“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. O’na yaklaşmaya vesile arayın..” (Maide/35).
Şefaat konusu kelam ve akait ilminde en önemli ve en çok tartışılan konulardan biridir. Şefaatin manası, köken olarak şefi den alınmıştır çift anlamına gelir. Dini terim olarak şefaat; Allah dostlarının arabulurcuğuyla, müminlerin günahlarının bağışlanmasına denir. Öyle ki günahkâr olan kişinin kendisi mustahkk-ı ilahi rahmet olmayıp, ancak şefaatçinin şefaatiyle İlahi rahmete ulaşabilir.
Kimileri çıkmış İslam’da şefaat konusunu kökten inkâr etmiş ve Kur’an’dan delil sunmaya çalışmıştır. Örneğin: “Allah’tan gayri ne bir dost ve ne bir şefaatçi vardır” Enam/70,51, secde/4 ve zuner/44.”
Böyle insanlar için şu meşhur deyim uygun düşmektedir: “Bir şeyi ezberledin çok şeylerden habersiz kaldın.”
Oysa ister Kur’an-ı kerim, ister hadisleri incelediğimizde görüyoruz ki şefaat inkârı mümkün olmayan önemli bir meseledir.
Sözü uzatmadan birkaç somut örnek sunmak istiyorum:
Kur'anda Şefaat:
1 “Onun izni olmadan kimse şefaat edemez” Yunus/3, Bakara/255, Zumer/44.
2. “O’ndan başka taptıkları, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler müstesna.”(Hz. Peygamber ve ehli-i beyt imamları) Zuhruf/86.
Hadislerde Şefaat:
1. Hz. Rerulullah (s.a.a) şöyle buyurmuş: “Ben şefaatimi ümmetimden büyük günaha duçar olanlar için saklıyorum.” (Bihar’ül envar, c.8, s. 37-40);
Yani günahkârların en son ümidi Hz. Peygamberimizdir.
2. İmam Sadık şöyle buyurmuştur: Üç şeyi inkâr eden bizden değildir:
a. Şefaati
b. Miracı
c. Kabir hesabını.
Şunu da bilmek gerekiyor ki şefaat liyakat meselesidir. Haksız yere verilen bir ayrıcalık değildir. Ancak Allah’ın kullarına olan fazlının, sonsuz rahmetinin devamıdır.
Kurandan, Hz. Peygamberin ve Ehl-i Beyt imamlarının buyruklarından şunu anlıyoruz: İnsan eğer imanla dünyadan giderse, ancak hoşnutluğunu sağlayacak kadar salih ameli yoksa bile daima ilahi azapta kalmaz ve sonunda cennete girecektir.
Yüce Allah; ‘Eğer mümin kulu büyük günahlardan kaçınırsa, onun küçük günahlarını affeder. Nitekim Nisa /31. Ayet şöyle buyurmuştur: “Eğer size yasaklananların büyüklerinden (büyük günahlardan) kaçınırsanız, (küçük) günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere (cennete) sokarız.”
Yine bilmemiz gerekiyor ki şefaat mümin kul için en büyük ve en son kurtuluş ümididir. Ancak bu ilahi fırsatı kötüye kullanmamak gerekir. Nasıl olsa şefaat var deyip günah yapmak büyük hata olur. Zira her zaman şu ihtimalide gözden çıkarmamak gerekir ki günahın çokluğu iman nurunu insan kalbinde söndürür, ebedi azaba sebep olabilir.
Tabi ki şunlar da ortak noktamız olmalıdır: Allah’tan gayrisine müstakilden güç atfetmek, onun kendi gücü ile şefaat edebileceğine inanmak dinen batıldır ve şirktir. Şefaat etmesi umulan bu varlık, ister bir kutsal insan olsun, ister bir taş, güneş olsun veya bir ağaç fark etmez. Ki işte bu büyük zülümdür.
Ama eğer şefaatin Allah’ın izniyle olması söz konusuysa bu Kur’anın istediğidir, peygamber ve Ehl-i Beytinin dediği de budur ve bizim de şefaatten maksadımız budur. Belki de Vahabiler bunu anlamaktan yoksun değiller yalnızca ümmetin arasına fitne sokmanın peşindedirler. İşte böyle fitnelerin meydana sürülmesi için İngilizlerin kurduğu Vahabiyet, İslam âleminin başının belası olmuştur.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. O’na yaklaşmaya vesile arayın..” (Maide/35).
Şunu da bilmeliyiz ki( innemel eamalu binniyyat) İslam da ameller niyete bağlıdır ve öyle değerlendirilir. Dolayısıyla enbiya ve evliyayı yaratandan ötürü sevmenin ve onlardan şefaat (Allah’ın dostları oldukları için) beklemenin, bu anlamda türbelerini öpmenin, duada bulunmanın ve ziyaret etmenin sakıncası yoktur, sevaptır ve dahası Allah’a itaattir, Allah’ı sevmektir.
Ey sahibi kevneyn sana
Şefi-i müznibin sana
Yüz sürseydim toprağına
Ehlen ve sehlen merhaba..
Şefaat eyle mahşerde kuluna
Gözü yaşlı geldim senin kapına
Tut elimden girerim dergâhına
Gönüller Kabe’si ya Resulallah
Yüce rabbimiz Kâbe’nin, Hz. Peygamberin ve onun Ehl-i Beytinin şefaatini bizlere nasip eylesin.