkan kurtarıcı peygamberin amcası: Ebu Leheb adlı kişi de başrahipti. Onun ortağı Ebu Süfyan. O da şerrin güçlü bir kanadı. 
 Şimdi Ebu Leheb ile ilgili olan surenin altıncı sure olduğunu hatırlarsak olayın önemi daha çok ortaya çıkar. Yani o mücadelenin en kızgın olduğu günlerde. Peki peygamber neden ortaya çıktı? “Efendim, Mekkeliler puta tapıyordu, o nedenle.”  
 Hayır! Dünyanın her yerinde puta tapanlar vardı. Afrika’da da birçok kabile puta tapıyordu. Peki orada puta tapmak ne idi? Puta tapınca ne oluyordu?  Puta tapmaya dayalı bir sömürü ve zulüm düzeni vardı. Mekke’de öyle bir düzen vardı ki; ne kadar haklı olursa olsun zayıflar haksız, ne kadar haksız olursa olsun güçlüler haklıydı. Sahipsiz insan orta malıydı. 
 İşin diğer bir ilginç yanı; Kabe’ye, Zemzem kuyusuna ve böyle kutsal yerlere gelen hediyeler, bağışlar bu ruhban ve ortakları tarafından alınıyor ve bir kısmıyla bir şeyler yapılıyor, geri kalanını kendilerine alıyorlardı. 
 Hammurabi Kanunları’na göre -ki o zaman geçerlidir- eğer borcunu ödeyemezsen üç günlüğüne senin evladın borcun olan kişiye köle olur. Ama Mekke’de sürekli cariye ve kul olunuyor. Ve o kızları ya satıyorlar ya da Kabe’nin arka sokaklarındaki umum hanelerde sermaye olarak kullanıyorlar, oradan buradan gelen zengin Araplara günlüğüne, haftalığa satıyorlar. 
Neden orta sınıf ve yoksul Araplar, kız çocuklarını doğar doğmaz toprağa gömüyorlar? Bu durumu görüyorlar ve bu durumu yaşamak istemiyorlar. Böyle korkunç bir düzen. Adalet yok, eşitlik yok, insanlık yok. İşte böyle bir düzene; haysiyet, özgürlük, şeref getirmek için peygamber gönderildi. Ve Peygamber bunu başardı. Ve bu başarı Arap şehirlerine yayıldı. Arap kıtasında adalet, haysiyet, insan özgürlüğü ve eşitlik hâkim oldu. Müslümanlar kardeşti, Müslüman olmayanlar da insan kardeşiydi. İmam Ali, Mısır’a gönderdiği valisine söylediği öğüdünde diyor ki: “Mısır’da Müslümanlar var, onlar din kardeşlerin; aynı zamanda Müslüman olmayanlar var, onlar da insan kardeşlerin. Hepsine adaletli davranacaksın.” 
 Ve Peygamber efendimizin dediği gibi olsaydı, Peygamber’den sonra İmam Ali ve Ehl-i Beyt bu İslam alemini yönetir olsalardı; birçok bakımdan Müslümanlar, insanlığa adaleti gösterirlerdi.  
 Aynı zamanda İmam Ali’den başlayarak tüm Ehl-i Beyt imamları alimdirler. Akıl bilimi alimleridirler. Bunların en çok ortaya çıkanı Cafer-i Sadık’tır. Kurduğu medresede hem İslam fıkhını kurdu hem de akıl bilimi öğretti. Öğrencilerinden Cabir bin Hayyan kimya biliminin kurucusudur, batıda bunu bilir ve onaylar. Cabir bin Hayyan yedi kitap yazdı ve derler ki o kitapları, öğretmeni Cafer-i Sadık’ı dinleyerek not aldı ve öyle yazdı. Bu yönleri de konuşmalıyız.  
 Ne demişti Peygamberimiz? “Ben hikmetin şehriyim, Ali kapısıdır.”  
 Nehcül Belaga’nın yanında Yunan filozofları halt etmiş. Derin bir hikmet var o kitapta. İddialıyım ki eğer Peygamber efendimizden sonra; Ali ve Ehl-i Beyt imamları bu İslam toplumunun liderleri olsalardı bugün Müslümanlar bu rezil durumda olmazlardı.  
 Gördüğünüz her şeyi biz icat ederdik. Bilim gelişirdi, ahlak gelişirdi, erdem gelişirdi. Ama olmadı… ne oldu peki? Peygamberden sonra yavaş yavaş bozulma başladı ve üçüncü halife döneminde doruğa çıktı ve İslam’ın özünden uzaklaşıldı.  
 İmam Ali’nin en büyük yandaşlarından Ebu Zer-el Gıfari, Gıfar kabilesinin aslanı; daha Müslüman olmadan önce zengin kervanları soyup yoksullara dağıtan adam, daha Müslüman olmadan önce kabilesinin putunun önüne gidip önünde alay eden adam… duydu ki kendisi gibi bir adam var Mekke’de. Gitti ona sığındı, onun mümini oldu. Hep İmam Ali ile yan yana oldular. 
 Ebuzer dikildi üçüncü halifenin önüne. Dedi ki: “Ey Osman, bu ne? Binlerce deven var senin ama halkın bir devesi bile yok.” 
 Üçüncü halife onu sürdü Şam’a. Bu sefer gitti Muaviye’nin önüne. Muaviye kurnaz bir siyasetçi, kapılarda karşıladı onu. Ebuzer “Dur” dedi. “Bu saray, kendi paranla mı; halkın parasıyla mı? Kendi paran ise müsrifsin ve şeytanın kardeşisin, eğer halkın parasıysa hırsızsın sen.” Dedi. “Ben senin yemeğini de yemem, sarayına da girmem.” 
Haktan yana, adaletten yana olanlar hep Ali’nin tarafında olmuşlardır. Hz. Hüseyin’in mücadelesi asla hilafet mücadelesi olmamıştır. Aksini söyleyenler hiçbir şeyi anlayamamışlardır. 
 Peygamber’in dini; Ebu Süfyan ve Ebu Leheb’in dini haline dönüştürüldü. Ebu Leheb’in dini İslam adı altında dirildi. Adına İslam deniliyordu. Ne Muaviye ne de Yezid Müslüman falan değildirler. Onların dini Peygamber’in karşı çıktığı dindir. Tamamen zulüm ve vahşetin dinidir. Muaviye sinsi ve kurnazdır. Yezid ise iğrenç bir insan olmasının yanında aptaldır. Yezid ne kadar rezildir ki Medine’yi üç günlüğüne yağmaladı, oradaki namusu askerlerine helal kıldı. Babası belli olmayan bir nesil ortaya çıkardı. Bunu “Ben kafirim.” Diyen yapmaz. Bir sene sonra Kabe’yi yaktırdı. Ne olacaktı yani? Hüseyin buna razı mı olacaktı.  
 Babası ona öğütlemiş “Sen Hüseyin’in üzerine fazla gitme, ne yaparsan yap o sana biat etmez.” Ama Yezid dinlemiyor. En sonunda Kufeliler’in yaptığı ihanetten sonra yanındaki insanlarla birlikte sığınacak yer arıyor. Ya biat edecek ya da ölecekti. Eğer Hüseyin biat etseydi İslam diye bir dinin “İ”si bile olmazdı. Onun sayesinde İslam yaşadı. 
 Hüseyin direndi ve İslam’ın özünü yaşattı. Biz onun sayesinde İslam’ın özünün ne olduğunu biliyoruz. Allah bizlere Hüseyin’deki iman ve ilimden zerre nasip etsin. 
 
 
Ahmet Turgut: “Muharrem Ayı, Muhasebe ve Hesap Ayıdır”
 
Aşkın Şehidi ve Aşkın Elçisi gibi değerli eserleriyle Kerbela destanının kahramanlarını milletimize tanıtıp sevdiren araştırmacı yazar Ahmet Turgut  şunları söyledi; “Öncelikle ekran başındaki izleyenleri ve burada bulunanları selamlıyorum.  
 Bir Muharrem gelince sosyal medyada sıklıkla görüyoruz “Hicri Yılbaşı” diye bir tabir... Bir Muharrem, yeni Hicri yılın ilk günüdür ama alternatif bir “Müslüman Noel'i" değildir. Derdimiz 31 Aralık yerine 30 Zilhicce, 1 Ocak yerine 1 Muharrem koymak olmamalıdır. 
 Dünyanın batısı ve doğusu; Hristiyanlar, Budistler, Hindular takvimin dönüşümlerini, sonlarını ve başlangıçlarını kutlama sebebi sayarlar. Miladi takvimin de Çin takviminin de ilk günü kutlama sebebidir. Gelelim İslami geleneğe, bakışa. Bize göre zamanın sonlanması ve başlaması kutlama sebebi değildir, muhasebe sebebidir.  
 Ben 1441. Hicri yılı bitirdim, bugün başlıyorum. Geçen yıl hangi haramları işledim ve bunlardan nasıl kurtulmaya çalışabilirim. İşlediğim sevapları nasıl arttırabilirim. Buna biz genel anlamda muhasebe diyoruz. 
 Eğer illa Muharrem’in 1. günüyle bir hukuk kurmamız lazımsa, bu hukuk yeni yılı kutlama değil; eskinin hesabı yeninin planı olmalıdır.  
 Eğer biz 31 Aralık, 1 Ocak yerine 1 Muharrem üzerinden Hicri yılbaşı icat ediyorsak, kimse kusura bakmasın ki yaptığımız şuna benziyor: Domuzu kıbleye çevirip, tekbir eşliğinde kesmeye benziyor. Kesilen yine domuz. Kutladıktan sonra, eğlendikten sonra gününün yerini değiştirmenin hiçbir anlamı yok.  
Genel olarak Muharrem ayına olan bakışımızı da gözden geçirmemiz lazım. Muharrem’de sıklıkla akıllara hicret geliyor. Çünkü Hicri takvim var. Hicri takvimden dolayı Hicret olayı, Peygamber efendimizin Mekke’den Medine’ye geçişi sıklıkla yâd ediliyor. Peygamber efendimize dair; ister evliliği olur, baba olması olur, herhangi bir cihat olur, barış olur, Resulullah’a dair her şeyi her gün p*yâd edebiliriz ama herhangi bir vakayı takvimsel zamanı üzerinden, yıldönümünden yad etmek gibi bir gerekçemiz var ise Hicret’in zamanı Muharrem değildir. Diyanet İslam Ansiklopedisinden herhangi bir tarih kitabını açıp bakalım; Resulullah ne zaman hicret etti?  
 Peygamberimiz Safer ayının sonunda Mekke’den çıktı, Rebiülevvel ayında Medine’ye girdi. Derdimiz takvim üzerinden hicreti yad etmekse Muharrem, hicretin ayı değil. Hicrete bir buçuk, iki ay var. Esas yıl dönümü geldiğinde Hicret’i ısrarla konuşmayıp, ısrarla Hicreti Muharrem ayına getiriyorsa bir zihniyet ya bilmeyip ezber tekrar ediyordur ya da bir şeyler biliyordur, derdi Muharrem’in gündemini değiştirmektir.  
 Bu durumda şunu sorgulamak lazım: 1 Muharrem, “Müslüman Noel’i” değil. Muharrem'in geneli de Hicret’in ayı değilse; bizim bu Muharrem ile hukukumuz nerede başlayacak. Ya da Muharrem benim için muhasebelerin vesilesi ise ben bu muhasebeleri neye göre yapacağım.  
 Kendisini sigaya çekmek isteyen, buna razı olan kişilere Muharrem ayı muazzam bir imtihan barındırıyor. Kerbela... kendine güvenen kişi çıksın tartıya, baksın kendine. 
 Muharrem ayındayız, yarın Muharrem’in ikisi. Muharrem’in dokuzu da cumaya denk gelecek. İnşallah ben o gittiğim cuma namazında Evlad-ı Resul’ü dinleyeceğim. Ben Evlad-ı Resul’ü sadece Hüseyniyelerde, gittiğim Cem evlerinde yad etmek istemiyorum; gittiğim camide de konuşulmalı o. 
 Benim Peygamber’imin evladını kestiler, kundaktaki bebeğini kestiler; dertleri neydi? Kur-an'ı Kerim şahittir. Resullulah’a emrediyor Cenab-ı Allah: “De ki: Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve affetsin.”  
 Bu ayet pek çok şey anlatır, fıtrattan okumak isteyenler için bir ders daha verir, işin hikmetine davet eder. Seveceksin, itaat edeceksin. Ya sevdiğine itaat edeceksin ya da itaat ettiğini seveceksin. Hak yolu istiyorsan sevdiğine itaat edeceksin, batıl yolu istiyorsan itaat ettiğini seveceksin. 
 Kerbela'ya dönüp bakalım, Evlad-ı Resul ile birlikte olanların isimleri tarih kitaplarında tek tek kayıtlı. O yetmiş iki şehidimiz, kırka yakın şahidemiz, o yüz küsur kişi; ister Hz. Fatima’nın evladı olsun, ister ensarın, muhacirin evladı olsun; onlar sevdiklerine itaat ettiler.  
 Karşılarındaki nasipsizler kimlerdi? Önce Yezid diye birine itaati bellemişler, o itaatin ne getirip ne götüreceğini hesap etmişler. Emeviler ile bir arada olurlarsa, Süfyaniler ile birlik olurlarsa biliyorlar ki han, hamam, ihale var; karşı çıkarlarsa kan ve göz yaşı. İtaat etmişler ve itaat ettikleri kişileri sevmenin yolunu aramışlar. Ve öyle bir nasipsizliğe girmişler ki Resullulah “Hüseyin bendendir, ben de ondanım.” dediği kişinin kanına girdiler.  
 Hüseyin, dedesinin uygulamış olduğu sünnetin varisiydi. “Hüseyin, bendendir.” sözünü anlamamak imkansızdır. Gelin biraz da “Ben de Hüseyin’denim.” diyen Resulullah’ı konuşalım. Bu demek değil midir: “Hüseyin’e uzanan kılıçlar bana uzandı.” demek değil midir? “Onun çektiği acı ve üzüntü, yas benim yasım, acım ve üzüntüm değil midir?” 
 Resulullah’ın sevinci, sevincimizdir; hüznü hüznümüzdür. Rabbim bizlere bugünü anlamamızı nasip etsin.” dedi. 
 
 
 
 
 
 
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
21-08-2020 17:57 - 4497 Okunma
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
26-04-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım