05-06-2012 tarihinde eklendi
Hz. Ali (as) ve Hendek Savaşı


Daha öncede zikrettiğimiz gibi Resul–i Ekrem Hicri dördüncü yılda “Ben–i Nazir” Yahudilerini ahde vefa göstermemeleri sebebiyle Medine’den dışarı sürdü. Mallarından bir bölümünü de alıverdi.“Ben–i Nazir” Yahudileri ise sonunda,“Hayber” denilen bölgeye göç etmek zorunda kaldılar. Orada sükûnet ettiler veya Şam bölgesine doğru yola koyuldular. Peygamberin bu inkılâbı tavrı tarafların imzaladıkları antlaşmaya da uygun düşmekteydi. Bu amel sonunda Ben–i Nazir Kabilesinden ileri gelenlerin Müslümanların aleyhinde koplolara girişmek kastıyla Mekke’ye doğru yola koyulmalarına sebep oldu. Bunların amacı Kureyş Kabilesini Muhammed’in aleyhine kışkırtabilmekti. Şimdi de o gazveyi teşrih etmeye çalışacağız. Müşrik ve Yahudi bütün Arap güçleri İslam’ın aleyhinde savaşmak için seferber oldular. Ardından da güçlü bir askeri birlik oluşturarak bir ay boyunca Medine’yi muhasara ettiler.

Hendek gazvesine muhtelif gruplar iştirak etti. Müslümanlar düşmanın ilerlemesini engellemek amacıyla, Medine tarafını bir baştan öteki başa hendeklerle çevirdiler. Bu savaşa da Hendek savaşı ya da “Ahzab“ savaşı denilmektedir. Daha önce de işaret edildiği üzere savaşı alevlendirenler, Ben–i Nazir Yahudileri ve Ben–i Vail Kabilesinden bir gurup İslam düşmanlarıydı. Yahudiler Müslümanlardan yedikleri o muhteşem darbeden sonra mecbur kaldıklarından dolayı Medine’yi terk ettiler. Onlardan bir grup Hayber denilen bölgede sükûnet ettiler. Sonra da oturup, İslam’ı temelden ortadan kaldırabilmenin çaresini aramaya koyuldular. Hakikaten de oldukça ilginç planlar hazırlamışlardı. Müslümanları oldukça değişik gruplarla karşı karşıya getirdiler ki, bütün Arap tarihi boyunca bunların benzeri görülmüş değildi. 

Arapların bu karma ordu planı Yahudilerin mali ve iktisadi yardımlarıyla destekleniyordu. Her türlü teçhizat bu muhalif güçlerin ihtiyarına verilmişti. Alınan kararla Ben–i Nazir Kabilesinin önde gelenlerinden “Sellam b. Ebi Hukayk” ve “Hüyye b. Ehteb” bir heyyet başkanlığında Mekke’ye gittiler. Kureyş büyükleriyle temasa geçerek onlara şöyle dediler: “Muhammed bizleri ve sizleri hedef kılmıştır. “Ben–i Kinka”  ve “Ben–i Nazir” Yahudilerini vatanı terk etmeye mecbur kılmıştır. Siz ey Kureyşliler! Kıyam ediniz. Sizinle bir olan diğer Kabilelerden de yardım isteyiniz. Biz, “Ben–i Kureyza” Yahudileri de yedi yüz kişilik kılıçlı bir güçle Medine’nin girişinde sizlerin yardımına koşacağız. Kabilenin tüm fertleri sizlerin yardımına gelecektir”. Ben–i Kureyza Yahudileri zahiren Muhammed ile ortak savunma antlaşması imzalamış olmalarına rağmen biz de onları bu ahde vefa göstermemeye davet edeceğiz. Sizlerle işbirliğine girmeye zorlayacağız”.(1)

Onların bu boş ve fuzuli lafları Müslümanlarla savaşmaktan hastalanan Kureyşi yeniden tahrik etti. Onların bu planını teyit ederek savaş için hazır olduklarını ilan ettiler. Fakat bu muvafakati ilan etmeden önce Yahudi büyüklerinden sordular: “Sizler semavi dinlerin takipçileri Ehl–i Kitapsınız. Bütün hak ve batıl dinleri birbirinden ayırt edebilmektesiniz. Aynı zamanda sizlerde biliyorsunuz ki, bizler Muhammed’e sadece bizim ayinlerimize muhalif olan ayinleri getirdiğinden dolayı, itiraz etmekteyiz.

 Şimdi doğrusunu söyleyin bakalım bizim dinimiz mi iyidir, yoksa onların Tevhit üzerine kurulu dini mi?” Şimdi de gel gör ki, kendisini tüm dünyada monoteist olarak ayyuka çıkaran bir gurup ehli ilim diye teşhis ettikleri ve kendilerine tüm sorunlarını götürdükleri, ama aslında cahil ve ilimden yoksun insanların bu sorusu karşısında onlara ne cevap verdiler bakalım. Hiç utanmadan şöyle dediler: “ Putperestlik dini, Muhammed’in dininden daha iyidir. Sizler kendi dininizde sabitkadem olunuz. Kalbinizde Muhammed’in dinine karşı en ufak bir temayüle yer vermeyin” (2) Onların bu sözleriyle, kendi ettiklerini utanç lekesiyle bezediler. Karanlık olan tarihlerini daha da kararttılar. Bu kaypaklık o kadar affedilmez şeylerdir ki, Yahudi yazarlar bile bunun karşısında teessüf etmekten kendilerini alamıyorlar. Dr. İsrail “Tarih–i Yahüdan ve Arabistan” adlı eserinde şöyle diyor :“Yahudilerin böyle bir hata işlemesi yakışır bir şey değildi. Kureyş onların bu istediğini reddetseydi bile, Yahudilerin putperestlere iltica etmesi münasip bir davranış olamaz. Zira bu amel Tevrat’ta ki, talimatlar ile uyuşmamaktadır” (3)Hakikatte günümüz Metryalistlerinin kendi hedeflerine ulaşabilmekte kullandıkları bir “tez” den başka bir şey değildir.

Onlar insanın kendi hedefine ulaşabilmesi için, meşru ve gayri meşru her türlü vasıtadan istifade edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Öyle ki, bu mektebin öncüsü Makyavel şöyle demektedir:“Hedef vesilelerin sebep gösterenidir. Onların mektebinde ahlak, hedefin tahakkukuna yardım eden bir öğedir. Kur’an bu acı vakıa hakkında şöyle buyuruyor: “Kitaptan nasibi olanları görmüyor musun, putperestleri tasdik ediyor ve diyorlar ki, onlar muvahhit Müslümanlardan daha kurtuluşa erenlerdir”(4) Bu sözde âlimlerin sözleri putperestlerin ruhiyesinde oldukça büyük bir tesir bıraktı. Onlarda böylece muvafakat ettiklerini ilan ettiler.

 Ardından da Medine’ye doğru hareketin vakti tayin edildi. Savaşı alevlendirmeye çalışanlar büyük bir kıvanç dolu kalpler ile Mekke’nin dışına çıkarak bu seferde “Necd” denilen bölgeye doğru yola koyuldular. Böylelikle İslam’ın en büyük düşmanlarından biri olan “Gatafan” adlı Kabileyle temasa geçeceklerdi. “Ben–i Gatafan” Kabilesinin kollarından olan “Ben–i Mürre” “Ben–i Eşca” boyları da Yahudilerin bu taleplerine muvafakat ettiler. Bu şartla ki, galibiyet sonrası Hayber’deki bir yıllık mahsul bu boylara verilecekti.

Ama burada da bitmedi. Kureyş, kendi müttefiki olan Ben–i Selim, Gatafan Kabilesi ise kendi müttefiki olan Ben–i Esed ile karşılıklı yazışarak onları da bu askeri birliğe iştirak etmeğe davet ettiler. Müttefiklerde bu daveti Kabul ettiler. Daha önceden kararlaştırdıkları muayyen bir zamanda da Arabistan’ın her yerinden Kabileler sel gibi harekete geçerek Medine’yi muhasara altına almak için yola koyuldular.

(1) Meğazii Vakidi C.2 S. 441-(2) Tarih–i Taberi C.2 S.233–Sire-i İbn–i Hişam C.2 S. 214-(3) Hayat-i Muhammed S.297-(4) Nisa /51-(5)Meğazi-i Vakidi  C.1 S.443

MÜSLÜMANLARIN HABER ALMA TEŞKİLATI

Resulullah Medine’de sükûnet ettiği müddetçe, Müslümanlardan mahir kişileri, kendisini İslam muhitinin dışında meydana gelen olaylardan haberdar olabilmesi için etrafa gönderiyordu. Bu cihetten etrafa gönderilen haber kaynaklarından düşmanın İslam aleyhine güçlü bir askeri birlik oluşturduğu haberi alındı. Bu askeri düşman birlikleri muayyen bir zamanda yola çıkarak Medine’yi muhasara etmeğe çalışacaklardı. Peygamber hemen difa etmek için bir şura teşkil etti. Ta ki, Uhud savaşında tattıkları acı tecrübeden ders alsınlar. Müslümanlardan bir grup Medine’de kalarak yüksek tepelerden ve kale üstünden yapacakları savunma savaşını, dışarıya çıkarak yapılan meydan savaşına tercih ediyorlardı. Fakat bu plan asla yeterli değildi. Zira binlerce savaşçı Arap askerlerinin şiddetli saldırıları karşısında bu kale ve burçların hepsi ortadan silinecekti.

Bundan dolayı da aslında düşmanın Medine’ye yaklaşmasını önleyecek köklü bir tedbirin alınması gerekiyordu. İran’ın savaş tekniğiyle yakından aşina olan Selman–i Farisi şöyle dedi:“ Fars topraklarında halk, eğer düşmanların büyük bir saldırısına maruz kalacak olurlarsa hemen harekete geçip o şehrin etrafında boydan boya derin çukurlar kazıyorlardı. Bu vesileyle de düşmanların şehre yaklaşmasını engelliyorlardı. Binaenaleyh Medine’nin zarar göreceği yerlerle nakil ve askeri vasıtaların kolayca geçebilecekleri noktalarda derin hendekler açılmalı bu vesileyle aşılmaz badireler oluşturulmalıdır. Böylece düşmanın bu hendekler vasıtasıyla galibiyetinin önüne geçilecek, hendeklerin etrafına kazılacak siperlerle de aynı zamanda savunma taktiği uygulanacaktı. Burçların üstünden ve hendeklerin etrafına kazılan siperlerden atılacak taş ve oklarla da, düşmanın geçişine engel olunacaktı.(1)

 Selman’ın bu teklifi oy birliğiyle Kabul edildi. Gerçekten de bu plan İslam’ın kollama ve himayesinde büyük bir rol oynadı. İlginç olanı şudur ki, Resul–i Ekrem bizzat gezerek, zarar görmesi muhtemel bölgelerde incelemelerde bulundu.

Hendek kazılması gereken bölgeler özel bir hatla belirlendi. Bu cihetle Uhud’dan “Ratic”  denilen bölgeye kadar Hendek kazdırılması kararlaştırıldı. Düzenli bir çalışmayla on kişiye kırk zera’lık ( bir Zera 104 cm dir.)  bir alan tahsis edildi. Yere ilk kazmayı vuran kişi Peygamber idi. Ardından da yeri kazmaya devam etti. Ali (a.s)’da Peygamberin kazdığı yerin toprağını atıyordu. Peygamberin sureti ve alnı ter içerisinde kalmıştı. Öyle ki, biryandan da şöyle buyuruyordu: “Gerçek hayat ahiret hayatıdır. Allah’ım ensar ve muhacirleri bağışla” Peygamber bu ameliyle İslam’ın esaslı programlarından birini, ortaya koymak istiyordu.

Peygamber İslam toplumuna anlatmak istediği şuydu, komutan ve cemiyet rehberinin de toplumun sıradan bir ferdi gibi gam ve keder birliği içinde olması gerekmektedir. Her zaman onların sırtlarındaki yüklerden bir kısmını kendi omuzlarına almaktadır. Bu cihetten Peygamberin telaş ve çabası, Müslümanlar arasında oldukça büyük bir devrim vücuda getirdi. Hepsi istisnasız olarak çalışmaya koyuldular. Hatta Müslümanların müttefiklerinden sayılan “Ben–i Kureyza’da,  Müslümanlara çalışma alet ve edevatlarını temin ederek onlara, bu çalışmalarında yardımcı oldular.(2)

Müslümanlar o günlerde yiyecek açısından, korkunç bir kıtlık içerisindeydiler. Bu yüzden de zengin aileler tarafından İslam askerlerine yardım ediliyordu. Müslümanlar bu hendek kazımında büyük kaya parçalarıyla karşılaşınca hemen Peygamber’e tevessül ediyorlardı. Peygamber ise bu büyük kaya parçalarına indirdiği darbeler ile onları kırıyordu. Hendeğin uzunluğu işçilerin sayısıyla elde edilebilir. Zira o gün Müslümanlar meşhur kavle göre üç bin civarındaydılar.(3) Karar gereğince de her on kişi 40 zeralık bir alanın kazılması için tayin edilmişti. Böylece 12.000 zera, yani takriben beş buçuk kilometrelik bir alanda, boydan boya hendekler kazıldı. Bu hendeklerin eni ise, o kadar geniş idi ki, en usta binicilerin bile oradan geçmesi mümkün değildi. Tabiatıyla bu hendeklerin derinliği ve eni beş metreydi.

Dip Not: 1-Tarih–i Taberi C.2 S. 244- 2-Meğazi –i Vakidi C.2 S.445 - 3-Sire–i İbn–i Hişam C.2 S. 220-Meğazi –i Vakidi C.2 S.453

PEYGAMBERİN SELMAN HAKKINDAKİ MEŞHUR SÖZÜ

Hendeklerin kazılması için insanların taksiminde, Ensar ve Muhacirler, Selman hakkında ihtilafa düştüler. Her birisi diyorlardı ki: “Selman bizdendir. Bundan dolayı da bizlere yardım etmelidir” Peygamber bu ortam da, ihtilafı ortadan kaldırmak maksadıyla şöyle buyurdular:“Selman biz Ehl–i Beyt‘tendir” Peygamber gece gündüz, hendek kenarlarında kalmakta, işin bitimine kadar da büyük bir emek sarf etmekteydi.(1)

Fakat bazı münafıklar çeşitli bahanelerle bu işten el çekmiş ve hiç izin bile almadan kendi evlerine gidip geliyorlardı. Ama iman ehli olanlar büyük bir azim içerisinde durmadan zahmet çekiyorlardı. Bazen de bir özür ortaya çıktığında da komutandan izin alıp öyle gidiyorlardı. Binaenaleyh, özürünü bertaraf eder etmez yeniden iş başına dönmekte ve çalışmasını devam ettirmekteydi. Bu hadise çok açık bir şekilde Nur suresinin 62–63. ayetlerinde beyan buyurulmuştur.

 1-Meğazi –i Vakidi C.2 S.446-Sire–i İbn–i Hişam C.2 S. 224

ARAP ORDUSU VE YAHUDİLER MEDİNE‘Yİ MUHASARA EDİYOR

Arap ordusu çekirge ve karıncalar misali kendilerinin gelişlerinden altı gün önce kazılmış olan derin hendeklerin yanına yaklaştılar. Onlar İslam ordusuyla Uhud dağlarının eteklerinde karşılaşacaklarını zannediyorlardı. Ama Uhud vadisine ulaşınca Müslümanlardan hiçbir eser göremediler. Bu yüzden kendi yollarına devam ettiler.

Ve hendeklerin ağzına kadar yaklaştılar. Medine’nin en hassas bölgelerinde derin hendeklerin kazılmış olduğunu görünce şaşırıp kaldılar. Hep birden şöyle dediler:“Bu askeri taktiği Muhammed İran’lı birisinden öğrenmiştir. Yoksa Araplar, bu savaşın fennine aşina değillerdir.

TARAFLARIN KUVVET KONUMU

Arap ordusu, on bin kişiden daha fazla idi. Kılıçlarının parıltısı hendek arkasından bakanları hayrete düşürüyordu. Makriznin “ El Mita” da naklettiğine göre, sadece Kureyş, dört bin asker, üç yüz baş at ve bin beş yüz deve ile hendeklerin kenarına mevzilendi. Kureyşin müttefiklerinden olan Ben–i Selim Kabilesinin bazı oymakları da yedi yüz kişilik bir güçle “ Merru Zahran“ adı verilen yerde düşman ordusuna ilhak etti. “ Ben–i Fezare”  boyu bin kişilik, Ben–i Eşca ve Ben–i Merra boyu da her birisi dort yüz kişilik, geri kalan boyların hepsi de takriben üç bin beş yüz kişilik ki, hepsinin toplamı, takriben on bin kişilik bir ordu demekti.

Kureyşin yanında, hendeklerin yakınında bir yere çadır kurdular. Müslümanların sayısı ise, üç bini aşmıyordu. Onların karargâhı ise yüksek bir nokta olan “Sel” dağlarının eteği idi. Bu nokta hendeklerin üzerinde ve dışında büyük bir tasallut imtiyazına sahipti. Düşman ordusunun gidiş gelişleri ve faaliyetleri kolayca izlenebiliyordu. Müslümanlardan bir gurup ise bu hendeklerden gidiş ve gelişlerini koruma ve kontrol altına almakla görevlendirilmişti. Sahip oldukları tabii ve gayri tabii siperler vasıtasıyla düşmanın hendekler üzerinden muhtemel tecavüzlerinin önünü almaya çalışıyorlardı. Şirk ordusu takriben bir ay boyunca bu hendeklerin öteberisinde tevakkuf ettiler. Bu müddet boyunca çok az bazı kimseler dışında bu hendekleri aşabilen olmadı. Zira bu hendeklerden geçmeye yeltenenler bu günkü kurşun hükmünde olan taş parçalarıyla taşlanıyor, geçişine engel olunuyordu. Bu müddet boyunca İslam ordusunun, mütecaviz Arap askerleriyle oldukça şirin hatıraları ve maceraları vardır ki, tarih sayfalarında en ince ayrıntılarına kadar yer almıştır.–1–

1- Sire–i İbn–i Hişam C.2 S. 238

KIŞ MEVSİMİ AZIK VE YEM AZLIĞI

Ahzab savaşı kış mevsimine rastlamıştı. O yıl Medine’de kuraklık ve kıtlık baş göstermişti. Aynı zamanda şirk ordusunun azık ve yiyeceği de onlara uzun bir süre durma imkânı vermiyordu. Zira Kureyş ordusu, bu hendek kenarlarında bir ay boyunca bekleyeceklerini akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı. Aksine ani bir hamle ile İslam askerlerini gafil avlayacaklarına ve onları oktan geçirerek ortadan kaldıracaklarına yakin etmişlerdi. Savaşı körükleyen Yahudiler, bu müşkülatı derk etmekte fazla gecikmediler.

Onlar anladılar ki, bura da vakit öldürmek Kureyş liderlerinin irade zayıflığına yol açacaktır. Soğukluk istilası, yiyecek ve hayvan yemi azlığı onların mukavemet gücünü kıracaktı. Bu yüzden de Medine‘nin içinde bulunan“Ben–i Kureyza” Yahudilerinden yardım isteme fikrine düştüler. Taki bu vesile ile savaş ateşini içeriden körükleyebilsinler. Ardından da Medine kapılarını Arap ordusunun yüzüne açacaklardı.

HÜYYE B. AHTAB “ BEN–İ KUREYZA‘NIN KALESİNE GİRİYOR.

“Ben–i Kureyza” Kabilesi Müslümanlarla bir arada barış ve sulh içinde yaşayan yahudilerin bir kolu idi. Bu Kabile Peygamber ile imzalamış oldukları antlaşmada kararlaştırdıkları kurarlara harfiyen riayet ediyorlardı. İbn–i Ahteb, bir tek galibiyet yolunun sadece, Medine dâhilinde Arapların lehine,  bir alev tutuşturmak olduğunu anladı. Buna binaende Ben–i Kureyza Yahudilerinin anlaşmayı bozmaya davet etti. Bu vesileyle Müslümanların Ben–i Kureyza Kabilesinin arasını bozacaklarını tasarlıyorlardı. Zira gerçekten de Müslümanların dahili bir yangınla uğraşması Arapların galibiyetine yardım edecekti. Bu niyetle kendisini kale kapısına ulaştırdı. Kendi Kabilesinin reisi olan Ka’b ise nöbetçilere kapıyı açmamalarını emretti.

Ama o inad ve ısrar ile karşı koyarak,  bağırmaya başladı. “ Ey Ka’b, bana kapıyı, ekmek ve suyundan korktuğun için mi açmıyorsun?” Bu cümle Ka’bın  ihsasatını tahrik etti. Ardından da nöbetçilere kapıyı açmalarını emretti. Kalenin kapıları açıldı. Bu savaş ateşini körükleyen kişi ayını dinden olan Ka’b ile bir köşede oturdu ve ona şöyle dedi: “ Ben senin tarafına bir cihan dolusu izzet ve azametle geldim. Kureyşin büyükleri Arabın yiğitleri ve Gatafan‘ın emirleri, kâmil bir teçhizatla donanmış bir halde müşterek düşmanı (Muhammed‘i) ortadan kaldırabilmek amacıyla hendek kenarında sipere geçmişlerdir. Ve bana söz vermişlerdir. Muhammed ve Müslümanları katletmeyene kadar kendi yerlerimize dönmeyeceğiz” Ka’b ona cevaben şöyle dedi: “ Allah‘a andolsun ki, bir dünya dolusu zillet ve horlukla gelmişsin.

Benim nazarıma göre Arap ordusu yağmurdan yoksun gürleyen bulutlara benziyor. Fakat bir katre bile yağacak değildir. Ey İbn–i Ahteb, Ey savaşı körükleyen elini bizim başlarımızdan çek git. Muhammed’in güzel ahlakı bizim anlaşmamızı bozmaya en büyük engeldir. Bizler ondan sadakat, sefa, dürüstlük ve temizlik dışında hiçbir şey görmedik. Ona, şimdi nasıl hıyanet edebiliriz?” İbn–i Ahtep inatçı deveyi hörgücünden sıvazlanarak yola getirilen usta deveci misali K’ab’a, o kadar laf geveledi ki, sonunda da onu anlaşmayı bozma hususunda ikna etti. Ve ona söz verdi. Eğer Arap ordusuna galibiyet etmeyecek olursa bizzat kendileri gelip kaleye yerleşeceklerdi. Ardından da Ka’bın ortağı, Hüyye’nin huzurunda Yahudi reislerini bir araya toplanmaya davet etti. Hep birlikte bir şura teşkil ettiler. Onların hep birlikte görüşlerini açıklamasını istedi. Onlar ise hep birlikte şöyle dediler: “Asıl rey, sizlerin reyidir. Sizler her ne karar alırsanız biz ona hazırız.–1– 

 İçlerinden en yaşlıları olan “Zübeyr Bata” adlı Yahudi şöyle dedi: “Ben Tevrat’ta okudum ki, ahir zamanlarda Mekke topraklarında bir Peygamber zuhur edecektir. Ardından da Medine’ye muhaceret edecektir. O‘nun getirdiği ayinler, tüm dünyada yankı bulacaktır. Onun ordusu karşısında hiçbir güç mukavemet edemeyecektir. İbn–i Ahteb ise alel acele şöyle dedi: O Peygamber, ben–i İsrail kavmindendir. Muhammed ise İsmail oğullarındandır. Aynı zamanda o hile ve vehimle işe koyulmuş, bu cemiyeti de bu vesileyle bir araya toplamıştır. İbn–i Ahtep o kadar konuştu ki, sonunda bütün orada bulunanların hepsini anlaşmayı bozmak için ikna etti. Ardından da Kabilenin Muhammed ile imzalamış oldukları antlaşmayı isteyerek onu herkesin huzurunda paramparça etti. Ve onlara şöyle dedi:“ İşler sona erdi savaşa hazır olun.” (2)

 1-Meğazi –i Vakidi C.2 S.455–456  -2- Bihar–ül Envar C. 20 S. 223

PEYGAMBER, BEN–İ KUREYZA’NIN ANTLAŞMAYI BOZDUĞU HABERİNİ ALIYOR

Peygamber–i Ekrem, mahir memurlar vasıtasıyla Ben–i Kureyza’nın antlaşmayı parçaladığını öğrendi. Kalbi oldukça sıkıldı. Hemen İslam’ın reşit komutanlarından aynı zamanda da Evs ve Hazreç Kabilesi reisleri olan “Sa’d Maaz” ve “ Sad Ubade“yi gerçekten bu hıyanetleri doğru ise kendisini, “ Azl–u Kare –2– şifresiyle kendisini durumdan haberdar kılmalarını istedi. Ama eğer öyle değil de, antlaşmalarına Sâdık kalmışlarsa o zaman da haberi açık bir şekilde tekzip etmelerini tembihledi. Onlar, yanlarında ki, başka bir subay da olduğu halde “Ben–i Kureyza Kabilesinin bulunduğu kalenin önüne geldiler. Ka’b ile ilk karşılaştıklarında Ondan Peygamber ve Sad’a sövüp saymaktan başka bir şey duymadılar. Sad ise gaybi bir ilham ile ona şöyle dedi:“ Allah‘a andolsun ki, Arap ordusu bu topraklardan sürülecektir. Peygamber Ekrem’de ardından bu kaleyi muhasara altına alacaktır. O zamanda senin boynunu vuracaktır. Senin Kabileni çok kötü günlere sürgün edecektir. Sonra hemen ardından geri dönerek, Allah Resulüne rumuzla şöyle dediler:“ Azl-u ve Kare” dediler. Peygamber yüksek bir sesle şöyle dedi: “ Allah büyüktür. Ey Müslümanlar! Sizlere müjde, zafer yakındır.” İslam’ın büyük önderinin kemale ermiş şeamet ve siyasetini ifade eden bu cümle, “Ben–i Kureyza”nın antlaşmayı bozduğunu duyan Müslümanlarda moral bozukluğu yaratmamasını amaçlıyorlardı.–1–1-Meğazi –i Vakidi C.2 S.458–459

BEN–İ KUREYZA’NIN İBTİDAİ TECAVÜZÜ

“Ben–i Kureyza” ilk safhada, Medine şehrini talan etmeyi karar kılmıştı. Evlerine sığınan Müslüman kadın ve çocukları, ürkütecek bunun yanısıra da kötü planlarını tedricen uygulamayı başardılar. Ardından da Ben–i Kureyza‘nın gençleri şehir içinde mermuzlu bir halde gidip gelmeye başladılar. Abdulmuttalibin kızı Safiye bu konuda şöyle diyor: “ Ben Hasan b. Sabit’in evinde idim. Hasan da kendi eşiyle beraber orada bulunuyordu. Bu arada gözlerim kalenin etrafında mermuzlu bir şekilde dolaşan bir Yahudi’ye ilişti. Hasan’a şöyle dedim: “Bu adamın Su–i niyeti vardır. Kalk, onu buradan uzaklaştır.” Hasan ise cevaben şöyle dedi:“Ey Abdulmuttalib’in kızı; “ben onu öldürecek şehametten yoksunum. Aynı zamanda bu kaleden dışarı çıkıp zarara uğrayacağımdan korkuyorum.” Ben çaresiz bir şekilde eyağa kalkarak, kemerimi bağladım. Elime bir demir parçasını alarak ani bir saldırı ile o Yahudi’yi yere yıktım. Müslümanların gizli haber veren memurlarından Ben–i Kureyza’nın kale içinden Medine’ye girmesi için Kureyş ve Ben–i Gatafan Kabilesinden iki bin kişilik bir güç talebinde bulunduğu haberi alındı. Ardından da bu güç vesilesiyle Medine’yi talan edeceklerdi. Bu haber Müslümanların hendek dağlarında düşmanın geçişine engel olmak için hifazette bulunduğu bir ortamda alındı. Peygamber alelacele Zeyd b. Harise ve Mesleme b. Eslem adındaki iki İslam subayını, Müslümanlardan beş yüz kişilik bir güçle beraber Medine dâhilinde devriye çıkmakla görevlendirdi. Sokaklarda tekbirler eşliğinde, Ben–i Kureyza’nın ihtimali tecavüzünü engellemeye çalışıyorlardı. Ta ki evlerine sığınan kadın ve çocuklarda sükûnet bulsunlar.(1)

1-Sir–i Halebi C. 2 S . 335

İMAN VE KÜFÜR KARŞILAŞMASI

 Müşrikler ve Yahudiler Ahzab savaşından öncede İslam’ın aleyhine birçok girişimde bulunmuştu. Fakat bütün bu savaşlar daima özel bir cemiyet etrafında cereyan ediyordu. Yani bütün bir Arap yarım adasını İslam’ın aleyhine seferber edecek bir ihtivaya sahip değildi. Öyle ki bu söz konusu guruplar bütün güçleriyle çalışmalarına rağmen İslam’ın bu yeni ve genç devletini, ortadan kaldırmaya muvaffak olamamışlardı. Ama bu defasında ise bütün Arap Kabilelerinin iştirakiyle teşkil edilmiş mezkûr orduyla İslam’ın işini kökten halletmeyi düşünüyorlardı. Başka bir ifadeyle sadakalarında bulundurdukları son oklarını da Müslümanların tarafına savurmayı deneyeceklerdi. Bu yüzden de askeri ve iktisadi güçlerle donatılmış mücehhez bir ordu ile işe koyuldular ki, gerçekten de Müslümanlar Medine’yi difa etme hususunda, tedbir almış olmasalardı düşman galip gelecekti. Bu amaç İslam düşmanları Arapların “ Amr b. Abduved” gibi büyük kahramanlarını da yanlarında getirerek,  onun güçlü bileği sayesinde galibiyetlerini hızlandıracaklarına inanıyorlardı. Binaenaleyh ahzab günleri özellikle şirk ve kahramanlarının karşılaşması küfür ve İslam’ın karşı karşıya geldiği anlar idi. Bu iman ve küfrün savaştığı tarihi bir sahneydi. Arap ordusunun bu sahnede muvaffak olmamasının en büyük sebeplerinden birisi de onların önüne kazılan o derin hendekler idi. Böyle olunca da İslam düşmanları gece gündüz çalışarak, bu hendekleri geçebilmeyi deniyorlardı. Ama her defasında da Müslüman ordusunun çetin hamleleri ve İslam peygamberinin şahsi tedbirleriyle karşılaşmaktaydılar. O yılın soğuk kışı Arap ordusu ve hayvanları için baş gösteren yiyecek azlığı, kendilerini ve hayvanlarını ciddi bir şekilde tehdit ediyordu. Huyye b. Ahteb ( Savaş ateşlerini körükleyen kişi) Ben–i Kureyza Yahudilerinden yirmi deve yükü hurma yardımı aldı. Fakat bu yardım İslam memurları tarafından tevkif edilerek İslam askerleri arasında taksim edildi.(1)

Günün birinde Ebu Süfyan Peygamber Ekrem’e şu mazmunda bir mektup yazdı.“ Ben buraya güçlü bir orduyla senin dinini ortadan kaldırmaya geldim. Fakat ne yapalım güya bizimle karşılaşmayı mekruh addetmişsin. Bizim ile kendin arasında derin hendekler kazdırmışsın. Gerçi bu taktiği kimden öğrenmişsin bilemiyorum. Fakat şunu da söylemem gerekir ki, Uhud savaşına dek, kanlı bir savaş çıkarmayana kadar asla geri dönmeyeceğim.”

Peygamber Ekrem ise ona şöyle yazdı: “ Allah Resulü Muhammed’den Harb oğlu Ebu Süfyan’a: “Bir müddettir kendi kendine övünüyor ve tasavvur ediyorsun ki, İslam’ın nurlu meşalesini söndürebilmek zor bir iş olmasa gerek. Fakat bunu da bilmen gerekir ki, sen muvaffak olmak istediğin bu işten çok çok daha zebunsun. Binaenaleyh, çok kısa bir müddet sonra bozguna uğrayacak ve geri döneceksin.” Öyle ki çok geçmeden de Kureyşin en büyük putlarını senin gözlerin önünde yerle bir edeceğim.” (2)

Sahibinin irade ve karar sağlamlığını gösteren bu cevabi mektup, düşmanın kalbine bir ok gibi oturdu. Zira Kureyş Peygamberin doğru söyleyen ve emin bir kişi olduğunu bildiklerinden dolayı, karşı karşıya geldiği anlar kendi kendilerine teselli vermeye çalışmadılar. Halid b. Velid hususi bir tabur ile gece karanlığından da hareket ederek, hendeklerden geçmeyi denedi. Ama Esyed–i Hüzeyr komutasındaki Müslümanlardan müteşekkil bir bir tabur karşısında mukavemet gösteremeyip geri çekilmek zorunda kaldı. Resulullah hiçbir zaman, İslam askerlerinin ruhiyesini tavsiye etmekten gaflet göstermemiştir. O özgürlük hariminin difa edilmesi için ateşli hutbeler, sıcak ve etkili konuşmaları ile Müslüman askerlerde ruhi bir hazırlık meydana getiriyordu. Müslümanların hep bir araya toplandığı bir hengamede Peygamber, İslam subayları ve askerlerine dönerek, Allah’a hamdu senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:“ Ey İslam askerleri, düşmanlarınız karşısında mukavemet gösterin. Şunu da iyice bilin ki, cennet hak adalet ve özgürlük yolunda çekilen kılıçların gölgesi altındadır.”–3–

1-Sir–i Halebi C. 2 S . 345  2-El-imtâ S.240 3-Sir–i Halebi C. 2 S . 349

ARAP KAHRAMANLARINDAN BAZILARI

 “Amr b. Abdulved” “İkrime b. Ebu Cehil” “Hubeyra b. Vehebe” “Nevfel b.Abdullah” “Zirar b. El Hattap” adılı beş arap kahramanı özel savaş elbiselerini giydiler. Kendilerine mahsus bir gururla Ben–i Kinane Kabilesinin karşısında durarak şöyle dediler:“Savaşa hazırlanın. Arapların gerçek kahramanları kimmiş bugün göreceksiniz.” Sonra da atlarını sürerek hendeğin nispeten dar olan noktasından karşı tarafa geçtiler. Bu beş kahraman Müslüman okçuların hedefinden kurtulmayı da başardılar. Fakat bu hassas nokta hemen muhasara altına alınarak başkalarının geçişi engellendi. Bu beş Arap kahramanının bulunduğu nokta Hendek “Sel dağı”nın ( İslam ordusunun merkezi)‘nin arasında bir yer idi. Arap kahramanları hususi bir gurur ve kibir ile kendi atlarıyla oyun oynuyorlardı. İşaret ve telvih yoluyla adeta kendilerine rakip istiyorlardı.(1) Fakat bu beş kişi arasından cüret, şecaat ve şöhret açısından en ileride olanlarından biri resmen öne çıkarak kendisi için bir rakip isteğinde bulundu. O, gittikçe yükselen bir sesle feryad ediyor ve mestane naralarla “savaşçı yok mu?” diyerek meydan okuyorlardı. O,bu haliyle İslam askerleri üzerinde derin bir tedirginlik meydana getirdi. Müslümanların sükûtu onu daha da cesaretli kılmış ve şöyle diyordu: “Cennet iddia edenler nerde? Meğer bizim ölülerimiz cehennemde sizin ölüleriniz ise cennette” diyen İslam milleti sizler değil miydiniz? Sizlerden beni cehenneme gönderecek bir tek yiğidiniz yok mu? Veya ben onu cennete göndereyim mi?O, bu konuşmasını  okuduğu bu recez (arzuda bir bahir ) içerisinde beyan ediyordu.:“ben artık kendime rakip istemek için bağırıp çağırmaktan yoruldum.” İslam karargâhında Amr’ın bu naraları mukabilinde mutlak bir sükûnet hâkim idi. Peygamber, “içinizden bir yiğit kalaksında bu adamın şerrini bu Müslümanların başından defetsin.”diye defalarca tekrarda bulunmasına rağmen Ali b. Ebu Talip (a.s) dışında bu davete icabet eden hiç kimse olmadı. (2) Bu müşkülatı halletmek Hz. Ali (a.s)’ın üzerinde kaldı. Peygamber kendi kılıcını Hz. Ali (a.s)’ın eline verip başına da hususi bir sarık sardıktan sonra onun hakkında şöyle duada bulundu:“Allah’ım Ali’yi her şeyden mahfuz kıl.”Ya Rabbi! “Bedir” gününde Ubeyde b. Hars” Uhud gününde ise Allah’ın arslanı Hamza benden alındı! Allah’ım Ali’yi düşmanın şerrinden koru!”Sonrada şu ayeti okudu:“Ya Rabbi! Beni yalnız bırakma, sen varislerin en iyisisin.” (3)

Hz. Ali te‘hiri telafi etme amacıyla süratle yola düştü. Bu ortamda Peygamber o tarihi sözünü buyurdu: “Bu gün imanın tamamı, küfrün karşısında yer almıştır.” Hz. Ali daha öncede düşmanın okuduğu recez vezni üzerinde bir şiir okuyarak şöyle dedi: “ Acele etme. Meydana sana cevap verecek güçlü bir kişi çıktı.”Hz. Ali‘nin tüm bedeni demir silahlarla doluydu. Sadece miğfer arasından gözleri parlıyordu. Ama kendi rakibini tanımak istedi. Dedi ki; “ sen kimsin?” Hz. Ali ise Sârîh bir şekilde maarif olan bir lehçe ile şöyle cevap verdi:“Ali b. Ebu Talip” Amr şöyle dedi: “Ben senin kanını dökmem.

 Zira senin baban benim eski dostlarımdandır. Ben senin amcan oğlunu düşünüyorum; seni nasıl olurda benim meydanıma gönderebiliyor. Ben senin mızrağımın ucuyla kaldırır, şu zemin ve asuman arasına salarım. Öyle ki, ne tamamıyla ölür, ne de sağ kalırsın!” İbn–i Eb’il-Hadîd şöyle diyor: “ Benim tarih üstadım bu konuyu şerh ettiği her defasında şöyle derdi: “ Amr gerçekte Hz. Ali (a.s) ile savaşmaktan korkuyordu. Zira bu Uhud ve Bedir savaşlarından hazır bulunmuş ve Hz. Ali’nin o savaşlarındaki kahramanlıklarını yakından müşahede etmişti. Bu yüzden de Hz. Ali‘yi kendisiyle savaşmaktan vaz geçirmeye çalışıyordu.

 Ali buyurdu: “sen benim ölümüme üzülme ( Ben her halükarda, öldürür veya öldürülürsem)  saadet sahibi bir kimseyim. Zira yerim cennettir. Fakat her surette cehennem, senin intizarını çekmektedir. Amr tebessüm eder bir şekilde şöyle dedi: “ Ali bu adilane bir taksim değildir. Cennette, Cehennem de senin malın olsun.” Hz. Ali bu esnada O‘na, daha önce K’abe örtüsüne dokunarak kendi kendisine söz verdiği ahdini hatırlattı. Ki O, savaş meydanında ki rakibinin üç şartından birini mutlaka Kabul edeceğine dair söz vermişti.

Hz. Ali ‘de ilk önce O’na İslam’ı Kabul etmesini teklif etti. O ise şöyle dedi: “ Ali bundan vazgeç, bu mümkün değildir.” O zaman da şöyle buyurdu: “ Öyleyse savaştan el çek. Muhammed‘i kendi haline bırak. Savaş meydanından dışarı çık.” O ısrarına devam etti.“ Bu meseleyi Kabule yanaşmak benim için zillettir. Zira Arap şairleri benim hakkımda hiciv ve karalamaya başlayacaklar, bu işe korkudan dolayı başvurduğumu sanacaklardır.” Ali (a.s) buyurdu: “ Senin rakibin piyadedir, sen de attan aşağıya inde savaşalım.“ Amr ise, şöyle dedi: “Ali, senin bu isteğin oldukça önemsiz bir şeydir. Ben hiçbir Arabın benden bu talepte bulunacağını tasavvur edemezdim.” –4–

1- Tarih–i Taberi C.2 S. 239-Tabakat-ı Kubra C.2 S.68

2- Meğazi C.2 S.470.sayfasında şöyle diyorº “ Amr‘ın kahraman talebinde bulunduğunda, Müslümanlara mutlak bir sessizlik hâkim idi. Sanki başları üzerinde kuşlar vardı.

3-Kenz-ül Fevaid S.137

4-Bihar-ül Envar C.20 S.227

İKİ KAHRAMANIN SAVAŞI BAŞLIYOR

İki kahramanın arasında ki savaş şiddetli bir şekilde başladı. Etraftan kalkan toz ve toprak etraftan temaşa edenlerin durumu görmesine engel oluyordu. Kulakların duyduğu tek şey kılıçların kalkanlara değdiğinde çıkardıkları ses idi. Bir süre savaştıktan sonra Amr kılıcını Hz. Ali‘nin başına doğru savurdu. Ali (a.s) onun bu darbesini mahsus kalkanıyla difa etti. Bununla birlikte Hz. Ali’nin başı yarıldı. Hz. Ali (a.s) bu fırsattan istifade ederek düşmana büyük darbe indirdi. Düşman iki veya bir ayağı kopmuş şekilde yere yıkıldı.

Toz ve toprak arasından Hz. Ali’nin galibiyetini ima eden tekbir sesleri yükseldi. Amr’ın topraklar içerisinde yuvarlanması diğer kahramanların kalbine öyle şiddetli bir koku saldı ki, hepsi de gayri ihtiyari atlarının dizginlerini çekerek, büyük bir hızla kendi karargâhlarına geri döndüler. Geriye sadece hendekten geçmeye çalışırken geçemeyip hendeğin içine düşen “Nefel” dışında hiç kimse kalmadı. Nefel‘in hendeğe düştüğünü gören Hendek muhafızları hemen O’nu taş yağmuruna tuttular. Ama O yüksek bir sesle şöyle diyordu:“ Böyle bir haldeyken adam öldürmek erkekliğe yakışmaz. İçinizden biri aşağıya gelsin de öyle savaşalım.“ Hz. Ali hendeğe girerek O’nu da öldürdü. Şirk ordusunu tepeden tırnağa korku, şaşkınlık ve dehşet sarmıştı. Herkesten çok şaşıranda Ebu Süfyan olmuştu. O sanıyordu ki, Müslümanlar Hz. Hamza’nın intikamını almak kastıyla Nefel’in bedenini de parça parça doğrayacaklar. Birini göndererek Onun bedenini on bin dinar karşılığında satın almak istediklerini bildirdi. Peygamber buyurdu:“Onun cesedini veriniz, İslam’da ölünün parası haramdır.”

BU DARBENİN ÖNEMİ

Zahire bakılırsa Hz. Ali sadece bir kahramanı öldürmüştü. Ama hakikate bakılacak olursa, bu olayı Amr’ın naralarını işitmiş olmalarından dolayı vahşete düşen tüm bedenlere yeniden hayat verdi. Mukabelen de İslam’ın genç hükümetini ortadan kaldırmayı düşleyen on bin kişilik mücehhez bir İslam ordusunu vahşet ve dehşet içine sokmuştu. Eğer bu savaşta Amr galip gelecek olsaydı bu savaşın ne kadar kıymetli bir bir şey olduğu o zamanda daha kolay anlaşılırdı. Hz. Ali Peygamberin huzuruna vardığında da, Hazret bu galibiyetin önemini şöyle ifade etti: “ Bu fedakârlığın değeri benim ümmetimin amellerinden daha büyüktü. Zira küfür ordusunun en büyük kahramanlarından birinin mağlubiyeti sayesinde tüm Müslümanlar aziz, kâfirler ise hor ve zelil oldu.” (1)

1- Bihar C.20 S.216-Müstedrek-i Hakim C.30 S.33

MERTLİK

Amrın zırhı oldukça değerli bir zırh olmasına rağmen, Hz. Ali metreliğinden dolayı ona el bile sürmedi. Öyle ki 2.Halife Hz. Ali’ye Amr’ın bedeninde ki zırhı ne diye çıkarmadın diye itiraz da bulundu. Amr’ın bacısı bu olaydan haberdar oldu. Ve dedi ki:“ kardeşim öldürüldü diye asla gam yemem. Zira kardeşim kerim bir kimsenin eliyle öldürüldü. Aksi takdirde canım olduğu müddetçe gözyaşı dökecektim.”(1)

1-Müstedrek-i Hakim C.30 S.33

Şimdi de şirk ordusu, bir Arap kahramanının öldürülmesinden sonra ne hale geldi onu görelim.

 

ARAP ORDUSU DAĞILIYOR

Arap ordusu ve Yahudilerin, İslam’a karşı savaşa yeltenmelerindeki sebep bir değildi. Yahudiler gün geçtikçe büyüyen ve genişleyen genç İslam hükümetinden endişe duyuyordu. Ama Kureyşin İslam ve Müslümanlarla düşmanlığı çok eskilere dayanıyordu. Diğer yandan Gatafan, Fezare ve diğer diğer Kabileler ise Yahudilerin kendi vaat ettikleri Hayber mahsulâtı için bu savaşa iştirak etmişlerdi. Yani bu sonuncu gurubun garizesi sadece maddi temellere istinat etmiyordu. Aksine, eğer onların bu maddi tamahı Müslümanlar tarafından temin edilecek olursa hemen sevinçli bir halde evlerine geri döneceklerdi.

Özellikle o yılın dondurucu soğuğu,  yiyecek azlığı ve muhasara müddetinin uzaması onların ruhunda, bitkinlik yaratmıştı. Yiyecek ve yem azlığı onların hayvan bineklerini ölümle yüz yüze getirmişti. Bu yüzden Peygamber bir heyeti memur kılarak, Müslümanların Medine‘deki mahsulâtının üçte birini Kabilelere vermeğe hazır olduğunu söylemesi ve bunu Kabile reisleriyle antlaşma imzalayarak karara bağlamasını tembihledi. Elbette buna karşılık olarak Kabileler savaştan el çekecek,  kendi bölgelerine geri döneceklerdi.

Mezbur heyet Kabile reisleriyle görüşerek onları ikna etti. Anlaşmayı imzalaması için alıp Peygamberin huzuruna getirdiler. Fakat Peygamber antlaşmayı imzalamadan önce, İslam’ın reşid komutanlarından Sad Maaz ve Sad Ubade ile meseleyi müşahede etti. Ama öyle değil de mesele şahsi bir kanaatten ibaret ise o zamanda bizim nazarımıza göre bu antlaşma, tevakkuf ettirilmelidir. Zira bizler hiçbir devirde bu Kabilelere haraç vermiş değiliz. Aynı zamanda bu Kabilelerden hiç kimse, bizlerden tek bir hurma bile olsun, zorla almaya cesaret gösterebilmiş değildir. Nerede kaldı ki, ilahi ayetlere ve hazretin kılavuzluğuna mazhar olduğumuz bir zamanda bunlarla böyle bir antlaşmaya rıza gösterelim.

Allah’a yemin olsun ki, biz onların batıl ve boş isteklerine kılıçlarımızla cevap vereceğiz. Ta ki mesele ilahi hüküm ile açıklığa kavuşmuş olsun. Peygamber şöyle buyurdu :“Benim bu antlaşma fikrine düşmemin sebebi de sizlerin Arap ordusu tarafından hedef alındığınızı görmüş olmamızdan dolayıdır. Sizlere her taraftan hücum ediliyor, buna rağmen düşmanı bozguna uğratabilmek ve birliğini bozmak için bu çareyi düşündüm. Ama şu anda sizler fedakârlığınızı zahir kıldığınıza göre, ben de bu antlaşmayı tevakkuf ettireceğim. Aynı zamanda sizlere söylemem gerekir ki, buna ben de inanıyorum. Allah hiçbir zaman Peygamberi hor ve hakir kılmayacaktır.

Tevhidin şirke galip geleceğine dair vermiş olduğu vaade ameli olacaktır.“ Sad Maaz bu ortamda izin alarak, mektuptaki antlaşma şartlarını sildikten sonra, şöyle dedi:“ Putperestler bizim hakkımızda ellerinden her ne geliyorsa yapsınlar. Bizler düşmanlarına haraç verecek bir millet değiliz.”(1)  1– Sire–i İbn–i Hişam C.2 S. 223- Bihar C.2 S.252

ARAP ORDUSUNUN DAĞILIŞ SEBEPLERİ

1– Galibiyetin birinci sebebi Peygamberin temsilcilerinin Gatafan ve Fezare adlı Kabile reisleriyle yapmış olduğu görüşmeler idi. Zira bu antlaşma her ne kadar nihai tasvibden geçmemiş ise de bunun bozulması ilan edilmedi. Mezkûr Kabileler bu yüzden kendi müttefikleriyle derin bir ihtilafın içerisine düştüler. Bütün gün bu antlaşmanın tasvipten geçişini bekliyorlardı. Diğer Kabileler tarafından umumi bir hamleye geçilmesi için yapılan tüm teklifleri de bu ümit ile bu hususi meseleyi öne sürerek red ediyorlardı.

2– Arap kahramanlarından Amr’ın Hz. Ali tarafından öldürülmesi zira birçok kimsenin Amr’ın galibiyetine kesin gözüyle bakıyorlardı. Ama hal öyle olmayınca da, aralarında dehşetli bir korku ve endişe meydana geldi. Husisende Amr’ın öldürülmesinden sonra diğer kahramanlar savaştan el çekmiş, firar etmişlerdi.

3– Daha yeni Müslüman olan Nüaym b. Mesud bu ittifakın bozguna uğramasında en büyük rolü oynadı. O şirk ordusunun dağıtılması için oldukça müessir bir plan hazırladı. Onun faaliyetleri ise asrımızın mahir casuslarının faaliyetlerinden geri kalır bir yanı yoktu. Aksine belki de onlardan daha önemli ve daha büyük idi. O, Peygamberin huzuruna gelerek şöyle dedi: “Ben yeni Müslüman olmuş biriyim. Tüm bu Kabileler ile geçmişe dayalı bir dostluğumuz var. Onlar benim Müslüman oluşumdan haberdar değillerdir. Eğer bir emriniz var ise, emredin yapayım.“ Peygamber şöyle buyurdu:“Öyle bir iş yap ki bu ittifak dağılsın. Yani yüce ve mukaddes hedeflerin korunması uğruna bir takım planlar kurmanın hiçbir sakıncası yoktur.”(1)

Nuaym biraz düşündükten sonra Ben–i Kureyza Kabilesinin yanına gitti. Zira Ben–i Kureyza hain ve kalleş bir düşman idi. Müslümanların dâhilden ve başkalarının arkasından tehdit ediyordu. O, Ben–i Kureyza Kabilesinin kalesine girdi. Tam bir dert ortağı ve hayırsever kılığına girmişti. Ben–i Kureyza‘nın güvenini kazanabilmek için, girmediği kapı kalmadı. Bilahare de şöyle devam etti: “Sizin haliniz ile Kureyş ve Gatafan gibi diğer müttefiklerinizin hali arasınada oldukça fark vardır.

Oysa Medine sizin kadın ve çocuklarınızın yaşamakta olduğu bir merkezdir. Sizlerin servetleri buradadır. Bunları buradan başka bir yere nakledilmeniz için de bir sebep yoktur. Ama diğer müttefiklerin hayati ve ticari merkezleri buradan oldukça uzaktadır. Eğer onlar bir fırsatını bulur da galip gelecek olurlarsa kendi hedeflerine ulaşmış olurlar. Ama eğer öyle olmazda mağlup olacak olurlarsa, hemen bu noktadan geri çekilir ve kendi yollarına koyularak Muhammed’in ulaşması zor olan kendi yurtlarına dönerler.

Ama sizler iyi düşünün, ama eğer bunlar mağlup olarak geri dönecek olurlarsa sizler, Müslümanların kudret elinden kurtulamazsınız. Fakat bana kalırsa sizler bu ittifaka iştirak etmeğe devam ediniz. Ama onların mağlup olduklarında kendi merkezlerine geri dönmelerini önleyebilmek için, onların bazı ileri gelenlerinden yanınıza rehineler olarak alınız. Zira zor durumda sizleri yalnız bırakmayı düşünmesinler. Bu işi bitirmek zorunda kalsınlar. Zira böyle kalacak olursa onlar, kendi büyük şahsiyetlerini rehineden kurtarabilmek için son nefeslerine kadar savaşmak zorunda kalsınlar. Nuaym’ın bu fikri oybirliğiyle kabul edildi.

 O kendi sözlerinin onların kalplerinde yer ettiğine tamamen inandıktan sonra kaleden dışarı çıktı. Oradan da müttefiklerinin karargâhına yöneldi. Onun Kureyş büyükleriyle eskiye dayalı samimi bir dostluğu vardı. Hemen onlarla temasa geçerek şöyle dedi:“Ben–i Kureyza Muhammed ile imzaladıkları antlaşmayı bozduklarına oldukça pişman olmuşlardı. Şu anda da bunu telafi edebilmenin çaresi peşine düşmüşler.

Bu açıdan onlar sizlerden bir kaçını rehin alarak onları yanlarına almayı düşünüyorlar. Ardından da Muhammed’e teslim edecekler. Böylece kendilerinin sadakatini tesbit ettireceklerdir. Açıktır ki Muhammed’de bu rehineleri tahvil alır almaz öldürecektir. Bu meseleyi Muhammed’le önceden müzakere bile ettiler. Bundan böyle Ona yardımcı olacaklarına dair söz verdiler. Sizinle son nefeslerine kadar savaşmaya da azmettiler. Muhammed’de bu fikirlerini bizzat tasdik etmiştir. Binaenaleyh, Yahudiler bu sözlerinde rehin talebinde bulunacak olurlarsa sakın muvvafak etmeyiniz.

Zira biliniz ki, bu işin sonu sizlere pahalıya mal olacaktır. Bu dediklerime en büyük delil şudur ki, eğer sizler yarın onlardan Müslümanlara karşı topyekûn bir saldırıya geçmek istediğinizi dolayısıyla onlarında Medine dâhilinde isyan çıkararak yardımcı olmalarını isteyecek olursanız, hiç şüphe yok ki, onlar asla bu işe yanaşmayacak ve sizlerden aksine az önce zikrettiğim talepte bulunmakta ısrar edeceklerdir. Bilahare de Gatafan Kabilesinin yanına giderek hususi bir şive ile şöyle dedi:“Siz Gatafan Kabilesi benim aslım ve kökümsünüz. Beni söyleyeceklerimde itham edeceğinizi sanmıyorum. Ben sizlere bazı şeyler söylemek istiyorum. Aynı zamanda ümit ederim ki bu sözlerimi bir başka yerde söz konusu etmezsiniz.”

Hepsi de bu işi dostluk ve sadakat içerisinde Kabul ettiler. Bilahare de Kureyşe söylediklerinin aynısını bunlara da nakletti. Sonunda da onlardan “Ben–i Kureyza” Kabilesinin hilesine karşı uyanık olmalarını istedi. Ve şöyle dedi:“sakın onların bu isteğine müspet cevap vermeyesiniz. O kendi vazifesini en güzel şekilde yerine getirdi. Sonra da gizli bir şekilde Müslümanların karargâhına geri döndü.

Ben–i Kureyza’nın Arap ordusundan bazı büyükleri rehin alacağına ve sonra da bunları Müslümanlara teslim edeceğine dair çıkardığı şayiayı Müslümanlar arasında da terviç ettirdi. Elbette ki bu şayiayı Müslümanlar arasında terviç ettirmedeki amaç şuydu ki, bu hadise güncel bir konu haline gelip,  bu konuşmalar Arap ordusunun duyabileceği bir şekilde sohbetlere konu olsun.

1-”Şüphesiz savaş bir hiledir.” 

http://caferider.com.tr/hz--ali-as-ve-hendek-savasi_m3045.html