29-04-2017 tarihinde eklendi
Peygamber’ler Kâbe’si Hz. Hüseyin (a.s)


Öncelikle Al-i Abanın beşincisi, on iki hak ve masum İmam’ın (a.s) üçüncüsü, gönüllerin Kâbe’si, özgürlerin imamı, tüm nebilerin ve resullerin tevessül ettiklerinde gözyaşlarını tutamadıkları Allah’ın İmamı, Kâbe’nin rüknü, imanın esası, Allah’ın konuşan Kuran’ı, âlemlere rahmet olan Habib-i Kibriya’nın canı ve öz benliği, zalim ve zorbacıların korkulu rüyası, mazlum ve yoksulların sığınağı ve ümidi, şehitlerin ve cennet gençlerinin efendisi, canı ve kutsal kanı İslam ve Kuran’ın bekası, evrenin sırrı ve ziyneti, Allah’ın Hücceti, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın(s.a) şanında insanlığın ve evrenin gülü ve süsü, evliya ve enbiyanın gıptayla baktığı, Hz. İmam Hüseyin’in (a.s) kutlu ve saadetli viladetlerini; öncelikle sahibimiz ve İmam’ımız İmam-ı Zaman’a (a.c.f) , O’nun hak naiplerine ve tüm Taklit Mercilerimize, İslam âlemine, tüm ulemamıza, özellikle İmam Hüseyin (a.s) âşıklarına, onun uğruna canlarını ve mallarını severek verenlere, onun nam ve şanına tertiplenen merasimlerine iştirak edenlere içtenlikle tebriklerimi arz ederim.

Allah, İmam Hüseyin (a.s) ve değerli Ceddi Hz. Resulullah (s.a.a), değerli babası ve annesi Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma (s.a) hürmetine dileklerinizi, dualarınızı, aşk ve niyazlarınızı huzurunda kabul buyursun. Allah, İmam Hüseyin’in (a.s) tüm dostlarına lütuf ve ihsanda bulunduğu rahmet ve ihsan okyanusundan bizleri de -değerli annelerinin hürmetine- yoksun bırakmasın. O’nun kutsal yolunda ve kutsal davasında bizleri de hadimlerinden olmayı lütuf buyurup kabul eylerse ne mutlu halimize ki; hiçbir zaman bundan daha büyük bir şerefle şereflenemeyiz. Bir lütuf olur bizlere. 

Öncelikle İmam Hüseyin’le (a.s) ilgili kısa bir kimlik tanımlamasından sonra, İmam Hüseyin’in (a.s) kutsal viladetleriyle ilgili bazı sorulara Allahın yardımıyla cevap vermeye çalışacağız.

Adı:Hz. Hüseyin (a.s).

Lakapları:Raşid, Tayyib, Vefî, Zekî, Mübarek, Sibt, Seyyid ve Seyyid’üş- Şüheda.

Künyesi:Ebu Abdullah.

Baba-Ana:Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma (s.a).

Doğumu:Genel yaygın görüş olarak hicretin dördüncü yılı Şaban ayının üçüncü günü Medine’de, gözleri âlemleri ve özellikle insanlık dünyasını ziynetlendirmişler ve şereflendirmişler…

Zamanının halifeleri:Zorba ve gasıp Maviye ve Yezit

Şahadetleri:Hicretin 61. yılı, Muharrem ayının 10. günü 57 yaşında iken şahadete erişti.

Mezarı ve mübarek türbesi:Kerbela

Yaşam Dönemi:

1) Peygamberimizle (s.a.a.) geçirdiği dönem (yaklaşık 7 yıl).

2) Babası İmam Ali(a.s) ile geçirdiği dönem (30 yıl)

3) Değerli anneleri Hz. Fatıma (s.a) ile geçirdiği dönem 7 veya 8 yıldır.

4)Babasından sonra İmam Hasan ile geçirdiği dönem (10 yıl).

5) İmamet dönemi (11 yıl).

Bu kısa tanımlamadan sonra Allah’ın yardımıyla asıl konuya başlayarak öncelikle İmam Hüseyin’in (a.s) mübarek veladet’leriyle ilgili birkaç soruyu sorup ardından cevaplamaya başlayacağız. Allah bu çalışmayı İmam Hüseyin’in (a.s) tüm dostlarının çalışmaları gibi huzurunda kabul buyurması ümidi ve duasıyla.

1-      Neden Enbiya ve Resuller(a.s)İmam Hüseyin’e (a.s) tevessül ettiklerinde ağlamışlar? Ve neden insanlığın dikkatini -daha            dünyaya gelmeden- İmam Hüseyin’e (a.s) yöneltmeye ve insanlara, İmam Hüseyin’i (a.s) anlatma ihtiyacı duymuşlar? Örneğin; Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. Yunus, Hz. İbrahim ve Hz. Yakup ve.. gibileri.

2-      Neden Peygamberimiz (s.a.a.) İmam Hüseyin (a.s) dünyaya gelirken onu öpüp ağlamışlar ve oğlu İbrahim’i Hz. İmam Hüseyin (a.s) feda etmişler?

3-      Neden Mübarek İsmini Babaları ve Anneleri seçemedi?

İmam Hüseyin’e (a.s) Resulullah’ın (s.a.a) bunca aşırı sevgi ve alakasının temeli,  insanlığa neyi anlatmaya yönelikti? Çünkü herkesçe malumdur ki;  Allah’ın peygamberinin yaptığı her şey birer ölçü ve ilahi emirdir. Öyleyse bu sevginin ve alakanın gerekçesi neye yönelikti? Ve neyi anlatmaktaydı?

Bu yazımızda, bu ve buna benzer soruların yanıtlarını ayet ve sahih hadisler ışığında –Allah’ın yardımıyla- vermeye çalışacağız. Sorulara cevap vermeden önce, bazı hususlara değerli okuyucularımızın dikkat etmeleri çok önemli ve gereklidir.

1-Evrende hiç bir kimse, hatta peygamberler (a.s) dahi kendi başlarına Allah’ın emri ve vahyi olmadan hiç bir şeye paha ve değer biçemezler. Her şeyin değer ve hürmetini Allah, elçileri vasıtasıyla insanlığa sunmuş olduğundan, asla kuşkuya yer yoktur. Yüce yaratan bazen bir geceyi tüm gecelerden ve bin aydan üstün kılmıştır. “Kadir Gecesi” gibi.

Bazen bir yeri diğer yerlerden mübarek kılmıştır. “Kâbe” gibi. Bazense bir peygamberi diğer tüm peygamberlerinden üstün kılmıştır. “Hatemü’l - Enbiya Resulullah (s.a.a) gibi.” Bazen de bir semavi kitabı tüm semavi kitaplardan üstün kılmıştır. “Kuran” gibi. Allah’a imanın gereği, bunları kabul etmek durumundayız.     

2-İlahi şahsiyetlerin varlık okyanuslarını, bir zerrede olsa tanıyabilmemiz için gerekli olan iki esas vardır.

Birincisi; ilahi yardıma ihtiyaç vardır. İlahi yardım sayesinde insan, ilahi nurları görebilecek bir göze, manevi makamları anlayabilecek bir kalbe sahip olması gereklidir. Bu ilk aşamadır.

İkincisi ise; Allah’ın, insanlara elçileri vasıtasıyla gönderdiği ilahi bilgiye muhtaç olduğunu unutmamaları gereklidir.

Bu iki kısa açıklamadan sonra sorulara cevap olması için ana konuya başlıyoruz.

İnsanlığın babası ve Âbu’l-Beşer Âdem peygamber, Rabbine karşı“terki evla”dan dolayı tövbe etmek istediğinde; Allah, Âdem Peygamberin tevbesinin kabulü için ne yapması gerektiğini Bakara Suresi’nin 37. ayetinde şöyle açıklamıştır.

فَتَلَقَّىٰٓ ءَادَمُ مِن رَّبِّهِۦ كَلِمَـٰتٍ۬ فَتَابَ عَلَيۡهِ‌ۚ إِنَّهُ ۥ هُوَ ٱلتَّوَّابُ ٱلرَّحِيمُ.

“Âdem, Rabbinden bazı sözler belledi de Allah tövbesini kabul etti. Şüphe yok ki O, bütün tövbeleri kabul eder, rahîmdir”(1)

Kuran’ın buyurduğu “bazı sözler” den maksatsa “Al-i Aba’nın” mübarek isimlerini Allah’ın huzurunda zikir etmesi ve onların hürmetine tevbesinin kabul oluşunun gerçekleşmesiydi. O mübarek isimler Allah’ın Arş’ında şöyle yazılmıştı:

"یا حمید بحق محمد، یا عالی بحق علی، یا فاطر بحق فاطمه، یا محسن بحق الحسن و الحسین و منك الاحسان."

“Allah’ım! Muhammed’in (s.a.a), Ali’nin Fatıma’nın Hasan ve Hüseyin’in(a.s) hürmetine (duamı ve tevbemi) kabul buyur.”

Ancak; Âdem peygamberin, İmam Hüseyin (a.s) mübarek isimlerini zikir ederken gayri ihtiyari gözlerinden yaşlar akmaya ve mübarek bedeni titremeye başlamıştı.

Bunun üzerine Adem, Allah’a şöyle arz etti: “Allah’ım! Neden diğer Mübarek isimleri zikir ederken değil de yalnız Hüseyin’in (a.s) mübarek ismini zikir ederken böyle oldum?”

Allah, Adem’e şöyle buyurdu:

یقتل عطشاناً غریباً وحیداً فریداً، لیس له ناصر ولا معین و لو تراه یا آدم و هو یقول وا عطشاه وا قله ناصراه حتی یحول العطش بینه و بین السماء كالدخان فلم یجبه احد الا بالسیوف و شرب الحتوف، فیذبح ذبح الشاه من قفاه و ینهب رحله اعدائه و تشهر رؤسهم، هو و انصاره فی البلدان و معهم النسوان.

“Ey Adem !( Kerbela’ya bak görürsün)  Hüseyin,(a.s) yapayalnız ve kimsesiz, ona yardım edecek hiç bir kimse olmadan, susuz ve garip öldürülecek. Ey Adem! O, bazen susuzluktan bazen de yardım edenlerin olmadığından dert yanarken, bazen de susuzluk onu göklerin bile görmeyeceği kadar etkilerken;  O’na, o anlarda kılıçlar ve ölüm şerbetiyle cevap verecekler. O’nun mübarek başını - koyunun başını keser gibi- bedeninden ayırt edilecek. Acımadan üzerinde olan tüm savaş araçlarını hatta kıyafetini bile çıkaracaklar. Mübarek başlar mızraklarda, yarenleri ve ailesi esir olarak şehirlerde dolaştırılacak.”(2)

 Bu nedenle Adem peygamber,  gayrı ihtiyari ağlamaya başlamış ve mübarek bedenleri de gayri ihtiyari titremiştir…

Yine Hz. Nuh Peygamber, iman edenlerle birlikte gemide seyir halindeyken “Kerbela” sahrasına vardıklarında geminin batma tehlikesi geçirmesi üzerine korkarak:“İlahi buraya kadar böyle bir tehlike görmedim. Burası neresidir?” diye sormuş; bunun üzerine Cebrail Allah’ın emri üzere Hz. Nuh peygambere inmiş ve şöyle demiştir:

فنزل جبرئیل و قال: " یا نوح فی هذا الموضع یقتل الحسین سبط محمد(ص) خاتم الانبیاء وابن خاتم

“ Ey Nuh peygamber! Burası “Kerbela”dır. Burada Hatemü’l -Enbiya Hz. Muhammed’in (s.a.a) torunu Hüseyin öldürülecektir. Bunu duyan Nuh peygamber gemide ağlamaya başlamış ve İmam Hüseyin’in katiline lanet ettikten sonra oradan ayrılmıştır”   (3)

 

Yine Hz. Yusuf ve Hz. Yunus peygamber de biri kuyudan, diğeri balığın karnından necat bulmak için, Âl-i âba’nın mübarek isimleriyle Allah’a tevessül ve dua etmişlerdir. Yine Hz. İbrahim, Hz. İsa, Hz. Musa ve diğer peygamberler Daha İmam Hüseyin (a.s) dünyaya gelmeden onun mübarek isimlerini zikir ettiklerinde ağlamışlar. Kerbela’yı tümü ziyaret etmişler. Orada namaz kılmışlar ve Hz. İmam Hüseyin (a.s) için gözyaşlarını akıtmışlardır.

Nitekim Allah’ın son Resulü (s.a.a) Miraca giderken, kimi hadislerde ise miraçtan dönerken Cebrail O’na (s.a.a) “Kerbela” üzerine gelince burada inmelerini ve namaz kılmalarını arz etmişti. Allah’ın Resulü (s.a.a) Cebrail’e burası neresidir diye sorduklarında, Cebrail şöyle arz etmiştir:

 “ Burası senin can paren olan Hüseyin’in şehâdetgâhıdır” demiştir.” (4)  

Bütün bu olayların henüz İmam Hüseyin (a.s) dünyaya gelmeden gerçekleşmesi, çok önemli hikmetler ve mesajlar içermektedir. Böylece Allah’ın peygamberleri, İmam Hüseyin’in (a.s), kendi ümmetlerine tanıtımında asla bir adım geri atmamışlardır. Nitekim İbrani dilinde imam Hüseyin’in(a.s) mübarek isimlerinin “Şübeyr” olarak tanıtılması bile birçok önemli kaynakta yer almaktadır. “Şübeyr” isminin arpça dilinde karşılığı ise “Hüseyin”dir. Bütün bunlar İmam Hüseyin’in -daha dünyaya gelmeden- peygamberler tarafından ümmetlerine anlattıklarının birer kanıtlarıdır.

Daha Doğarken O’na Ağladılar.

İmam Hüseyin (a.s) dünyaya geldiklerinde bile, ilk ve tek ağlanılan Masum imam’dır. Hiçbir Masun İmam’ın dünyaya gelişinde -İmam Hüseyin hariç- ağlanılmamıştır. Bu hususta Esma bint-i Ümeys’den şöyle nakl edilmiştir.

... فَلَمَّا كَانَ بَعْدَ حَوْلٍ وُلِدَ الْحُسَيْنُ (عليه السلام) وَ جَاءَ النَّبِيُّ (صلي الله عليه و آله و سلم) فَقَالَ يَا أَسْمَاءُ هَلُمِّي ابْنِي فَدَفَعْتُهُ إِلَيْهِ فِي خِرْقَةٍ بَيْضَاءَ فَأَذَّنَ فِي أُذُنِهِ الْيُمْنَى وَ أَقَامَ فِي الْيُسْرَى وَ وَضَعَهُ فِي حَجْرِهِ فَبَكَى فَقَالَتْ أَسْمَاءُ بِأَبِي أَنْتَ وَ أُمِّي مِمَّ بُكَاؤُكَ قَالَ عَلَى ابْنِي هَذَا قُلْتُ إِنَّهُ وُلِدَ السَّاعَةَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فَقَالَ تَقْتُلُهُ الْفِئَةُ الْبَاغِيَةُ مِنْ بَعْدِي لَا أَنَالَهُمُ اللَّهُ شَفَاعَتِي ثُمَّ قَالَ يَا أَسْمَاءُ لَا تُخْبِرِي فَاطِمَةَ بِهَذَا فَإِنَّهَا قَرِيبَةُ عَهْدٍ بِوِلَادَتِه‏ ...

“Hz. Hüseyin (a.s) dünyaya geldiğinde, Resulullah (s.a.a) yanıma gelerek "Ey Esma, çocuğumu bana getir." diye buyurdu. Ben Hüseyin'i beyaz bir kundağa sararak Resulullah'a (s.a.a) verdim. Resul-i Ekrem (s.a.a) sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okuduktan sonra, Hüseyin'i bana verdi ve ağlamaya başladı.


Esma diyor ki: "Resulullah'a (s.a.a) "Anam, babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü, ağlamanızın sebebi nedir?" diye sorduğumda, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber "Bu çocuğuma (ağlıyorum)" diye cevap verdi. "Bu çocuk dünyaya daha yeni geldi" diyen Esma'ya, Hz. Peygamber "Ey Esma, bu yavrumu zalim ve azgın bir grup öldürecektir. Allah-u Teâlâ benim şefaatimi onlara nasip etmesin." diye cevap verdi. Daha sonra "Ey Esma, bunu kızım Fatıma'ya söyleme, çünkü o daha yeni doğum yapmıştır (ve bu haberi duymaya hazırlıklı değildir.)" buyurdu." (5).

Ümmü Seleme’den şöyle rivayet edilmiştir:

عَنْ أُمِّ سَلَمَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ خَرَجَ مِنْ عِنْدِنَا ذَاتَ لَيْلَةٍ فَغَابَ عَنَّا طَوِيلًا ثُمَّ جَاءَنَا وَ هُوَ أَشْعَثُ أَغْبَرُ وَيَدُهُ مَضْمُومَةٌ فَقُلْتُ لَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا لِي أَرَاكَ أَشْعَثَ مُغْبَرّاً فَقَالَ أُسْرِيَ بِي فِي هَذِهِ اللَّيْلَةِ إِلَى مَوْضِعٍ مِنَ الْعِرَاقِ يُقَالُ لَهُ كَرْبَلَاءُ فَرَأَيْتُ فِيهِ مَصْرَعَ الْحُسَيْنِ وَ جَمَاعَةٍ مِنْ وُلْدِي وَ أَهْلِ بَيْتِي فَلَمْ أَزَلْ أَلْتَقِطُ دِمَاءَهُمْ فِيهَا هِيَ فِي يَدِي وَ بَسَطَهَا فَقَالَ خُذِيهِ وَ احْتَفِظِي بِهِ فَأَخَذْتُهُ فَإِذَا هِيَ شِبْهُ تُرَابٍ أَحْمَرَ فَوَضَعْتُهُ فِي قَارُورَةٍ وَ شَدَدْتُ رَأْسَهَا وَ احْتَفَظْتُ بِهَا فَلَمَّا خَرَجَ الْحُسَيْنُ (عليه السلام) مُتَوَجِّهاً نَحْوَ أَهْلِ الْعِرَاقِ كُنْتُ أُخْرِجُ تِلْكَ الْقَارُورَةَ فِي كُلِّ يَوْمٍ وَ لَيْلَةٍ فَأَشَمُّهَا وَ أَنْظُرُ إِلَيْهَا ثُمَّ أَبْكِي لِمُصَابِهَا فَلَمَّا كَانَ يَوْمُ الْعَاشِرِ مِنَ الْمُحَرَّمِ وَ هُوَ الْيَوْمُ الَّذِي قُتِلَ فِيهِ أَخْرَجْتُهَا فِي أَوَّلِ النَّهَارِ وَ هِيَ بِحَالِهَا ثُمَّ عُدْتُ إِلَيْهَا آخِرَ النَّهَارِ فَإِذَا هِيَ دَمٌ عَبِيطٌ فَضَجِجْتُ فِي بَيْتِي وَ كَظَمْتُ غَيْظِي مَخَافَةَ أَنْ يَسْمَعَ أَعْدَاؤُهُمْ بِالْمَدِينَةِ فَيُسْرِعُوا بِالشَّمَاتَةِ فَلَمْ أَزَلْ حَافِظَةً لِلْوَقْتِ وَ الْيَوْمِ حَتَّى جَاءَ النَّاعِي يَنْعَاهُ فَحُقِّقَ مَا رَأَيْتُ‏ .

“Resulullah (s.a.a) bir gece yanımızdan ayrıldı. Çok uzun bir zamandan sonra elinde kırmızı toprak, üzgün ve yüzü, gözü toz toprak içerisinde geri döndüğünü gördüm.

 Dedim: “Ya Resulullah bu üzgün ve yüzü, gözü toz toprak haliniz nedir?”  Resulullah şöyle buyurdu: “Bu gece Irak’ta Kerbela denilen bir yere götürüldüm. Hüseyin’imle beraber evlatlarım ve Ehl-i Beyt’imden bir kısmının şehit edilecekleri yeri gördüm.

 Ben devamlı onların akan kanlarını topluyordum.  Elimde getirdiğim de onların kanlı topraklarındandır”. Bu esnada peygamber o kırmızı toprağı bana vererek onu korumamı emretti. Ben peygamber’den kıpkırmızı toprağı aldım. Onu bir şişenin içerisine koyarak ağzını kapattıktan sonra sakladım. İmam Hüseyin (a.s) Irak’a doğru hareket ettiği andan itibaren ben o şişeyi her sabah ve akşam çıkarır bakar ve koklayarak onun musibetine gözyaşları dökerdim.

 On Muharrem geldiğinde günün evvelinde baktığımda olduğu gibi duruyordu. Günün sonunda baktığımdaysa şişenin içerisindeki toprak kan haline gelmişti. Feryat ederek ağlamaya başladım. Ancak Medine’deki düşmanlarının korkusundan sustum ve onu sakladım. O andan itibaren Ali’nin oğlu Hüseyin’in(a.s.) şahadetini Medine’de ilan etmelerini beklemeye koyuldum.”(6)

Oğlum İbrahim Hüseyn’e Fedadır.

İbni Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir:  “Bir gün Allah’ın peygamberi, İmam Hüseyin’i (a.s) sağ dizlerinin üzerine ve oğlu İbrahim’i sol dizlerinin üzerine alarak seviyorlardı. Bu esnada Cebrail indi ve selam verdikten sonra şöyle dedi”: “Allah birinden vazgeçmeni istiyor.” Resulullah (s.a.a) İbrahim’e bakarak ağladı ve daha sonra Hüseyin’e bakarak gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve şöyle buyurdular: “ Oğlum İbrahim Hüseyin’ime feda olsun.”(7)

Semmak, Ümmü Seleme’den şöyle rivayet etmiştir: “ Bir gün Resulullah (s.a.a) oturmuş kucağında İmam Hüseyin’i okşarken göz pınarlarından yaşlar aktığını gördüm: -Ya Resulullah. Size feda olayım neden ağlıyorsunuz? Diye sordum? Resulullah (s.a.a):

-  Cebrail, bana oğlum Hüseyin’im için baş sağlığına geldi. Ümmetimden bazılarının onu acımasızca şehit edeceklerinin haberini verdi. Allah benim şefaatimi onlara asla nasip etmesin. Diye buyurdu.”(8)

Allah’ın Resulü nasıl ağlamasın ki; Hüseyin’ine ne yardım edecek biri olacak, ne güvenebileceği bir emin… Bütün yârenleri gözlerinin önünde savaşarak şehit düşecekler. En azizleri öldürülecek gözlerinin önünde… Kundaktaki yavrusuna bile acımayacaklar. Bütün sevdiklerini elinden alacaklar. Hakaretler duyacak, incitilecek bütün bir gün boyu… Hiç bir insanın tahammül edemeyeceği her türlü acıyı, her türlü belâ ve felâketi tattıracakları anları gören ve yaşayan… O Allah elçisi nasıl ağlamasın ki…? Göklerin, yerlerin, evrenin ağladığı; yaslara büründüğü Hüseyin’e ve yarenlerine Peygamber’in(s.a.a) şefkat dolu mübarek kalbi acaba dayanabilir miydi? Kimin kalbi dayanmış ki Peygamber’in mübarek kalbi de dayansın?

Babası Hz. Ali, Kerbela’da Neden Ağlamış?

İmam Hüseyin’e (a.s) yalnız peygamberler ağlamamıştır. Bütün Ehl’i Beyt İmamları (a.s) ağlamışlar. Özellikle de değerli babası Hz. Ali (a.s) Sıffin savaşına giderken İmam Hüseyin için nasıl ağladığını İbni Abbas’ın dilinden hep birlikte dinley

İbni Abbas şöyle rivayet ediyor:

«یا ابن عبّاس اتعرف هذا الموضع قلت له ما اعرفه یا امیرالمؤمنین فقال(ع) لو عرفته کمعرفتی لم تکن تجوزه حتّی تبکی کبکائی قال فبکی طویلاً حتی اخضلّت لحیته و سالت الدّموع علی صدره و بکینا معاً؛

و هو یقول اوّه اوّه مالی و لآل ابی سفیان مابی و لآل حربٍ حزب الشّیطان و اولیاء الکفر صبراً یا ابا عبداللّه...ثمّ بکی بکاءً طویلاً و بکینا معه حتّی سقط لوجهه و غشی علیه طویلا ثمّ افاق؛<<

Sıffin savaşına giderken Ney neva ( Kerbela) denilen yere geldik. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:” ” Ey İbni Abbas buranın neresi olduğunu biliyor musun?” “Ya Emir-el Müminin bilmiyorum” dedim.” Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “ Benim tanıdığım ve bildiğim gibi sende tanısaydın, benim ağladığım gibi ağlamadan asla ayrılmazsın. Sözlerini bitirince çok uzun süre ağladılar. Öylesine ağlıyorlardı ki gözyaşları mübarek suretini ıslatıp sinesine dökülüyordu ve bizlerde onunla birlikte ağlıyorduk. O “ey vay!  Ey vay! Benim; Süfyan’ın, şeytan’ın ve küfrün dostları ile ne işim olabilir ki?” diyordu. Allah sabırlar versin ey Abu Abdullah… Sonra çok uzun bir süre biz de onunla birlikte ağladık. Yüzüstü yere düşerek bir süre baygın kaldı. Daha sonra kendine geldi…” (9

Yine Abdullah İbni Neci babasından (Neci'den) şöyle naklediyor:

«اصبر یا ابا عبداللّه بشطّ الفرات قلت و ماذا قال دخلت علی رسول اللّه(ص) ذات یومٍ و عیناه تفیضان قلت یا نبیّ اللّه اغضبک احدٌ ما سال عینک تفیضان قال بلی قام من عندی جبرئیل قبل محدّثین انّ الحسین یقتل بشط الفرات<<


"Hz. Ali (a.s) ile Sıffin Savaşı’na gidiyorduk. Ney neva denilen yere vardığımızda, Hz. Ali (şiddetle ağladı ve gözünden akan yaşlar yeri ıslattı, Sonra şöyle seslendi: "Ey Aba Abdullah, Fırat nehri kenarında sabırlı ol. Sabırlı ol ey Aba Abdullah!"
Neci diyor ki: " Meselenin ne olduğunu sorduğumuzda, Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Bir günResulullah'ın (s.a.a) yanına vardığımda, onun ağladığını gördüm. "Ey Allah'ın Resulü, Niçin ağlıyorsunuz, sizi ağlatan nedir? Yoksa birisi mi sizi üzdü?" diye sordum. O da şöyle buyurdu: "Hayır, Cebrail sen gelmeden biraz önce buradaydı ve Hüseyin'in Fırat nehrinin yanında şehit olacağı haberini verdi."

Daha sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Cebrail bana: "O’nun (Hüseyin'in) türbet’ini görmek ister misin?" dediğinde, "Evet" dedim. O da elini uzattı ve bana bir avuç toprak verdi. İşte bu yüzden ağlıyorum." (10)

Evet, İmam Hüseyin’in (a.s) “mübarek isimlerinin bile özel olarak Allah tarafından belirlenmesi” ve dünyaya gelişinden önce ve sonra peygamberlerin, özellikle yüce İslam Peygamberimizin (s.a.a) ve değerli babası ve annesinin gözyaşları akıtmaları İmam Hüseyin’in (a.s) şahadetini ve şehit edileceği yeri insanlara açıklamaları, aslında herkesçe sıradan bir olay olmadığının ve bu olayın ne denli önemli ve hikmetlerle saklı olduğunun bir göstergesidir.

 Bu hususun önemi ve hikmetiyle ilgili yüzlerce sahih kaynakta sahih hadislere yer verilmesi de aslında bunun önemli bir kanıtıdır.

Bu açıklamaların ardından cevapları sıralama aşaması geldiği kanısındayız.

C1-İmam Hüseyin’in (a.s) mübarek isimlerini Allah belirlemiştir. Daha dünyaya gelmeden diğer semavi dinlerde “Şübeyr” olarak geçen isimlerinin Arapça karşılığı olan “Hüseyin” ismi Allah tarafından belirlenmiş, manası ise çok güzel anlamına gelmektedir. Böylece peygamberin can paresine hiç kimse isim seçme hakkının kalmadığını yine Allah’ın Resulü (s.a.a) can paresini kucaklarına alırken “Bunun İsmini Allah seçmiştir ve Hüseyin’im diye buyurmuştur.”

C2-Allah Kuran’ın Beled Sûresi’nde şöyle buyuruyor:

لَآ أُقۡسِمُ بِہَـٰذَا ٱلۡبَلَدِ (١) وَأَنتَ حِلُّۢ بِہَـٰذَا ٱلۡبَلَدِ (٢) وَوَالِدٍ۬ وَمَا وَلَدَ.

Andolsun bu şehre. Ki sen oturmadasın bu şehirde. Ve babaya ve oğula.” ( Beled/1-3)

Allah bu ayetlerde dört önemli şeye yemin ediyor.

1-      Mekke şehrine

2-      O şehirde oturan Peygamberimize (s.a.a)

3-       Babaya yani Hz. İbrahim’e

4-      Oğula Yani Hz. İsmail’e

Evet, Mekke değerini ve “Emniyetli şehir” olma unvanını,  İbrahim peygamber ve İsmail peygamber’in emeğinin ürünü olan “Kâbe”nin inşasından sonra Kâbe’den ve devamen Allah’ın son Peygamberi’nin (s.a.a) orada doğması, büyümesi ve peygamberliğe mebus olmasından almıştır. Artık Allah o şehre “Beled-i Emin” adını vermiştir. Bundan dolayı da Allah dördünün de üstüne yemin etmiştir. 

Yine çok iyi bilinmektedir ki; bütün Nebilerin ve Resullerin Âdem’den Hatem’e hedefleri, tevhidî esasla birlikte insanlığın karanlıklara gömülü kalmamaları, dünya ve ahiret saadetlerini kazanmaları ve insanlığın yüce Allah’tan başka ilahlar edinmemeleri için nasıl acımasızca zulümlere ve işkencelere maruz kaldıkları çok aşikârdır.

 Bu zulüm ve acımasız işkencelere rağmen onlar davalarından bir an bile olsun el çekmediler. İşte İmam Hüseyin (a.s) bu kutsal davanın, yani tevhidin, yani “LA İLAHE İLLALLAH” ın, Allah tan başka hiçbir ilaha insanların yönelmemeleri, dünya ve ahiret saadetlerini kazanmaları ve sıratı müstakimden ayrılmamaları için Allah’ın dininin ve yüce Kuran’ın bekası ve devamı için kendi aziz canını en azizleriyle, evlatlarıyla birlikte “Kerbela’da” severek şahadet meydanına sunmuş olması gerçekten sıradan bir olay mı?

Gerçekten bunu o gün İmam Hüseyin (a.s) ve vefalı yarenlerinden başka kimler yapabilirdi ki? Evet, birileri makam ve saltanat peşine takılıp giderken, Allah’ın dininin hükümleri ayaklar altına alınırken, İmam Hüseyin’ den (a.s) başka kim karşı çıkmıştı ki?

Eğer Peygamberin dini ayakta kalmayacaksa -illa İmam Hüseyin’in ve Azizlerinin şahadetiyle- işte tam o zaman ölüm baldan tatlı olur, gerçek mana ve derinlik kazanır ve “Ey kılıçlar alın beni” buyuran İmam Hüseyin’den başka kim vardı ki?

İnsanlığın aydınlık yarınları için ve değerli dedesinin, uğruna “yirmi üç yıl “geceli gündüzlü durmadan can siperane her türlü meşakkat ve zorluklara rağmen, yüce İslâm Dini’nin ve yüce Kuran’ın bekası için asla bir nebze bile olsun geri kalmadığı gibi, vahyin evladı ve Allah’ın hücceti de aynen o değerler uğruna canını ve en azizlerini vermeye ve o değerlerin bekasını korumaya hazır oldukları için tüm Enbiya ve Resuller İmam Hüseyin’in (as.) azamet ve değerini kendi dönemlerindeki ümmetlerine anlatmışlardır.    

C3-Herkes çok iyi bilmektedir ki; Hz. İbrahim’le Hz. İsmail birer ilahi peygamberdir. Baba oğul Allah’ın evi Kâbe’yi inşa ettikten sonra, baba Hz. İbrahim’in, Allah’a ettiği dua ve Hz. İbrahim’le Allah arasında olan konuşmayı Kuran Bakara Sûresi’nin 124. ayetinden 130. ayetine kadar akıl sahibi ve iman edenler için açıklamıştır.

Adem peygamber’in bellediği “Sözler” ile İbrahim Peygamber’in bellediği “Sözler” aynıdır. Yani “Al-î Âbâ’nın mübarek isimlerine” her iki peygamber Kur’an’ın ayetleri gereğince tevessül ettikleri çokaşikârdır. Çünkü Allah Bakara Suresi'nin 124. ayetinde şöyle buyuruyor:

O zamanlar Rabbi, İbrahim'i “bazı sözlerle sınadı”. O, bunları yerine getirip tamamlayınca, dedi ki: Ben seni insanlara imam edeceğim. İbrahim, soyumu da imam et dedi. Allah, benim ahdime dedi, zalimler nail olamazlar.”(Bakara/124)

 “Al-î Âbâ’nın” son halkası olan İmam Hüseyin’e (a.s) Adem peygamber (a.s) ve İbrahim peygamber (a.s) ağlamış ve tevessül etmiştir. Çünkü onların davalarının sonucunu ve devamını “Büyük Kurban, Allah’ın kanı” İmam Hüseyin’in (a.s.) koruyacak olduğunu herkesten daha iyi bilmekteydiler. Onlar, Hüseyin’in (a.s.) azametini ve yüceliğini bildikleri için miraçta tüm Peygamberlerle birlikte İmam Hüseyin’in (a.s) musibetinden dolayı Allah’ın Resulüne (s.a.a.) ve Hz. Hüseyin’in (a.s) ceddine taziye dileklerini söylerken bile gözlerinden yaşlar akmıştır. Çünkü onlar çok iyi bilmekteydiler ki; İmam Hüseyin (a.s.) tüm nebilerin ve resullerin canı ve öz benliğiydi. Ve biliyorlardı ki; imamet “İlahi Ahit”tir.

 Nitekim Kuran, şöyle buyuruyor: “Allah, benim ahdime dedi, zalimler nail olamazlar.”Allah bu “ahdi” İbrahim’in (a.s) soyundan devam eden ve sonuç olarak Hatem’ül- Enbiya (s.a.a) soyundan, Kevser’den, yani Hz. Fatıma (s.a) ve Hz. Ali’ den (a.s)  devam edeceğini Kuran’ın “Kevser” Suresi’nde çok net açıklamış ve şöyle buyurmuştur:”Şüphesiz, sana buğzeden yok mu, odur nesli kesilen“açıklamıştır.(Kevser/3)   

Hz. İbrahim’in, (a.s) duasının karşılığında bu “Ahdin”, neslinden zalim olmayanlara verilmesinin gerçekleşmesi değil midir sizce? Allah, İmameti, Hz. İbrahim’in (a.s)  neslinde kalıcı olarak karar kılmış ve Zuhruf Suresi’nin 28. ayetinde şöyle buyurmaktadır:

وَجَعَلَهَا كَلِمَةَۢ بَاقِيَةً۬ فِى عَقِبِهِۦ لَعَلَّهُمۡ يَرۡجِعُونَ.

“ Ve bu sözü(Ahdi ve İmameti)  ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras bıraktık ki; gerçeğe dönsünler " ( Zuhruf/28)

Bu ayetle Allah, Hatem’ül- Enbiya Resulullah’ın (s.a.a) Halifelerini ve ümmetin İmamlarını o soydan devam ettirmiş; bunun, insanlığa anlatılmasını ve açıklanmasını da tüm peygamberlerine şart koşmuştur. Bu esas üzerine de Allah, Maide suresinin 67. ayetinde son peygamberinin (s.a.a.) de bu görevi diğer peygamberler gibi yerine getirmesini talep ediyor ve açıklamadığı takdirde yirmi üç yıllık peygamberlik emeğinin heba olacağını beyan ederek şöyle buyuruyor:

“  Ey Peygamber, bildir, sana Rabbinden indirilen emri ve eğer bu tebliği îfâ etmezsen onun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah, seni insanlardan korur.” (Maide/ 67)

Allah’ın Resulü (s.a.a), bu görevini yerine getirmekle kalmamış, oğlu İbrahim’i bile “İmametin ve İmamı Hüseyin’in” (s.a)  uğruna feda etmişlerdir. Bununla kalmayıp mübarek ömürleri boyunca Ehl-i Beyt’i, özellikle de İmam Hüseyin’i (a.s) insanlığa her ortamda anlatmaya ve tanıtmaya çalışmışlardır.

 Bazen gözyaşlarıyla; bazen de nurani ve gönülleri ihya eden buyrukları ve engin sözleriyle bunun mesajını vermişlerdir. Bazen de sevgilerini izhar ederek bu mesajı insanlığa sunmuşlardır. Allah’ın son Peygamberi (s.a.a) daha ne yapmalıydı ki; “Şunu da yapmadılar” diyelim.

Ancak kalbi hasta olanlar ve inat ehli, yine de bir şeylerle kendilerini avutma ve kandırma peşindeler. Eh! Cehennem de boşuna yaratılmamış ya, varsın birileri de öyle olsun.  

C4-Allah İbrahim ve İsmail peygamberden Kâbe’yi Tavaf, Rükû ve secde edenler( ibadet edenler) için putlardan ve put pereselerden arındırmalarının ahdini almıştır.

Kâbe’yi putlardan ilk kez İmam Hüseyin’in (a.s) değerli babaları İmam Ali (a.s), Peygamberin (s.a.a) mübarek emri gereği temizlemiştir. Ancak çok iyi bilinmektedir ki; 28 Sefer yani, Allah’ın son peygamberinin (s.a.a) ölümü ve rihletiyle, müşrikler içeriden ve dışarıdan iş birliği yaparak İslam’ı yok etmek için, öylesine vahim ve çirkef entrikalara başvurdular ki; bütün bu entrika ve düzenbazlıkların sonucu olarak, Allah’ın dininde yanlışlar ve sapmalar meydana gelmişti.

Örneğin; beytülmalin yağmalanması, peygamberin (s.a.a) sürgün ve lanet ettiklerinin değer ve hürmet görmesi ve Hz. Ali (a.s.) gibi Allah’ın ve Resulünün hak İmamının yirmi beş yıl zahiri mahkûmiyeti ve zorunlu olarak hane dışı edilmesi, hadis yasağı ve Allah’ın Resulünün mübarek canını rencide edecek yüzlerce olayın gerçekleşmesi ve kısaca İslam ve Kuran’dan sadece bir görüntü ve ismin kalması sonucu; İmam Hüseyin, (a.s) yeniden İslam ve Kuran’ı ihya etmek ve yeniden Kâbe’yi putlardan arındırmak için yani yeniden insanlığın dünya ve ahiret saadeti ve huzuru için, değerli Ceddi, babası ve değerli vefakâr sahabelerce ayakaltına alınan ve kırılan putların ve putperestlerin yeniden değer görmemesi, İslam ve Kuran’ın ihyası için tüm zor şartlara rağmen insanlığı ilelebet bilinçlendirmeye ve özgür düşünmeye yönelik kendi canını ve en değerli varlığını tüm peygamberlerin kutsal davası uğruna şahadet meydanına sunarak; insanlığa, Allah’ın dininin ve yüce Kuran’ın bekasını sağlamıştır. İşte bu nedenle bütün enbiya ve peygamberler imam Hüseyin (a.s) gıptayla bakarak onunla iftihar etmişlerdir. Ve bu nedenden dolayı İmam Hüseyin (a.s) ile birlikte Kerbela’da şehit olmayı arzulamışlardır.

 C5-İmam Hüseyin’in, (a.s) vahyin evladı olduğundan hiçbir iman ehli asla şüphe edemez. Oysa çok iyi bilmekteyiz ki; vahyin ve yüce Kuran’ın azametinin karşısında “dağlar ve taşların eğildiğini ve çatladığını hiç kimse inkâr edemez; çünkü bu hususta Allah Haşr Suresi’nin 21. ayetinde şöyle buyuruyor:

لَوۡ أَنزَلۡنَا هَـٰذَا ٱلۡقُرۡءَانَ عَلَىٰ جَبَلٍ۬ لَّرَأَيۡتَهُ ۥ خَـٰشِعً۬ا مُّتَصَدِّعً۬ا مِّنۡ خَشۡيَةِ ٱللَّهِ‌ۚ وَتِلۡكَ ٱلۡأَمۡثَـٰلُ نَضۡرِبُہَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمۡ يَتَفَكَّرُونَ.

“Bu Kur'ân'ı, bir dağın üstüne indirseydik elbette görürdün ki dağ, Allah korkusundan eğilip çatlamış, paramparça olmuş ve işte insanlara bu örnekleri, düşünsünler diye getirmedeyiz.”

Oysa Ehl’i Beyt İmamlarının (a.s.) tümünün konuşan Kuran olduklarını bilmekteyiz. Allah’ın özellikle insanlığa sunduğu on iki hak ve masum imamın (a.s.) manevi ve ilmi makamlarının karşılığında dağlar ve taşlar eğilmektedir.

Oysa zalim ve cehul insan, ihtiras ve geçici dünyevi makamlar ve saltanatlar uğruna, tüm âlemleri aydınlatan ve bütün Enbiya ve Resullerin hak davasını üstlenen Masum İmamlara (a.s.) karşı meveddet, itaat ve sevgi yerine, onlara zulmetmekten ve haklarını gasp etmekten el çekmeyenler,  İmam Hüseyin’e (a.s.) Kerbela’da yaşatacakları inanılmaz musibetler karşısında tüm peygamberleri gözyaşları dökmek durumunda bırakmışlar ve tüm peygamberler inanlarla birlikte İmam Hüseyin’in (a.s.) katillerine lanetler etmişlerdir. İnsanlığı, bu büyük ilahi nimetten mahrum bırakmışlardır. İmam Hüseyin’in (a.s), karşısında saygı ve edeple diz çökmeleri gerekirken o hazrete kılıç ve ölüm meydanın göstermişlerdir.

C6-  Allah, Kuran’ın Enfal Sûresi’nin  24. ayetinde şöyle buyuruyor:

یَأَیهَا الَّذِینَ ءَامَنُوا استَجِیبُوا للَّهِ وَ لِلرَّسولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا یحْیِیكمْ.

  “Ey inananlar, sizi diriltecek, size can verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'a ve Peygambere icâbet edin.”(Enfal/24)

Evet, İmam Hüseyin’in (a.s) üslendiği o kutsal görevi Kuran bu ayetle çok net ortaya koymaktadır. Bu kutsal dava insanlığa yeniden hayat yeniden can vermek ve yeniden insanlığın kendini bulması, haktan ve adaletten yana olması, zulüm ve zalime karşı durması, yüz yirmi dört bin nebi ve resulün amansız kutsal davalarının heba olmaması, yüce İslam Dini’nin ve yüce Kuran’ın bekası için kendini ve her şeyini Allah’ın rızası için (Maşukun huzurunda kabul görmesini dileyerek)tereddütsüz: “LEBBEYK” diyerek,“Kerbela’da” âlemleri kanıyla ve canıyla ihya etti ve ilelebet aydınlattı.

İbrahim’in (a.s), kendinden ve soyundan gelen peygamber ve imamlardan yüz çevirenler Kuran’ın ayetinin gereği “sefihlerin ta kendileridir.”Ve kuran şöyle buyuruyor:

“Kendini bilmeyenden, aklı başında olmayandan başka kim, İbrahim’in dininden döner

”( Bakara/130)

Böylece İmam Hüseyin’in (a.s) insanlık âlemine ilelebet sunduğu örnek davranış ve “insanlık şâhikası”, hiçbir din ve hiçbir ekolde eşine benzerine asla rastlanmayacak fevkalâde bir şeydir.
Hiçbir ideoloji ve dinde kıyamete kadar ikinci bir “İmam Hüseyin” olmayacaktır.

C7-Resulullah (s.a.a) İmam Hüseyin’i(a.s) insanlığa öyle tanıtıyor ki; hiçbir kimse için kaçış şansı bırakmıyor. Her açıdan insanlara kanıt ve hüccet tamamlanmış oluyor ve hiç kimse: “Ben İmam Hüseyin’i iyi tanıyamadım.”  diyemez; çünkü Allah’ın Resulü (s.a.a) tüm kaçış kapılarını kapatarak; İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’e (a.s) hitaben şöyle buyurdular

قال رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم «اَنَا سِلْمٌ لِمَنْ سالَمْتُمْ وَ حَرْبٌ لِمَنْ حارَبْتُمْ<<

Ben sizinle barışta olanlarla barışık ve sizinle savaşta olanlarla savaştayım.”

قال رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم « حُسَینٌ مِنّی وَ أَنَا مِنْ حُسَینٍ أَحَبَّ اللهُ مَنْ أَحَبَّ حُسَیناً

Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim; Hüseyin'i seveni Allah sevsin.”

 قال رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم:اَلْحَسَنَ وَ الْحُسَیْنَ مَنْ أَحَبَّهُما فَفِی الْجَنَّةِ وَ مَنْ أَبْغَضَهُما فَفِی النّارِ.

“Hasan ve Hüseyin’i sevenin yeri cennettir. Onlara buğz ve düşmanlık edenin yeri ise cehennemdir.”

Ey cemaat! Bu Hüseyin b. Ali'dir; O'nu tanıyın; canım elinde olan Allah'a and olsun ki; Hüseyin cennettedir, O'nu sevenler de cennettedir, O'nu sevenleri sevenler de cennettedir.”

“Kim cennet gençlerinin efendisine bakmak istiyorsa, Hüseyin b. Ali'ye baksın.”

Allah Kuran’da peygamberin (s.a.a.) yirmi üç yıllık peygamberliği karşılığı Ehl’i Beyt’ine sevgi ve itaat istediğini şöyle buyurmaktadır:  (11)

قُلْ لَا اَسْپَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ فٖيهَا حُسْنًا اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ

“… De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim, ancak yakınlarıma sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun güzelim mükâfatını arttırırız; şüphe yok ki Allah, suçları örter, iyiliğe, mükâfatla karşılık verir.” (Şura, 23)

Peygamberimiz (s.a.a.) defalarca İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’in (a.s) ellerinden tutarak insanlara onların fazilet ve değerlerini anlatmışlar. Öyle ki; mübarek sırtından inmesi için namazda secdeyi çok uzattığı bile ashabın dikkatini çekmiştir. Bütün bunları Allah’ın Resulü (s.a.a.), insanların İmam Hüseyin’e (a.s) karşı çıkmamaları ve savaşmamaları, ona itaat etmeleri ve Hüseyin’in (a.s) rızasının Allah’ın rızası olduğunu bilmeleri için her ortamda insanlar İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’le (a.s) ilgili tavsiyelerde ve önemli açıklamalarda bulunurlardı. Bazen ağlayarak, bazen onları severek, bezen de onların fazilet ve azametini anlatarak; insanların, onlara karşı itaat ve sevgide kusur etmemelerini sağlamıştır.

Allah’ın salât ve selamı size ey Habibi Kibriya, ey Resulullah ve Allah’ın salat ve selamı sizlere olsun ey Ehl’i Beyt’i Resulullah.

-------------------------------------------

 

1)      Bakara suresi 37.ayet

2)      Nasih’i Tevarih C1 S275 Firdevs-ul Ahbar C 3 S 163 Eldurrul Mensur C1S60 Kenzul ummal  C2 S358 Muntahabi Kenzul ummal  

C1 419 Behar-ul Envar C 44 S 243

3)      Aynı kaynaklar

4)      Hsaisi Hüseyniye ve Bihar-ul Envar c 44 243

5)      - Zehair-ul Ukba, s.119, Maktel-ul İmam-is Sibt-iş Şehid-i Harezmî, c.1, s.87-88

6)      El İrşat C2 S 130 Alam-ul Vera  S 130

7)      Tarihi Bağdadi C S 204 Menakib-i İbni şehri Aşub  Semert-ul Hayat

8)      El irşat İmam Hüseynin faziletleri bölümü Yenabi-ul Mevedde C1 S110

9)      Harezmi’nin Makteli S 162 İbni Tezkiret-ul hevassi İbni Cevzi S 225 Müsnedi İmam Hanbel C1 S 85 Sireyi ilam-ul Nubelai Zehebi

C 3  

10)  Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel, c.2, s. 60-61, Camiu's Sağir, c.1, s.13, Savaik-ul Muhrika, s.115, Zehair-ul Ukba, s.148

11)  Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 324. Bihar'ul-Envar, c. 43, s. 262 hadislerle ilgili kaynaktır.

 

 

http://caferider.com.tr/peygamberler-kbesi-hz--huseyin-a-s_m3421.html