29-08-2012 tarihinde eklendi
Tevhid


 

Ayetullah Uzma Vahid Horasani

 Usul-i Din Beş Kısımdan Oluşur 

 

Tevhid- Adalet-Nubuvvet-Mead-İmamet

Tevhid

Tevhid, alemlerin rabbinin ecza ve sıfatlardan bileşmeyen yegâna varlık olduğuna inanmaktır; -çünkü her mürekkep varlığın, eczaya ve o eczayı oluşturana ihtiyacı vardır. Muhtaç bir varlığın ise kendisine ve diğerlerine varlık verip yoktan var etmesi muhal ve imkânsızdır- ilahlığında ve sıfatlarında da ortağı yoktur.۱

Bunun bazı delilleri şöyledir:

1- Birden fazla ilahın olması, her ikisi de ilah olduğu için ilahlıkta iştiraki gerçekleştiği gibi ikiliğin gerçekleşebilmesi için imtiyazı da gerektirmektedir; iştirak ve imtiyazdan oluşan bir varlık da mümkün ve muhtaçtır.

2- İmtiyaz olmaksızın birden fazla ilahın olması imkânsızdır, imtiyaz da kemalden yoksunluğa neden olur. Kemalden yoksun olan ise muhtaçtır ve ihtiyaç silsilesi, zatî itibariyle her açıdan gani olan bir varlığa varması gerekir. Aksi durumda, varlığa muhtaç olan bir şeyin var etmesi imkânsızdır.

3- Yüce Allah haddi ve sınırı olmayan bir varlıktır; -çünkü her sınırlı şey, varlık ve onun sınırından terkip bulmuştur. Varlığın sınırı o varlığa izafet olan kemalin yokluğudur. Böyle bir terkip ve oluşum, terkibin en kötü kısmıdır.- Çünkü terkip ya bir şeyin iki varlıktan oluşumudur ya da bir varlığın varlıkla yokluktan bileşimidir. Terkibin bu kısmı da varlıkla yokluğun terkibidir. Allah hakkında her türlü terkip ve bileşim imkânsızdır.- Çünkü o öyle bir tek varlıktır ki ikincisi düşünülemez; çünkü ikincisinin düşünülmesi O''nun sınırlı olmasını gerektirir. O halde, O, ikincisi olmayan bir tektir; O''nun ne ikincisi olabilir ne de düşünülebilir.

4- Alemin her parçası ve tamamındaki düzenin vahdet ve birliğinden ona bu düzeni veren zatın vahdet ve birliği ispatlanmaktadır; çünkü alemdeki türlerin parçalarının her bir parçasındaki düzen ve terkibe ve bütün kâinatın birbiriyle irtibatına ayrıntılı bir bakış, parça ve bütünün bilgili, kadir ve hekim bir yaratıcının mahlûku olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, bir ağacın parçalarının ve bir hayvanın aza ve kuvvelerinin terkibi ve onların birbirleriyle ilişkisi ve yine onların yer ve güneş ile irtibatı ve güneş sisteminin diğer sistemler ve saman yollarıyla bağlantısı, bütün bunlar onların yaratıcılarının bir olduğunu göstermektedir. Atomun merkez çekirdekten ve onun ekseninde dönen şeylerden oluşumundan tutun güneş ve güneş sistemindeki gezegenlere ve samanyollarına kadar; zerre, güneş ve samanyolunun yaratıcısının bir ve tek olduğunu gösteriyor: "O''dur ki gökte de Tanrı''dır, yerde de Tanrı''dır. O, hakimdir, bilendir."۲ "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, (azaptan) korunasınız. O (Rabb) ki yeri, sizin için döşek, göğü de bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile Allah''a eşler koşmayın."۳

5- İmam Cafer Sadık''tan (a.s), "Neden alemin birden fazla yaratıcısı olması caiz değildir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: "Alemin yaratıcısının iki olduğunu iddia edersen, iki olabilmesi için onların arasında bir fasıla ve aranın olması gerekir ve o zaman o ara da üçüncü olur; eğer üç olurlarsa yine üçün gerçekleşmesi için onların arasında iki ara olması gerekir. Böylece beş olur. Bu şekilde sayı sonsuza kadar artar; sonuçta, eğer birden fazla ilah olacak olursa, sayı bakımından sonsuz ilahlar olması gerekir.۴

6- Emir''ül Müminin Hz. Ali (a.s) oğlu İmam Hasan''a (a.s) şöyle buyurdu: "Oğulcağızım! Bil ki, eğer Rabbinin ortağı olsaydı kesinlikle onun elçisi sana gelirdi ve sen onun mülkünü ve saltanatını görürdün. O''nun işlerini ve sıfatlarını tanırdır…"۵

Allah''ın bir olduğuna inanmanın sonucu ibadette tevhittir; O''ndan başka kimse tapınmaya layık değildir; çünkü O''ndan başka herkes O''nun kuludur: "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahmân''a kul olarak gelecektir."۶ Allah''tan başkasına kulluk ve ibadet etmek zelil birinin zilletine katlanmak, dilenciden dilenmek, hatta zilletten zillet görmek ve dilencilikten dilenmektir: "Ey insanlar, siz Allah''a muhtaçsınız, Allah ise, işte zengin ve hamda lâyık olan O''dur."۷

Yüce Allah''ın birliğine, her şeyin O''ndan olduğuna ve dönüşün O''na olduğuna inanmak üç cümlede özetlenmektedir: "La ilahe illellah = Allah''tan başka ilah yoktur." "La havle ve la kuvvete illa billahi = Allah''tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur." "Ve ilellahi turceul umur = Bütün işler Allah''a döndürülür."۸

Asıl saadete ermiş olan, bu üç kelimeyi kendisi için sürekli söylediği bir zikir eden, bu kelimelerle uyuyan ve bunlarla uyanan, bunlarla yaşayıp bunlarla ölen ve, "Biz Allah içiniz ve biz O''na döneceğiz"۹ gerçeğine nail olan kimsedir.

Tevhid ve Allah''ın birliğine inanmanın etkisi düşünce ışınını, kişi ve toplumun iradesini kendisinden daha yüce bir hedef olmayan ve hatta kendisinden başka bir hedef olmayan bir hedefe odaklamaktır: "De ki: "Size bir şeyi öğütleyeyim: ''Allah için, ikişer ikişer ve teker teker durup düşününüz!"۱۰ İnsan nefsinin ışınlarının odaklanması, ona, hayal noktasında odaklaşmak konusunda alıştırma yapmakla kendisinden hayret verici güçler sergileyebileceği bir güç verdiğine göre, insanın düşünce ve irade ışını yaratıcı ve ölümün hakikati ve "göklerin ve yerin nurudur"۱۱ olan bir gerçeğe odaklanırsa, hangi makama ulaşır acaba?

"Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben O(na) ortak koşanlardan değilim!"۱۲ Makamına ulaşan bir kişi ve toplum, anlatılıp ifade edilmeyecek bir hayır, saadet ve kemal ocağı olur.

Ebu Hamza, Ebu Cafer''den şöyle duyduğunu söyler: "Sevap bakımından hiçbir şey ''La ilahe illellah''a (Allah''tan başka ilah olmadığına) tanıklık etmekten daha yüce değildir. Çünkü Allah Teala hiçbir şeyi ona denk kılmaz ve hiç kimse bu konuda ona ortak olamaz."۱۳

Bu rivayetten anlaşılan şudur: Hiçbir şey Allah''ın dengi olmadığı ve O, kutsal zatında hiçbir ortağı olmayan tek olduğu gibi "la ilahe illellah" kelimesinin anlamına tanıklık etmenin de ameller arasında dengi yoktur ve mükâfatın amelle uyumluluğu nedeniyle onun sevapta eşi ve benzeri yoktur.

Dil ile "La ilahe illellah"a tanıklık etmek insanın dünya hayatında can ve malının korunmasına ve buna kalben tanıklık etmek de cehennem ateşinden kurtulmaya neden olur ve bunun mükâfatı cennettir böylece bu kelime-i tayyibe rahmanlık ve rahimliğin rahmetinin mazharıdır.

İmam Cafer Sadık''tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Allah Teala, kendi tevhidinin ehlini hiçbir zaman cehennem ateşiyle azaplandırmayacağına dair izzet ve celaline yemin etmiştir."۱۴

Allah Resulü''nden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Allah Teala''nın kendisini tevhid ile nimetlendirdiği bir kimsenin mükâfatı ancak cennettir."۱۵

Bu kelime-i tayyibeyi kendisine daimi bir zikir eden bir kimse, vesvese ve nefsanî heveslerin korkunç dalgaları karşısında kalp gemisini "La ilahe ilellah" demiriyle helak edici sarsıntılardan kurtarır: "Onlar inanan ve Allah''ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller, ancak Allah''ı anmakla huzur bulur."۱۶

Bu kelimenin harfleri sesli ve sessiz olarak çıkarılır; bu hem açık ve hem de gizli zikirdir. Onda kutlu "Allah" ismi vardır. Bu konuda Emir''ül Müminin İmam Ali''den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "''Allah'' ismi Allah''ın isimlerinin en büyüğüdür; öyle bir isimdir ki hiçbir yaratılan o isimle isimlendirilmemiştir. Bunun tefsiri de şudur: ''Her yaratılan, Allah''tan başkasından ümit kesince O''nu çağırır'' şeklindedir: "De ki: "Düşündünüz mü kendinizi hiç? Size Allah''ın azabı gelse, ya da o (Duruşma) sâ''at(i) gelse, Allah''tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru (sözlü) iseniz (söyleyin). Hayır, yalnız O''na yalvarırsınız; O da dilerse (kaldırmasını) istediğiniz belâyı kaldırır ve o zaman ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz."۱۷

Ebu Said Hudrî, Allah Resulü''nden (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir: "Allah Teala, Musa''ya şöyle buyurdu: ''Ey Musa! Eğer gökler ve onları bayındırlaştıranlar (işi tedbir edenler) ve yedi kat yer terazinin bir kefesine konsa ve ''La ilahe illellah'' da onun diğer kefesine konsa, bu daha ağır basar.''" Yani bu kelime karşısında bütün maddi ve soyut varlıklar hafif gelirler.

Adalet

 

Yüce Allah''ın adaletini ispatlamanın çeşitli delilleri vardır; onlardan bazıları şöyledir:

1- Her insan, her ne kadar bir din ve inanca bağlı olmasa da, fıtratı gereğince adaletin güzelliğini ve zulmün çirkinliğini anlar. Hatta zalime zulüm isnat edilerek "zalimsin" dendiğinde bu isnattan nefret eder ve onu adil olarak nitelendirecek olsalar sevinir ve mutlu olur. Şehvet ve gazabın etkisiyle yapılan zulmün tek hedefi nefsanî heveslere ulaşmaktır. Eğer bir konuda mahkemeye çekilir de hakim para ve güçle o zalimin düşmanı olan hak sahibinin hakkını çiğneyerek o zalimin lehine hüküm verirse, her ne kadar hakimin verdiği hüküm onu memnun etse de, yine akıl ve fıtratı bu hükmün çirkinliğine ve hakimin alçaklığına hükmeder. Aksine; hakim o para ve gücün etkisi altında kalmayıp hak ve adaletin gereğini uygularsa zalim adam ondan rahatsız olur; fakat fıtratı hakim ve onun verdiği hükme saygı duyar ve onu taktir eder.

O halde zulmün kötülüğünü ve adaletin güzelliğini insanın fıtratına yerleştirerek onu adalet süsüyle süsleyip zulmün çirkinliğinden temizlemeyi isteyen ve "Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder."۱ "De ki: "Rabbim adaleti emretti."۲ "Ey Davut, biz seni yeryüzünde (senden öncekilerin yerine) hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet; keyf(in)e uyma,"۳ buyrukları gereğince adaletli olmayı emreden Allah Teala''nın kendisi, saltanat ve hükmünde nasıl zalim olabilir?!

2- Zulüm ya zulmün çirkinliğine cahil olmaktan ya hedefe ulaşmaktan aciz olmaktan kaynaklanır ya da abesçiliğe dayanır; oysa yüce Allah cehalet, acizlik ve abes işlerle uğraşmaktan münezzehtir.

Dolayısıyla, sonsuz ilim, güç, kudret ve hikmet, Allah Teala''nın adil, her türlü zulüm ve çirkin işlerden münezzeh olmasını gerektiriyor.

3- Zulüm noksanlıktır; Allah Teala zalim olacak olursa bu durumda kemal ve noksanlıktan, varlık ve yokluğun birleşiminden oluşması gerekiyor; bunun terkibin en kötü kısımlarından olması dışında, kemal ve noksanlığın birleşiminden oluşan bir varlık muhtaç ve sınırlıdır. Oysa her ikisi de yaratanın değil, yaratılanın özelliklerindendir.

Bundan alınan sonuç şudur: Allah Teala''nın kâinatın yaratılışında adildir: "Allah, adaleti kaim kıldığı halde kendisinden başka tanrı olmadığına şâhiddir. Melekler ve ilim sahipleri de (ki O''ndan başka tanrı yoktur. O), azizdir, hakimdir."۴ Yine kanun ve hükümlerde, "Andolsun biz elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (adalet) ölçü(sün)ü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler."۵ Ve kıyamet günü kulları hesaba çekmede adildir: "Aralarında adaletle hükmedilir, asla haksızlığa uğratılmazlar."۶

İmam Cafer Sadık''tan (a.s) şöyle rivayet edilir: Adamın birisinin sorusu üzerine şöyle buyurdu: "Dinin esası tevhid ve adalettir. O''nun ilmi çoktur ve her akıl sahibinin ondan yararlanmaktan başka bir çaresi yoktur. O halde vakıf olunması kolay ve ezberlenmeye hazır olunan şeyi dile getiriyorum: Tevhid, senin için mümkün ve reva olan bir şeyi Allah için reva bilmemektir. Adalet, seni yaratana seni kınadığı şeyi isnat etmemendir."۷

Hişam b. Hekem''e ise şöyle buyurmuştur: "Adalet ve tevhid hakkında sana bir cümle söyleyeyim mi?" Hişam, "Evet, fedanız olayım" cevabını verince şöyle buyurdu: "O''nu suçlamaman adalettendir ve O''nu hayal etmemen de tevhiddendir."۸

Emir''ül Müminin Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "İstiğfar edip Allah''tan bağışlanma dilediğin her şey sendendir, kendisinden dolayı Allah''a hamdettiğin her şey de Allah''tandır."۹

Meâd

Mead inancı iki yolla ispatlanır: Biri aklî delille ve diğeri ise akla dayanan naklî delille.

1- Akli Delil

 

1- Akıl sahibi her insanın aklı, alim ile cahilin, cömertlik ve bağış gibi güzel ahlak sahibiyle cimrilik ve haset gibi çirkin ahlak sahibinin, iyi ile kötünün eşit olmadıklarını ve her birinin ameline uygun mükâfatlandırılmamasının zulüm olduğunu idrak eder.

Diğer taraftan; dünya hayatında iyiler iyiliklerinin mükâfatını ve kötüler de kötülüklerinin cezasını gerektiği gibi görmüyorlar; bu nedenle, insanların inanç, ahlak ve davranışlarına uygun hesap, sevap ve ceza söz konusu olmazsa, bu zulümdür. Allah''ın adaleti de ölümden sonra tekrar dirilip mahşere çıkmayı, hesaba çekilip sorguya tabi tutulmayı ve mükâfatlandırılıp cezalandırılmayı gerektirmektedir: "Yoksa biz, inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa o takva sahiplerini azgın günahkarlar gibi yapar mıyız?"۱

2- Allah Teala hikmet sahibidir; boş ve yararsız bir iş yapmaz. O, insanı yarattı ve onda, cezp etme, defetme, şehvet ve gazap gibi bitkisel ve hayvanî hayat için gerekli olan kuvveler dışında onu bilimsel mükemmelliklere, ahlakî faziletlere, doğru konuşmaya ve güzel davranışlara davet eden ve mükemmelliklere ulaşmak için sürekli çaba gösteren bir ilim ve güç derecesine ulaşınca daha yüksek derecelere susayan diğer bir kuvve daha yaratmıştır ve bu fıtratı eğiterek onu sonsuz kemalin kaynağına yönlendirmeleri için peygamberleri göndermiştir. Hayat, insanın bu dünyadaki ömrüyle sınırlı olsaydı, böyle bir fıtratın varlığı boş ve bu fıtratı yönlendirmek için peygamberleri göndermek faydasız olurdu.

O halde Allah Teala''nın hikmeti, insan hayatının maddî ve hayvanî hayatla son bulmamasını ve insan hayatının, yaratılıştan amaçlanan kemale ulaşması için devam etmesini gerektirmektedir: "Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?"۲

3- Her insanın fıtratı, hak sahibine hakkının verilmesine ve mazlumun ahının zalimden alınmasına hükmetmektedir. Bu fıtrat insanoğlunu hangi din ve inanca sahip olursa olsun yargı sistemleri, adalet ve insaf mahkemeleri oluşturmaya zorluyor.

Diğer taraftan açıktır ki, dünya hayatında bir çok zalimler izzet ve iktidar tahtlarına kurularak yaşamakta, zulme uğrayanlar zalimlerin kırbaç ve işkenceleri altında can vermektedir. Allah Teala''nın hikmet, adalet, izzet ve rahmeti, o mazlumların ahının zalimlerden alınmasını gerektirmektedir: "Zâlimlerin yaptığından Allah''ı gâfil sanma, O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne ertelemektedir."۳

4- Allah Teala''nın hikmeti, insanın yaratılıştan amaçlanan hedefe ve varlığının semeresine ulaşması için lazım olan vesilenin hazırlanmasını gerektirmektedir ve o da, ona saadete ermesine neden olacak şeyi emretmek ve onu bedbaht edecek şeyden sakındırmakla mümkündür. İnsanın azgın heva ve heveslerine aykırı olmasına rağmen Allah''ın emirlerini de ancak korku ve ümit içerisinde olmakla uygulayabilir. Bu ikisi de ancak müjdeleme ve korkutmayla gerçekleşir; müjdeleme ve korkutma ise sevap ve cezayı ve bu hayattan sonra bir bela ve bir nimetin olmasını icap etmektedir; aksi durumda müjdeleme ve korkutma yalan olacaktır; oysa Allah Teala bütün çirkin şeylerden münezzehtir.

2-Nakli Delil

 

Bütün ilahî dinler kıyamete inanmaktadırlar. Bu inancın kaynağı peygamberlerinin verdikleri haberlere dayanmaktadır. Onların haberleri ise vahye dayanmaktadır. Peygamberlerin masum oluşu ve vahyin hatadan korunmuş oluşu ise kıyamet gününe inanmayı gerektirmektedir.

Peygamberlerin haberleri karşısında kıyameti, ölümden sonra dirilerek mahşere çıkmayı inkar edenlerin, öldükten sonra nasıl dirilebiliriz ve çürüyüp toprak olduktan sonra ölünün bedeninin dağılmış olan o zerrecikleri nasıl birleşip yeninden canlanabilir diye bunu uzak bir ihtimal bilmelerinden başka bir bahaneleri yoktur; bu bahaneyi dile getirirken de, diri varlıkların dağınık ölü parçalarından meydana geldiklerinden, ölü maddenin parçalarını canlanıp hayata geçmesi için özel bir terkiple ve kendine has bir düzenle hazırlayan ve bir örneği olmaksızın çeşitli uzuv ve güçlere sahip olan insan gibi bir mecmua yaratan o ilim, güç ve hikmetin, ölüp dağıldıktan sonra onun kapsamlı ilminin gözünden saklı olmayan zerreleri, nerede ve ne şekilde olurlarsa olsunlar toplayıp örneği olmadığı halde ilk yaratmasında nasıl yarattı ise aynı gücüyle, örneği olan ikinci yaratmayı daha kolay bir şekilde yaratacağından gafildirler: "Dediler ki: "Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?""۱

"Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır."۲

Yemyeşil bir ağaçtan ateş çıkaran, toprağı, her sonbaharda öldükten sonra ilkbaharda dirilten bir güç, öldükten sonra tekrar diriltmekten aciz değildir: "O size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz."۳

"Biliniz ki Allah yeri, ölümünden sonra diriltir. Belki aklınızı kullanırsınız diye size âyetleri açıkladık."۴

Her gece insanın idrak meşalesini uyku ile söndüren, onun ilim ve iradesini elinden alan bir güç, onu ölümle söndürdükten sonra yeniden diriltip yitirdiği malumatını ona iade edebilir: "Uyuduğunuz gibi öleceksiniz, uyandığınız gibi dirileceksiniz."۵

Nübuvvet

 

Hikmet sahibi yaratıcının varlığını ispatladıktan sonra peygamberlik ve peygamberin varlığının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

İlk önce ilahî talim ve terbiyenin olmasının gerekliliğini açıklayalım:

İnsanoğlunun peygamberlerin hidayet ve kılavuzluğuna ihtiyacı olduğunu anlamak için insanın yaratılışı, bu yaratılışın hedef ve amacı ve insanı o hedefe ulaştıracak ve ondan alıkoyacak etkenleri tanımamız gerekiyor. Bu kısa yazımızda, konunun başlığından da apaçık anlaşıldığı üzere bunları tüm ayrıntılarını açıklamak imkânsızdır; fakat yine de bazılarına zaruret miktarınca değiniyoruz:

1- İnsan çeşitli içgüdülere sahip olan bir varlıktır. İnsanın hayatı da hayatın en zayıf derecesi olan bitkisel hayattan başlar ve akıl sahiplerinin hayatına ulaşır.

İnsan tabiat ve akıldan oluşan bir varlık, sınırlı ihtiyaçları olan bir cisim ve sınırsız istekleri olan bir ruhtan ibaret olup ilerleyip yücelme konusunda meleklerden daha üstün alçalma ve düşütse ise dört ayaklı hayvanlardan daha aşağılık bir varlıktır.

Abdullah b. Sinan''dan şöyle rivayet edilmiştir: Eba Abdullah Cafer b. Muhammed-i Sadık''tan (a.s), "Melekler mi daha üstündür yoksa insanoğlu mu?" diye sordum. İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Emir''ül Müminin Ali b. Ebutalib (a.s) şöyle buyurmuştur: Allah Teala meleklerde şehvet olmaksızın aklı, hayvanlarda akıl olmaksızın şehveti ve insanlarda ise akılla birlikte şehveti var etmiştir. O halde aklı şehvetine galip gelen kimse meleklerden daha üstündür, şehveti aklına galip gelen kimse ise dört ayaklı hayvanlardan daha düşüktür."۱

Bu yaratılış o kadar güzeldir ki, bedeni düzenli bir şekilde yaratılıp ona Allah''a isnad edilen bir ruhun üfürülmesinden sonra۲ bütün varlılıklardan ayrıcalıklı bir yaratılış kazandı; öyle ki yüceliği, "Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!"۳ Ayetinden apaçık bellidir.

Her insan kendisinin sınırlı bir maddi hayat için yaratılmadığını anlar; çünkü hikmet, işe uygun araçların ve hedefe uygun yaratılış şeklinin olmasını gerektirmektedir.

İnsanın hayatı dünya yaşamı ile sınırlı olsaydı, onun, bu hayatın güzelliklerini almak ve kötü şeylerini defetmek için hayvani idrak, şehvet ve gazaba sahip olması yeterliydi. Ona, sınırsız ilime aşık olup, ahlakî ve amelî mükemmelliklerle süslenmek olan bir aklın verilmesi ve hangi makam ve mevkiye ulaşırsa ulaşsın, daha yüksek makam ve mevkilere susayan bir fıtratın verilmiş olması, onun sınırsız bir hayat için yaratıldığını gösteren bir delildir. Nitekim Peygamberimizden (s.a.a) rivayet edilen bir kutsi hadiste şöyle geçmektedir: "Ben sizi fani olmanız için değil, baki kalmanız için yarattım. Ancak bir evden diğerine intikal edersiniz."۴

Diğer taraftan mutlak hikmet sahibinin hikmeti, varlık alemindeki canlılardaki tüm istidat ve yeteneklerin faaliyet etkenlerini de hazırlamayı gerektiriyor. Çünkü hiçbir zaman fiiliyata geçmeyen bir kuvveti ve istenilene ulaşmayacak bir talebi vermek boş ve abes olur.

Taneye meyve olma istidadını veren, tanenin meyveye dönüşmesinde etkili olan su, toprak ve havayı da hazırlamıştır, insan nutfesine çeşitli uzuv ve organların istidadını vermiş ise, o istidadın fiiliyata geçmesi için rahmi de yaratmıştır. Bilimsel, ahlakî, amelî kemale ve Allah''ı tanıma merhalesine ulaşma istidadına sahip olan ruhu yaratanın akıl tohumunun meyve vermesi ve insan ruhunun istidadının pratiğe geçmesi için gerekli vesileleri hazırlamaması ve onu yaratılışının hedefine ulaştırmaması nasıl mümkündür?!

"Rabbimiz, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten)dir."۵ Kanununun insan hakkında dairesinin küçültülmesi ve onu kapsamaması mümkün müdür?! Böylece insanın yaratılışının hedefine ulaşabilmesi için ilahi yönlendirmenin gerekliliği açıklık kazanmaktadır.

2- İnsan fıtratı gereğince kendini vücuda getiren yaratıcısını aramaktadır ve kedisini yokken kimin var ettiğini, bu kuvvet, aza ve organları ona kimin verdiğini ve kendisini nimetlerle dolu sofrasına kimin oturttuğunu bilmek ve böylece aklî vazifesi gereğince nimetlerin gerçek sahibine teşekkür etmek ister.

Diğer taraftan, O''nun kutsal zatını, tepeden tırnağa cahillik, hata, heva ve hevesle dolu olduğu halde hiss ve hissedilenin, hayal ve hayal edilenin, akıl ve akledilenin yaratıcısı olan, cemal ve kemalinin yüceliği sonsuz olan, bütün noksanlık ve çirkinliklerden subbuh ve kuddüs olan Allah Teala ile sorunlarını halletmek için O''nunla soru ve cevap ilişkisi kurmaktan yüce ve ulu bilmektedir. İşte bu nedenle, insanlarla ilişki kurmak için insanlardan olan ama hatadan münezzeh bir akla, heva ve hevesten kutsal nefse ve fail ile kabilin uyumluluğu kanunu gereğince yaratan ile irtibat kurmanın gereği olan ilahî sirete sahip olan bir vasıtaya ihtiyaç vardır; ancak bu şekilde münevver vahyin nuruyla ilahî öğretilerin kapılarını beşerin yüzüne açıp onu, Allah Teala''yı tanıma konusunda aklı tatil etme tefritinden ve Hak Teala''yı yarattıklarına benzetme ifratından۶ sapasağlam dinin sırat-ı müstakimine hidayet etme mümkün olur: "İşte benim sırat-ı müstakimim (doğru yolum) budur, ona uyun, (başka) yollara uymayın ki, sizi O''nun yolundan ayırmasın! Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti."۷

3- İnsan, tabiatın kanun ve sırlarını keşfedip hizmetine geçirebilecek düşünme gücüne sahip olan bir varlıktır ve yine haddini aşması ve insan tabiatının özelliği olan sürekli fazlasını istemesi nedeniyle yetinmeyen bir heva ve hevese, şehvet ve gazaba sahiptir. Dolayısıyla yeryüzünün iyileşme ve bozulması insanın iyileşme ve bozulmasına bağlıdır: "İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı."۸ Hatta "Göklerde ve yerde bulunan şeyleri kendisinden (bir lütuf olarak) size boyun eğdirdi. Elbette bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır"۹ ayeti gereğince diğer kürelerin salah ve fesadı da onun iyileşme ve bozulmasına bağlıdır. Böyle bir varlığın ıslah ve iyileşmesini ancak ilahî hidayet garantileyebilir; ilahi hidayet onun fikrî dengesini doğru inançlarla ve ruhî dengesini ise güzel ahlak ve salih amellerle sağlar.

4- İnsan hayatı çeşitli ihtiyaçları nedeniyle topluma bağlıdır. Bu bağlılık karşılıklı etki ve etkilenme ve nihayet çeşitli hakları gerektirmektedir. Ve haklar yerine getirilmedikçe de toplumun hayatını sürdürmesi imkansızdır. Bu hakların yerine getirilmesi de, hata ve eskilliği olmayan bir takım kanunların konulup uygulanması ve kanun koyup uygulayan makamın da kişisel menfaatlerden etkilenmekten, hak ve adaletten sapmaktan arınmış olması dışında imkansızdır. Bu ise ancak ilahi kanun ve kurallar ve onları uygulayacak kişilerin vesilesiyle gerçekleşir: "Andolsun ki, Biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik; beraberlerinde kitap ve mizan indirdik ki, insanlar adaletle tutunsunlar."۱۰

Şimdi bu nedenlerle insanın yaratıcı, kıyamet ve yaratılışın hedefine yönlendirilmesinin gerekliliği ve onun teorik ve pratik kemale ulaşması, nefsanî heveslerini dengelemesi ve kişisel ve toplumsal haklarının temin edilmesinin zarureti açıklık kazandıktan sonra, bunların ancak vahiy ve peygamberlik yoluyla gerçekleşebileceğini, hataya bulaşmış kafayla ve heva ve heveslerle kirlenmiş ellerle gerçekleşmeyeceğini ve düşünce ve akıl ile onun fıtratındaki müphem noktaların aydınlık kazanmayacağını bilmek gerekir.

Büyük dehaların fikir ürünleriyle varlık aleminin sırlarını arayan insanların bedenin dört unsurdan ve hastalıkların birbirine zıt dört tabiattan oluştuğu sanısı batıl oldu ve alemin toprak, su, hava, ateş ve gök cisimlerinden yaratıldığının değişmez olduğu düşüncesinin bir kuruntudan ibaret olduğu ortaya çıktı ve kendisine en yakın olan bedenin terkiplerinden, sağlık ve hastalığına neden olan sebeplerden habersiz olduğu ve gökyüzündeki en yakın küreyi oluşturan ay konusunda bilgilerinin yanlış olduğu anlaşıldı. Acaba bu insanın düşünce meşalesi onu yaratıcıyı ve kıyameti, hakkınca tanımayı saadet veya bedbahtlığına sebep olacak etkenleri bilmeyi yönlendirebilir mi?!

Bir zerrenin içerisinde gizli olan sırları idrak etmekten aciz olan bir insanın bilgisi, nasıl insan ve dünyanın başlangıç ve sonunun kılavuzu olabilir, yaratıcı ve kıyameti tanımada nasıl sorunlarını halledebilir ve ona dünya ve ahiret saadetinin yolunu nasıl gösterebilir?! "Allah onların fıtratı ile yaptığı ahdi onlardan istemek ve onlara unutulan nimeti hatırlatmak için onlara elçiler gönderdi ve Allah''ın vahyini tebliğ ederek onlara hücceti tamamladı, onlara akıllardaki definelerini dışarı çıkardı ve Allah''ın gücünün nişanelerini onlara gösterdi."۱۱

İmamet

 

Peygamber efendimizin (s.a.a) kendisinden sonra bir halifesi olması konusunda Ehl-i Sünnet ve Şia arasında bir ihtilaf yoktur. İhtilaf, peygamberin halifesinin hilafetinin atamayla mı yoksa seçimle mi olması gerektiğindedir.

Ehl-i Sünnet diyor ki: Halifenin Allah veya peygamber tarafından tayin edilmesine gerek yoktur; halife ümmetin seçimiyle belirlenir.

Şia ise, halife ancak Allah''ın ataması ve tayini sayılan peygamberin atama ve tayini ile belirleneceğini savunuyorlar.

Bu ihtilafta hakem akıl, kitap ve sünnettir.

Aklın Hakemliliği

 

Bu konuda üç maddeyle yetiniyoruz:

1- Eğer bir kâşif, çok değerli mücevherler üreten bir fabrika kurar da yapmış olduğunu bu keşif ile sürekli o ürünü almak isterse, kâşif ister olsun ister olmasın, ister ölsün ister yaşasın, her durumda işin durmamasını sağlayacak bir program hazırlamalıdır. Bu fabrikadan o ürünü almak için fabrikanın araç ve gereçlerinin yapımı ve çalışmasında, kâşifin kılavuzluğu olmadan bilinemeyecek incelikler olduğuna göre, o kâşifin o fabrikanın sırlarını bilen ve o makineleri çalıştırabilen bir kişiyi belirtmediğini ve o fabrikanın mühendisliğini, makinelere ve onda kullanılan inceliklere yabancı olan halkın seçimine bıraktığını söyleyebilir miyiz?!

Allah''ın dinini sürekli çalışan bir fabrika olarak düşünürsek, bu fabrikanın araç ve gereçleri insan hayatının tüm boyutlarını kapsayan ilahî kanun, sünnet ve öğretilerdir; ürünü ise, insanın Allah''ı tanıyarak, O''na ibadet ederek, şehvetini iffetle, gazabını şecaatle, düşüncesini hikmetle dengeleyerek, adalet ve eşitlik üzerine kurulu üstün bir belde oluşturarak kemale ermesinden ibaret olan varlık hazinesinin en değerli cevheridir. Bu fabrikadaki dikkat ve incelik, o kâşifin keşfindeki dikkat ve incelikten daha mı azdır?!

Allah Teala''nın, hakkında "Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik."۱

"(Bu,) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için sana indirdiğimiz Kitaptır."۲

"Biz sana Kitabı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın."۳ buyurduğu bir kitabın beyan ettiği şeyleri ondan çıkaracak, insanoğlunun fikrî, ahlakî ve amelî zulmetlerine aşina olan, onu nur alemine yönlendiren ve dahi kişilerin düşüncesini çözümü ile meşgul eden varlığın yaratılış ve kıyamet konusundaki en derin meselelerinden tutun, örneğin, iki kadının bir bebeğin üzerindeki ihtilafı ve her birinin onun annesi olduğunu iddia etmesine kadar insanların ihtilafa düştükleri bütün konularda hak ile batılı açıklayacak olan bir açıklayıcıya ihtiyacı vardır.

Bu kitabın genel hidayet, insanı yetiştirme, sorunları halletme ve ihtilafları bertaraf etme alanındaki kullanımının Peygamber Efendimizin (s.a.a) vefatıyla sona erdiği kabul edilebilir mi?!

Acaba Allah ve Resulü bu kanun, eğitim ve öğretimi bir açıklayıcısı, öğretmeni ve eğiticisi olmaksızın terk edip açıklayıcı, öğretmen ve eğitici seçmeyi, bu kitabın bilimlerinden, öğretilerinden, kanun ve hükümlerinden haberi olmayan insanların seçimine mi bırakmıştır?!

2- İnsanın imamet ve önderliği, onun aklının önderliği anlamındadır; çünkü bahis konusu, insanın imamlığıdır ve insanın insanlığı ise onun akıl ve düşüncesi iledir. "İnsanın direği onun aklıdır."۴

İnsanın yaratılış sisteminde, bedenin aza ve güçleri, hislerin kılavuzluğuna, hareket sinirleri ise, hislerin sinirlerine uymaya muhtaçtırlar. Hata etme ve isabetli olma konusunda hislerin kılavuzu insanın aklıdır ve o da hata, hava ve heves ile sınırlı ve zayıf idrakin imameti vasıtası ile aklın hidayet bulması için insanın dert ve dermanına, eksiklik ve kemaline aşina olan, hata ve havadan masun olan kamil bir aklın kılavuzluğuna muhtaçtır; böyle mükemmel bir aklı ise ancak Allah''ın tanıtmasıyla tanıyabiliriz.

İşte bu nedenle imametin hakikatinin tasavvuru, imamın Allah tarafından atandığını tasdik etmeyi de gerektirir.

3- İmamet makamı Allah''ın kanunlarını koruma, açıklama ve icra etme makamı olduğundan, ilahî kanunların mübelliğinin masum olması gerektiği gibi o kanunun koruyucusu, müfessiri ve uygulayıcısının da masum olması gerekmektedir. Mübelliğin hata işlemesi, heva ve hevese düşmesi, insanları hidayet etmek olan peygamberin gönderilmesi amacını iptal etmektedir. Kanunun açıklayıcısı ve uygulayıcısı olan kişinin heva ve heveslerden etkilenmesi ve hata işlemesi sapmaya neden olur; masumu tanımak ise Allah Teala''nın irşadı dışında mümkün değildir.

 Kur'an'ın Hakemliliği

 

Kısa olarak geçmek istediğimiz için burada sadece üç ayete işaret ediyoruz:

Birinci ayet:

"Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten imamlar yetiştirmiştik."۱

Her ağaç; gövdesi, dalları, kökü ve meyvesiyle tanınmalıdır. İmametin şecere-i tayyibesinin beden ve dalı Kur''an-ı Kerim''in bu ayetiyle açıklanmıştır:

İmametin esas ve gövdesi, sabır ve Allah Teala''nın ayetlerine yakin etmektir. Bu iki kelime insanın kemalinin en yüksek derecesidir; imam, aklî kemal açısından, marifet ve Allah Teala''nın ayetlerine yakin etme derecesine, irade açısından, nefsi, Allah''ın hoşlanmadığı her şeyden uzak tutup sadece Allah''ın sevdiği şeylere yöneltmekten ibaret olan sabır makamına ulaşmalıdır. Bu iki cümle imamın ilmini ve masumluğunu açıklamaktadır.

İmametin dalı Allah''ın emrine hidayet etmektir; Allah''ın emrine hidayet ise, imamın yaratılış alemiyle emir alemi arasında aracı olduğunu ispatlamaktadır. O gövdenin zuhuru olan bu dalın kendisi de imamın ilminin ve masumiyetini simgeler.

Bu köke ve dala sahip olan şecere-i tayyibe Allah Teala''nın güç ve kudreti dışında yetişmez; işte bu nedenle şöyle buyurmuştur: "Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten imamlar=önderler yetiştirmiştik." (Secde, 24)

İkinci ayet:

"Bir zaman Rabbi İbrâhim''i birtakım kelimelerle sınamış, o da onları tamamlayınca: "Ben seni insanlara imam=önder yapacağım" demişti. "Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)" dedi. (Rabbi): "Zâlimlere ahdim ermez " buyurdu."۲

İmamet, Hz. İbrahim''in (a.s) eşini ve oğlunu tek başlarına bitki bitmeyen ve bayındırlığı olmayan bir çölde bırakması, İsmail''i kurban kesmeye girişmesi, Nemrud''un ateşinde yanma gibi takat kesici imtihanlardan geçip nübüvvet, risalet ve halillik makamlarını geride bıraktıktan sonra atandığı bir makamdır. Allah Teala,"Ben seni insanlara imam=önder yapacağım" buyurunca bu makamın yüceliği onu öyle kendisine cezp etti ki, onu soyundan gelenler için de istedi; ama Allah Teala, "Zâlimlere ahdim ermez " buyurdu.

Bu cümlede "imamet" için "Allah''ın ahdi" ifadesi kullanılmıştır; bu makama da, ancak masumiyet makamına sahip olan bir kimse ulaşabilir; çünkü şüphesiz Hz. İbrahim (a.s) imameti soyundan gelen herkes için istememiştir. Zira Allah''ın halilinin adaletli olan Allah''tan adil olmayan bir kimse için insanlığın imametini istemiş olması mümkün değildir. İmameti soyundan gelen adil kimselere istediği ve bu istek geçmişte bir zulüm işleyen adili de kapsadığı için, ona verilen cevaptan amaç şu idi: Bu dua bir zulüm işleyen kimse hakkında kabul olmaz; aksine, akıl ve şeriatin hükmüyle mutlak imamet için mutlak taharet ve masumiyet şarttır.

Üçüncü ayet:

"Ey inananlar, Allah''a itâ''at edin, Elçiye ve sizden olan emir sâhibine itâ''at edin."۳

Bu ayet-i kerimede "emir sahipleri" "Elçi"ye atfedilmiştir. Her ne kadar atıf "itaat" edin emrini tekrarlama hükmündeyse de, ancak her ikisinde, bir "itaat" edin emriyle yetinilmesi, "emir sahibi"ne farz olan itaat ile Resul-i Ekrem''e (s.a.a) farz olan itaatin bir türden ve bir hakikat olduğunu, emir sahibine itaatin peygambere itaat gibi kayıtsız-şartsız farz olduğunu ve bu farzın sınırı olmadığını gösteriyor. Ama emir sahibi masum olmazsa, böyle bir farzın olması mümkün değildir; çünkü herkese itaat, onun emrinin Allah''ın emrine muhalefet etmemesine bağlıdır. Masumun emrinin, masum olması gereğiyle Allah''ın emrine aykırı olmadığı için ona itaatin farz oluşu bir şeye bağlı değildir.

İmametin, dini ayakta tutmak ve insanların havzasını korumak konusunda Resul-i Ekrem''in (s.a.a) hilafeti olduğunu ve ona itaat etmenin bütün ümmete farz olduğunu۴ itiraf ederek, "Allah adâleti, ihsanı, akrabâya vermeyi emreder"۵ ve "kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder"۶ayetleri gereğince, emir sahibi olan kimse masum olmazsa, mutlak bir şekilde ona itaat etmek Allah''ın zulüm ve kötülüğe emrini ve adalet ve iyilikten sakındırmasını gerektirmektedir.

Ayrıca, emir sahibi masum olmazsa, onun emri Allah ve Resulü''nün (s.a.a) emrine aykırı olur. Bu durumda da Allah ve Resulü''ne itaat emri ile emir sahibine itaat emri, zıtlara emretmek olur ve bu da imkansızdır.

Sonuç olarak; kayıtsız şartsız emir sahibine itaat emri, onların emirlerinin Allah ve Resulü''nün (s.a.a) emirlerine aykırı olmayacağının delilidir ve bu da emir sahibinin masum olduğunu göstermektedir.

Masumu da ancak sırları ve gizlileri bilen Allah Teala tayini 

Sünnetin Hakemliliği

 

(Emir''ül Müminin Ali''nin (a.s) imametine Ehl-i Sünnet kanalıyla nakledilen Ehl-i Sünnet rivayetleriyle delil getirmenin nedeni, hücceti tamamlamak ve en güzel şekilde cedelleşmek içindir; yoksa esasen Hz. Ali''nin (a.s), imamet için Kitap ve sünnette geçen tüm şartlara sahip olduğuna delalet eden mütevatir hadisler varken, bu delillere gerek bile yoktur.

Ehl-i Sünnet''ten nakledilip sahih bilinen rivayetler, onların muteber bildikleri sihhat ölçülerine göre sahihtir. Ehl-i Beyt Mektebi tarafından rivayet edilen hadislere sahih denmesi ise, ister ıstılahi anlamda sahih olsun, ister Şia''nın rical alimlerinin ölçülerine göre güvenilir olsun, onların itibarı nedeniyledir.(

Resul-i Ekrem''in (s.a.a) sünnetini izlemek aklın idrakinin gereğidir; çünkü akıl, masumu izlemenin farz olduğunu söylüyor; yine Peygamber Efendimizi (s.a.a) izlemek Allah''ın Kitabının hükmüdür; çünkü buyuruyor ki: "Elçi size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının."۱

Sünnetten de, sahih olduğu kesin olan ve Allah''ın emriyle kabul edilmesi farz olan bir hadisle yetiniyoruz. Bu hadisi Ehl-i Sünnet ve Şiasıyla herkes Resul-i Ekrem''den (s.a.a) nakletmiş ve Peygamber Efendimiz''e (s.a.a) ait olduğunu itiraf etmiştir. Zeyd b. Erkam''ın rivayet ettiği bu hadis şöyledir:

Allah Resulü (s.a.a) veda haccından dönünce Gadir-i Hum denilen yerde konakladı ve gölgelikler kurmalarını emretti. Sonra şöyle buyurdu: "Ben davet edildim; bunun üzerine daveti kabul ettim. Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum; bunlardan biri diğerinden daha büyüktür: Allah''ın Kitabı ve itretim. O halde benden sonra bu ikisine nasıl davranacağınıza bakın. Bu ikisi Kevser havuzunun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar." Daha sonra şöyle buyurdu: "Allah benim mevlamdır ve ben de bütün müminlerin mevlasıyım" Sonra Ali''nin (a.s) elinden tutarak şöyle dedi: "Ben kimin mevlası isem bu da onun velisidir. Allah''ım! Onu dost tutanı dost tut, onu düşman belleyene düşman ol…"۲

Peygamber Efendimiz (s.a.a) açısından ümmetin imameti konusu o kadar önemliydi ki, sadece veda haccından dönerken değil, çeşitli münasebetlerde, hatta ashabın odasında toplandıkları ölüm yatağında bile Allah''ın kitabı ve soyundan gelen Ehl-i Beyt''i hakkında tavsiyede bulundu. Bazılarında, "Ben sizin aranızda paha biçilmez iki emanet bıraktım"۳, bazılarında, "Ben sizin aranızda iki halife bırakıyorum"۴, "Ben sizin aranızda paha biçilmez iki emanet bırakıyorum"۵, bazılarında, "Bu ikisi birbirlerinden ayrılmazlar"۶, bazılarında, "Bu ikisi birbirlerinden ayrı düşmezler"۷, bazılarında, "Bu ikisinden öne geçmeyiniz ki helak olursunuz, bu ikisine bir şey öğretmeye kalkmayın; çünkü onlar sizden daha iyi bilirler"۸ifadeleri yer aşır ve bazılarında da şöyle geçer: "Ben sizin aranızda iki şey bırakıyorum; onlara uyduğunuz müddetçe asla sapmazsınız."۹

Her ne kadar Resul-i Ekrem''in (s.a.a) buyruğundaki tüm noktaları düşünmek imkansız ise de buna rağmen burada birkaç noktaya değiniyoruz:

1- "Ben sizin aranızda paha biçilmez iki emanet bıraktım" cümlesi, Allah''ın Kitabı ve Ehl-i Beyt''in Resul-i Ekrem''den (s.a.a) ümmete kalan miras olduğuklarını bildirmektedir; çünkü peygamberin ümmete karşı konumu, babanın evladına karşı konumu gibidir; çünkü insanın bir cismi bir de canı vardır. Bu da ruhun bedene, mananın sözcüğe, için deriye oranı gibidir. Maddî aza ve kuvveler maddî baba kanalıyla insana verilir, hak inançlar, güzel ahlak ve iyi amellerden ibaret olan manevi kuvve ve azalar ise insanın manevî babası olan peygamber aracılığı ile ona verilmiştir.

Manevî siret ve aklî suretin bağışlanma vasıtası, maddî suret ve cismanî heyetin bağışlanma vasıtasıyla mukayese edilemez; nitekim iç deriyle, mana lafızla ve inci de sedefle mukayese edilemez.

Böyle bir baba "Ben davet edildim ve daveti kabul ettim" cümlesiyle dünyadan göçeceğini bildirip evlatlarına bırakacağı mirasını belirterek benden geriye kalan ve varlığımın ümmetime semeresi ve meyvesi iki şeydir buyuruyor: "Allah''ın Kitabı ve itretim (Ehl-i Beyt''im).

Kitap, Allah''ın ve itret ise peygamberin ümmet ile bağlantısıdır. Kitap ile ilişkiyi kesmek Allah ile ilişkiyi kesmektir, itret ile ilişkiyi kesmek ise peygamberle ilişkiyi kesmek, Allah''ın peygamberiyle ilişkiyi kesmek ise Allah ile ilişkiyi kesmektir.

İzafetin özelliği, muzafın muzafın ileyhten haysiyet almasıdır. Her ne kadar "Kitab"ın Allah''a ve "itretin" ise varlık aleminin birinci şahsiyeti olan Allah Resulü''ne (s.a.a) izafeti Kitab ve itretin makam ve mevkiine açıklık kazandırıyorsa da, ancak, konunun önemi nedeniyle Allah Resulü (s.a.a) onları "paha biçilmez iki emanet" olarak tanımlamıştır.

Kur''an-ı Kerim''in manevi ağırlığı akılların idrakinin üstündedir; çünkü Kur''an Yaratan''ın yaratılanlar için tecellisidir. Kur''an-ı Kerim''in yüceliğini idrak edebilmek için şu birkaç ayete dikkat etmek yeterlidir: "Yâsin. Hikmetli Kur''ân''a andolsun."۱۰ "Kâf. Zikir''li (uyarıcı, şerefli) Kur''ân''a andolsun,"۱۱ "O, elbette değerli bir Kur''ân''dır, saklı bir Kitâptadır. Ki ona temizlerden başkası dokunmaz."۱۲ "Biz bu Kur''ân''ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu, baş eğmiş, çatlamış, yarılmış görürdün. Bu misâlleri, düşünmeleri için insanlara anlatıyoruz."۱۳

"İtret"in, Kur''an ile aynı vasıfla vasıflandırılması, Allah Resulü''nün (s.a.a) buyruğundaki itretin Kur''an''ın dengi ve vahyin ortağı olduğunu ortaya koymaktadır.

Hakikatin ölçüsü olan son peygamberin (s.a.a) buyruğunda geçen itretin, Kur''an''ın dengi olması, onun"Her şeyi açıklayan"۱۴ olma noktasında Kur''an''ın ilminin ve "Ki ne önünden, ne de arkasından onu boşa çıkaracak bir söz gelmez"۱۵ noktasında Kur''an''ın masumiyetinin ortağı olması dışında mümkün değildir.

2- "Bu ikisi birbirlerinden asla ayrılmazlar" cümlesi Kur''an ve itretin birbirlerinin gereği olduğuna ve birbirlerinden ayrılmayacaklarına delalet etmektedir; çünkü Kur''an farklı zarfiyet ve kabiliyetlerle bütün beşer fertlerine nazil olan bir kitaptır. İbaretleri avam halk için, işaretleri alimler için, incelikleri evliya için, hakikatleri peygamberler içindir. Tüm çabaları maddî ihtiyaçlarını karşılamak olan en düşük kişilerden tutun ruhlarındaki ıstırabı Allah''ın zikrinden başka bir şey sakinleştirmeyen, kaybettikleri şey Allah''ın güzel isimleri, yüce misalleri ve ism-i a''zam''ı taşımak olan en yüce kişilere kadar O''nun hidayetinden yararlanmalıdırlar.

Bu kitap, soğuk alanların, ısısıyla kendilerini ısıttıkları ve çiftçinin ziraatının yetişmesini kendisinden istediği bir güneş gibidir. Doğa bilimciler onun ışınlarını tecziyesini etmeyi ve onların maden ve bitkilerin yetişmesindeki etkilerini araştırıyorlar ve ilahî alim, güneşin yeryüzündeki etkisi ve onun doğurduğu şeylere bakar ve güneşin yaratıcısı ve tedbir edicisini, güneşin doğuşu, batışı, yerden uzaklığı ve yakınlığındaki kanun ve sünnetlerde bulur.

Bütün beşer fertlerine ait olup insanlığın dünya, berzah ve ahirette tüm ihtiyaçlarını gideren böyle bir kitabın onların tümünü bilen bir öğretmene ihtiyacı vardır; çünkü tabipsiz tıp, öğretmensiz ilim ve kendisine uygun açıklayıcısı olmayan bir kanun, özellikle de insanın dünya ve ahiret hayatını düzenlemek için konulan Allah''ın kanunu eksik olup, "Bugün size dininizi kemale erdirdim" ۱۶ ayeti ile bağdaşmıyor; bu kitabın amacına ters düşüyor, "Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik"۱۷ buyruğu ile de uyuşmuyor. Hekim ve mutlak kemal sahibinin eksik bir dini yasaması ise çirkindir; amaca aykırı hareket etmek de muhaldir. İşte bu nedenle şöyle buyurmuştur: "Asla birbirlerinden ayrılmazlar."

3- "Diğer bir rivayette şöyle geçmektedir: "Ey insanlar! Ben sizin aranızda iki şey bırakıyorum; onlara uyacak olursanız asla sapmazsınız." Daha önceki konularda değindiğimiz gibi, dünyadaki varlıkların özü ve dünya, berzah, ahiret, mülk ve melekuta ait, yaratılış ve emir alemlerine , fani olmak için değil baki kalmak için yaratılmış bir varlık olan insanın hidayeti yaratılış özelikleri açısından ebedi saadete ve delaleti ise ebedi şekavete neden olur. Böyle bir hidayet de ancak karanlıklardan kutsanmış bir nur olan ilahî vahyin eğitim ve öğretimi ile mümkündür: "Gerçekten size Allah''tan bir nur ve açık bir Kitap gelmiştir."۱۸ Ve uyumluluk kuralına göre onun öğretmeni de hata, heva ve heveslerden masum olmalıdır; çünkü bu hidayet ve masum hidayet edici vesilesiyle beşer fikrî, ahlakî ve amelî delaletlerden korunmuş olur; dolayısıyla buyurmuştur ki: "Onlara uyacak olursanız asla sapmazsınız."

4- "Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; onlar sizlerden daha bilgilidirler" buyruğunda Ehl-i Sünnet''in en mutaassıp alimlerinden birinin sözleriyle yetiniyoruz: "Ve onlar (Allah Resulü''nün itreti ve Ehl-i Beyti) bu buyrukla diğer alimlerden ayrılmış ve seçilmişlerdir; çünkü Allah onlardan her türlü çirkinliği uzak tutmuş ve onları tertemiz kılmıştır." Daha sonra şöyle devam ediyor: "…Onların (Ehl-i Beyt ve itretin) arasından, daha önce de değindiğimiz gibi büyük ilmi ve hükümleri dakik bir şekilde çıkarması nedeniyle kendisine sarılmaya en layık olan, onların imamı ve alimi Ali b. Ebitalib''tir (k.v). İşte bu nedenle Ebubekir şöyle demiştir: ''Ali, Allah Resulü''nün itretidir.'' Yani Allah Resulü''nün (s.a.a) kendilerine sarılmayı vurguladığı kimsedir. Böylece Ali''yi burada söylediğimiz ve yine onu Gadir-i Hum''da geçen şeylere has kılmştır."۱۹

Burada şu noktaya dikkat etmek gerekiyor ki, Ali''nin (a.s) bütün çirkinliklerden arındırılmış olduğunu bildiren Tathir ayeti nedeniyle diğer ilim sahiplerinden üstün olduğunu tasdik etmek, Allah Resulü''nün (s.a.a) Ali''yi (a.s) ümmetin en bilgilisi olarak tanıttığını ve Allah Teala''nın, "De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak sağduyu sâhipleri öğüt alır."۲۰ "Hakka götüren mi uyulmağa daha lâyıktır, yoksa (tutulup) yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O halde neyiniz var? Nasıl hükmediyorsunuz?"۲۱ buyurduğunu ikrar etmek ve "Ben sizin aranızda iki şey bırakıyorum, onlara uyduğunuz müddetçe asla sapmazsınız. Onlar Allah''ın Kitabı ve Ehl-i Beytim ve itretim''dir" buyruğunun doğruluğuna iman ve ikrar etmek sebebiyle bütün ümmet dalaletten kurtulmak için Ali''yi (a.s) izlemekle yükümlüdürler. Dolayısıyla, Ali''nin (a.s) izlenmesi ve istisnasız bütün İslam ümmetinin ona tabi olmasının gerekliliği konusunda hüccet tamamlanmıştır: "De ki: Üstün delil, Allah''ındır."۲۲

5- Ali''nin (a.s) elini tutup onu tanıttığı büyük açıklamadan sonra hiç kimsenin şüpheye düşmemesi için onun Kur''an''dan ayrılmayacak paha biçilmez emanet olduğunu, onun masumiyetinin ümmetin hidayetini tazmin ettiğini ve Peygamberin (s.a.a) bütün müminlerin velisi olduğu gibi aynı şekilde Ali''nin (a.s) de müminlerin velisi olduğunu belirtmiştir: "Sizin veliniz, ancak Allah, Resulü, namaz kılan ve rükû halinde zekât veren mü''minlerdir."۲۳

Her ne kadar genel hilafet ve imamet meselesinde akıl, Kitap ve sünnetin hakemliği özel imamete de aydınlık kazandırıyorsa ve imamda olması gereken sıfatlar masum Ehl-i Beyt imamlarından başka kimseye tatbik etmiyorsa da, ancak, hüccetin tamamlanmasını göz önünde bulundurarak vasilerin efendisi Emir''ül Müminin Ali (a.s) hakkında, Sekaleyn Hadisi, muhaddislerin yanında sahih oldukları kesin olarak kabul edilen birkaç hadise değiniyoruz:

Birinci Hadis:

Ebuzer (r.a) Allah Resulü''nden şöyle rivayet etmiştir: "Kim bana itaat ederse Allah''a itaat etmiş olur, bana itaatsizlik eden Allah''a itaatsizlik etmiş olur, kim Ali''ye itaat ederse bana itaat etmiş olur ve kim de Ali''ye itaatsizlik ederse bana itaatsizlik etmiş olur."۲۴

Ehl-i Sünnet''in ileri gelenleri tarafından sahih olduğu tasdik edilen bu hadiste, Allah Resulü''nün (s.a.a) buyruğu gereğince, Ali''ye (a.s) itaat ve itaatsizlik Peygambere (s.a.a) itaat ve itaatsizlik, peygambere itaat ve itaatsizlik ise Allah''a itaat ve itaatsizliktir. Allah Teala Kur''an-ı Kerim''de Peygamberimizin (s.a.a) sözünün hatadan korunduğunu vurgulamıştır ve aklî delil de bunu ispatlamaktadır.

İtaat ve isyanın emir ve nehiy konusunda olduğuna, emir ve nehyin ise istemek ve istememekten (irade ve kerahet) kaynaklandığına dikkat ederek Ali''ye (a.s) itaat ve itaatsizlik Allah''a itaat ve itaatsizlik olması onun isteyip istemeyişinin ,Allah''ın isteyip istemeyişiyle tam bir uyum içinde olduğunu gösterir.

İsteyip istememesi Allah''ın isteyip istememesinin göstergesi olan bir kimsenin rıza ve gazabı, Allah''ın rıza ve gazabı olabilmesi için masumiyet makamına ulaşması gerekiyor ve hadisin Arapçasında geçen "men" kelimesinin genelliği gereğince, Allah ve Resulü''ne (s.a.a) itaat eden herkesin Ali''nin (a.s) de emirlerine itaat etmesi gerekiyor. Aksi durumda Allah ve Resulü''ne (s.a.a) karşı günah işlemiş olur. "Kim Allah''a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."۲۵ "Artık kim Allah''a ve Elçisine baş kaldırırsa, ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır."۲۶ Ali''ye (a.s) itaat eden de Allah ve Resulü''ne itaat etmiş olur. "Kim Allah''a ve Elçisine itâ''at ederse Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlere sokar."۲۷ "Kim Allah''a ve Resulüne itâ''at ederse, büyük bir başarıya ermiş olur."۲۸ "Kim Allah''a ve Elçi''ye itâ''at ederse işte onlar, Allah''ın ni''met verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve Sâlihlerle beraberdir."۲۹

İkinci Hadis:

Allah Resulü (s.a.a) Tebuk savaşına çıkınca yerine Ali''yi halife bıraktı. Ali, "Beni çocuklara ve kadınlara mı halife bırakıyorsun?" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Harun Musa''ya nasılsa sen de bana o oranda olmak istemez misin; ancak benden sonra peygamber yoktur."۳۰

Bu rivayet Ehl-i Sünnet''in muteber sahih ve müsnet kitaplarında geçmiş ve Ehl-i Sünnetin ileri gelenlerinden bir grubu bunun sahih olduğu konusunda ittifak olduğunu söylemişlerdir. Onların sözlerinin örnekleri şöyledir: "Bu hadisin sahih olduğunda ittifak vardır; hafızların önderleri bu hadisi rivayet etmişlerdir; örneğin Ebu Abdullah Buharî kendi "Sahih"inde, Müslim b. Haccac kendi "Sahih"inde, Ebu Davud "Sünen"inde, Ebu İsa Tirmizî "Camia" kitabında, Ebu Abdurrahman "Sünen"inde, İbn Mace Kazvinî "Sünen"inde; bunun sahih olduğu konusunda ittifak ve icma etmişlerdir. Hakim Nişaburî demiştir ki: Bu hadis mütevatir seviyesine ulaşmıştır.۳۱

Bu hadis, orantının genelliğinin gereğince, Musa''ya oranla Harun''un sahip olduğu bütün makamları Allah Resulü''ne (s.a.a) oranla Ali (a.s) için ispatlamaktadır; peygamberlik makamının istisna edilmesi de bu orantının genelliğini vurgulamaktadır.

Kur''an-ı Kerim''de Harun''un (a.s) Musa''ya (a.s) oranı şöyle açıklanmıştır: "Kardeşim Hârûn''u (ver). Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu da işime ortak yap."۳۲ "Mûsâ, kardeşi Hârûn''a dedi ki: "Kavmim içinde benim yerime geç (halifem ol), ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.""۳۳

Bu oran beş şeyde özetleniyor:

1- Vezirlik:

Vezir, padişahın ağır sorumluluğunu üzerine alan ve üstlenen kişidir ve İmam Ali (a.s) hakkındaki bu makam, sadece menzilet hadisinde değil, Ehl-i Sünnet''in hadis ve tefsir kaynaklarında geçen diğer rivayetlerde de vurgulanmıştır.۳۴

2- Kardeşlik:

Harun ile Musa''nın (a.s) kardeşliği nesebi (soydan) olduğu için Allah Resulü (s.a.a) Ali (a.s) için bu menzileti kardeşlik akdi ile gerçekleştirmiştir. Bu konuda Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt kaynaklarında birçok rivayetler vardır. Biz onlardan sadece biri ile yetiniyoruz: Abdullah b. Ömer şöyle diyor: Allah Resulü (s.a.a) Medine''ye geldiği zaman ashap arasında kardeşlik oluşturunca Ali (a.s) gözü yaşlı gelip, "Ey Allah''ın Resulü (s.a.a)! ashabın arasında kardeşlik oluşturdun, fakat beni kimse ile kardeş etmedin!" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a), "Ey Ali! Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin" buyurdu.۳۵

Bu kardeşlik "Muhakkak müminler kardeştirler"۳۶ ayeti nazil olduğu zaman Hz. Ali''nin (a.s) makamının bütün müminlerden daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır; çünkü Ehl-i Sünnet ve Şia kaynaklarına göre, Allah Resulü (s.a.a) ashap arasında makamlarına göre kardeşlik oluşturuyordu; aynen Ebubekir ile Ömer arasında, Osman ile Abdurrahman arasında ve Ebu Ubeyde ile Sad b. Muaz arasında oluşturduğu kardeşlik gibi.۳۷

Bu kardeşlik Hz. Ali (a.s) ile alemdeki yaratılmışların en üstünü olan Hz. Muhammed (s.a.a) arasındaki ruhî, ilmî, amelî ve ahlakî benzerliğin Efendimizle benzerlik seviyesine ulaştığını göstermektedir. "Her birinin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır."۳۸ Dünya ve ahiret dereceleri insanın çalışıp çaba harcamasına göredir. "Kıyâmet günü için adâlet terâzileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez."۳۹

Allah Teala, Ali b. Ebi Talib''in (a.s) Allah yolunda yaptığı cihadın hakkını; öyle ki, hakkında Allah Teala''nın,"Yakındır ki Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştıra."۴۰ buyurduğu kimse ile birlikte daru''l-karar makamına ulaştığını daha iyi bilmektedir.

Bu makam ve derece ancak Peygamber Efendimizin (s.a.a) şu ifadesiyle ifade edilebilir: "Sen dünya ve ahrette benim kardeşimsin." Hz. Ali (a.s) kulluk makamından sonra bu kardeşlik makamı şerefine ulaşmıştır. Nitekim bu konuda kendisi de şöyle buyurmuştur: "Ben Allah''ın kulu ve Resulü''nün kardeşiyim."۴۱ Ve Şura gününde ise şöyle buyurmuştur: "Sizin aranızda Allah Resulü''nün (s.a.a) kendine kardeş ettiği bundan başka bir kimse var mıdır?"۴۲

3- Arkanın Kuvvetlenmesi:

Diğer hadislerde Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Allah Teala''dan arkasını Hz. Ali (a.s) ile kuvvetlendirmesini istediği ve Allah Teala''nın da onun duasını kabul ettiği geçmektedir.۴۳

Şüphesiz Peygamber Efendimizin (s.a.a) ağır vazifeleri Allah Teala''nın yüklediği en büyük sorumluluklardandır ve böyle ağır bir sorumluluğun yükünü peygamberlerin ve elçilerin destekleyicisi olan Hz. Muhammed''den (s.a.a) başka kimse taşıyamaz.

Dolayısıyla, Allah Resulü (s.a.a) Allah tarafından böyle ağır bir sorumluluğu üstlendikten sonra Allah Teala''dan arkasını, bileğini, güç ve kuvvetini Hz. Ali (a.s) ile sağlamlaştırmasını istedi. Allah da onun isteğini kabul etti; tıpkı Hz. Musa''nın (a.s) duasını kabul ettiği gibi: "Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz"۴۴

Allah Resulü''nün (s.a.a) böyle bir duada bulunması ve Allah Teala''nın da onu kabul etmesi, risalet işinin ancak ilahî kudretle üstün gelen ve Allah Teala''nın hikmetiyle konuşan Ali b. Ebu Talib''in yardımıyla gerçekleşeceğini ortaya koymaktadır.

Acaba Allah Resulü''nden (s.a.a) sonra ümmetin, Allah Resulü''nün destekçisinden başka bir destekçisi olması makul müdür? Ve acaba ümmetin, Allah Resulü''nün (s.a.a) bileği ve yaveri olan kimseden başka bir bilek ve yaver seçmesi mümkün müdür?!

4- İşi Islah Etmek

"Mûsâ, kardeşi Hârûn''a dedi ki: "Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et"۴۵

Harun, nasıl Hz. Musa''nın (a.s) kavminin ıslah edicisi olup ümmeti ıslah etmede Hz. Musa''nın (a.s) halifesi idiyse, bu makam ve mevki aynı şekilde Resul-i Ekrem''in (s.a.a) ümmetinde de Hz. Ali (a.s) için sabittir. Mutlak bir sözle ıslah etmek, kendisi mutlak ve kamil ıslah ile sıfatlandırılan bir kimsenin makamıdır, nitekim bu makam Kur''an-ı Kerim''de, "Salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya''yı müjdeliyor."۴۶şeklinde Hz. Yahya''nın sıfatı ve "Beşikte ve yetişkinlikte insanlara konuşacak ve salihlerden olacaktır."۴۷ Şeklinde Hz. İsa''nın sıfatlarından sayılmıştır. Buna göre maksat mutlak olarak salah makamı değil.

5- İşinde Ortaklık:

Harun (a.s), Musa''nın (a.s) işinde ortak olduğu gibi İmam Ali''nin (a.s) de peygamberlik dışında bu makama sahip olduğu ispatlanmış oluyor.

Peygamber-i Ekrem''in (s.a.a) vazifelerinden biri de için de her şeyin açıklaması bulunan kitabı ve hakkında Allah Teala''nın, "Hikmeti dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir."۴۸ "Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Allah''ın sana lütfü, cidden büyüktür."۴۹ buyurduğu hikmeti öğretmektir.

Şüphesiz, Allah Teala''nın Peygamber Efendimize (s.a.a) nazil ettiği kitap ve hikmet, bütün peygamberlere ve elçilere indirdiği şeyleri ve onlardan fazlasını kapsamaktadır; öyle bir fazlalık ki, genel peygamberlik, son elçilik, onun bütün peygamberlere imamlık ve önderliği ve Allah Teala''nın bütün yarattıklarından üstünlüğü nedeniyle sahiptir ona.

Resul-i Ekrem''in (s.a.a) vazifelerinden biri insanların arasındaki ihtilaf konularını açıklamak ve onların arasında hüküm vermektir: "Hakkında ihtilâf ettikleri gerçeği onlara açıklasın"۵۰ "Biz sana Kitabı gerçek ile indirdik ki, insanlar arasında Allah''ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin."۵۱

Peygamber Efendimizin (s.a.a) makamlarından biri de, müminlere kendi nefislerinden daha evla ve üstün olmasıdır. O halde, Hz. Ali (a.s), tekvin ve teşri sisteminde emir sahibi olan bir kişinin işinin ortağıdır.

6- Hilafet: Harun (a.s) Musa''nın (a.s) halifesi olduğu gibi bu hadis gereğince, Allah Resulü''nden (s.a.a) hemen sonra halifesinin Ali (a.s) olduğu ispatlanıyor.

Halife, bir kimsenin kaim makamı ve yerine geçen kimsedir; o kişinin yokluğundaki boşluğu halife vesilesiyle dolar.

Hz. Muhammed''in (s.a.a) halifesi, diğer peygamberlerin her birinin halifesiyle ve hatta bütün peygamberlerin halifesiyle mukayese edilemez; çünkü o öyle bir kimsenin halifesidir ki, Adem''den İsa b. Meryem''e kadar bütün peygamberler onun sancağı altındadırlar. Arşın sayesiyle arşın altının sayesi birbiriyle nasıl mukayese edilebilir ki?

Evet; Harun Musa''nın halifesi ve hakkında Allah Teala''nın "Ona Tûr''un sağ tarafından seslendik ve onu, özel konuşmak için (kendimize) yaklaştırdık."۵۲ buyurduğu bir kimsenin kaim makamıdır; fakat Ali b. Ebu Talib (a.s), Hatemu''n-Nebiyyin Hz. Muhammed''in (s.a.a) ve hakkında Allah Teala''nın "Sonra yaklaştı, (yere doğru) sarktı. (Arasındaki mesafe) İki yay uzunluğu kadar, yahut daha az kaldı."۵۳ buyurduğu kimsenin halifesidir.

Eban Ahmer''in İmam Cafer Sadık''tan (a.s) rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçmektedir: "Ey Eban! İnsanlar Emir''ül Müminin''in (a.s) "İstersem ayağımı kaldırıp Şam''da Ebu Süfyan''ın oğlunun göğsüne bırakarak onu tahtından alaşağı ederim" buyruğunu inkar ettikleri halde Süleyman''ın vasisi Asif''in gözü açıp kapatmadan önce Belkıs''ın tahtını Süleyman''ın yanına getirme gücüne sahip olduğunu reddetmiyorlar?!

Bizim peygamberimiz peygamberlerin en üstünü ve onun vasisi de vasilerin en üstünü değil midir?!

Son peygamber Hz. Muhammed''in (s.a.a) vasisini Süleyman''ın vasisi kadar da mı görmüyorlar?!

Allah Teala bizimle hakkımızı inkar edip fazilet ve üstünlüğümüzü reddedenlerin arasında hükmedecektir."۵۴

Dolayısıyla, Resul-i Ekrem''in (s.a.a) vezirliği, arkasının kuvvetlenmesi, onun işinde ortak olma, onunla kardeş olma, ümmetin arasında işleri ıslah etme ve onun halifesi olma bu makamlara sahip olmayan bir kimse ile mukayese edilemez.

Menzilet hadisi ve Kitab üzerinde düşünen ve sünnette derine inan bir kimse, Resul-i Ekrem (s.a.a) ile onun kendisinin hayatı döneminde halifesi ettiği bir kimseyi birbirinden ayırmanın aklın hükmü, Kitab ve sünnete aykırı olduğunu görecektir.

Ehl-i Sünnet''in sahih olduğunu itiraf ettiği bir rivayette Bekir b. Mismar''dan şöyle nakledilmiştir:

Amir b. Sa''d''dan, Muaviye''nin Sa''d b. Ebi Vakkas''a şöyle dediğini duydum:

Ebu Talib''in oğluna (Hz. Ali''ye) küfretmekten seni alıkoyan şey nedir?

Bunun üzerine Sa''d b. Ebi Vakkas şöyle dedi: Resul-i Ekrem''in (s.a.a) onun hakkında buyurduğu üç şeyden birini benim hakkımda buyurmuş olsaydı her nefis maldan daha hayırlı olduğunu düşündüğüm zaman ona küfredemiyorum.

Muaviye, ey Eba İshak! O üç şey nedir? diye sordu.

Ebu İshak (Sa''d b. Ebi Vakkas) şöyle dedi: Allah Resulü''ne (s.a.a) vahiy nazil olduğu zaman Ali, iki oğlu ve Fatıma''nın elinden tutarak abanın altına alıp, "Allah''ım! Bunlar benim Ehl-i Beytimdirler" buyurduğunu hatırladığım müddetçe onlara sabbetmem.

Allah Resulü (s.a.a) Tebuk savaşında Ali''yi (a.s) savaşa götürmeyip Medine''de bırakınca, Ali''nin (a.s) "Beni çocuklara ve kadınlara mı bırakıyorsun?" demesi üzerine Allah Resulü''nün (s.a.a) "Bana göre , Harun''un Musa''ya olan mevkisinde olmak istemez misin; ancak benden sonra peygamber yoktur?" buyurduğunu hatırladığım müddetçe ona sebbetmem.

Hayber savaşında Resul-i Ekrem''in (s.a.a) "Bu sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki, Allah ve Resulü onu ve o da Allah ve Resulü''nü sever. Allah onun eliyle zafer verecektir." buyurması üzerine hepimiz kimin kastedildiğini görmek için boynumuzu uzattık. Sonra Allah Resulü (s.a.a), "Ali nerededir?" diye sordu. "Gözü ağrıyor" dediler. "Onu çağırın gelsin" buyurdu. Ali''yi çağırdılar. -Ali gelince- Hazret mübarek ağzının suyuyla onun yüzüne sürdü. Sancağı ona verdi ve Allah Teala onun eliyle Müslümanları zafere ulaştırdı. Ben bunu hatırladığım müddetçe ona sabbetmem.

Ravi diyor ki: Allah''a andolsun ki, Sa''d b. Ebi Vakkas Medine''de olduğu müddetçe Muaviye ona hiçbir şey demedi.۵۵

Hakim Nişaburî şöyle diyor: Buharî ve Müslim kardeşlik ve rayet (sancak) hadisinin sihhatinde ittifak etmişlerdir.۵۶

Buharî, Sehl b. Sad''tan şöyle rivayet ediyor: Resul-i Ekrem (s.a.a) Hayber gününde şöyle buyurdu: "Yarın bu sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki, Allah onun eliyle fetih ve zafer verecektir. O, Allah ve Resulü''nü, Allah ve Resulü de onu sever."

Sonra Allah Resulü sancağı kime verecek diye herkes geceyi sabaha kadar ıstırap içerisinde geçirdi.

Sabah olunca herkes sancağın kendisine verilmesi için Allah Resulü''e (s.a.a) doğru gidip geliyordu.

Hazret "Ali b. Ebutalib nerede?" diye sordu. "Göz ağrısından dolayı rahatsızdır" dediler. Hazret, "Onu getirin" buyurdu.

Sonra Ali geldi; Hazret mübarek ağzının suyunu onun gözüne sürüp dua edince hiç hasta olmamış gibi Ali''nin gözünün ağrısı kayboldu.

Sonra sancağı ona verdi. Ali, "Ey Allah''ın Resulü! Onlarla bizim gibi oluncaya (iman edinceye) kadar savaşacağım" dedi. Sonra Hazret şöyle buyurdu: "Yumuşak bir şekilde ve sebatla hareket et ve meydana ulaşıncaya kadar acele etme. Sonra onları İslam dinine davet et ve onlara farz olan Allah''ın hakkını bildir. Allah''a andolsun ki, Allah senin vesilenle bir kişiyi hidayet edecek olursa, bu senin için nefis malların olmasından daha hayırlıdır."۵۷

Açıktır ki, Resul-i Ekrem''in (s.a.a), "Sancağı öyle birine vereceğim ki, o, Allah ve Resulü''nü, Allah ve Resulü de onu severler." şeklindeki buyruğu, Peygamber Efendimizin (s.a.a) ashabı arasında İmam Ali''den (a.s) başka hiç kimsenin böyle bir sıfata sahip olmadığını ortaya koymaktadır. Aksi durumda, Resul-i Ekrem''in (s.a.a) Ali''yi (a.s) bu sıfata has kılması sebepsiz olurdu; halbuki aklen ve şer''an batıl olan bir şeyden münezzehtir.

Sancağın İmam Ali''ye (a.s) verilmesi ve onun eliyle zafere ulaşılmasının kedisi de, Allah Teala''nın, Peygamberinin (s.a.a) arkasını Hz. Ali (a.s) ile sağlamlaştırdığına ve Resulü''nün bileğini onunla kuvvetlendirdiğine delalet eden menzilet hadisini tefsir etmektedir.

Resul-i Ekrem''in (s.a.a), "Allah Teala Ali''nin vesilesiyle zafer verecektir" şeklindeki buyruğu, Allah Teala''nın fiilinin Ali b. Ebi Talib''in eliyle gerçekleşeceğini anlatmaktadır. Nitekim aynı şekilde Allah Resulü''nün (s.a.a) eliyle de gerçekleşmiştir. Buyuruyor ki: "Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı."۵۸ Bu konuda Hz. Ali''nin (a.s) kendisinden de şöyle rivayet edilmiştir: "Allah''a andolsun ki, ben Hayber''in kapısını vücudumdaki güçle yerinden çıkarmadım."۵۹

Evet; Allah Teala vesile ederek eliyle Hayber''i fetheden kimse Allah''ın elidir. Acaba Allah Teala''nın yarattıklarının en üstününün bileği Allah''ın eli dışında bir şeyle sağlamlaşabilir mi? "Muhakkak ki bunda, kalbi olan, yahut şâhid olarak (zihnini toplayarak dikkatle) kulak veren kimse için bir öğüt vardır."۶۰

Üçüncü Hadis:

Hakim Nişaburî''nin "Müstedrek"te۶۱ ve Zehebî''nin ise "Tahlis"te۶۲ Bureyde Eslemî''den rivayet ettiği bu hadis şöyledir: Ali ile birlikte bir savaş için Yemen''e gittim ve onda, hoşlanmadığım bir durum gördüm. Bunun üzerine Allah Resulü''nün (s.a.a) huzuruna çıkarak onu eleştirince Allah Resulü''nün (s.a.a), yüzünün değiştiğini gördüm. Sonra bana, "Ey Bureyde! Ben müminlere kendi nefislerinden daha evla (ileri) değil miyim?" buyurdu. Ben, "Evet, ey Allah''ın Resulü" dedim. Bunun üzerine, "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyurdu.

Allah Resulü (s.a.a) Gadir-i Hum''da buyurduğu bu sözlerini burada Bureyde''ye de söylüyor.

Gadir-i Hum olayını muhaddislerin, tarihçilerin ve müfessirlerin önde gelenleri۶۳, araştırdıkları konuyla ilişkisi çerçevesinde zikretmişlerdir; hatta lügatçiler de buna kendi kitaplarında yer vermişlerdir; örneğin:

İbn Dureyd "Cemheretu''l-Lügat"te şöyle diyor: "Gadir meşhurdur; o, Allah Resulü''nün (s.a.a) durup hutbe okuyarak Emir''ül Müminin Ali b. Ebutalib''i (a.s) üstün kıldığı yerdir."۶۴ Tacu''l-Arus''ta, "Veli" kelimesinde şöyle diyor: "senin işini üstlenen kimse … şu hadis gibi: Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır." İbn Esir "Nihaye"de, "Veli" kelimesinde şöyle diyor: "Ve Ömer''in Ali''ye (a.s) "Sen bütün müminlerin mevlası oldun" şeklindeki sözü, sen bütün müminlerin velisi oldun anlamındadır."

Gadir hadisi Ehl-i Sünnet yanında sahih bilinen kanallarla rivayet edilmiştir; gerçi bu hadis, senedinin sahih olmasına gerek kalmayacak kadar fazla kanallarla nakledilmiştir.

Hafız Süleyman b. İbrahim Kunduzî Hanefî "Yenabiu''l-Mevedde" adlı eserinde şöyle diyor: "Tarihçi Muhammed b. Cerir-i Taberî, Menakıb''ında Gadir-i Hum hadisini yetmiş beş kanalla nakletmiştir ve bu konuda "el-Velaye" adında ayrı bir kitap yazmıştır. Yine Gadir-i Hum hadisini Ebu''l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Said b. Ukde rivayet etmiş, bu konuda "el-Muvalat" adında bir kitap yazmıştır ve bu hadisi yüz beş kanal ile zikretmiştir."

Daha sonra şöyle diyor: "Allame Ali b. Musa ve "İmamu''l-Haremeyn" lakabını alan, Ebu Hamid Gazalî''nin hocası Ali b. Muhammed Ebi''l-Muali el-Cuveynî hayretle şöyle diyor: Bağdat''ta sahafçıda Gadir-i Hum rivayetlerini içeren bir cilt kitap gördüm. O cildin üzerine ''Allah Resulü''nün (s.a.a) "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyruğunun kanallarını içeren yirmi sekizinci cilt; bunun peşinden de yirmi dokuzuncu cilt gelir'' diye yazmıştı."۶۵

İbn Hacer "Tehzibu''t-Tehzib"de İmam Ali''nin (a.s) biyografisinde bu hadisi ondan, Ebu Hureyre, Cabir, Bera b. Azib ve Zeyd b. Erkam''dan rivayetle İbn Abdulbirr''den naklettikten sonra şöyle diyor: "İbn Cerir Taberî bu hadis hakkında yazdığı kitapta, ismi geçen kişilerden kaç kat fazlasının ismini toplamıştır, Ebu''l-Abbas b. Ukde bu hadisin kanallarını toplamaya itina göstermiş ve onu yetmiş veya daha fazla sahabeden rivayet etmiştir." ۶۶

Bu hadisin Allah Resulü''nden (s.a.a) sonra Emir''ül Müminin Ali''nin (a.s) velayet ve hilafetine delaleti apaçıktır; çünkü "Mevla" kelimesi her ne kadar çeşitli anlamlara geliyorsa da, birçok karineler bu hadisten maksadın velayet ve emir sahibi olduğunu göstermektedir. Bu karinelerden bazıları şöyledir:

1- Allah Resulü (s.a.a) bu açıklamayı yapmadan önce vefat edeceğini bildiriyor ve insanlara Allah''ın Kitabı ve itretine (Ehl-i Beytine) sarılmayı tavsiye ederek bu ikisinin birbirinden ayrılmayacaklarını beyan ediyor. Bu açıklamadan sonra Ali''yi (a.s), "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" unvanıyla tanıtması, maksadının, ümmetin kendisinden sonra ona ve Kur''an''a sarılarak dalaletten kurtulacağı kimseyi tanıtmak olduğunu açıklamaktadır.

2- Sırf Ali''nin (a.s) müminlerin dostu ve yardımcısı olduğunu bildirmek için hac dönüşünde o büyük topluluğu yakıcı güneşin altında tutmak ve deve hörgüçlerinden minber yapmak Resul-i Ekrem''in (s.a.a) makamına yakışmaz; bu da Allah Resulü''nün (s.a.a) bütün bunları çok önemli bir şeyi ilan etmek için yaptığını gösteriyor ve o da Ali''nin (a.s) -mevla kelimesinin anlamlarından olan- emir sahibi olduğudur.

3- Vahidî "Esbab-i Nüzul"da Ebu Said Hudrî''den, "Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O''nun risaletini duyurmamış olursun. Allah seni insanlardan korur"۶۷ ayetinin Gadir-i Hum''da Ali b. Ebutalib hakkında nazil olduğunu nakletmektedir.۶۸

Bu ayetten, Allah Resulü''nün (s.a.a) ayetin nüzulü hakkında tebliğ etmekle sorumlu olduğu şeyin iki yönü olduğu anlaşılmaktadır:

A- Bunu duyurmak o kadar önemlidir ki Allah Teala, "Bunu yapmazsan, O''nun risaletini duyurmamış olursun" buyurmuştur.

B- Bu tebliği yaparken senin koruyucun Allah''tır. Bu da şunu gösteriyor ki: Allah Resulü''nün (s.a.a) tebliğ etmekle görevli olduğu şey, kitap ehlinden Allah Resulü''nün (s.a.a) zuhur edeceğini ve hükümetinin genişleyeceğini duyan ve bu makama ulaşmak için Peygamber Efendimizin (s.a.a) yanında yer alan münafıkların hile ve tuzak tertiplemesine sebep olacağını göstermektedir ve böyle bir şey de ancak Mevla kelimesinin ümmetin emir sahibi olmak anlamına gelmesi durumunda gerçekleşir.

4- Hatib Bağdadî, Ebu Hureyre''den şöyle rivayet etmektedir: "Zilhicce ayının on sekizinci gününde oruç tutan kimse için altı ayın orucu yazılır ve o gün Gadir-i Hum günüdür. Allah Resulü (s.a.a) Ali b. Ebutalib''in elinden tutarak, "Ben müminlerin velisi değil miyim?" buyurdu. "Evet ey Allah''ın Resulü" dediler. Bunun üzerine, "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyurdu.

Bunun peşinden Ömer b. Hattab, "Ne mutlu, ne mutlu sana ey Ebutalib''in oğlu! Benim ve bütün Müslümanların velisi oldun" dedi. Sonra Allah Teala, "Bugün size dininizi kemale erdirdim" ayetini nazil etti.۶۹

Allah''ın dininin kemale erip nimetlerinin tamamlanmasını gerektiren ve İslam dininin Allah''ın beğenisini kazanmasına sebep olan şey, Allah''ın hükümlerinin öğretmeni ve uygulayıcısının önceden belirlenmiş olmasıdır.

5- Şeblencî "Nuru''l-Ebsar"da۷۰ kaydettiğine göre; İmam Ebu İshak Sa''lebî tefsirinde şöyle nakletmiştir: Bir adam Süfyan b. Uyeyne''den, "İsteyen biri, olacak bir azabı istedi"۷۱ ayetinin kimin hakkında nazil olduğunu sordu.

Bunun üzerine, "Benden öyle bir şeyi sordun ki daha önce kimse sormamıştı. Babam Cafer b. Muhammed''den, o da babasından bana şöyle rivayet etmiştir: Allah Resulü (s.a.a) Gadir-i Hum''da insanlara haykırması üzerine insanlar toplanınca Ali''nin (a.s) elinden tutarak, "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyurdu. Bu olay bütün şehirlere yayıldı ve Haris b. Nu''man-i Fehrî''ye de ulaştı. Bu nedenle Allah Resulü''nün (s.a.a) huzuruna gelerek şöyle dedi: "Ey Allah''ın Resulü! Allah''ın birliğine ve kendi peygamberliğine şehadet etmemizi emrettin kabul ettik; beş vakit namaz kılmamızı emrettin kıldık, zekat vermemizi emrettin verdik, Ramazan ayının orucunu tutmamızı emrettin kabul ettik, hac yapmamızı emrettin onu da kabul ettik. Fakat bununla da razı olmadın; amcanın oğlunu bizden üstün göstermek için elinden tutarak "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" dedin. Bu senden midir yoksa Allah Teala''dan mıdır?"

Allah Resulü (s.a.a), "Kendisinden başka ilah olmayan Allah''a andolsun ki bu Allah Teala''dandır" buyurdu.

Bunun üzerine Haris b. Nu''man merkebine binmek için hareket ederek şöyle dedi: "Allah''ım! Muhammed''in söylediği hak ise bize gökten taş yağdır veya acılı bir azap gönder."

Daha merkebine ulaşmadan Allah ona bir taş vurdu; taş başından giderek diğer tarafından dışarı çıktı ve oracıkta öldü. Bunun peşinden Allah Teala şu ayeti nazil etti: "İsteyen biri, olacak bir azabı istedi. Kâfirler için, ki onu savacak yoktur, yükselme derecelerinin sâhibi Allah''tan."۷۲

İnsanların, Allah Resulü''nün (s.a.a) Ali (a.s) hakkında dile getirdiği faziletlerden haberdar olduklarında şüphe yoktur. Haris b. Nu''man gibi kişiler için yeni olan, şehirlerde yayılan ve inanamayacakları fazilet, Ali''nin ümmetin mevlası ve velisi olmasıdır; bu gibi kişiler buna tahammül edemiyorlardı, yoksa mevla kelimesinin diğer anlamlarına değil.

6- Ahmet b. Hanbel۷۳, Fahr-i Razî۷۴, Hatib Bağdadî "Tarih-i Bağdad"da۷۵ ve diğerleri۷۶ şöyle rivayet etmişlerdir; -biz Müsned-i Ahmed''in rivayeti ile yetiniyoruz-: Berra b. Azib''ten şöyle rivayet etmektedir: Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte bir yolculuktaydık. Gadir-i Hum''a indik. Cemaat namazı için ilan yapıldı. Allah Resulü için iki ağacın altını süpürdüler. Allah Resulü (s.a.a) öğle namazını kıldıktan sonra Ali''nin elinden tutarak, "Benim müminlere kendi canlarından daha evla (ileri) olduğumu bilmiyor musunuz?" buyurdu. Oradakiler, "Evet" dediler. Sonra, "Benim her mümine kendi canlarından daha üstün olduğumu bilmiyor musunuz?" Oradakiler, "Evet" dediler. Bunun üzerine Ali''nin elinden tutarak şöyle dedi: "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah''ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol." Ondan sonra Ömer, Ali ile görüşerek dedi ki: "Mübarek olsun ey Ebutalib''in oğlu. Bütün mümin erkek ve kadınların mevlası olarak sabahlayıp akşamladın."

Ömer gibi birisinin yapmış olduğu bu tebrik, İmam Ali ile diğerleri arasında mevla kelimesinin ortak bir manası için yapılan tebrik değildir; bu tebrikin özel bir şey için yapıldığında şüphe yoktur ve o da ümmetin önderliği ve velayet makamından başka bir şey değildir.

7- Ehl-i Sünnet''in ileri gelenlerinden bazıları, örneğin İbn Hacer Askalanî "el-İsabe"de,۷۷ İbn Esir "Usdu''l-Gabe"de۷۸ ve diğerleri şöyle nakletmişlerdir, -biz İbn Esir''den naklediyoruz-:

Ebu İshak şöyle diyor: Sayılarını sayamayacağım kişiler bana şöyle rivayet ettiler: Ali, Rahbe''de Allah Resulü''nün (s.a.a), "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah''ım; onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol" buyruğunu kimlerin duyduğunu sordu. Bunun üzerine bir grup ayağa kalkarak Allah Resulü''den (s.a.a) bunu duyduklarına şahadet ettiler. Bir grup da bunu gizlediler. Gizleyenler ölmeden önce ya kör oldular ya da bir afete uğradılar.

Açıktır ki, İmam Ali''nin (a.s) bu hadis ile delil getirmesi ve hilafetin kendisinin hakkı olduğunu ispatlamak için insanlardan şahitlik etmelerini istemesi bu hadisin emir sahibi ve ümmetin önderi olma anlamını verdiğini göstermektedir.

8- Allah Resulü (s.a.a) Ali''nin (a.s) velayetini açıklamadan önce şöyle buyuruyor: "Allah benim mevlamdır ve ben de her müminin mevlasıyım." Allah''ın onun mevlası olması şöyledir: Allah''tan başka hiç kimsenin onun üzerinde velayeti yoktur, Allah onun velisi olduğu gibi o da her müminin velisidir ve onun müminlerin üzerindeki velayeti ne ise Ali''nin (a.s) de müminler üzerindeki velayeti odur. Bu da, bu velayetin emir sahibi ve yöneticilik anlamında olduğunu göstermektedir.

9- Allah Resulü (s.a.a) Ali''yi (a.s) tanıtmadan önce "Ben size kendi canlarınızdan daha evla (ileri) değil miyim?" ifadesiyle onlardan ikrar alıyor ve onlar da "Evet" diyorlar. Bu da Allah Teala''nın Kur''an-ı Kerim''de buyurduğu, "Peygamber, mü''minlere canlarından ileridir"۷۹ buyruğunda geçen önceliktir. Daha sonra "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyuruyor. "Ben size kendi canlarınızdan daha evla (ileri) değil miyim?" cümlesini öne geçirerek "veli" kelimesinin anlamı hususunda her türlü şüpheyi bertaraf ediyor ve kendisinin müminlere karşı önceliğini Ali (a.s) için de ispatlıyor.

Dördüncü Hadis:

Allah Resulü (s.a.a) İmam Ali''ye (a.s) şöyle buyurmuştur: "Sen bendensin, ben de sendenim."۸۰ Bu hadisi Ehl-i Sünnet''in ileri gelen hadis imamlarından Buharî ve diğerleri rivayet etmişlerdir.

Şüphesiz varlık aleminin kamali akıl, ilim, kulluk ve özgür iradeyle Allah Teala''ya itaat etmekledir. İnsanın yaratılışını diğerlerinden ayıran üstünlüğü bu akıl ve onun özgür iradesiyle Allah''a itaatindedir; onun yaratılışının hedefi de yine budur.

Dolayısıyla, insanın kemali, gayb alemine bağlanma mertebesine ulaşmasında ve aklının vahiy nuruyla aydınlanmasındadır ve bu da peygamberlik derecesidir.

Peygamberlik derecesinin kemali, Yaratıcı tarafından yaratılmışların akıllarını ilahi hikmet nuruyla nurlandırmaları için onlara gönderilmektir; bu ise risalet derecesidir.

Risalet derecesinin kemali, edilen ahit ve alınan misaka azim ve karar derecesine ulaşmaktır. Bu da şeriatle gönderilen bazı peygamberlerin ulu''l-azm makamıdır.

Bu derecenin kemali ise, ebedi şeriat için gönderilmekten ibaret olan hatemiyet derecesine ulaşmaktır. İnsanlığın kemalinin zirvesi budur. Bu geçmişin hatemi, geleceğin fatihi, ism-i a''zam ve mesel-i a''la derecesinin sahibi ise Hz. Muhammed b. Abdullah''tır (s.a.a).

Ali (a.s) öyle bir dereceye ulaştı ki, hakkında Allah Teala''nın "O, kendi heveslerinden konuşmaz"۸۱buyurduğu kimse onunla ilgili olarak, "Ali bendendi" buyurmuştur. Yani o, alemin yaratılışının ve Adem''in halife kılınmasının illet-i gaisi ve nefs-i kutsiyyesi olan imkan aleminin yegane cevherinden türemiştir.

Hazret bu cümleyle de yetinmeyerek peşinden, "Ben de ondanım" buyurarak hatemin varlığının, bisetin hedefinin ve onun emniyetinin kıvamının kendisine bağlı olduğu şey -yani hüdus ve beka açısından sapsağlam dine ve sırat-ı müstakime hidayet etmek- ancak Ali ve onun masum evlatlarıyla gerçekleşeceğini anlatmak istiyor.

Peygamberin hilafetini, kendisi peygamberden ve peygamber de kendisinden olan bir kimseden ayırmak nasıl mümkündür?!

Beşinci Hadis:

Hadis imamları Resul-i Ekrem''den (s.a.a) rivayet edilen şu hadisin sahih olduğunu itiraf etmişlerdir: "Ali Kur''an ile ve Kur''an da Ali ile birliktedir; bu ikisi -Kevser- havuzunun başında bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar."۸۲

Kur''an-ı Kerim''i tanımayı göz önünde bulundurduğumuzda bu hadisi delaleti aydınlık kazanmaktadır; aşağıda özetle birkaç noktaya değiniyoruz:

1- İlahi kitaplarda Kur''an-ı Kerim''den daha üstün bir kitap yoktur: "Allah, sözün en güzelini, (Kur''ân''ın âyetlerini güzellikte) birbirine benzer, ikişerli bir Kitap halinde indirdi."۸۳ "Gerçekten bu Kur''ân da en doğru yola iletir."۸۴ "Yâsin. Hikmetli Kur''ân''a andolsun."۸۵

2-Allah Teala onu kalemin yazamayacağı ve dilin anlatamayacağı bir vasıfla vasıflandırmıştır: "Hayır o şerefli bir Kur''an''dır. Levh-i Mahfuz''dadır."۸۶ "O, elbette değerli bir Kur''ân''dır. Saklı bir Kitâptadır."۸۷ "Andolsun sana ikililerden yedi ve bu büyük Kur''ân''ı verdik."۸۸

3- Allah Teala kendini Kur''an öğretmeni olarak tanıtmıştır: "Çok merhametli (Allah), Kur''ân''ı öğretti."۸۹

4- Bu kitapta tecelli eden ilahî ceberuta işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Biz bu Kur''ân''ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu, baş eğmiş, çatlamış, yarılmış görürdün."۹۰

5- Sırlar saklı olup ayetlerinde tecelli eden gücüne işaret ederek şöyle buyuruyor: "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yahut arzın parçalandığı, yahut ölülerin konuşturulduğu bir Kur''ân olsaydı!.."۹۱

6- Bu kitap Allah Teala''nın ilim ve hikmetinin mazharıdır: "Şüphesiz, Kuran''ı, Hakim ve Alim olan Allah katından almaktasın."۹۲ "Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik."۹۳

7- Allah Teala bu kitabı indirdiği için kendini överek şöyle buyurmaktadır: "Allah''a hamdolsun ki, kuluna Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı."۹۴

8- Resul-i Ekrem (s.a.a) bu aziz kitaba sarılmak hususunda şöyle buyurmaktadır: "O halde, fitneler karışıp sizi kuşattığı zaman Kur''an''a yönelin; çünkü Kur''an şefaati kabul olan şefaatçidir; sözü tasdik edilen kötülerden haber verendir; onu imam edeni cennete yönlendirir ve onu arkasına atanı cehenneme çeker; Kur''an en güzel yollara yönlendiren kılavuzdur. İçinde tasdik ve beyan ve hakikatleri elde etmek bulunan bir kitaptır; hakkı batıldan ayırandır; o, son sözdür, şaka ve boş şey onda yoktur. 0nun bir zahiri ve bir de batını vardır. Zahiri hüküm ve batını ise ilimdir; zahirinin cilve ve güzelliği var, batını ise derindir; onun sınırları ve sınırlarının da sınırları vardır; onun insanı hayrete düşüren özellikleri bitmek bilmez, gariplik ve yenilikleri eskimez; onda hidayet lambaları ve aydınlık veren hikmet vardır; onu tanıyan kimse için kılavuzdur."۹۵

Evet; Allah Teala bu kitapta yarattıklarına tecelli etmiştir. Onu nazil eden kimse mezkur ayetlerde ve onun nazil olduğu kimse ise sözü edilen kelimelerde onu anlatmışlardır.

Resul-i Ekrem''in (s.a.a) kendisini Kur''an ile ve Kur''an''ı da kendisiyle kıldığı kimse ne kadar da yücedir!

O zahirde Kur''an''ın hikmetiyle Kur''an''dır ve batında da Kur''an''ın ilmiyle Kur''an''dır; onun sayılmayacak kadar insanı hayrete düşüren özellikleri ve bitmek bilmeyen garip yönleri vardır; bütün bunlarla birlikte; bütün peygamberlere nazil olan kitap ve hikmet onun yanındadır.

Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt mektebinin tefsir ve hadis imamlarının rivayetlerine göre۹۶ Ali (a.s) Allah Teala''nın, "Belleyen kulak."۹۷ buyruğundaki açıkladığı belleyen kulaktır.

O öyle bir kimsedir ki, "Benden sorun; Allah''a andolsun ki, kıyamet gününe kadar olacak her şey hakkında soracaklarınızı cevaplarım; benden Allah''ın Kitabı hakkında sorun. Allah''a andolsun ki, gece mi yoksa gündüz mü nazil olduğunu bilmediğim bir ayet yoktur."۹۸

Allah Resulü''nün (s.a.a) kendisini Kur''an ile birlikte tanıttığı, birliktelik iki taraflı olduğu için Ali Kur''an ile birlikte olduğunda ister istemez Kur''an da Ali ile birlikte olacağı halde, sadece "Ali Kur''an ile birliktedir" buyruğuyla yetinmemiş ve onun yüceliğini zirveye çıkarmak için "Kur''an da Ali ile birliktedir" buyurduğu kimsenin makamı ne kadar da yücedir! Ve bu yalnız akıl sahiplerinin ulaşabilecekleri bir noktadır.

Birinci cümleyi Ali ile başlayıp Kur''an ile bitirilmesinde ve ikinci cümlenin ise Kur''an ile başlayıp Ali ile bitirilmesinde ve yine bunu insanların en fasihinin belli bir sıralamayla buyurmasında , burada açıklamak için fırsatımız olmayan bir takım incelikler vardır.

Kısacası; peygamberler ve elçiler arasında Resul-i Emin''den daha üstün olan bir kimse yoktur; Ali ondan ve o da Ali''den olduğuna göre (Sen bendensin ve ben de senden) Ali de Allah kullarının en üstünü olan Hz. Muhammed''den (s.a.a) hemen sonraki derecede yer almaktadır.

Nazil olan kitaplar arasında Kur''an-ı Kerim''den üstün olan bir kitap yoktur; Ali Kur''an ile ve Kur''an da Ali ile olduğuna göre (Ali Kur''an ile ve Kur''an da Ali ile birliktedir) Ali''nin kalbi Allah tarafından nazil olan hidayet, nur, kitap, hikmet gibi her şeyin hazinesidir.

Bütün bu özelliklere rağmen onun Resul-i Ekrem''in (s.a.a) halifesi ve Kur''an-ı Kerim''in müfessiri olmaya herkesten daha layık olduğu konusunda hala bir şüphe kalıyor mu?!

Acaba onun Allah''a iman eden herkesin mevlası olduğu konusunda bir şüphe kalıyor mu?! Çünkü buyuruyor ki: "Elçi size ne verdiyse onu alın"۹۹ ve "Elçiye düşen, sadece açık bir şekilde duyurmaktır."۱۰۰

Altıncı Hadis:

Ehl-i Sünnet''in rical ve muhaddisleri bu hadisin senedinin sahih olduğunu itiraf etmişlerdir; özeti şöyledir: Bir grup İbn Abbas''ın yanına gelerek Emir''ül Müminin Ali (a.s) hakkında çirkin sözler söylüyorlardı.

Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: Bunlar öyle birisine dil uzatıyorlarki,sahip olduğu şu on fazilet kimsede bulunmaz.

1- Diğerlerinin giderek eli boş geri döndükleri Hayber savaşında Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Öyle bir kişiyi göndereceğim ki, Allah onu hiçbir zaman alçaltıp zelil etmemiştir; Allah ve Resulü (s.a.a) onu ve o da Allah ve Resulü''nün (s.a.a) sever."

Herkes bu kişinin kim olduğunu merak ederek boyunlarını uzattı. Sonra, "Nerededir Ali?" diye sordu. Bunun üzerine Ali (a.s) gözleri iltihaplandığı halde çıkageldi. Gözleri Allah Resulü''nün (s.a.a) eliyle şifa bulunca. Allah Resulü (s.a.a) sancağı üç defa kaldırdıktan sonra Ali''ye (a.s) verdi.

2- Allah Resulü (s.a.a) falancayı Tevbe Suresi ile birlikte müşriklere göndermişti. Daha sonra peşinden Ali''yi gönderip Tevbe Suresini ondan alarak, "Sureyi ancak benden olan ve benim de ondan olduğum bir kişi götürmelidir" dedi.

3- Allah Resulü (s.a.a), "Hanginiz dünya ve ahirette beni destekleyecek" buyurdu. -Ali''den başka- Kimse kabul etmeyince Ali''ye "Sen dünya ve ahirette benim velimsin" buyurdu.

4- Ali (a.s) Hatice''den sonra iman eden ilk kişi idi.

5- Allah Resulü abasını Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin''in üzerine atarak şöyle buyurdu: "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü çirkinliği gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı diler."

6- Ali canını Allah Resulü''ne feda eden ve onun elbisesini giyerek geceleyin yatağında yatan ve müşriklerin Peygamber olduğunu sanarak sabaha kadar taşladığı kimsedir.

7- Tebuk savaşında Ali''yi (a.s) Medine''de kendi yerine bırakmış, Ali (a.s) Allah Resulü''nün (s.a.a) ayrılığından dolayı ağlayınca Resul-i Ekrem (s.a.a), "Bana karşı Harun''un Musa''ya karşı olan mevkiinde olmak istemez misin; ancak benden sonra peygamber yoktur; sen yerimde halife olmadıkça benim gitmem caiz değildir" buyurdu.

8- Allah Resulü (s.a.a) Ali''ye (a.s) şöyle buyurmuştur: "Sen benden sonra bütün mümin erkek ve kadınların velisisin."

9- Resul-i Ekrem (s.a.a) Ali''nin (a.s) evinin kapısı dışında mescidine açılan tüm kapıları kapadı.

10- Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır."۱۰۱

Allah Resulü''nün (a.s) apaçık nassı, o kadar sahabeye rağmen sancağı alıp Ali''ye (a.s) vermesi ve sadece onu Allah ve Resulü''nün habibi ve mahbubu olarak tanıtması, "Allah''ın buyruğunu Ali''nin tebliğ etmesi gerekir; çünkü Ali benden ve ben de Ali''denim" gerekçesiyle Allah Teala''nın mesajını diğerinden alıp Ali''ye vermesi, apaçık bir şekilde, "Ali yerimde halife olmadıkça benim gitmem uygun değildir" buyurması, Ali''nin mutlak ve genel velayetini açıklayarak, "Sen benden sonra bütün mümin erkek ve kadınların velisisin" ve "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır" buyurması ve bu sahih sünnetten sonra akıl ve insaf sahiplerinin Ali''nin (a.s) Allah Resulü''nden (s.a.a) hemen sonra onun halifesi olduğu konusunda bir şüphesi kalır mı?!

Elinizdeki bu özet kitabın kapasitesi bu konudaki ayet ve rivayetleri saymaya yetmez.

Nitekim, hicretin beşinci yılının ileri gelenlerinden olan Haskanî Hanefî tabiinin ileri gelenlerinden ve meşhur müfessirlerden olan Mucahid''den Ali''nin (a.s) hiçbir sahabenin, benzerine sahip olmadığı yetmiş fazilete sahip olduğunu ve ashabın sahip olduğu her fazilete Ali''nin (a.s) de sahip olduğunu nakletmiştir.۱۰۲

İbn Abbas''tan şöyle rivayet edilmiştir: Kur''an''ın neresinde "İman eden ve iyi amellerde bulunanlar"diye geçmişse Ali o ayetin başta geleni ve en üstünüdür. Yine Allah Teala''nın kınamadığı hiçbir sahabe yokken; oysa Ali''yi sadece hayırla anmıştır.۱۰۳

Ali''nin (a.s) on sekiz fazileti vardır; bu ümmetten onlardan birine sahip olan kurtuluşa erer. Ali (a.s) ümmetten hiç kimsenin sahip olmadığı on iki övgüye sahiptir.۱۰۴

İbn Ebi''l-Hadid şöyle demiştir: Hocamız Ebu''l-Huzeyil''den, "Allah katında Ali''nin mi makamı daha yüksektir Ebubekir''in mi?" diye sorulduğunda şöyle dedi:

"Andolsun Ali''nin Handek savaşında Amr ile savaşı sadece Ebubekir''in değil, bütün muhacir ve ensarın amellerine ve onların tümünün itaatlerine eşittir."۱۰۵

Hanbelilerin imamı Ahmet b. Hanbel şöyle diyor: "Allah Resulü''nün (s.a.a) ashabından hiç biri hakkında Ali b. Ebutalib kadar fazilet rivayet edilmiştir."۱۰۶

Lügat ve edebiyat imamı ve uruz ilminin kurucusu Halil b. Ahmed''in dediği gibi: Her insanın fazileti ya dostu ya da düşmanı vesilesiyle yayılır. Ama Ali''nin dostları korkudan, düşmanları ise kıskançlıktan onun faziletlerini sakladılar; fakat buna rağmen yine de onun faziletleri bu kadar yayılmıştır.۱۰۷

Düşmanların düşmanlığı ve dostların korkusu olmasaydı, Emevi ve Abbasî hükümetinin karanlık gecesi bu güneşi örtmeseydi, kim bilir onun faziletinin nurları ufukları nasıl apaydın ederdi?!

Bu değerli konuyu İmam Ali (a.s) hakkında nazil olan iki ayetle bitiriyoruz:

1- "Sizin veliniz, ancak Allah, Elçisi, namaz kılan ve rükû''a halinde zekât (sadaka) veren mü''minlerdir."۱۰۸

Ehl-i Sünnet''in ileri gelen alimleri bu ayetin imam Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu itiraf etmişlerdir. Biz burada Fahr-i Razî''nin rivayet ettiği hadisin özet olarak anlamını nakletmekle yetiniyoruz:

"Ebuzer şöyle diyor: Öğle namazını Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte kıldım. Bir dilenci mescidin kapısında bir talepte bulundu. Fakat hiç kimse ona bir şey vermedi. O sırada Ali rüku halindeydi. Yüzük bulunan parmağıyla dilenciye işaret etti. Dilenci de gelerek Ali''nin parmağından onu aldı. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) şöyle yakardı: "Allah''ım! Kardeşim Musa ''Rabbim! Göğsümü genişlet'' diyerek senden talepte bulundu ve sen "Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir yetki vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size asla erişemeycekler" diye nazil ettin. Allah''ım! Ben senin kulun Muhammed''im. O halde benim de göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır; Ehl-i Beytim''den Ali''yi bana vezir kıl ve arkamı onunla sağlamlaştır." Allah''a andolsun, daha Allah Resulü''nün (s.a.a) sözü bitmemişti ki Cebrail bu ayeti nazil etti."۱۰۹

Ayetin Allah Resulü''nün (s.a.a) duasından sonra nazil olması efendimizin duasının kabul olduğunu gösteriyor. Harun''un Musa yanında sahip olduğu bütün makamlar Allah Resulü''ne karşı Ali''ye verildi.

Bu ayet -atıf harfi gereğince- Allah Teala''nın Peygambere (s.a.a) verdiği velayetin, Ali''ye (a.s) de verildiğini ispatlamaktadır.

Ve ayetin Arapçasında geçen "İnnema" hasır edatı velayetin sadece Allah, Resulü ve Ali ile sınırlı olduğunu ve bu velayetin, veli kelimesinin anlamlarından olan emir sahibinden başka bir anlama gelemeyeceğini ispatlamaktadır.

2- "Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden la''netle du''â edelim de, Allah''ın la''netini yalancıların üstüne atalım!""۱۱۰

Bu ayette araştırmacılar için bir takım noktalar vardır. Biz burada açıklamalarına değinmeden onlardan üçüne işaret edeceğiz:

Allah Resulü''nün (s.a.a) onları mübahaleye (lanetleşmeye) davet etmesi peygamberliğinin delilidir, Hıristiyanların mübaheleden kaçınmaları ise Hıristiyanlığın batıl ve İslam dininin hak üzere olduğu gerçeğini itiraf etmeleri anlamına gelmektedir. Ayette geçen "kendimizi" (nefislerimizi) kelimesi, Emir''ül Müminin Hz. Ali''nin (a.s) Allah Resulü''nden (s.a.a) hemen sonra onun halifesi olduğuna delalet etmektedir; çünkü Kur''an-ı Kerim''in nassı gereğince Peygamberin (s.a.a) varlığının devamı olan "kendimiz"in varlığı ile başka birinin halife olması makul değildir.

Muhaddis ve müfessirlerin önde gelenlerinin ittifak ettikleri şey şudur: "Oğullarımız"dan maksat Hasan ve Hüseyin, "Kadınlarımız"dan maksat Fatıma-i Zehra, "Kendimiz (nefislerimiz)"den maksat Ali b. Ebutalib''tir. Fahr-i Razî''nin bu ayetin tefsirinde kaydettiği bir hadisi zikrediyoruz. Bu hadisin özet olarak anlamı yaklaşık olarak şöyledir:

"Allah Resulü (s.a.a) Necran Hıristiyanlarına delillerini gösterdikten sonra onlar cahilliklerinde ısrar edince şöyle buyurdu: ''Allah, delilimi kabul etmemeniz durumunda sizinle mübahele etmemi emretti.'' Onlar, ''Ey Ebe''l-Kasım! Dönüp düşündükten sonra sana gelelim'' dediler. Aralarında görüş sahibi olan kişinin yanına dönerek, ''Ey Abdulmesih! Senin görüşün nedir?'' dediler. O da dedi ki: ''Ey Hıristiyanlar! Siz Muhammed''in gönderilmiş peygamber olduğunu ve İsa konusunda Allah''ın buyruğunu size getirdiğini anladınız. Allah''a andolsun, bir peygamberle mübahele yaptıktan sonra büyükleri hayatta kalan ve küçükleri yetişen hiç bir kavim yoktur. Bu işi yapacak olursanız yok olursunuz; dininizden dönmemek konusunda ısrarcı iseniz onunla vedalaşarak şehirlerinize geri dönün.''

Allah Resulü (s.a.a) Hüseyin''i kucağına almış ve Hasan''ın elinden tutmuş olduğu halde dışarı çıktı; Fatıma onun arkasından ve Ali de Fatıma''nın arkasından hareket ediyordu. Onlara, ''Dua ettiğim zaman siz de amin söyleyin" buyurdu.

Necran papazı -bu sahneyi görünce- şöyle dedi: Ey Hıristiyanlar! Ben öyle simalar görüyorum ki, Allah''tan, dağı yerinden sökmesini isteyecek olsalar Allah bu simaların hürmetine dağı yerinden söker. Mübahele etmeyin; aksi durumda helak olursunuz ve kıyamete kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan kalmaz.

Bunun üzerine mübahele etmekten çekinip barış yapmaya razı oldular. Barış sözleşmesi yaptıktan sonra Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Canım elinde olan Allah''a andolsun ki Necran Hıristiyanları helak olmaya yaklaşmıştı. Mübahele yapıp lanetleşecek olsalardı maymun ve domuza dönüşeceklerdi. Vadi, onlar için ateşle dolacak ve bir yıl içerisinde bütün Hıristiyanlar helak olacaktı."

Rivayet edildiği üzere Allah Resulü (s.a.a) siyah bir aba ile dışarı çıktı. Önce Hasan''ı sonra Hüseyin''i peşinden Fatıma''yı ve sonra da Ali''yi abanın içerisine alarak şöyle buyurdu: "Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü çirkinliği gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı irade eder." Fahr-i Razî daha sonra şöyle diyor: "Biliniz ki, müfessir ve muhaddislere göre bu rivayet, sıhhatinde ittifak edilen rivayet gibidir."۱۱۱

Her ne kadar bu ayet ve sıhhatinde ittifak edilen hadisin açıklamasını yapmaya fırsat yoksa, yine de iki noktaya değinmek istiyoruz:

1- Allah Resulü (s.a.a) dışarı çıkarken bu grubu abanın altında toplayıp Tathir ayetini okuyarak, tabiata hakim olan kanunları kırıp doğal sebepleri etkisiz hala getirecek ve vasıtasız olarak Allah''ın iradesi ile kabul olacak bir duanın münezzeh ve mukaddes olan Allah''ın katına, "Güzel söz O''na çıkar"۱۱۲ gerçeği gereğince, her türlü çirkinlikten temizlenmiş ruhlardan yükselmesi gerektiğini ve Allah''ın iradesinin taalluk ettiği o temizliğin bu grupta bulunduğunu göstermek istedi.

2- Allah Resulü''nün (s.a.a) Necran Hıristiyanları ile mübahelesi, onların Allah''ın rahmetinden uzak olmasını dilemesiydi. Kabul olması insan suretinin hayvana, toprağın ateşe dönüşmesine ve bir ümmetin yeryüzünden silinmesine neden olan bir dua, sadece, "O''nun işi, bir şeyi(n olmasını) irad etti mi (istedi mi) ona, sadece "ol!" demektir, hemen oluverir."۱۱۳ emrine bağlı olan bir irade ile mümkündür. Bu makam, rıza ve gazabı Allah''ın rıza ve gazabının mazharı olan kamil insanın makamıdır. Bu makam, son peygamberin ve onun halifesinin makamıdır ve bu makama ulaşan tek kadın Hz. Fatıma-ı Zehra''dır. Bu da, büyük ismet olan genel velayet ve imamet ruhunun Fatıma-ı Zehra''da olduğunu göstermektedir.

Ehl-i Sünnet''in ileri gelenlerinin sahih olduğunu itiraf ettikleri hadis de, Allah Resulü''nün (s.a.a) buyurduğu "Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır; kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur"۱۱۴ bu gerçeği vurguluyor ve her ne kadar akıl, Kitab ve sünnetin hükmü ile Peygamberin gazabı Allah''ın gazabı ise de, ancak Ehl-i Sünnet uleması Allah Resulü''nün (s.a.a), "Allah, Fatıma''nın gazabı ile gazap eder ve onun rızası ile razı olur"۱۱۵ hadisini de nakletmişlerdir.

Allah Teala, kayıtsız şartsız bir kimsenin rızası ile razı olur ve gazabı ile de gazap ederse, böyle bir kimse, aklın zarureti gereğince rıza ve gazabı hata, heva ve hevesten arınmış olmalıdır ve işte bu büyük masumiyettir.

http://caferider.com.tr/tevhid_m3116.html