29-10-2012 tarihinde eklendi
İmam Ali Naki (as)
Ehlibeyt imamlarının onuncu parlayan yıldızı doğum gününde anılıyor

Ehlibeyt imamlarının onuncusu İmam Ali Naki (as) doğum gününde başta Irak'ın Samara kenti olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde düzenlenecek anma ve kutlama etkinlikleriyle anılacak.

Ülkemizde de başta İstanbul olmak üzere Iğdır, Kars, Ankara, İzmir, Bursa, Çorum, Antakya, Turgutlu, Aydın, Tekirdağ, Çorlu olmak üzere birçok bölgede etkinliklerle anılacak.

İmam Ali Naki (as)'ın hayatı ve veciz sözleri

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî, Hicret’in 214. yılında Recep ayının 2. gününde, Medine’ye üç mil mesafede bulunan ve Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım tarafından kurulmuş olan Suryâ köyünde dünyaya gelmişlerdir.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin babaları, Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’ül Cevâd, anneleri Seyyide Ümm’ül-Fazl diye anılan Semânet’ül-Magrıbiyye’dir. Babaları Hz.İmâm Muhammed’ül Cevâd’ın, Hak’ka vuslat ettiklerinde 7 yaşlarında idi.

Hz.İmâm’ın künyeleri “Ebül-Hasan”dır; “Ebül-Hasan-ı Sâlis” diye anılırlardı. Lâkapları “Nâsıh, Fettâh, Tayyib, Murtaza, Âlim, Fakıyh, Emin, Mü’temen, Necip, Mütevekkil, Askeri, Hâdi” ve “Nakî”dir. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin, soyları, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’den yürümüştür.

Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’il Cevâd’ın şehâdetlerinden sonra “Ehl-i Beyt” Şîası ittifakla, oğulları Aliyy’ün Nakî’il Hâdi’nin, imâmetini kabul etmişlerdir. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin imâmetini kabul edenler, ona uyanlar, onu Resûlullah’ın oğlu ve vârisi tanıyıp hakkında saygı gösterenler, Medine Vâlisi Abdullah bin Muhammed-i Hâşimi’nin, dikkatini çekmişti. Medine Vâlisi, hilâfet merkezince hatırının biraz daha sayılması, nüfûzunun biraz daha artması, dileklerinin öncelikle kabul edilmesi düşünceleriyle, durumu Halîfe Mütevekkil’e bildirmiş ve yazdığı yazıda; “Mekke’yle Medine sana gerekse, Ali’yi burdan aldır” demişti.

Medine Vâlisinin yazısı üzerine Halîfe Mütevekkil; Yahyâ bin Herseme’yi, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’den habersiz evini basmak, evinde neler olduğunu anlamak üzere, kimseye duyurmadan Medine’ye gönderdi. Yahyâ bin Herseme, Medine’ye varır varmaz geceleyin adamlarıyla Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin evini bastı. Çoluk-çocuk korkup feryâda başlayınca Yahyâ bin Herseme; “Korkulacak birşey olmadığını, yalnız aldığı emre göre bir arama yapacağını” söyleyip ev halkını yatıştırdı. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin de yardımıyla evi aradı ve evde Kur’ân nüshalarından, duâ kitaplarından başka bir şey bulamadı. Yahyâ bin Herseme, işi bir mektupla halîfe’ye bildirdi.

Mütevekkil, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’yi devamlı göz altında bulundurmak için, Irak’a çağırdı. Halîfe Mütevekkil Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’ye gönderdiği mektupta;
“Ali oğullarının, Abbas oğullarıyla yakınlıklarından söz ediyor, kendilerine karşı dâima saygı duyduğunu bildiriyor, gelirse pek memnun olacağını, Medine Vâlisini kötü ve yalan haber vermesi yüzünden azlettiğini, yerine Muhammed bin Fazl’ı tâyin ettiğini haber veriyor, gelmeleri için istihârede bulunmalarını, karar verirlerse Yahyâ bin Herseme ile yola çıkmalarını ricâ ediyordu.”

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî, görünüşte pek saygılı olan bu mektuptaki isteğe uymazlarsa, zorla götürüleceklerini anlamışlardı. Yol hazırlıklarını tamamlayıp, aynı yılda çoluk-çocuklarıyla Irak’a hareket ettiler.

Yahyâ bin Herseme diyor ki:
“Bağdat’a vardığımız zaman, önce Vâli İshak bin İbrahim’in yanına gittim. Bana; «Yahyâ» dedi. «Sen Mütevekkil’i tanırsın. Bu getirdiğin kişi Peygamber’in oğludur. Mütevekkil’i, onu öldürtmeye kışkırtırsan bil ki düşmanın, Resûlullah olacaktır.» Ben; «Vallâhi» dedim; «Ondan iyilikten başka bir şey görmedim; böyle bir şeyi yapmama imkân yok.» Derken Sâmırâ’ya gittim, mahiyetinde bulunduğum Türk kumandanı Vasif’in yanına vardım. O da bana hemen hemen aynı sözleri söyledi, onu da yatıştırdım; fakat ikisininde aynı fikirde oluşları beni şaşırttı.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’yi Bağdat’ta büyük bir törenle karşıladılar; fakat kendilerini konaklamak için bir yer hazırlanmamıştı. Hz.İmâm’ı Sâmırâ’da «Yoksullar hanı» denen bir hana indirdiler. Bu Hz.İmâm’a gösterilen ilk saygısızlıktı ve âdeta da ilk ihtardı. Sonradan kendilerine hazırlanan yere yerleştirildiler. Bir zaman sonra Mütevekkil’in, Hz.İmâm’ı ziyarete gitmesi gerekirken, bir adam gönderip görüşmek istediğini bildirdi. Hz.İmâm, Mütevekkil’in sarayına gittiler. Namaz vaktiydi, Hz.İmâm namaz vaktini geçirmemek için hemen namaza durdular. Halîfenin yanında bulunanlardan biri, halîfenin gözüne girmek için, Hz.İmâm’a; «Ne vakte dek bu mürâiliğe devam edeceksiniz?» demek cüretinde bulundu. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî namazlarını bitirir bitirmez o adama dönüp; «Bu söylediğin söz yalansa Allah seni kökünden kessin» buyurdular. Hz.İmâm’ın sözü tamamlanır tamamlanmaz o adam, olduğu yere yıkıldı; ölüp gitti. Bu da «Ehl-i Beyt» düşmanlarına Hz.İmâm’ın ilk ihtârıydı; dilden dile de günlerce söylenip durdu.”

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî, Sâmırâ’da kendilerine ayrılan evde ibâdetle meşgul oluyorlar, ziyaretlerine gelenlerin, sorularını cevaplandırıyorlar, Mütevekkil’le pek görüşmüyorlardı. Halîfe Mütevekkil, şaraba, zevke pek düşkündü. Mütevekkil, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’yi meclisinde kendisine nedîm etmeyi, bunu halka duyurup kadrini, hâşâ küçültmeyi kurmuştu.

Bir gece yarısı, sarhoşken Hz.İmâm’ı sarayına çağırttı. Hz.İmâm gelince, kendisini ağırladı, yanına oturttu; kadehi doldurup Hz.İmâm’a sundu. Hz.İmâm sunulan kadehi almadı ve içmedi. Bu hareket karşısında, meclistekiler, donup kaldılar. Mütevekkil şarap kadehini dikip küstahça; “Öyleyse” dedi; “Bir şiir oku.” Hz.İmâm; “Şiir de rivâyetim az” buyurdular. Mütevekkil aşırı ısrarda bulununca şu beyitleri inşâd buyurdular:

“İnsanlar, korunmak için dağ tepelerine tırmandılar;
Yiğit kişilerdi ama o tepeler fayda etmedi onlara, yenildiler.

Yüceldiler, sonra düşürüldüler; çukurlara yerleştiler;
Ne de kötü yerlerdi onlara, yerleştikleri yerler.

Gömülüp gittiler; sonra da bir feryâd eden ardlarından bağırdı;
Nerde bilezikler, nerde taht-taç, nerde süsler-püsler?

Ne oldu o nâz-ü naîmle beslenen, bezenen yüzler;
Hani vaktiyle nâzlarla, nîmetlerle perdelenirdi o yüzler?

Kabir, bu soruya açık-seçik cevap veriyor da diyor ki;
Şimdi o yüzlerde kurtlar oynaşmada, kurtlara yem olmuş o yüzler.

Nice zamandır, yediler-içtiler, geçindiler;
Şimdi ise dünyâ onları yer-içer.

Nice zaman evlerde barındılar; oturup esenleştiler;
Şimdi ise evlerinden de ayrıldılar; ehilden-ayâlden de; geçip gittiler.

Bunca zaman hazineler yığdılar, mallar biriktirdiler;
Derken mallarını-mülklerini düşmanlarına dağıttılar, bittiler.

Evleri bomboş, içindekiler ise;
Mezarlarında yatıyorlar; göçtüler, göçtüler.”

Mütevekkil bu şiiri dinleyince, sarhoşlukla şarap kadehini yere fırlatıp şiddetle ağlamaya koyuldu; meclistekiler de ağlıyorlardı. Zevk meclisi, yas toplantısına dönmüştü. Mütevvekil, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’den özürler diledi; Hz.İmâm’da kalkıp meclisi terkettiler.

Halîfe Mütevekkil bir gün maiyetiyle bir yere gidiyordu; Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’de bu alaya katılmıştı. Halîfenin aklına esti; “Ordu kumandaları da dahil olmak üzere, herkesin yaya gitmesini” emretti. Bu emir, Hz.İmâm’ı da yaya yürütmek, herkese onun da emrine uyduğunu göstermek içindi. Herkes bineğinden indi, Hz.İmâm da indiler. Hava pek sıcaktı; Hz.İmâm yürürlerken terliyorlar, zahmet çekiyorlardı.

Halîfe Mütevekkil’in hâciblerinden Zerâfe’nin, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’ye inancı vardı, fakat bunu gizliyordu. Zerâfe diyor ki; “Koşup yanlarına gittim; «Seyyidim, bu azgınların yaptıklarına çok üzülüyorum»” dedim ve ellerini tuttum.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî bana dayandılar da; “Yâ Zerâfe” dediler; “Allah katında, Sâlih’in devesi benden üstün değil.”
Alay dağıldıktan sonra Hz.İmâm’ı bir bineğe bindirip evlerine götürdüm, ben de evime gittim. Yemek zamanıydı yemeğimizi yerken Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin sözlerini oğluma naklettim.
Oğlum Müeddeb, bu sözü duyunca, elini yemekten çekti ve Allah için şöyle dedi:
“Bu sözü duydun mu?”
Ben; “Vallâhi duydum” dedim; “Böyle söylediler.”
Oğlum Müeddeb:
“Öyleyse” dedi; “Mütevekkil’in üç günlük ömrü kaldı, üç gün sonra helâk olacak; bir olay çıkmadan malını-mülkünü korumaya bak.”
Ben;“Nerden bildin bunu” dedim.
Oğlum Müeddeb:
“Kur’ân okumadın mı?” dedi; “Kur’ân-ı Kerîm’de devenin öldürülmesi, anlatıldıktan sonra; «Yurtlarınızda üç gün oturun; bu bir vaaddir ki yalanlanamaz» (Hûd 65. Âyet) buyuruluyor. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin sözleri mutlaka yerine gelecektir.”

Zerâfe diyor ki:
“Gerçekten de bu sözü söylediklerinden üçgün sonra Muntasar ayaklandı. Türk kumandanı Boğa ve kumandan Vasif Türk askerleriyle, Halîfe Mütevekkil’in sarayına hücum ettiler; kendisini paramparça edip yere serdiler. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’ye; «Oğlumun sözünü» söyledim; Hz.İmâm; «Doğru demiş» ve «Daralınca, atalarımızdan bize miras kalan kalelerin, silahların, kalkanların en sağlamı bulunan; zulme uğrayanın, zulmedene okuyacağı duâyı okudum» buyurmuşlardır.”

Hz.İmâm Muhammed Taki, Abbas oğullarından El-Mu’tasım zamanında şehâdete ermişlerdi. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî, Mu’tasım, Vâsık, Mütevekkil, Muntasar, Mustaîn ve Mu’tezz’in halîfelikleri devrinde yaşamışlardır. Bu bakımdan bu devirlere ve devirlerini temsil eden bu halîfelere dâir kısa, fakat özlü bir bakış gerekiyor.

Önce şunu söyleyelim ki; Emevi halîfeleri açıktan açığa dînin aleyhinde bulunmaktan çekinmiyorlardı. Onlar da yalan hadîs uyduranları koruyorlar, onlar da icâb edince dînî bir kisveye bürünüyorlardı; fakat zamanlarında; Felsefe, Kelâm, Ricâl bilgileri tam anlamıyla tekemmül etmemişti; çeşitli fırkalar, henüz ilmi tartışmalara girişmemişlerdi.

Ümeyye oğulları iktidarı; Hâşimi-Emevi rekabetini, Arap milliyetçiliği siyâsetine çevirmişlerdi. İnsanları yaratılış bakımından eşit sayan, inananları kardeş kabul eden; ırk, milliyet, renk, dil, soy-boy ayırımını kaldıran, yaşayışta, mal ve ganîmet bölümünde, hukukta, tam bir eşitlik esasına dayanan İslâm iktidarı; onların zamanında bir Arap saltanatı, bir soylular iktidarı haline gelmiş, halk; şerefliler, horlananlar, yaşayanlar ve sürünenler sınıflarına ayrılmıştı.

Siyâset hayatına “Ehl-i Beyt’in” intikamını almak üzere atılan Abbas oğullarına; Hor görülen toplum, Arap olmayanlar yardımcı olmuştu. Bu yüzden Abbas oğulları ilk zamanlarında, Arap milliyetçiliğinin tam aleyhinde hareket etmişlerdi.

Abbas oğulları, Hâşimilerdendi; fakat en büyük rakipleri, Hâşimilerden Ali evlâdıydı. Ümeyye oğullarının yıkımıyla, Ali evlâdının kıyâmı bitmemişti . Şiâ’nın ezici çoğunluğu, onlara bağlıydı; Abbas oğulları taraftarları, usülü tedvin ve tesbit edilmiş bir mezhebe sahip değillerdi. Bu yüzden Abbas oğulları, bazı kere Ali evlâdına taraftar görünmek, bazı kere çeşitli düzenlerle onların en üstün mümessillerini yok etmek, bazı kere Şîa’nın aleyhindeki mezheplere sarılmak yolunu tutmuşlardı. Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’a karşı Halîfe Mansûr’un, Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım’a karşı Halîfe Hârun’ür-Reşîd’in hareketleri bu yoldaydı.

Kendilerini Resûlullah’ın halîfeleri sayan, Mü’minler emiri tanıyan, zavallı halkı da buna inandırmaya zorlayan, inanmayanların seslerini, nefeslerini yok eden, Ul’ül-emr (Emre uymak) kisvesine bürünüp, kendilerine baş kaldıranların başlarını ezen, bunu ilâhi bir emir tanıtan Abbas oğulları; Zulümde, israfta, sefâhatta Ümeyye oğullarını kat kat geçmişlerdi. Halbuki emre uymak konusunda Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:

“Ey inananlar, Allah’a, Peygamber’e ve içinizden emredecek kudret ve liyâkata sahîb olanlara itâat edin. Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız birşey de ihtilâfa düştünüz mü o hususta Allah’a ve Peygamber’e mürâcaat edin; bu hareket, hem hayırlıdır hem de sonu pek güzeldir.” (Nisâ 59.âyet)

Ümeyye oğulları, bir tek yolun yolcusuydular; o da “Ehl-i Beyt” düşmanlığı. Abbas oğulları ise zamana göre yol değiştiriyorlardı. Bu devirlerde halk sürünüyordu; yiyecek bulamayan insanlar ölü eti yemekten çekinmeyecek bir haldeydiler; fakat sarayda sefâhat sürüyordu. Bu sefâhatı, halktan gelen zekâtlarla, ganimetlerle sürdürüyorlardı.

Bu ortamda bir tarafta; Basra’da ve diğer bazı yerlerde ayaklanmalar, isyânlar, boğuşma, zulüm, ölüm, zindanlarda açlıkla-susuzlukla öldürülenler ve sürünen, aç kalan, midesini kemiren insanlar bulunmaktaydı. Diğer tarafta; Mü’minler emiri adına hutbeler Ul’ül-emre itâat fetvâları ve halîfe. Bunların hepsi vardı; fakat asıl İslâm; İslâm’ın sâf, temiz, tarafsız, eşit adâleti bu yok olup gitmişti; hatta tarih sayfalarından bile yok edilmek isteniyordu bu.

Abbas oğullarının sekizinci halîfesi olan ve 8 yıl hilâfet süren Hârun oğlu Mu’tasım İbrahim Muhammed, Hicri 227. yılında ölmüş, yerine oğlu El-Vâsık Hârun geçmişti. Ölümünde sekizbin altını, oniki milyon dirhemi, sekiz oğlu ve sekiz kızı kalan Mu’tasım’ın zamanında bazı isyânlar olmuş, aleyhine kıyâm eden kardeşinin oğlu Abbas, onun hapsinde can vermişti. Mu’tasım korkunç, kan dökücü bir adamdı.

Mu’tasım’ın yerine geçen oğlu Vâsık da 5 yıl hilâfet tahtında oturduktan sonra Hicri 232. yılında öldü ve yerine kardeşi Mu’tasım’ın oğlu El-Mütevekkil Ca’fer geçti. Bu kişi, tam bir zevke düşkün, şehvete tutsak, müsrif ve sadist bir çılgındı. Yaptırmış olduğu saraylarına milyonlarca dirhem harcanmıştı.

Kardeşi Vâsık’ın ölümünden sonra onun yerine geçen ve o anda zindanda olan Mütevekkil, hilâfet makamına oturur oturmaz ilk işi; kendisini bu makama getiren Vezir Abdülmelik’i öldürtmek olmuştu. Mütevekkil’in hareketleri, içki meclislerinde yanında sakladığı akrepleri koyuvermek, husûsi bir yerde beslettiği Arslanları, Kaplanları, meclise saldırtmak, meclistekilerin korkup kaçışmalarından zevk alıp kahkahalarla gülmek de âdetlerinden biriydi.

Halîfe Mütevekkil, hattâ bir kere Hz.İmâm Aliyy’ün Naki’yi de, bu hayvanların bulunduğu yere göndermiş; fakat hayvanlar, Hz.İmâm’ın çevresinde diz çöküp hayran hayran mübârek yüzlerine bakmaya başlayınca hemen Hz.İmâm’ı oradan çıkartmış ve bunu görenlere; “Kimseye söylemeyeceklerini” şiddetle tenbih etmişti.

Halîfe Mütevekkil Hicri 247. yılında, kendilerine kötü muâmelede bulunduğu Türk kumandanı Küçük Boğa ve Vasîf tarafından gece yarısında paramparça edilerek öldürüldü.

Mütevekkil’in yerine geçen oğlu El-Muntasar, bir yıl sonra Türkler tarafından hilâfetten düşürüldü ve zehirletilerek öldürüldü. Hicri 248. yılında onun yerine geçen Mustaîn bin Mu’tasım, Hicri 252.yılında Sâmırâ’da hapsedildi ve 31 yaşında Mütevekkil’in oğlu Mu’tezz tarafından öldürüldü;fakat hilâfet makamı Mu’tezz’e de vefâ etmedi; o da hâcibi Vasîf oğlu Sâlih tarafından hamamda hapsedildi ve ağzına tuz doldurulup susuzlukla öldürüldü. Öldürüldüğünde 23 yaşındaydı.

Bütün bu olaylar yaşanırken Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî, son zamanlarına kadar kendilerine başvuran îman ve irfân susuzlarını aydınlatmışlar, hiç birisinin sorusunu cevapsız bırakmamışlardır.

Son hastalıklarında, vefâtlarından biraz önce, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin yakınlarından biri olan Ebû Duâme kendilerine ziyarete gelmiş, gideceği sırada Hz.İmâm ona; “Sizin, bizim boynumuzda hakkınız var; bir hadîs rivâyet edip o hakkı ödememi, seni sevindirmemi ister misin?” buyurmuşlardı.

Karşısındaki kişiden bu soruya; “Böyle bir hadîs duymayı ne kadar da isterim” cevâbını alınca, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî buyurdular:
“Babam Muhammed bin Ali, babası Aliyy’ür Rızâ’dan, O babası Mûsâ bin Cafer’den, O babası Cafer’üs Sâdık’tan, O babası Muhammed’ül Bâkır’dan, O babası Ali bin Hüseyin’den, O babası Ali bin Ebû Tâlib’den, rivâyet etmiştir; Resûlullah bana; «Yaz» buyurdular diyor. Hz.Ali; «Ne yazayım yâ Resûlullah» dedim. Hz.Resûlullah;«Yaz» buyurdular ve dediler ki;«Rahmân ve Rahîm olan Allah adıyla. Îman kalbleri pekiştiren, yapılan işleri, ibâdetleri, gerçekleştiren şeydir; İslâmsa, dille söylenen ve nikâhı, evlenmeyi helâl eden şey.»”

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî:
“Bu hadîs Resûlullah’tan Atam Ali’ye yazdırdıkları hadîstir ve biz o yazılı hadîsi birbirimize armağan olarak bıraka gelmişizdir” buyurmuşlardır.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’il Hâdi, Hicret’in 254. yılı (Milâdi 868) Recep ayının 3. gününde zehirlettirilerek şehit edilmiştir. İktidardaki Halîfe Mu’temid tarafından zehirlettirildiği meşhur rivâyettir. Diğer bir rivâyette; Hz.İmâm’ı, Mu’tezz’in zehirlettirdiği, yahut onun emriyle halîfe Mu’temid tarafından, zehirlettirildiği söylenmektedir.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî, yıkanıp tekfîn ve techîzlerinden sonra, evde cenaze namazlarını oğulları Hz.İmâm Hasan’ül Askerî kılmışlar, sonra cenaze kalabalık bir cemâatla şehirde gezdirilmiş ve daha sonra defnedilmiştir.

Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî, Hak’ka kavuştuklarında 40 yaşlarında idi. Türbesi, Samarra-Bağdat’tadır.

Kendilerinden sonra imâmet, oğlu Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’ye intikal etmiştir.
En doğrusunu Allah bilir.

 
Hz.İmâm Ali Nakî birçok eser bırakmıştır. Bunlar üç kitap halinde toplanmıştır.
1. Cebir ve tevfiz ehline yazdığı risâle,
2. Kadılar kadısı Yahyâ’nın sorularına vermiş olduğu cevaplar,
3. Dînî ve şer’î hükümlere dâir sözleri.
Bu kitaplar bugün de rahatça istifade edilebilen büyük eserlerdir.

İmam Ali Naki (as)'dan Hadisler

Her biri çok kıymetli nasîhatlar ihtivâ eden ve insanlığa ışık tutan bu sözlerden bazıları:

Asıl yoksulluk, nefs kötülüğüdür; şiddetli bir ümitsizliktir.

Bir insanın biri hakkında kötü zanda bulunması; onda bir kötülük olduğunu gerçek olarak bilmedikçe, haramdır. Aynı şekilde bir kimsenin hayırlı olduğunu gerçek olarak bilmedikçe; onun hakkında hayırlı olduğu kanâatine varmak da, aynı şekilde doğru değildir.

 Allah, kulları için küfre rıza göstermez ve şükrederseniz sizden razı olur.

Ey inananlar, Allah'dan nasıl sakınmak gerekiyorsa öyle (O’na yaraşır biçimde) sakının ve ancak müslümanlar olarak ölün.

Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. Onlardan ne bir rızık istiyorum ve ne de beni doyurmalarını istiyorum.

Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.

 

http://caferider.com.tr/imam-ali-naki-as-_h7692.html