Bir dizi temaslarda bulunmak için İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan Mehmet Görmez, son dönemdeki gelişmeler konusunda Cihan Haber Ajansı'na özel bir mülakat verdi.
Görmez, özellikle son aylarda Irak, Suriye, Lübnan, Yemen gibi ülkelerdeki çatışmaları salt mezhep çatışması, bir Şii-Sünni çatışmasının tekrarı gibi göstermenin asla doğru bulmadığını ifade etti.
Diyanet İşleri Başkanı, “Nasıl ki tabii coğrafyanın fay hatları var ve bu fay hatlarına baskı uygulandığında depremler meydana gelir. Aslında İslam coğrafyasının da kültürel ve dini fay hatlarına dışarıdan çok büyük baskılar uygulandı. Bu baskılar adeta İslam dünyasının kimyasını bozdu.” değerlendirmesinde bulundu.
İslam dünyasının bir takım sosyolojik ve yönetim sistemi değişikliklerinden farklı şekillerde etkilendiğini anlatan Görmez, “Önce imparatorlukların dağılmasıyla bir sarsıntı geçirdiler, sonra sömürgeler dönemi başladı. Daha sonra sömürge destekli totaliter-diktatör rejimler başladı. Bütün bunların meydana getirdiği sarsıntıyı, ve bu sarsıntılardan meydana gelen artçı çatışmaları salt bir Şii-Sünni çatışması olarak göstermenin ben doğru olmadığını düşünüyorum, hakikatleri ters yüz edeceğine inanıyorum.” ifadelerine yer verdi.
Görmez, yaşanan çatışmaların mezhep görüntüsünde olduğunu belirterek, “Ancak bütün bunlar özellikle kendisini bir mezhep çatışması idraki içerisinde ifade etmeye kalkıştığı için böyle görünüyor. Görünürde öyledir ama aslında öyle değildir.” dedi.
İmparatorlukların çöküşü, sömürge ve de totaliter rejimler döneminde İslam dünyasındaki bütün nesillerin İslam medeniyetinin o kuşatıcı dünyasından uzak kaldığını, fakat buna rağmen kendi kimlik ve özgürlük sorunlarını İslam’ın içinde kalarak çözmeye çalıştıklarını aktaran Görmez, “Bunun için eğitim müsait değildi. Cehalet, fakirlik gibi daha ciddi sorunlar da vardı. Bütün bunlar bir çatışma ortamına dönüştü. Bu çatışma ortamını salt bir din kavgası, salt bir mezhep kavgası olarak görmek doğru değil.” diye konuştu.
Görmez sözlerini şöyle sürdürdü: “Elbette mezhebin de, yani o siyasi ihtirasların, güç denemelerinin kendisini mezhep rengine büründürerek birbirinin karşısına çıktığını da söyleyebiliriz ama bunu salt bir mezhep çatışması olarak da görmüyorum açıkçası.”
“BATILI İNSAN HAKLARI RAPORLARI SİYASİ PROJELERİN BİR PARÇASI”
Batılı kuruluşların hazırladığı dini özgürlükler veya insan hakları konularındaki raporlarını ‘siyasi’ bulan Görmez, “Diyanet İşleri Başkanlığı'nda çalışmaya başladığımdan itibaren bu tarz raporların hepsini okuyorum. Bende oluşan kanaat bu tür raporların hepsinin ‘siyasi’ olduğu yönünde.” dedi.
Söz konusu raporların salt özgürlükleri veya insan haklarını takip eden çalışmalardan çok dünyadaki siyasi projelerin bir parçası olarak yapıldığını düşünen Görmez, Türkiye ile karşılaştırılamayacak ve birçok hak ihlalinin yapıldığı birçok ülkenin bu raporlarda hiç yer almadığına dikkat çekti.
Görmez, “Avrupa’da İslamafobi'nin neredeyse anti-semitik düşünceleri bile geride bırakabilecek şekilde bazı yerlerde ilerlediği bir zamanda bunlardan bir tek kelime bile söz edilmezken; Türkiye’deki bazı lokal problemleri en büyük sorunlarmış gibi raporlarının başına yerleştirmenin ne derece hakkaniyete uygun olduğu artık insanların takdirine bırakılacak bir konudur.” değerlendirmesinde bulundu.
"VATANDAŞIN DİN EĞİTİM İÇİN ÇOCUĞUNU ERMENİSTAN'A GÖNDERMESİ BİZİM İÇİN EKSİKLİK"
Türkiye’de bu konularda sorunların olmadığını inkar etmediğini vurgulayan Görmez sözlerini şöyle sürdürdü: “Her zaman ifade ediyorum, tarih boyunca farklı din, kültür ve medeniyetleri yan yana yaşatmak konusunda; hem de bir hukuk, ahlak ve adalet çerçevesinde başarmış bir milletin çocuklarının; kendi içlerinde kalan ve sayı olarak da küçük azınlık diyebileceğimiz bazı toplulukların kendi çocuklarına din eğitimi vermek yahut din adamı yetiştirmek için başka ülkelere muhtaç olmasını ben şahsen yakıştırmıyorum.”
Türkiye’deki azınlıkların çocuklarını din eğitimi alması için başka ülkelere göndermek zorunda kalmasının ülkesi adına büyük bir eksiklik olduğunun altını çizen Görmez, “Türkiye’de Ermeni kilisesinin din adamı yetiştirmek için Ermenistan’a muhtaç olması veya Ortodoks Kilisesi’nin din adamı yetiştirmek için çocuklarını Selanik’e göndermek zorunda kalması; hatta Caferi vatandaşlarımızın kendi çocuklarını İran’a göndermek durumunda kalmalarını kendi adıma ciddi bir eksiklik olarak değerlendiriyorum. Bu konuda önemli adımların atılacağına olan inancımı belirtmek istiyorum.” diye konuştu.
Azınlıklar, din özgürlüğü veya insan hakları meselesinde din ve bilim adamı olarak muadeleti gözetmenin asla doğru olmadığını düşünen Diyanet İşleri Başkanı, “’Siz kendi ülkenizdeki Müslümanlara ne kadar hak verirseniz, biz de ülkemizdeki gayr-i Müslimlere o kadar hak veririz’ anlayışının İslam dini açısından da doğru olmadığını düşünüyorum. Bilakis, ısrarla, onlar ne kadar hak kısıtlarsa bizim o kadar o hakları verme konusunda cömert davranmamız gerekiyor çünkü bizim inancımız bunu bize emrediyor.” dedi.
“DÜNYADA DİNİ DEĞERLERİN YÜKSELMESİYLE BİR ‘DİN DİPLOMASİSİ’ OLUŞTU”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) yurtdışı açılımıyla ilgili de açıklamalarda bulunan Görmez, “Türkiye’nin dünyaya açılımıyla birlikte eş zamanlı, belki siyasetin de dışında kalarak ama eş zamanlı, bütün dünyadan gelen taleplere karşılık vermeye başladı. Şu anda Afrika’nın muhtelif yerlerinde DİB ilk defa müşavirlik ve ataşelikler açıyor.” dedi.
DİB’in ilk yurtdışı tecrübesinin iş göçü sebebiyle Anadolu’nun muhtelif şehirlerinden Avrupa’ya göçen vatandaşlarımıza din hizmeti götürmekle başladığın anlatan Görmez, “Ancak daha sonra din eğitimi ve din hizmetleri alanında dünyada büyük değişiklikler yaşandı. İslam dünyasında, özellikle bizim gönül coğrafyamız dediğimiz SSCB ve Yugoslavya dağıldıktan sonra bir talep patlaması gerçekleşti. İkinci büyük tecrübeyi de bu coğrafyaya din eğitim ve hizmeti götürmekle yaşadık.” diye konuştu.
Özellikle 2000 yıllardan sonra iki alanda büyük gelişmeler yaşandığını da anlatan Görmez, “Birincisi, artık dünyanın her ülkesinde bir Müslüman azınlık oluştu. Bu Müslüman azınlıkların devasa sorunları birikti. Ve bunlar özellikle İslam medeniyetine beşiklik yapmış ülkelerin dini kurumlarından hizmet talebinde bulundular. Aslında önceleri başka İslam ülkelerinden de yardım aldılar fakat o hizmetlerle söz konusu ülkelerin dokusu arasında bir uyuşmazlık oluştu. Bundan dolayı DİB’e yönelik büyük talepler oluştu.” açıklamasında bulundu.
Görmez, ikinci konunun ise tüm dünyada din ve dini değerlerin yükselmesiyle birlikte bir ‘dini diplomasi’ doğduğunu kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü: “ Bütün dini kurumlar arasında ilişkiler oluştu. Bu ilişkiler toplumların geleceğini etkilemeye başladı. Bu sebeple DİB dış ilişkiler daire başkanlığını bir genel müdürlüğe dönüştürerek Türkiye Diyanet Vakfı’yla birlikte dış dünyada imam-hatip liseleri, ilahiyat fakülteleri açan; bütün dünyadan öğrenciler alıp Türkiye’de her seviyede din eğitimi veren bir kuruma dönüştü.”