Hz. İmam Hasan'ül Mücteba'nın Hayatı
Hz.İmâm Hasan, Hz.Ali ile Hz.Fâtıma’tüz Zehra’nın evliliklerinden dünyaya gelen ilk oğullarıdır. Hz.Muhammed’in sevgili torunu olan Hz.İmâm Hasan, Hicret’in 3.yılı Ramazan ayının 15. gününde Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir.
Hz.İmâm Hasan’ın, 5 kız 11 erkek olmak üzere, 16 evlâtları olmuştur. Hz.İmâm Hasan’ın künyeleri; “Ebû Muhammed”, lâkapları “Müctebâ”, “Zeki”, “Sıbt”tır; en meşhur lâkapları ise “Seçilmiş” anlamına gelen “Müctebâ”dır.
Hz.Muhammed, sevgili torunları Hz.İmâm Hasan ve Hz.İmâm Hüseyin’i pek çok severler ve onlar hakkında; “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir, ulularıdır”, “Onlar dünyada benim iki demet çiçeğimdir” der ve onlara; “Oğullarım” diye hitab ederlerdi.
Hz.Peygamber; Hz.İmâm Hasan ve Hz.İmâm Hüseyin hakkında;
“Allah’ım” buyurmuşlar; “Ben bu ikisini severim, sen de bunları ve bunları sevenleri sev; bunlar benim ve kızımın oğullarıdır.”
Yine bir hadîs-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardı:
“Onları seven beni sever, beni seven ise Allah’ı sever; Allah’ı seveni Allah cennete koyar; onlara buğzeden bana buğzeder; bana buğzeden Allah’a buğzeder; kendisine buğzedeni ise Allah cehenneme atar.”
Hz.İmâm Hasan, göğüslerinden başlarına dek, Hz.Resûl-ü Ekrem’e benzerlerdi. Bilhassa yüzleri Cenâb-ı Peygamber’e çok benzerdi. Hz.İmâm Hasan, ahlâk bakımından insanlara bir örnekti ve cömertliği de çok fazlaydı. Hz.Muhammed’in bir hadîslerinde, Hz.İmâm Hasan hakkında:
“Bu benim oğlum seyyid’dir. Allah, onun vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük bölüğün arasını uzlaştıracaktır” buyurdukları da zikredilmektedir.
Hz.Ali, Hak’ka kavuştuktan sonra Hz.İmâm Hasan, kendilerini gasledip kefenlemişler, namazını kılmışlar, aynı gece sabaha karşı şimdiki türbelerinin bulunduğu yere, Necef (Irak) şehrine yerleştirmişlerdir.
Hz.İmâm Hasan, babaları Hz.Ali’yi türbelerine yerleştirdikten sonra zengin, fakir bütün halkı topladı. Taziye şartları yerine getirildikten sonra, Ramazan ayının 21.günü Kûfe mescidinde halka buyurdu ki;
“Bu gece, öyle bir zât vefât etti ki; Resûlullah’tan başka, ne evvel gelenler içinde onun derecesini aşan vardır; ne sonra gelecekler arasında bulunur. O, Resûlullah’ın mâhiyyetinde savaşır, canıyla onu korurdu. Cebrâil sağında giderdi onun, Mikâîl solunda. Allah’ın izniyle, gittiği yeri fethetmeden dönmezdi. Meryemoğlu Îsâ’nın göğe ağdığı, Mûsâ’nın vasîsî Yûşâ’ın vefât ettiği, Muhammed’e Kur’ân’ın indiği gece vefât etti. Altın ve gümüş olarak ancak yediyüz dirhem bıraktı.”
Söz buraya gelince Hz.İmâm Hasan dayanamayıp ağlamaya başladı; halk da ona uydu. Sonra buyurdu ki;
“Ey insanlar, beni bilen bilir, bilmeyen bilsin ki benim Ali’nin oğlu Hasan. Benim insanlara müjde verenin, benim insanları korkutanın, benim Muhammed’in oğlu. Benim Allah izniyle insanları Allah’a çağıranın oğlu. Benim o «Ehl-i Beyt»ten ki; Allah, her türlü kötülüğü giderdi onlardan; tertemiz etti onları. Benim o «Ehl-i Beyt»ten ki; Cebrâil, evimize inerdi bizim; evimizden ağardı göğe. Benim o «Ehl-i Beyt»ten ki; onları sevmeyi her Müslümana farzetmiş ve Allah buyurmuştur ki; «De ki; Risâletimin (Peygamberliğimin) tebliği hususunda, akrabamı (Ehl-i Beyt’imi) sevmenizden başka hiçbir ücret istemiyorum. Her kim iyilik kazanmışsa onun mükâfatını arttırırız..»” (Şûrâ 23.âyet) âyeti kerimesini okuduktan sonra; “Yapılan güzel ve iyi iş, bizi «Ehl-i Beyt’i» sevmektir.”
Hz.İmâm Hasan vaazdan sonra buyurdular ki;
“Peygamberlik tahtının sultanlık vârisi, velilik mülkü hakiminin yerine geçen benim ki, atam sizi dinine davet etti. Babam da size hidâyet saadetini eriştirdi. Bende şimdi sizi onların yoluna davet etmekteyim. Ve gerçek biliniz ki; bana uymak onlara uymaktır, bana karşı koymak onlara karşı koymaktır.”
Söz buraya gelince Abbas oğlu Abdullah ayağa kalktı:
“Ey insanlar” dedi; “Bu şehzade, Allah’ın Resûlü’nün oğludur. Bizden, imâmetine râzı olduğunuzun sözünü ve bey’atı kabul ettiğinizin gösterilmesini istiyor. Ne dersiniz?”
Orada bulunanların hepsi bağrıştılar:
“Canla, başla kabul ediyoruz” dediler ve Hz.İmâm Hasan’a bey’at ettiler.
Hz.İmâm Hasan’a, kısa zamanda otuz bin mücahit bey’at etti. Bunları duyan Şam Hâkimi Muâviye, sarsıldı. Altmışbin kişilik bir askerle Irak’ı zaptetmek için yürüdü. Hz.İmâm Hasan’da kırk bin mücahidi ile onu karşılamak üzere Kûfe şehrinden dışarı çıktı. Hz.İmâm Hasan, çok vakitte şöyle düşünürdü:
“Ben kendi isteğimle düşmanlığı ortaya koymam. Ve kimse ile dünya saltanatı için kavga etmem.”
Şam’da Vâli olarak bulunan Muâviye ise Basra ve Kûfe’ye birer adam göndermiş, halkı Hz.İmâm Hasan’ın aleyhinde kışkırtmaya başlamıştı. Sonra bu adamlar tutulup öldürüldüler.
Hz.İmâm Hasan’ın ordusunda, kendilerine ve “Ehl-i Beyt’e” candan bağlı olanlar pek azdı. Bu topluluğun içerisinde olanlardan; kimisi dünyalık elde etmek için uğraşmadaydı; kimisi şüphe içindeydi, kime kul olacağını bilemiyordu; kimisi yel ne yandan eserse, öte yana eğiliyordu; kimisi de Hâricîlerin inançlarına kapılmıştı. Çünkü; İslâm’ın düştüğü ayrılık, aykırılık, görüşlerin birbirine zıt oluşu, vahdetin kalmayışı, paranın ve servetin hâkimiyeti îman kudretini zayıflatmıştı.
Muâviye ise bu ortamda; Hz.İmâm Hasan’ın taraftarları arasına nifâk sokmak için bir an bile boş durmuyor ve devamlı adamlar göndererek; bu ayrılığı, bu aykırılığı; re’yle, kıyasla daha da derinleştiriyor, daha da genişletiyor ve daha da körüklüyordu. Muâviye’nin gönderdiği bu adamlar; vaatle, parayla, tehditle adam avlıyorlar ve belli başlı kişileri Hz.İmâm Hasan’dan ayırmaya çalışıyorlardı.
Bu yaşanılan olaylardan sonra Hz.İmâm Hasan:
“Ey Iraklılar! Bize yaptıklarınızdan dolayı Allah’tan korkun; biz, sizin hem emiriniziz, hem konuğunuz. Hakkımızda, Allah’ın «Ey “Ehl-i Beyt”, Allah sizden günahı, her türlü fenalıkları ve kötülükleri giderip sizi kemâl üzre tertemiz tathir etmek ve pâk kılmak murad eder.» (Ahzâb 33.âyet) âyet-i kerîmesinde buyurduğu; «Ehl-i Beyt» biziz.” dediğinde mescidde ağlamadık kimse kalmamıştı; fakat ne çâre ki gözyaşı, düşmanı ne mağlup ediyor, ne de yok ediyordu.
Şam Vâlisi Muâviye, bu ortamda Hz.İmâm Hasan’a uzlaşma teklifinde bulunmuştu. Hz.İmâm Hasan’da bunun üzerine adamlarına şöyle hitâb etmişlerdi:
“Biz Şamlılarla, bir şüphe üzerine savaşmadığımız gibi, savaştığımızdan dolayı da bir nedâmet duymamaktayız. Onlarla, esenlikle, sabırla savaştık. Ama şimdi esenlik, düşmanlığa dönüştü; sabır ise telâşa, kargaşaya. Siz Sıffıyn’e giderken dîniniz, dünyanızın önündeydi; (Dîninize uymuştunuz, dünyanızı ardınıza atmıştınız.) bugün ise öyle bir hâldesiniz ki; dünyanız, dîninizin önünde. Duyun, bilin ki; size karşı biz, evvelce nasılsak yine öyleyiz; ama siz, bize karşı eskisi gibi değilsiniz. Duyun, bilin ki; siz, öldürülenlerden iki bölüğün ortasındasınız; Sıffiyn’de öldürülenlere ağlıyorsunuz. Nehrevan’da öldürülenlerin öclerini almak istiyorsunuz. Kalan yenilgiye uğramış, yapa-yalnız, hor-hakir; ağlayan, öc alma sevdasında. Muâviye, bizi öyle bir işe çağırıyor ki; onda ne bir yücelme var, ne bir adâlet. Ölümü göze alıyorsanız, teklifini reddedelim; yaşamayı istiyorsanız, kâbul edelim; hangisine râzıysanız bildirin.”
Hz.İmâm Hasan’ın bu hitâbesinden sonra, karşısındaki topluluk her yandan bağrışarak; “yaşamayı, uzlaşmayı” istediklerini bildirdiler. Hz.İmâm Hasan, bunun üzerine; “Vallâhi” buyurmuşlardı; “Ben bu işi, Muâviye’ye teslim etmezdim; fakat yardımcı bulamadım. Yardımcı bulsaydım, gecemde de onunla savaşırdım, gündüzümde de; sonunda ise Allah, benimle onun arasında hükmederdi.”
Yaşanılan bu olaylardan sonra Hz.İmâm Hasan, Kûfe halkından vefâ görmeyerek; “Barış, her şeyden hayırlıdır” diyerek, Şam Vâlisi Muâviye tarafından, kendisine teklif edilen uzlaşma şartlarını kabul etmiş ve Muâviye ile bazı şartlarla antlaşma yapmak zorunda kalmıştı.
Hz.İmâm Hasan ile Şam Vâlisi Muâviye arasında Hicretin 41.yılında yapılan antlaşma şartları şunlardı:
1. Halkın; Allah’ın kitabına, Resûl’ünün sünnetine uygun olarak idare edilmesi.
2. Hz.Ali Şîa’sından olanlara, hiçbir sûretle kötülükte bulunulmaması.
3. Hz.Ali’ye kötü söz söylenmemesi.
4. Hak sâhiplerine, Cemel ve Sıffiyn savaşlarında şehit olanların evlâtlarına, haraç mallarından pay verilmesi.
5. Muâviye’nin, kendisinden sonra, yerine birisini halîfe yapmaması.
Muâviye, uzlaşma yazılıp taraflar ve tanıklar imzaladıktan sonra Nuhayle’ye gitti; orada okuduğu hutbede;
“Ben” dedi, “Hasan ile bazı şartlara uyacağımı vaad ederek uzlaştım; ama o şartların hepsi de ayağımın altında; onların hiçbirini yerine getirmeyeceğim” dedi. Ve dediğini de yaptı. Muâviye uzlaşma şartlarının hiçbirisine riâyet etmedi. Daha Kûfe’deyken okuduğu hûtbede; “Yapı yapıldıktan sonra iskele nasıl yıkılırsa, bende barış şartlarını yıktım” dedi.
Muâviye, mescidlerde bile Hz.Ali’ye kötü sözler söyletti. Hatta Medine’de, Mescid-i Nebevî’de (Hz.Peygamber’in mescidinde), ashâbın itirazlarına ve mü’minler anası Ümmü Seleme’nin bizzât meclise gelip; Muâviye’nin yüzüne karşı; “Hz.Ali’ye sövenin, Hz.Resûl-ü Ekrem’e sövmüş olacağına, Hz.Resûl-ü Ekrem’e sövenin ise, Allah’a sövmüş bulunacağına” dâir hadîs-i şerifi söylemelerine rağmen, inadında ısrâr etti. Bu kötü âdet de, Emevilerin hüküm sürmüş olduğu 80 yıl boyunca devam etmiş ve Emevilerden Ömer bin Abdül’aziz’in hükümdarlığında son bulmuştur.
Hz.İmâm Hasan, Muâviye ile barış yaptıktan sonra “Ehl-i Beyt’i” ile Medine’ye geri döndüğü zaman, düşmanlık yapanlar fitnenin tahrik edileceği zannına düşerek, Hz.İmâm’ın ortadan kaldırılması için bazı fesâdçıları kışkırttılar ve Hz.İmâm’ın Basra’da olan yakınlarından otuz sekiz mü’mini, bir bahane ile öldürtüp türlü suçlar işlediler.
Sonunda Muâviye, Mervan aracılığı ile Hz.İmâm Hasan’ın zevcesi olan Câde’ye bir haber göndererek, Hz.İmâm’ı zehirleyip şehit ettiği takdirde, kendisini oğlu Yezîd’e alacağını ve bin dirhem para vereceğini vaat etti.
Vefâsız Câde; bu sözler üzerine Hz.İmâm Hasan’a kastetmek için, Mervan tarafından gönderilen zehirli balı karıştırarak, o gün Hz.İmâm’a sundu. Hz.İmâm o zehirli balı yedikten sonra rahatsızlandı ve Hz.Resûlullah’ın türbesine gidip duâ ederek şifâ buldu. Câde, sonra yine bir fırsatını bulup Hz.İmâm’a, bu defa da zehirli hurmalar sundu. Hz.İmâm Hasan, hiçbir şey düşünmeyip zehirli hurmalardan yemiş ve yine mizâcı bozulmuştu.
Bunun üzerine Hz.İmâm Hasan, Câde’ye sordu:
“Ey Câde, bu hurmayla halim değişti. Sebebi ne acaba?”
Câde, türlü özürler dileyerek Hz.İmâm’ın şüphesini giderdi. Hz.İmâm Hasan, dertlilere şifâhane olan Hz.Resûlullah’ın türbesine giderek tekrar şifâ buldu. Câde, en sonunda yine bir fırsatını bularak, Sefer ayının 28. Cuma gecesi Hz.İmâm Hasan’ın kaldığı eve gizlice giderek; Hz.İmâm’ın, su içtiği testinin içine zehirli elmas zerrelerini dökerek su ile karıştırdı. Ve yine evine gizlice geri döndü.
Hz.İmâm Hasan, bu testiden içtiği su ile zehirlenip, Hicret’in 49. yılı (Milâdi 669) Safer ayının 28. günü gecesi Medine’de Hak’ka kavuşmuştur. Hz.İmâm Hasan, Hak’ka kavuştuklarında 47 yaşlarında idi.
Hz.İmâm Hasan Hak’ka kavuşmadan önce, Hz.İmâm Hüseyin, kendilerine bu işi kimin yaptığını sormuşlardı. Hz.İmâm Hasan:
“Ey sevgili kardeşim. Benim bildiğimi sende bilirsin; fakat onu Allah’a havale ettim” buyurup bir şey söylememişler ve çocukları ile ashâbına ibâdetten geri kalmamalarını vasiyyet etmişlerdir.
Hz.İmâm Hasan daha sonra kardeşi Hz.İmâm Hüseyin’e vasiyyet ederek; imâmlık emanetlerini teslim etti ve “Ataları Hz.Resûlullah’ın yanına defnedilmelerini, fakat buna engel olanlar bulunursa, savaşa, kan dökülmesine girişilmemesini, Bakî mezarlığına götürülmelerini” buyurmuşlardır.
Hz.İmâm Hasan’dan sonra imâmet, kardeşi Hz.İmâm Hüseyin’e intikal etmiştir.