İslam dini değerlerine ve akli kıstaslara göre her insanın ve özellikle her inançlı Müslüman'ın yanlışa yanlış, doğruya doğru demesi lazımdır. Bir Müslüman yanlışa yanlış, doğruya doğru demiyor veya diyemiyorsa bunun inancında, kişiliğinde ve karakterinde problem vardır demektir. Bazı insanların da yanlışı ve doğruyu görüp bildikleri halde yanlışa karşı kör olmaları veya gördüğü yanlışa karşı gözlerini kapamaları yağcılık ve dalkavukluğunun bir yansımasıdır.
İslam tarihinde Hz. Ali ile Muaviye arasında geçen hak-bâtıl mücadelesini tarihi bilen herkes çok iyi bilir.Dün tarihimizde vuku bulan bu mücadele bugünümüze ve yarınlarımıza ışık tutmakta ve ibretlik nükteleri içinde barındırmaktadır. Onlardan birisi tarihte vuku bulan meşhur deve hadisesidir. Olay kısaca şundan ibarettir;
Hz. Alialeyhisselamın taraftarlarından bir tüccar erkek devesine mallarını yükler ve Şam pazarına gider. (Araplar erkek deveye Cemel dişi deveye ise Nage derler)
Şam pazarında bir Şamlı gelir ve “Bu dişi deve benimdir!” der.Kûfeli kendisinden emindir, çünkü kendisinin olduğu gibi devesi de erkektir. İtiraz eder ama nafile, dinletemez. Halk meydanda toplanır, tartışma büyür.Kufe'den gelen adam, "Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir" diye itiraz eder ama hiç kimse Kufe’linin sözünü kabul etmez. Konu Muaviye'ye yansır.
Kalabalık halkın huzurunda Muaviye, Kufe'den gelenle Şam'da deveye sahip çıkan Şamlıyı dinledikten sonra, kararını şöyle açıklar; Bu dişi deve (nage) Şamlınındır! Sonra toplananlara döner ve sorar; Ey cemaat, bu dişi deve kimindir? Cemaat hep birlikte Şamlınındır diye bağırır!
Kufeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken, Muaviye onu yanına çağırır ve şöyle söyler; Ey Kufeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Kufe'ye dönünce gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki: "Ey Ali, Muaviye'nin, dişi deveyi erkek deveden ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk alsın!"
İnsanlık tarihinde bu tür dalkavuklukları fazlasıyla görmek mümkündür.
Şah Abbas Safevi ülkenin tanınmış önde gelen insanlarını ve mesullerini hükümet sarayına misafir etmişti. Yemekten sonra çay ve nargile faslına geçildi. Şah Abbas Safevi hizmetkârlarına nargileye tütün yerine at gübresi bırakmalarını emretti.
Misafirler nargile içmeye başlayınca at gübresinin kokusu ve gübreden çıkan duman oturdukları mekânı kuşattı. Ancak misafirlerden bazıları şaha ayıp olmasın diye bazıları da çekindiklerinden nargileyi çok istekli bir şekilde çekiyor ve o güne kadar o kadar güzel bir nargile içmemişler gibi dumanını tüttürüyorlardı.
Şah Abbas Safevi onlara bakarak şöyle dedi; Nargileye en kaliteli tütünü bırakmalarını emrettim ve onu Hemedanhâkimi bize gönderdi.
Misafirlerin tamamı nargile tütününün kalitesi ve güzel kokusundan övgü ile söz ettiler ve şöyle dediler; Doğrusu bundan daha kaliteli tütünü bulmak mümkün değildir.
Şah Abbas Safevi nargileyi çok derinden içine çeken sarayın güvenlik sorumlusuna nargile nasıldır diye sordu. Güvenlik sorumlusu şöyle dedi; A'licenap şahımın başına yemin olsun ki elli senedir nargile içiyorum ama kokusu ve kalitesi bu kadar güzel tütün görmedim.
Şah Abbas Safevi tahkir ve öfke ile onlara bakarak şöyle dedi; Gassal sizi çabuk yıkar inşallah. Sizler makam, mevki, post uğruna at gübresini en kaliteli nargile tütünü diye içiyor ve bunuda överek anlatıyorsunuz!
Bazıları post, makam ve mevkilerini korumak veya bunlara sahip olmak için her türlü dalkavukluğu, ikiyüzlülüğü ve yağcılığı yaparlar, at pisliğini en kaliteli nargile tütünü diye içerler, anlatırlar ve herşeyi onaylayarak kabul ederler. Böylelerinden fayda gelmez.
Tarihte yaşanan bu tür hadiseler güç, çıkar, makam ve menfaate tapan bir insan topluluğunun halini anlatan acı hadiselerdir. Tarihte buna benzer hadisler çok olmuştur.
Günümüzde de maalesef menfaati için zalime mazlum, mazluma zalim, haksıza haklı, haklıya haksız, yanlışa doğru, doğruya yanlış, harama helal,helale haram, dişi deveye erkek, erkek deveye dişi, at gübresine kaliteli nargile tütünü diyenler yok değil. Bu durum bireyleri ve zamanla kitleleri kimliksizleştirir. Müslüman doğruya doğru, yanlışa yanlış söyleyemiyorsa onun ibadet etmesinin de bir anlamı olmaz. Zira İslam tarihinde ibadet ehli olmalarına rağmen çıkarları için yanlışa doğru söyleyenlerin akıbetlerinin hüsran olduğu bir gerçektir.
Dün emperyalizme beddua edenler bugün emperyalizmden medet ummakta ve camilerde emperyalizme dua etmektedirler.
Kıble ehlinin kıble ehlinden başka dostu olmaz. Ama bugün Müslümanlar çıkar ilişkilerinden ötürü mezhepçilik taassubu ve bağnazlığı ile parçalanmış durumdalar. Bu durum birbirlerine karşı nefret söylemlerini, ötekileştirerek kutuplaştırmaları ve batı taklitçiliğiile kültür yozlaşmasını doğurmuş durumdadır.
İmam Ali (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur; “Her kim batıla yardım ederse hakka zulüm etmiştir.” (Gurer’ul-Hikem, 6041)
Selam ve dua ile…