Riya büyük günahlardan birisi olup, insanın tevhit dairesinden çıkarak amellerin yok olmasına sebep olan ve insanın helak olmasını sağlayan günahlardan bir tanesidir. Riya insanın başkalarının kalbinde bir makam edinmek veya yanlarında, hiç bir ilahi maksat gözetmeksizin sadece iyilik, doğruluk, emanet ve diyanet ehli bir kimse olarak şöhret kazanmak için iyi bir amelini veya beğenilmiş herhangi bir hasletini ya da hak inancını insanlara göstermesi ve başkalarına gösteriş yapması demektir.
Bu hastalığın kökü ve kaynağı makam sevgisi ve dünyaya âşık olmaktır. Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyorlar; “İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda insanların dünyaya olan tamahlarından dolayı batınları çirkin ama zahirleri güzel olacaktır. Riya ile Allah’ın katında olanı irade etmezler, onların dini riya üzere olacaktır.” (Usulu Kâfi, c.2, s.296) İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyorlar; “Riyanın her türlüsü şirktir. Şüphesiz ki insanlar için amel eden kimsenin sevabı insanların üzerine, Allah için amel eden kimsenin sevabı ise Allah'ın üzerinedir.” (Usulu Kâfi, riya babı, 3. Hadis)
Riyakârlık, Kuranın açık ifadesiyle şirktir. Şirk ise en büyük yozlaşmadır. Riyakâr insanlar gerçek dindarları toplumdan saf dışı etmek ve dindarlık vadisinde her türlü melaneti yapmak için büyük günahları bile meşru görürler. Tarihin her döneminde ve günümüzde durum bundan ibarettir.
Dindarlık Allah katında bir üstünlük ölçüsüdür. Ama riyakâr insanlar arasında dindarlık üstünlük ölçüsü değil de riyakârlık üstünlük ölçüsüdür. Onların dünyasında kim daha çok riyakârlık yaparsa o daha da üstün sayılacaktır. Fazilet ve üstünlük ölçüsünün takva, ehliyet ve hizmet olduğunu da Kur’an ve hadisler bize haber veriyor. Takvayı, ehliyeti ve hizmeti riya ile yaşatmak mümkün değildir. İşte bundan dolayı Kuran, ibadetlerle öne çıkmayı imanın yok olması olarak görmüş, o yolu kapatmıştır. Riyakârlık sahtekârlığı, Kur’an’ın kapattığı bu yolu sürekli açık tutarak kendi nefsi kuruntuları ve çıkarları doğrultusunda işletmektedir.
Gerçekler çarpıtıldığından, insanlar genelde bilgisizlik yüzünden dinci riyakârlara teslim olmayı dine teslim olmak zannetmiş ve kendilerini felaketlerin, mikropların içine atmışlardır.
Riyakârlar daima kendilerini her konuda överler ve vazgeçilmez olduklarını anımsatırlar. Oysa Allah’u Teâla onlar hakkında şöyle buyurmuştur; “Siz kendi kendinizi aklayıp yüceltmeyin; kimin takva sahibi/dindar olduğunu en iyi Allah bilir.” (Necm suresi, 32)
İnsanlar objektif değil de sübjektif olarak işlerine gelenler hakkında “filan veya falana”, “dindar”, “ehliyetli”, “liyakatli” sıfatı verirlerse riyaya, sahtekârlığa kapı açmış olurlar.
Hayatı Hüseyni davaya hizmet edenlere karşı uğraşmak olan niceleri Kerbelacı, Hüseynici olup çıkmış, hayatında abdest nedir bilmeyen birçokları, mah-ı matem Muharrem’de cami avlularında fotoğraf çektirmeye soyunmuştur. İşte Hüseyni şuurdan/basiretten uzak olmanın ve riyakârlığın toplumu içine yuvarladığı tablo budur.
Bu hastalığa yakalanan insanlar bunu tedavi etmenin yollarına başvurmalıdırlar. Aksi takdirde bu hastalık insanlarda var olduğu müddetçe, insan ve toplum kemale doğru ilerleyemez.
Eğer riya ve gösteriş, sırf insanların kalbini kazanmak, gönüllerini ısındırmak, kalplerde değer ve makam sahibi olmak ve iyilik sahibi kimse olarak ün salmak içinse, bu olay insanın tasarruf ve kudretinin dışında olup tamamıyla Allah'ın tasarrufu altında bulunmaktadır. Kalplerin rabbi ve gönüllerin gerçek sahibi, insanların kalbini istediği kimseye doğru çevirir. İnsan böyle yaptığında tam tersi bir neticeyle de karşılaşabilir. Nitekim birçok riyakâr insan, kalpleri temiz ve pak olmadığından, sonunda rüsva olmuşlar ve elde etmek istediklerinin tam tersiyle karşılaşmıştırlar. İnsanın vücut memleketinde nefs sevgisi, makam, celal, şöhret ve Allah'ın kullarına hükmetme arzusu hâkim olduğu müddetçe, insan memleketinin üstün ve ahlakının ilahi bir ahlak olduğu söylenemez. O zaman, insan memleketinde çalışan şeytandır demektir.
Selam ve dua ile