Hz. İbrahim (a.s) Hicaz'da Tevhit bayrağını dalgalandırıp oğlu İsmail 'in (a.s) yardımıyla Kâbe'yi onardığı zaman, bir grup insan kendisine uymuş ve kalpleri iman nuruyla aydınlanmıştı. Fakat bu büyük ilahî kişi, Tevhit dinini ne kadar yayabildi, ne derece muvahhitlerden güçlü bir birlik oluşturabildi, belli değildir.
Müminlerin Emiri Ali (a.s) din bakımından Arapların durumunu şöyle açıklıyor.
O günlerde insanlar, değişik dinlere girmiş, çeşitli arzulara kapılmışlardı ve dağınık yollara sapıtılmışlardı. Kimisi Allah'ı, onun yarattığı şeylere benzetmedeydi, kimisi isminde tasarruf etmedeydi; (1) kimisi de O’na şirk koşup başkasını göstermedeydi. Derken Allah, Peygamber ile sapıklıktan çıkardı onları, vücudunun bereketiyle akılsızlıktan kurtardı onları." (2)
Arapların münevver sınıfı, yıldızlar ve Ay’a tapıyordu.
Hicri 206 yılında ölen ünlü Arap tarihçisi Kelbi şöyle yazıyor: "Benî Melih kabilesi, cinlere, Himyer kabilesi Güneş'e, Kinane kabilesi Ay'a, Temim kabilesi Deberan’a, (öküz burcunda beş yıldız), Lahm kabilesi Jüpiter'e, (Müşteri) Tayy kabilesi de Suheyl Yıldızı'na, Kays kabilesi Sirius (Şi'ra) Yıldızı'na, Esed kabilesi de Merkür'e taparlardı."
Ama Arapların çoğunluğunu oluşturan avam takımı ise, kabile ve ev putlarından başka yılın günleri sayısınca 360 puta tapar, her günün olaylarını da onlardan birine isnat ederlerdi.
Hz. İbrahim (a.s)'den sonra Amr b. Kusay adında biri, Mekke muhitinde putçuluğu yaymaya çalıştı. Fakat kesinlikle önceleri bu şekilde yaygın değildi. İlk günlerde onları sadece Allah'a yaklaşmak için bir vesile bilirlerdi. Daha sonra da onları kudret sahipleri sandılar.
Kâbe'nin etrafına yığdıkları putlara, bütün kabilelerin saygı ve sevgisi vardı. Ama kabile putlarına, sadece özel bir grup saygı gösterirlerdi.
Her kabile, kendi putuna özel bir yer (mabet) ayırarak oranın anahtar darlığını da birine verirlerdi ve böylece anahtar darlık bir miras olarak elden ele dolaşırdı.
Ev putlarına ise, her gece ve gündüz aile efradı tarafından ibadet ediliyordu; yolculuğa çıktıkları zaman kendilerini onlara sürerlerdi; yolculukta ise çöl taşlarına ibadet ederlerdi; indikleri, durdukları her menzilde dört taş seçer, hepsinden daha güzel olanını ma'bud edinir, geri kalanları ise ocak taşları ederlerdi.
Mekkeliler, Harem'e şiddetle bağlıydılar; yolculuğa çıktıkları zaman yanlarına Harem'den biraz taş alır, indikleri menzillerde onları bir yere dikerek tapınırlardı. Belki de "düz ve şekilsiz taşlar" diye tefsir edilen "ensab" putları da bunlardır. Buna karşılık "evsan", yontulmuş, şekilli ve nakışlı taşlar anlamındadır. Altın ve gümüşten olup belirli bir kalıba dökülen veya ağaçtan yontulmuş olan putlara da "esnam" derlerdi.
Arapların putlar önünde eğilmeleri, huzu ve huşu göstermeleri, gerçekten de hayret vericiydi. Onlar kurban kesmekle, putların rızasını elde edebileceklerine inanırlardı. Kurban kestikten sonra, kurban edilen hayvanın kanını da putun başına, yüzüne sürerlerdi; büyük ve ağır işlerde onlarla istişarede bulunurlardı. Şöyle ki; bir çubuğa "yap", diğer bir ağaca da "yapma" diye yazıp, sonra da; ellerini onlara doğru uzatır, hangisi ellerine geldiyse ona göre hareket ederlerdi.
Kısacası geçerli ve yaygın din, putçuluktu ve putçuluk çeşitli şekillerde Arapların arasında nüfuz etmişti. Hakikate bakacak olursak Kâbe, cahiliye Araplarının puthanesiydi, her kabilenin orada bir putu vardı. Sayıları 360'ı bulan çeşitli şekillerde put vardı, o evde. Hatta Hıristiyanlar bile oradaki direk ve duvarlar üzerine Meryem, İsa, melekler ve İbrahim'in resimlerini çizmişlerdi. Ezcümle Kureyş'in Allah'ın kızları saydıkları putları da oradaydı.
Beyaz bir taştan yapılmış olan "Lat", tanrıların anası sayılırdı. Ma'bedi de "Taif" yakınlarındaydı. "Menat" ise alınyazısı ve ölüm tanrısıydı, mabedi de Mekke ve Medine arasındaydı.
Ebu Süfyan Uhud savaşında Lat ve Uzza'yı yanında getirmişti, onlardan yardım diliyordu. Nakledildiğine göre Benî Ümeyye'den Ebu Ahiha Said b. As isminde biri ölüm yatağına uzanmış, şiddetle ağlıyordu. Yanına gelen Ebu Cehil: "Niçin ağlıyorsun? Eğer ölümden korkuyorsan bil ki onun çaresi yoktur," dedi. Adam: " Hayır, dedi, ben korkuyorum ki millet benden sonra Uzza’ya tapmaktan vazgeçsinler." Ebu Cehil ise: "Millet senin için Uzza'ya tapmıyor ki, sen öldükten sonra ona tapmaktan vazgeçsinler." diyerek kendisine teselli veriyordu. (3)
Araplar arasında bunlardan başka diğer putlara da ibadet ediliyordu. Her kabilenin kendine mahsus bir putu vardı.
Mesela, Kâbe'nin içerisinde Kureyş'in "Hubel" adında bir putu vardı. Ayrıca her ailenin de taptıkları kabile putunun dışında özel bir aile putu vardı. Yıldızlardan tut, ay, güneş, taş, tahta, toprak, hurma ve çeşitli heykellere kadar birçok şeyler çeşitli kabilelerin mabudları haline gelmişti. Onlar için tavaf ve kurban kesme merasimleri yerine getirilirdi. Her kabile, her yılbaşı merasimlerle bir adam seçer, onu kendi ilahları önünde kurban keser ve kanlı bedenini kurban kesildiği yerin yakınında bir yere gömerdi.
Bütün bunlar, evlerden çöle kadar, halkın evinden Halk’ın evine kadar bütün Arabistan'ın ilahlarla, putlarla dolup taşıdığını göstermektedir.
Bunca sahte tanrılara tapmak, sonunda vahşi ve ilkel kabileler arasında birçok zıddiyetler, çekişmeler, çelişmeler, savaşlar, ihtilaflar ve nihayet bedbahtlıklar ve birçok maddî ve manevî zararlar vücuda getirmişti.
Emirülmüminin Ali (a.s) hutbelerinin birinde İslam öncesi Araplar hakkında şöyle buyuruyor:
"Allah, Muhammed'i âlemleri uyarıp korkutmak, indirdiği hükümleri emin olarak korumak üzere gönderdi. Ey Arap topluluğu, o zaman siz en kötü gidişatı tutturmuş, en kötü yeri yurt edinmiştiniz, çevrenizde sarp taşlar, kayalar, sağır (zehirli) yılanlar vardı. Bulanık suları içiyor, kötü yemekleri yiyordunuz, akrabalık gözetmeksizin bir birinizin kanını döküyordunuz. Putlar aranıza dikilmişti, tapıyordunuz. Suçlar yaygınlaşmıştı, çekinmeden işliyordunuz. (4)
(1) Mesela putperestler Lat" ismini "Allah" kelimesinden ve "Uzza" ismini, Allah'ın sıfatlarından olan "Aziz " kelimesinden almışlardı.
(2) Nehc'ül-Belağa, 1. Hutbe
(3) El-Esnam, Kelbi'nin eseri s. 23
(4) Nehc'ül -Belağa, 26.Hutbe
Araplar’ın Ölüm Sonrası Hakkındaki Düşünceleri:
Bu felsefi sorunu onlar şöyle açıklıyorlardı: İnsan öldüğünde onun ruhu, baykuşa benzer "Hame" veya "Sada" denilen bir kuş şeklinde bedenden çıkar ve ruhsuz bedenin yanında oturarak ağlayıp sızlamaya, korkunç sesler çıkarmaya başlar. Ölünün yakınları onu toprağa verdikten sonra da, ölünün ruhu, dediğimiz şekilde sonsuza kadar kabrin kenarında oturur, bazı zamanlarda evlatlarının durumunu öğrenmek için onların damlarının üstüne konar. Eğer insan öldürülerek bu dünyadan göçmüşse, o zamanda söz konusu kuş, durmadan: "Uskuni, Uskuni", yani "Katilimin kanını dökmekle susuzluğumu giderin," diye bağırır. Katilden kendisinin intikamı alınıncaya kadar böylece bağırır durur.
İşte burada hakikat ortaya çıkmakta ve İslam öncesi Araplar’ın tarihi ile İslam sonrası Arapların tarihinin birbirine zıt iki tarih olduğu kendiliğinden aşikâr olmaktadır.
Zira kız çocukları diri diri gömmek nerede, öksüzleri okşayıp, sevmek nerede? Yağmacılık, ağaçtan ve taştan putlara tapmak nerede, tek ve kadir Allah'a yönelmek nerede?
Putperestlikten yüz çeviren bir Yahudi ve Hıristiyan topluluğu da vardı, Yahudiler Medine, Hıristiyanlar Necran yöresinde idiler, ne var ki bunlar da Tevhit inancından sapmalar gösteriyorlardı.
|
|