21-06-2012 tarihinde eklendi
Abdullah Turan


İmam Mehdi (af)

On ikinci İmam Hz. Mehdi (a.s), hicretin 255. (M. 867) yılı Cuma gecesi tan yeri ağarırken “Samerra” şehrinde dünyaya gözünü açmıştır.[1]

Babası, İmam Hasan Askeri (a.s)’dır; annesi de Hz. İsa’nın havarisi Şum’un’un neslinden olan Rum Kayseri’nin oğlu Yuşa’nın değerli kızı “Saykal” ve “Susen” adlarıyla da anılan “Nergis” hatundur. Hz. Mehdi (a.s)’ın en meşhur lakapları “Mehdi”, “Kâim”, “Hüccet” ve “Bakıyyetullah”tır.

Ümeyye oğulları ve Abbas oğulları dönemi, özellikle altıncı İmam Cafer Sadık (a.s) zamanı ve sonrası, halifelerin Ehl-i Beyt İmamlarına karşı çok hassas oldukları bir devirdir. Bunun sebebi de toplumun onlara çok ilgi duyması, gün geçtikçe toplumdaki etkilerinin artması ve halkın onlara olan ilgisinin fazlalaşmasıdır. Bu durum karşısında Abbasi halifeleri kendi iktidarlarını tehlikede görüyorlardı; özellikle vaat edilen Mehdi (a.s) Hz. Peygamber (s.a.a)’in neslinden olup İmam Hasan Askeri (a.s)’ın soyundan geleceği ve dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracağı meşhur olması sebebiyle İmam Hasan Askeri (a.s)’ı sıkı bir şekilde Samerra’da gözaltına almışlardı. Abbasiler, geleceği vaat edilen bu bebeğin dünyaya gelmesini engellemeye çalışıyorlardı, ama bu doğumun gerçekleşmesinde Allah’ın iradesi söz konusu idi. Onun için Abbasilerin çalışmaları neticesiz kaldı ve Allah Teala, Musa (a.s) gibi onun doğumunu da gizli kıldı. Bununla birlikte İmam Hasan Askeri (a.s)’ın özel ashabı, vaat edilen bu İmam’ı babası hayatta iken defalarca gördüler. İmam Hasan Askeri (a.s) dünyadan göçtükleri zaman yine İmam Mehdi (a.s) açığa çıkarak özel bir toplulukla birlikte babasının cenaze namazını kıldırdı ve halk onu gördü, ondan sonra da İmam (a.s) gözlerden kayboldu.

On birinci İmam Hasan-ı Askeri (a.s)’ın şahadetinden sonra, hicri 260 yılından 329 yılına kadar yani 69 yıl “Gaybet-i Suğra” (Küçük Gizlilik) dönemidir.[2] O zamandan Hz. Mehdi (a.s) zuhur edinceye kadar ki dönem de “Gaybet-u Kubra” (Büyük Gizlilik) dönemidir.

Gaybet-i Suğra’da, halkın İmam Mehdi (a.s) ile ilişkisi tamamen kesilmedi, ama sınırlıydı. Şiiler, Şia büyüklerinden olan “Özel naipler” vasıtasıyla sorunlarını İmam’a ulaştırıp cevap alabiliyorlardı. Gaybet-i Suğra dönemi, halk ile İmam arasındaki irtibatın tamamen kesildiği “Gaybet-i Kubra” dönemi için bir hazırlık olarak tanımlanabilir. Bu dönemde halk, İmam’ın genel vekilleri sayılan müçtehit ve fakihlere başvurmakla görevli kılındılar.

Eğer Gaybet-i Kubra ansızın ve birden gerçekleşseydi düşüncelerin sapmasına ve zihinlerin onu kabullenmemesine sebep olabilirdi; ama Gaybet-i Suğra müddetince zihinler yavaş-yavaş hazırlandı ve daha sonra Gaybet-i Kubra dönemi başladı. Ayrıca Gaybet-i Suğra zamanında, özel naipler vasıtasıyla İmam (a.s) ile sağlanan irtibat ve o dönemde Şiilerden bazılarının İmam Mehdi (a.s)’ın huzuruna gitmeleri onun doğum ve hayatı meselesini daha da sabitleştirdi.

Gaybet-i Kubra eğer bunlardan önce olmuş olsaydı, belki de bu mesele bu kadar açık olmayacak ve bazıları şüpheye düşecekti. Allah Teala kendi hakimiyetiyle Peygamber (s.a.a) ve İmamların da bildirdikleri gibi Ehl-i Beyt izleyicilerinin inançlarının sarsılmaması, İmamlara olan inançlarını yitirmemeleri, Hz. Mehdi (a.s)’ı ve İlahi kurtuluşu beklemeleri, gaybet zamanında Allah’ın dinine sarılıp kendilerini eğitmeleri ve İmam Mehdi (a.s)’ın kıyamı için Allah’ın emri gelinceye kadar dini vazifelerini yerine getirmeleri için tam gaybete hazırlık gayesiyle kısa müddetli olan “Gaybet-i Suğra” ve ondan sonra uzun müddetli olan “Gaybet-i Kubra” olmak üzere, İmam Mehdi (a.s) için iki çeşit gaybet takdir etti.

Gaybet-i Suğra zamanında Şia büyüklerinden dört kişi İmam Mehdi (a.s)’ın özel naibi olmuştur. Onlar İmam’ın huzuruna gider, İmam’ın da cevaplarını halka iletirlerdi.

Bu dört naibin dışında İmam (a.s)’ın çeşitli şehirlerde de vekilleri vardı, onlar da bu dört naip vasıtasıyla halkın meselelerini İmam (a.s)’a ulaştırıyorlardı.

Dört naip ise şunlardır:

1) Ebu Amr Osman bin Said-i Amiri.

2) Ebu Cafer Muhammed bin Osman bin Said-i Amiri.

3) Ebu’l- Kasım Hüseyn bin Ruh Nevbahti.

4) Ebu’l Hasan Ali bin Muhammed Semuri.

Emir’ul- Muminin Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’den şöyle nakleder: “İbadetlerin en üstünü Mehdi’nin zuhurunu beklemektedir.” [3]

İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) da buyurmuştur ki:

“On iki İmam’ın gaybeti uzun sürecektir. Onun imametine inancı olan ve gaybet zamanında zuhurunu bekleyen halk, diğer zamanlarda yaşayan halktan daha üstündür. Çünkü Allah-u Teala onlara öyle bir akıl, düşünce ve marifet derecesi vermiştir ki, onlar için gaybet zamanı, İmam’ın hazır bulunduğu zaman gibidir ve Allah onları Resulullah (s.a.a)’in huzurunda cihat eden mücahitler gibi kılmıştır; doğrusu onlar bizim samimi ve gerçek şiilerimizdir. Onlar, gizli ve aşikar olarak insanları Allah’a yönelmeye çağırırlar. Zuhuru beklemek ise en büyük kurtuluştur.” [4]

Bekleyiş, beklenen şeyin gerçekleşmesini gözlemektir. Bekleyiş, düşünce ve duyguyu beklenen şey üzerinde yoğunlaştırmaktır. Bekleyiş, insanın fikir ve çabasının çoğalmasına sebep olur. Bekleyiş, zorlukların insana kolay gelmesini sağlar. Çünkü zorlukların giderilme eşiğinde olduğu bilincindedir. Bekleyiş, nefsi ve hatta diğerlerini ıslah etmeyi gerektirdiği gibi Hz. Mehdi (a.s)’ın düşmanlarına galip gelmesini sağlamak için insanın ortamı hazırlaması, bu hedef için gerekli olan bilgi, ilim ve vesileleri tahsil etmesini de gerektirir.

Merhum Muzaffer şöyle yazıyor:

“Dünyayı ıslah edici ve hak yolda insanların kurtarıcısı olan Hz. Mehdi (a.s)’ı beklemek, dini meselelerde elini kolunu bağlayıp bir şey yapmamak demek değildir. Bilhassa dini hükümleri uygulamak yolunda cihat, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak gibi dini vazifelere sımsıkı sarılmak gerekir. Çünkü Müslüman, ne durumda olursa olsun İlahi ahkamla amel etmek ve onu daha iyi tanımak için adım atmak ve mümkün olduğu kadar iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla görevlidir. Islah ediciyi beklemek bahanesiyle farzları yerine getirmemek doğru değildir. Bekleyiş, Müslümanların üzerinden hiçbir dini vazifeyi kaldırmaz ve hiçbir ameli de ertelemez.” [5]         

İnsanlar, gaybet döneminde masum bir önderin aşikar olmaması yüzünden birçok feyizden mahrum olmalarına rağmen birçok yönden de İmam’ın varlığından faydalanmaktadırlar. Çünkü masum bir İmam’ın varlığının faydası, sadece aşikar olarak yol göstermek, toplumsal sorunları çözmek gibi işlerden ibaret değildir. Biz bu konuyla ilgili bir takım hadiselere işaretle bu faydalardan bazılarını açıklıyoruz:

a) Masum İmam, Maddi ve Manevi Alem Arasında Bir Rabıtadır

Hz. Resulullah (s.a.a), “Gaybet döneminde Hz. Mehdi’nin varlığının ne gibi bir faydası olacaktır?” şeklinde sorulan bir soruya şöyle cevap verdiler:

“Beni peygamber olarak gönderen Allah’a ant olsun ki insanlar, gaybet döneminde, bulutların arkasında kalan güneşten faydalandıkları gibi ondan faydalanırlar.” [6]

Yine “Yenabi’ul- Mevedde” adlı kitapta, Süleyman A’meş bin Mehran yoluyla İmam Sadık (a.s)’dan İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s)’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Biz, Müslümanların İmamı, dünya ehlinin hüccetiyiz. Yıldızların gök ehline güvence ve kurtuluş vesilesi olduğu gibi, bizler de yer ehlinin güvence kaynağı ve kurtuluş vesilesiyiz. Bizim hürmetimize, Allah istemedikçe gökten bir şey yere düşmez. Bizim vasıtamızla Hakkın rahmet yağmuru yağmakta ve yeryüzü bereketlerini çıkarmaktadır; eğer biz yeryüzünde olmasaydık,  yeryüzü üzerindekileri   yutardı. Allah-u Teala, Adem (a.s)’ı yarattığı günden beri yeryüzü hiçbir zaman hüccetsiz kalmamıştır. Ama bu hüccet bazen zahirdir ve tanınır, bazen de gaip ve gizlidir. Kıyamete kadar da yeryüzü hüccetsiz kalmayacaktır. Eğer İmam olmazsa Allah’a (hakkıyla) ibadet edilmez.” [7]

b) İmam, Ümit Kaynağıdır 

Gaip İmam’a inanmak, kurtuluşu beklemek ve onun zuhurunu gözlemek, insanlara büyük bir ümit vermektedir. Bu ümit, başarı ve ilerlemede en büyük etkenlerden biridir. Ümitlerini yitiren bir topluluk asla başarıya ulaşamaz.

Örneğin: Karargahta  bulunan bir komutanın varlığı, askerlere ümit verir ve onların çaba göstermelerini sağlar. Komutanının ölüm haberini duyan bir ordu, ileri teknikle donanmış olsa da dağılıverir ve askerler ümitsizliğe kapılırlar.

İşte bu yüzden, Ehl-i Beyt’ten nakledilen hadislerde, kurtuluşu beklemek en büyük ibadetlerden biri olduğu gibi hak yolunda şahadetle de eşit sayılmıştır. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kim, biz Ehl-i Beyt’in velayetiyle kurtuluşu bekler bir halde ölürse, Kâim’in (Mehdi’nin) ordusunda yer alan kimse gibi olur.” [8]

Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:

“Bizim devletimizi bekleyen kimse, Allah yolunda kanını döken ve canını veren kimse gibidir.” [9]

c) İmam Dinin Korunmasına Vesiledir

Hz. Ali (a.s), her dönemde insanların İlahi önderlere olan ihtiyaçlarını şöyle açıklıyor:

“ Yeryüzü, Allah için hüccet ve burhanla kıyam eden İmam’dan boş kalmaz. Bazen O İmam, zahir ve açık, bazen de gizlidir. Allah’ın yeryüzündeki hüccet ve delilleri yok olmasın diye böyle takdir edilmiştir. Onlar kaç kişi ve nerededirler? (veya ne zamana kadar korku içerisinde ve gizlidirler?) Allah’a ant olsun ki, sayı açısından azdırlar, ama değer ve makam açısından büyüktürler. Allah Teala, onlar vasıtasıyla kendi hüccet ve burhanlarını korumaktadır...” [10]

 Zamanın geçmesi, şahsi fikir ve değerlendirmelerin dini konulara karıştırılıp din adına sunulması, sapık mekteplerin aldatıcı ve çekici programlarına yönelmesi, fasit ellerin semavi öğretilere uzanması, İslam kanunlarının pratik alandan uzaklaştırılması vb. faktörler el ele vererek, İslam kanunlarından bazılarının unutulmasına, asaletini yitirmesine ve tahrif edilmesine neden olur. Vahiy olarak inen bu öğretiler, onun bunun beyinleriyle temas etme sonucu siyahlaşır ve ilk günkü parlaklığını yitirir. Bu nurun, karanlık fikirlerin çerçevesinden geçmesi sonucunda, ışığı azalır ve yansıması zayıflar.

Durum böyleyken acaba müslümanlar içinde, İslam’ın yasa ve öğretilerini gelecek nesiller için olduğu gibi koruyacak birinin bulunması gerekmez mi? Acaba yeniden mi vahiy inecektir?! Kesinlikle hayır. Çünkü vahiy kapısı ebediyete dek kapanmıştır. Öyleyse asıl din nasıl korunmalı? Tahrifler ve hurafeler nasıl önlenmeli? Bu, ancak masum bir İmam vasıtasıyla gerçekleşir.

Şeyh Tusi (r.a) şöyle diyor: “Gaybet zamanında İmam Mehdi (a.s)’dan görülen kerametler, sayılmayacak kadar çoktur.” [11]

Burada örnek olarak bunlardan ikisini zikrediyoruz:

1) İsa bin Nasr şöyle anlatır: Ali bin Samuri İmam Mehdi (a.s)’a bir mektup yazarak ondan kendisi için bir kefen istedi, cevabında; “Senin seksen yılında (hicri 280 yılında veya 80 yaşında) ihtiyacın olacaktır” diye cevap geldi ve İmam’ın buyurduğu gibi 80 yılında vefat etti ve vefatından önce İmam Mehdi (a.s) ona istediği kefeni gönderdi.[12]

2) Muhammed bin Sure el-Kummi (Kum kentinin büyük alimlerinden) şöyle nakleder: Ali bin Hüseyn-i Babaveyh, amcası Muhammed bin Musa Babaveh’in kızı ile evlendi, ama ondan evlat sahibi olmadı. İmam Mehdi (a.s)’ın üçüncü naibi olan Hüseyin bin Ruh’a bir mektup yazarak onun vasıtasıyla İmam Mehdi (a.s)’dan, ona evlat verilmesi ve bu evlatlarının alim olması için Allah’tan dua etmesini rica etti.

İmam (a.s) tarafından şu cevap geldi: “Şimdiki hanımından evladın olmayacak, ama yakında sahip olacağın Deylemli bir cariyeden iki fakih erkek çocuğun olacaktır.”

İbn-i Babavey, Muhammed, Hasan, ve Hüseyin adında üç çocuk sahibi oldu, Muhammed ve Hüseyin parlak hafızalı iki fakih oldular, Kum kentinde hiç kimsenin belleyemediği konuları bellemişlerdi. Halk, rivayet ve hadislerin naklinde Ali bin Hüseyin bin Babaveyh’in iki oğlu Muhammed ve Hüseyin’nin hafızalarına hayret eder ve bu makam İmam Mehdi (a.s)’ın duasıyla size nasip oldu derlerdi. Bu hadise Kum halkı arasında pek meşhurdu.[13]

Bilindiği üzere İmam’ın duası hürmetine dünyaya gelmiş olan Muhammed bin Ali bin Babavey’in fıkıh ve hadis alanında onlarca eseri mevcuttur. Şia’nın hadisteki dört temel kaynağından biri olan “Men La Yahzuruh’ul Fakih” kitabı da onun eseridir.

Bazı büyük alimler, Gaybet-i Kubra zamanında İmam (a.s)’ın huzuruna giden veya uykuda ya da uyanıkken bir takım kerametler gören kişilerin adlarını ve başından geçenleri kitaplarında toplamış ve zikretmişlerdir. “Keşf’ul- Estar”, “Bihar’ul- Envar” kitaplarında da bu hususla ilgili birçok senetli hadise nakledilmiştir. Merhum Hacı Nuri, “Necm’us- Sakıb” kitabında bu konuda yüz olay nakleder ve şöyle der: “Herkesten duyduğumuz her şeyi burada nakletmedik, Allah’ın yardımıyla sadece doğruluğuna güvendiğimiz olayları, güvenilir kişilerden aktardık.” [14]

Biz de burada “Necm’us- Sakıb” kitabından bir olay nakletmekle yetiniyor ve okuyuculardan bu kitapları araştırmalarını rica ediyoruz:

Faziletli alim Ali bin İsa Erbili “Keşf’ul- Ğumme” adlı kitabında diyor ki; Güvenilir kardeşlerimden bir grup, Hille bölgesinde Hırkal köyü ahalisinden İsmail bin İsa bin Hasan Hırkalı adında bir kişinin benim zamanımda vefat ettiğini bana haber verdiler. Ben onu görmemiştim. Onun oğlu Şemsuddin bana dedi ki; Babam bana şöyle bir olay anlattı: Gençliğinde sol bacağında Tuse denilen yumruk büyüklüğünde bir yara çıkmış ve her bahar mevsimi patlıyor, ondan kan ve irin akıyormuş. Bu dert onu her şeyden alı koyuyormuş. O Hilleye gelip Raziyyuddin Ali bin Tavus’un yanına giderek ona bu yarasından bahsetmiş. Seyyid bin Tavus, Hille cerrahlarını çağırmış, onu muayene ettirmiş ve demişler ki; “Bu, toplar damar üzerinde çıkmış ve kesmekten başka çaresi yoktur. Ancak, bunu kesersek toplar damar da kesilebilir, eğer bu damar kesilirse İsmail sağ kalmaz. Onu kesmek çok tehlikelidir, biz bu işe girişemeyiz.”

Seyyid bin Tavus, İsmail’e; “Ben Bağdat’a gidiyorum, gel seni de götüreyim ve oradaki cerrahlara göstereyim, belki onlar bir çare bulurlar” demiş. Bağdat’a gitmiş, tabipleri çağırmışlar, onlar da aynı teşhisi koymuş ve aynı özrü getirmişler, İsmail bu duruma üzülmüş, Seyyid ona; “Allah Teala üzerindeki bu necasetle kılacağın namazı kabul eder, bu derde sabretmek mükafatsız değildir” demiş. Bunun üzerine İsmail; “Öyleyse Samerra’ya ziyarete gideceğim ve İmamlardan yardım isteyeceğim” demiş ve yola çıkmış.

Şemsuddin sonra şöyle ekliyor; Babam diyordu ki; O nurlu hareme ulaştığım zaman İmam Ali Naki (a.s) ve İmam Hasan Askeri (a.s)’ı ziyaret ettikten sonra Serdab’a (İmam Mehdi’nin gaybete çekildiği yere) gittim. Geceleyin orada Allah’a çok yalvardım ve İmam Mehdi (a.s)’dan yardım diledim. Sabahleyin Dicle nehrine gittim, elbisemi yıkadım ve ziyaret guslü yaptım. İbriğimi su ile doldurarak bir kere daha ziyaret etmek için İmamların haremine geri döndüm, kaleye varmadan birkaç atlının bana doğru geldiğini gördüm. Samerra’nın etrafında bazı soylu ailelerin evleri olduğundan bunların eşraflardan olduğunu sandım. Bana yetiştiklerinde, bunlardan kılıç kuşanmış ve birinin de sakalı yeni-yeni çıkmış olan iki genç, elinde bir mızrak bulunan ve üzeri tertemiz olan yaşlı bir adam ve beline kılıç bağlamış, üzerine cübbe giymiş, sarığını omzuna salıvermiş ve elinde mızrak olan dört kişi olduğunu gördüm. O ihtiyar adam sağ tarafa ve iki genç de sol tarafa geçtiler. Cübbe giymiş adam onların ortasında kaldı, bana selam verdi, ben de cevap verdim. Cübbe giymiş adam; “Yarın yola mı çıkacaksın?” siye sordu. Evet dedim. “Yaklaş bakayım, sana eziyet eden şu yara neymiş bir görelim!” dedi. Ben bu sırada; “...Elbiselerimi yıkamış olduğumdan dolayı keşke bu bedevi bana dokunmasa...” diye düşünürken o eğildi ve beni kendine doğru çekerek elini yaramın üzerine koyup kuvvetle sıktı, canım pek yanmıştı... Sonra doğruldu, bu haldeyken yaşlı adam; “Kurtuldun İsmail!” dedi.

Ben; “Siz de felaha ve kurtuluşa erin” dedim. Bu sırada birden, onun adımı bildiği düşüncesiyle şaşırdım, bana; Kurtuluşa erdin diyen yaşlı adam bu sefer; “İmam’dır O, İmam...” dedi.

Ben koşarak ayağının üzengisini öptüm. İmam (a.s) yola koyuldu, ben de ardından gidiyor ve feryat ediyordum, İmam (a.s); “Geri dön” dedi. Ben; “Sizi bırakmam mümkün değil” diye inledim. İmam (a.s) tekrar; “Geri dönmek senin için daha hayırlıdır, geri dön” diye buyurdu. Ben aynı sözü tekrarlayınca yaşlı adam dedi ki; “Ey İsmail! İmam iki defa geri dön dediği halde onu dinlememekten utanmıyor musun?”

Bu sözler üzerine olduğum yerde kaldım... Hareme dönünce haremdekiler beni gördüklerinde; “Durumun değişmiş, yaran ağrı yapıyor mu?” diye sordular. Hayır dedim... Durumu anlattıktan sonra sağ bacağımı açtıklarında yaradan hiçbir eser kalmadığını gördüler. Ben de dehşete kapıldım, diğer bacağımı da açtım, onda da bir şey görmedim. İşte o zaman halk başıma toplanarak teberrük için elbiselerimi parçaladılar...[15]

İmam Mehdi (a.s)’ın dördüncü özel naibi Ali bin Muhammed-i Semuri’nin vefatından sonra, Gaybet-i Kubra dönemi başladı. Şimdiye kadar da devam etmekte...İmam Mehdi (a.s) Allah Teala’nın emriyle kıyam ve zuhur edecektir. Ehl-i Beyt İmamları birçok hadislerde zuhur vaktinin belirtilemeyeceği ve bunu ancak Allah’ın bileceğini, ansızın Allah’ın emriyle vuku bulacağını ve zuhur için bir vakit belirten kimselerin yalancı olduğunu açıklamışlardır.

Fuzeyl, İmam Bakır (a.s)’dan; “Acaba bu iş için bir zaman belirtilecek mi?” diye sorunca İmam (a.s) üç defa şöyle buyurdu: “Vakit belirtenler yalancıdırlar.” [16]

İshak bin Yakup, Muhammed bin Osman-i Amri vasıtasıyla İmam Mehdi (a.s)’a bir mektup yazarak birkaç soru sordu, İmam (a.s) soruları cevaplandırırken zuhur vakti hakkında buyurdu ki: “Zuhur vakti Allah’ın emrine bağlıdır; zaman tayin edenler yalancıdırlar.” [17]

Zuhurdan önceki hadiseler ve zuhur alametleri hakkında birçok rivayetler vardır. Bu hadislerden bazıları toplumların, özellikle İslami toplumların durumunu açıklar, bazıları zuhura yakın bir dönemde meydana gelecek olayları, bazıları da şaşırtıcı şeylerin meydana gelişini anlatır.

Bütün bu hadisleri incelemek için ayrıntılı kitaplara ihtiyaç vardır. Biz burada açık ve kesin olan birkaç alameti naklediyoruz:

a) Bütün Dünyada ve İslam Toplumlarında Zulüm, Kötülük, Fesat, Günah, ve Dinsizliğin Yayılması  

İslam önderleri İmam Mehdi (a.s)’ın mübarek kıyamlarını müjdeledikleri birçok hadiste, onun, dünya zulüm ve kötülükle dolduktan sonra zuhur edeceğini vurgulamışlardır. Müslüman toplumlarda bile sapıklık, sefahat, çeşitli günah ve kötülüklerin yaygınlaşacağını hatırlatmış ve şunlara değinmişlerdir:

“Sarhoş edici maddeler açıkça alınıp satılacak, şarap içilecek, faiz yemek, zina ve diğer kötü işler yaygın bir şekilde yapılacak, hicapsız kadınlar çekici elbiselerle ortaklıkta dolaşacak, kadınlar erkeklere, erkekler de kadınlara benzeyecek, iyiliği emredip kötülükten alıkoymak terk edilecek ve müminler hakir, naçiz ve mahzun olup günah ve kötülükleri engellemek kudretine sahip olamayacaklar, dinsizlik yaygınlaşacak, Kur’ân’la amel edilmeyecek, evlatlar baba ve annelerine eziyet edecek, küçükler büyüklerine saygı göstermeyecek, büyükler küçüklere acımayacak, akrabalık bağı gözetilmeyecek, humus ve zekat ödenmeyecek, kafirler ve sapıklar müslümanlara galip gelecek, müslümanlar bütün işlerinde, giyimlerinde... onları taklit edecek, İlahi hüküm ve cezalar uygulanmayacak...” [18]

b) Sufyaninin Ortaya Çıkışı ve Yerin Yarılarak Sufyani’nin Ordusunu İçine Alması 

Ehl-i Beyt İmamlarının önemle vurgulayıp açıkça beyan ettikleri alametlerden birisi de Sufyani’nin Şam’da ortaya çıkışıdır; o kısa bir sürede bu şehri tasarrufu altına alacak, büyük bir orduyla Kufe üzerine hareket edecek, Irak şehirlerinde özellikle Necef ve Kufe’de büyük cinayetler işleyecek ve diğer bir orduyu da Medine’ye gönderecek, sonra Mekke’ye doğru hareket edecek, Medine ve Mekke arasında Allah’ın emriyle yer yarılarak onlar yerin dibine gömülecek, işte o zaman İmam Mehdi (a.s) bir takım olaylardan sonra Mekke’den Medine’ye ve Medine’den Irak’a ve Kufe’ye gelecek ve Sufyani Irak’tan Şam’a kaçacak, İmam Mehdi (a.s) onu takip etmesi için bir ordu gönderecek ve nihayet onu Beyt’ul- Mukaddes’te helak edip başını bedeninden ayıracaklar.[19]

c) Seyyid Hasani’nin Çıkışı

Ehl-i Beyt İmamlarından ulaşan hadiselere göre, “Seyyid Hasani İran’da Deylem ve Kazvin nahiyesinden çıkarak kıyam edecektir. Bu dindar şahıs imamet ve Mehdilik iddiasında bulunmayacak değerli bir kişidir. Halkı İslam’a ve Ehl-i Beyt İmamlarının yoluna davet edecek, birçok izleyici bulacak ve kendi bölgesinden Kufe’ye kadar yerleri zulüm, kötülük ve sapıklıktan temizleyecek. İtaat olunan bir hakim ve adaletli bir sultan olarak hükmedecektir. Ordusu ve dostlarıyla Kufe’de olduğu bir zamanda, İmam Mehdi (a.s)’ın Kufe’nin etrafına geldiğini ona bildirecekler. Seyyid Hasani ordusuyla birlikte İmam Mehdi (a.s) ile görüşecek, İmam’a biat edecek ve ardından da izleyicileri biat edeceklerdir. Ancak bunlardan dört bin kişi kabul etmeyecek, üç gün nasihat ve öğütten sonra iman etmedikleri için İmam (a.s)’ın emriyle öldürüleceklerdir.” [20]

d) Yüksek Ses

Bilinen alametlerden biri de gökyüzünden yüksek bir sesin duyulmasıdır. Olay şöyle olacaktır: “İmam Mehdi (a.s)’ın zuhurundan önce Mekke’de gökyüzünden herkesin duyacağı çok yüksek ve müthiş bir ses duyulacaktır, bu ses İlahi ayetlerdendir. Bu seste insanlara, hidayete erişmeleri, İmam Mehdi (a.s)’a biat etmeleri ve haktan sapmamaları için onun hükmüne karşı çıkmamaları tavsiye edilecektir.” [21]

e) Hz. İsa Mesih’in Gökten İnişi ve Hz. Mehdi (a.s)’ın Arkasında Namaz Kılması

Hadislerin bir kısmında da Hz. İsa Mesih’in gökten inerek namazda Hz. Mehdi (a.s)’a iktida edeceği zikredilmiştir. İslam Peygamberi (s.a.a) kızı Fatıma’ya buyurmuşlardır ki: “Kendisinden başka İlah olmayan Allah’a ant olsun ki, Hz. İsa bin Meryem’in, arkasında namaz kılacağı bu ümmetin Mehdi’si bizdendir.” [22]

Kitaplarda bunlardan başka birçok diğer alamet ve nişaneler de nakledilmiştir, ama biz bu kadarıyla yetiniyoruz.

İmam (a.s)’ın Kıyamı  

Hz. Mehdi (a.s) uzun bir gaybetten sonra Mekke’de Ka’be’nin kenarında zuhur edecektir. Peygamber (s.a.a)’in bayrağı, kılıcı, sarığı ve gömleği ondadır. Melekler vasıtasıyla ona yardım edilecek, İslam düşmanlarını öldürecek ve zalimlerden intikam alacaktır.

Mekke’de ona  biat edecek olan özel ashabı 313 kişidir. İmam Mehdi (a.s) bir müddet Mekke’de kaldıktan sonra Medine’ye gelecek, dostları yiğit, şecaatli, salih, imanlı kişilerdir, ona itaatte gayretlidirler. Nereye ve hangi işe yönelseler mutlaka zafere ulaşırlar.

İmam (a.s) Medine’de bir takım savaşlardan sonra ordusuyla Irak’a ve Kufe’ye gelecek, Kufe’de Seyyid Hasani ile görüşecek, Seyyid Hasani ve ordusu ona biat edecekler. Hz. İsa gökyüzünden inerek İmam’a yardımda bulunacak ve namazda İmam’a iktida edecektir.

İmam’ın hükümetinin merkezi Kufe’dir. İmam (a.s) dünyanın doğu ve batısını fethedip İslam’ı dünyanın dört bir yanına egemen kılacaktır. Allah’ın kitabı ve Peygamber’in sünnetine göre amel ve hüküm edecektir.

İmam (a.s)’ın hükümetinde yeryüzünün tüm bereketleri ortaya çıkacak; servet, nimet, meyve, ve mahsuller  çoğalacak ve herkes öyle bir refah ve nimete boğulacak ki, zekat ve sadaka vermek için fakir bulunmayacak ve kimse zekat ve sadaka kabul etmeyecektir.

İmam (a.s)’ın kurduğu nizamda adalet ve emniyet öyle yerleşecek ki, ihtiyar bir kadın altın ve mücevher dolu bir sepeti alır ve tek başına yaya olarak bir şehirden diğerine gidecek olursa, hiç kimse onu rahatsız etmeyecek, servetine göz dikmeyecektir... Allah Teala insanlara öyle bir güç verecek ki, herkes olduğu yerde onun sözlerini duyacak ve İmam (a.s) İslam’a hayat verecektir...[23]

Gaybet Döneminde Müminlerin Vazifeleri

Ayetullah seyyid Muhammed Taki el-Musevi, “Mikyal’ul- Mekarim” kitabında, gaybet döneminde yapılması ve uyulması gereken 80 noktaya işaret etmiştir, ki biz bunlardan birkaçının aktarılmasının faydalı olacağına inanıyoruz. Müminler bu noktalara riayetle, hayatlarına yeni bir çekidüzen vererek yaşamalarını O Hazretin rıza ve hoşnutluğu doğrultusunda tazmin eder ve zuhur hazırlığına hız kazandırmış olurlar inşaallah. O vazifelerden bazıları şunlardır:

1- Hz. Mehdi (a.s)’ın özelliklerini, vasıflarını bilmek ve zuhur edeceği sıradaki alamet ve olaylardan haberdar olmak.

2- Hz. Mehdi’ye sevgi beslemek.

Ehl-i Beyti sevmek bütün müslümanlara farzdır. Bu husus birçok ayet ve hadislerde tasrih edilmiştir.

3- Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhurunun bekleyişi içinde olmak; yani kalben, fikren ve amelen buna mutabık bir hayat sürdürmek.

Bu konuda daha geniş bilgi isteyen, “Mikyal-ul Mekarim” kitabına müracaat edebilir.



[1] - Usul-u Kafi, c.1, s.514. 

[2] - İsbat’ul- Hudat, c.7, s.143.

[3] - Yenabi’ul- Mevedde, s.493. el-Mehdi, s.201.

[4] - Bihar’ul- Envar, c.52, s.122.

[5] - Der İntizar-ı İmam (a.s), s.54.

[6] - Bihar’ul- Envar, c.52, s.93.

[7] - Yenabi’ul- Mevedde, c.2, s.217.

[8] - İkmal’ud- Din, c.2, s.357.

[9] - İkmal’ud- Din, c.2, s.327.

[10] - Nehc’ul- Belağa, kısa sözler: 139.

[11] - Gaybet-i Şeyh Tusi, s.170.

[12] - Gaybet-i Şeyh Tusi, s.172.

[13] - Gaybet-i Tusi, s.188. Bihar’ul- Envar, c.51, s.324.

[14] - Necm’us- Sakıb, s.209.

[15] - Necm’us- Sakıb, s.228-231.

[16] - Gaybet-i Şeyh Tusi, s.261.

[17] - Kemal’ud- Din, c.2, s.160.

[18] - Revzat’ul- Kafi, s.36. İsbat’ul- Hudat, c.7, s.390.

[19] - Muntehe’l- A’mal, 12. İmam’ın Hayatı, s.102. Gaybet-i Numani, bab:14, s. 247. Bihar, c.52, s.186...

[20] - Bihar, c.53, s.15. Muntehe’l- A’mal,12. İmam’ın Hayatı, s.103.

[21] - Gaybet-i Şeyh Tusi, s.2744. Gaybet-i Numani, s.257, hadis:14 ve 15. Bihar’ul- Envar, c.52, s.181-278.

[22] - İsbat’ul- Hudat, c.7, s.14.

[23] - Bihar, c.52, s.279 ve c.53, s.12. İkmal’ud- Din, c.2, s.367.

http://caferider.com.tr/abdullah-turan_m3059.html