ABD ve Batı İsrail üzerinden İslam dünyasını kıskaca alırken, Rusya’da Ermenistan üzerinden denge kurmaya çalışıyor. Bu iki kıskaç arasında kalan Ortadoğu ve Kafkaslar bir türlü belini doğrultamıyor. Ne Türk dünyası arasında bütünlük sağlanabiliyor, ne de genel anlamda Ortadoğu’da.
İki kutuplu dünyanın akıllıca yürüttüğü bu politika, SSCB’nin dağılmasının ardından Ortadoğu ve Kafkaslar tek kutuplu bir dünyanın yani ABD’nin hegemonyası altına sokulmaya çalışılıyor. Rusya ise bu dengeyi Çin’le ortak hareket ederek dengelemeye çalışmaktadır.
Bu dengesizliğin içinde yaşanan sürece geniş bir perspektiften bakalım..
Yedi düvele karşı bütün İslam coğrafyasının Allah Allah diyerek sarsılmaz bir iman gücüyle göğüslerini siper ettikleri Çanakkale destanının ardından ümitleri kırılan Emperyalizm, İslam dünyasını din üzerinden geliştirdikleri projeyle ayrıştırmaya ve bölmeye çalıştılar. İngilizler Osmanlıyı vehhabi inancıyla yıkmaya çalışırken, Ruslar’da Bahaî inancı geliştirerek Şii dünyayı ayrıştırmaya çalışıyordu.
Barış ve esenlik dini olan İslam’la hiçbir ilgisi olmayan bu iki sapkın sözde din anlayışı Şii- Sünni ayrışımını hedefliyordu. Bahailik tutmadı ama Vehhabilik ne yazık ki tuttu. Bu anlayış yüce İslam Peygamberinin şehrinde, Allah’ın eman evi olan Mekke’de Suudi Arabistan’ın resmi dini oldu. Bu inanç Suudi Arabistan’ın hem hac gelirleri ve hem de petrol gelirleriyle beslenip büyütülerek bütün İslam coğrafyasına ihraç edildi.
On yıllardır Ortadoğu halkalarını aile krallıklarıyla yöneten hatta adını Cumhuriyet koyup diktatörlükle yönetilen İslam dünyası, İran devriminin ardından ezilen halkların uyanışı, 30 yıl aradan sonra adına Arap baharı denerek Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn’de her ne kadar kimler tarafından ve nasıl başlatıldığı belli olmasa da bir uyanış içine girdiklerine tanık olduk.
Bu gelişmelerin 'bahar' olarak adlandırılması da yanlış bir adlandırmaydı. Kavramlar çok önemli çünkü. Batılılar bu gelişmelerin adını Arap Baharı koydu. Biz ise buna 'İslami uyanış' demek zorundayız. Sonuçlar kimi doğruluyor sorusunda yaşananlara baktığımız zaman görüyoruz ki bu bir İslami uyanıştır. Bundan sonrası ne olacak onu da hep beraber yaşayıp göreceğiz. Tabi bizim de tahminlerimiz vardır.
Aslında bu bahardan amaçlanan iki şey önemli proje var biri BOP yani Büyük Orta Doğu Projesidir, diğeri de Ilımlı İslam yani Amerikancı İslam, sömürüye ve işgale ses çıkarmayan, antiemperyalist olmayan İslam projesidir. İslam coğrafyası yeniden dizayn edilmek isteniyor. Bu yeni dizayn demokrasi için midir elbette hayır. Var olan ülkeleri biraz daha küçük yutulur lokmalara bölmek ve dolayısıyla sınır ihtilafları doğacak ve bu dağın tepesi senin mi benim mi kavgasıyla birbiriyle sürekli çekişen halklar, küçücük devletçikler yaratmaktan ibarettir.
Hal böyle olunca da doğal olarak bölge halkları silahlanmaya ihtiyaç duyacaklar. Dolayısıyla her biri bir batılı ülkenin sömürgesi durumuna gelecek. Batı geçen asırda israfkar tüketim kültürüyle İslam dünyasından sömürüp götürdüğü serveti bitirdi. Şimdi yeniden kasasını doldurmak istiyor. Yer altı yer üstü zenginlikleri üzerine kurulu İslam coğrafyasını başka kılıflarla yağmalayıp, eşkıyalık yaparak bir yerlerden kıtalarına servet getirimleri gerekiyor. Servet götürecekleri yer bu coğrafya. Bu sömürü devam ederken, yıkım, işgal kan ve gözyaşı da akmaya devam edecektir.
Bir başka ifadeyle Batı gücü, euro bölgesinde bitmeyen küresel kaosuna rağmen, Ortadoğu halklarına kurabilecekleri ekonomik ve siyasal tuzakların peşindedir. Başını Suudi Arabistan’ın çektiği Katar, Kuveyt, Ürdün ve Bahreyn kendi halkının servetlerini Emperlayizim ve Siyonizm’in emrine amade ederek koltuklarını düşündüklerinden. Ekonomik desteğe muhtaç bırakılan Ortadoğu halkları ve ülkelerinin, IMF ve Dünya Bankası gibi Batı kurumları tarafından kimilerine ambargo kimi devletleri de ekonomik kuşatma altına tutmaktadır.
Gazze'de yaşanan katliamlar karşısında Hüsnü Mübarek'in takındığı tutum zalimce bir tutumdu. Mübarek çok açık bir şekilde, alenen kayıtsız şartsız emperyalizmin uşaklığını yaptı. Tunus Lideri babası Suud Krallığına sığındı.
Yemen diktatörü ABD ve Suudi kralının eliyle dokunulmazlık zırhına büründürüldü yardımcısı işbaşına getirildi. Vehhabi anlayışının himayesine teslim edildi. Libya’da ne oldu Noto bombardımanı altında petrol ve doğal gazlarına el konuldu ülke bölünüyor ve hala kan akıyor. Bahreyn’de de hak ve özgürlük için sokaklara dökülen silahsız halkın yaşadıkları ortada. Vehhabi askerlerin emrine amade Suudi askerleri bu ülkeyi işgal etti en kadim camileri yıktı, Kur’anı kerim tankların paletleri altında ezildi.
Bahreyn kralı ülkesini Suudi Arabistan’a ilhakını kabul etti. Ülkede halan kan akıyor baskı ve zulum devam ediyor. Suriye arenasında sinsi sırtlanca siyaset güden ABD, İsrail, AB, Katar, Suudi Krallığı, Bahreyn ile alakalı hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlar.
Kirli oyun din, mezhep ve ırk üzerinden yürütülürken, Bahreyn ve Suriye konusunda kutuplaşmanın yaşandığına tanık oluyoruz. Artık çok kutuplu değil; ABD ve İran etrafında toplanan iki kutuplu bir Ortadoğu var. İran'ın etrafında Suriye, Irak, Lübnan Çin ve Rusya var. ABD'nin etrafında ise İsrail, Ürdün ve Körfez ülkeleri var. İran kutbu çok daha birbirine yakın ve aktif biçimde birbirlerine yardımcı oluyorlar. Ancak, ABD kutbundaki ülkeler birbirleriyle olduklarından çok daha fazla ABD ile etkileşim içindeler.
Arap birliğinin Bağdat toplantısında konuşan Irak Başbakanı Nuri Maliki Arap baharı dalgasının üzerine vehhabi anlayışının oturtulduğunu bunun da büyük felakete yol açacağı uyarısında bulunması önemli bir mesajdı. Vehhabi anlayışının Pakistana, Afganistan’a Yemen’e, Irak’a ve diğer bölge ülkelerine neler yaşattığı ortada iken şimdide Suriye bu anlayışın pençesine bırakılmak istenmektedir. Vehhabi imamların verdiği fetvalar ortada iken bu kaygı doğru bir kaygıdır. Nitekim Mısır’da da Selefilerin pençesine sokulmuştur. Bu yüzden Irak Başbakanı toplantıda Araplara doğru bir perspektif sunması dikkate değer bir mesajdı.
Suudi Arabistan sadece kendi ülkesini kasıp kavurmuyor. Bütün bölge ülkelerini kasıp kavuruyor. Arap ülkelerini bir tarafa, Afganistan, Pakistan’a dehşet saçan sözde islamcılar – “Vahabi İslamcıları” mescitlere saldıranlar, kardeşkanı akıtanlar, bunların hepsi Amerika-Suud ortaklığı Aramko şirketinin Petro-dolarlarıyla beslenenlerin, Müslümanların başına açtığı belalardır. Ve ne yazık ki Mısır’a da sirayet etmiştir. Cemaat-ul Ezher’in bu tehlikei görmemesi durumunda yarın Cemaat-ul Ezher, Vahabi mollalar tarafından şirk yuvası olarak ilan edileceği açıktır.
Suriye’de de “Aleviler tabuta, Hristiyanlar Beyrut’a” sloganıyla eli silahlı taşeron örgütlerin yürüttüğü kanlı eylemlerin altında yapılan proje de Suudi Arabistan projesidir.
Arap birliğinin kuruluş amacı Arap milletinin kendi içindeki sorunlarını kendi aralarında çözmeleri, yabancılara karşı birlik içerisinde hareket etmeleri içindi. Ama ne yazık ki bu birlik, bu amacı korumak yerine Siyonizm’e hizmet eden bir yapı haline gelmiştir.
Diğer taraftan Başbakanımız, siyasi ve ekonomik olarak yüksek seviyede bir heyetle İran İslam Cumhuriyeti’ni ziyaret ettiler, birçok konuda anlaştılar. Bir iki konuda da görüş ayrılıkları devam ediyor. Her iki ülkenin Suriye’deki görüş ayrılıkları devam ediyor, zaten birleşmesi de mümkün gözükmüyor.
Suriye konusunda Türkiye ve İran en uç noktada taban tabana zıt görüşe sahip. İran tarafı olabildiğince ve sonuna kadar Suriye yönetimini destekliyor, Türkiye ise olabildiğince ve sonuna kadar, ama herkesten önde Suriye yönetimini düşürmeye çalışan ve Suriye halkı diyerek eli silahlı örgütlerin yanında duruyor. Bu noktada her iki ülkenin orta yolda buluşması kolay gözükmüyor ancak her şeye rağmen iki tarafın da en azından makul sınırlara inmeleri ve iki ülkenin halklarının hayrına karar alıp uygulamalarını arzu etmekteyiz.
Suriye konusundaki Türkiye’nin en uçta hareket etmesini ve Amerika’dan bile daha öne geçmesi düşündürücüdür.
Türkiye en üst seviyede Suriye’yle ta işin başında köprüleri atması gelinen noktada, Arap Birliğinin aldığı karara rağmen en önde durmaya devam etmesi, inisyatifi BM adına Kofi Anan’ın alması aslında Türkiye’nin birçok komşusuyla sorunlu hale getirmekle kalmamış ve kendisini ofsayt’a düşürmüştür. Bu İran tarafının Filistin meselesinde hiçbir çıkarı olmamasına rağmen Arap’lardan daha önde durarak ofsayt’a düşmesi gibi bir sonuç doğurmuştur.
Irak işgalinden sonra taşeron eli silahlı taşeron örgütlerin üstlendiği misyonu şimdi Suriye’de üstlenmiş durumda. Ve Suriye’nin sözde dostları yani aynı tezgâhın temsilcileri bu kez milyonlarca doları alenen onlara vermekte ve kardeşi kardeşe kırdırmaktadır.
Suriye'de İran ve Türkiye'yi karşı karşıya getirmek emperyalizm için bulunmaz bir nimettir. Batı eğer Suriye'ye kendi girerse Suriye'nin arkasında Müslüman dünya duracak. Dolayısıyla kendileri kenarda durup Türkiye'yi sokmak istiyorlar. Bundan da herhangi bir mezhep grup grupçuk bu coğrafyada yaşayan kimse karlı çıkmaz. İsrail hariç. Hepsi zarar görür hepsi köleleştirilir. Oynanmak istenen oyun budur.
Türkiye'nin İslam dünyası ve Türk dünyası ile bağlantısını kopartmaya çalışıyorlar. İsrail Hilali oluşturulmak isteniyor. Irak'ta Saddam yıkıldıktan sonra bir gecede ne olduğu belirsiz bir bayrak bütün ülkeye dağıtıldı bayrak İsrail bayrağının kopyasıydı. Kim dağıttı, bu bayrak nasıl ortaya çıktı? Tabi tepkilere neden oldu. O sırada İsrailli Dışişleri Bakanı bir söz söyledi. O dikkatlerden kaçtı. Bir de Müslüman İsrail oluşsa ne olur dedi. Iğdır'a Mersin'e terör örgütü neden önem veriyor. Akdeniz üzerinden İsrail ve Rumlar buluşuyor. Yukarıda Iğdır Ermenistan'la komşu.
Türkiye'nin Güney batısında Yahudi İsrail, Güneyinde Müslüman İsrail doğusunda Hıristiyan İsrail oluşturulmak isteniyor. Haçlılara karşı göğsünü siper eden bu milletin İslam dünyası ile bağları kesilerek, Batının şamar oğlanı haline getirilmeye çalışılıyor. "Şii hilal Sünni eksen" diyorlar. Sağ gösterip sol vurmak budur işte. Şii hilal ile meşgul edip İsrail hilali oluşturuyorlar. Böyle bir durumda Türkiye büyük Türkiye olmaktan çıkar.
Netice? Hem ülkemiz bölünecek, hem bölge bölünecek hem ayakta durabilecek dik bir ülke kalmayacak. Emperyalizm bölgeyi istediği gibi dizayn edip istediği gibi sömürecek. Bunun sonucu odur. Emperyalist batının amacı halkların demokrasiye özgürlüğe kavuşması değildir. Öyle olsaydı Irak'ta milyonlarla ifade edilen ve halen devam eden katliamlar yapılmaz yapılmaya da devam edilmezdi.
Nitekim bu endişelerimizi doğrulayan açıklama İsaril’den geldi.İsrail’in eski Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Uzi Dayan, Suriye’de etnik ayrışmanın desteklenmesi gerektiğini söyledi. Dayan, “Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir Kürt devleti kurulması desteklenmeli, Alevi azınlık için de özerk bir devlet kurulması seçeneği incelenmelidir.
Suriye’deki yönetimin zaaf ve sarsıntı içerisinde olduğunu, bu ülkedeki etnik ayrışmanın desteklenmesinin İsrail için yeni fırsatlar sunacağını söyledi.
Uzi Dayan, Suriye’de yaşanan gelişmelerden memnuniyet duyduğunu belirterek “İran, Suriye ve Hizbullah ekseninin sarsılmasına sebep olduğu için Suriye’nin zayıflaması İsrail’in çıkarınadır” derken, İsrail gizli servisi Mossad'ın eski başkanı Efraim Halevi de, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın görevde kalmasının, "İsrail için büyük bir stratejik hezimet olacağını" açıkça söyledi.
"Annan Planı"nın kabul edilmesi ve uluslararası toplumun Esad'ın koltuğunda kalmasına razı olmasının İsrail açısından taşıdığı tehlikelere işaret eden Halevi,
"Annan girişiminde başarılı olur ve Türkiye, Rusya, Çin, ABD, Fransa, İngiltere ile Almanya bu planın uygulanmasını uygun görürse, bir devlet olmamızdan bu yana İsrail'in en büyük stratejik hezimetine tanık olacağız. Şayet Annan bütün bunları bizi hesaba katmadan yaparsa hezimet katlanacak."
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez ise, Suriye rejiminin devrilmesinin İsrail’i füzeleriyle tehdit eden Hizbullah için öldürücü bir darbe olacağını söyledi. Yani direniş hattının çökertileceğini söylüyor.
Türkiye'nin ağır bir ABD-Batı baskısı altında olduğu bir gerçek. Türkiye, Batı ile olan bağlantıları (NATO İttifakı, AB üyelik süreci, ABD ile model ortaklık vs.) dolayısıyla kendi başına bağımsız inisyatif kullanamıyor. Medya tek taraflı haber ve yorumlar pompalıyor, ama gerçekler resmedildiği gibi değil.
Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’na yakışan Bahreyn ve Suriye konusunu birlikte ele alıp sonuç elde etme vizyon ve potansiyeline sahipti. Hem Sünni hem de Şii dünyada kendisini ve ülkemizi yıldızlaştıracak bu fırsat ne yazık ki değerlendirilmedi. Kim bilir beklide Suriye konusunda Türkiye’yi öne itekleyenler Türkiye’yi batırmak için, kendi etrafında çökertmek için çirkin bir plandır. Ki bu ihtimal yabana atılır bir ihtimal değildir.
İslam dünyasında vuku bulan ve kendi iç meselelerimizde neden iç dinamiklerimizi değil de Emperyalizm ve Siyonizm’in Batının ikiyüzlü siyasetine mahkûm oluyoruz.
Kendi içimizdeki sorunları çözmek için neden İslam dünyasının barış gücü yok. Müslüman ülkelerin ihtilafları oluşturulacak kurumlar tarafından neden çözülmüyor. İnsan haklarını batı bizden öğrendi. Biz şimdi onlardan medet umuyoruz. İslam adaletinden daha kusursuz bir adalet var mı? Dünyada devletiyle başı sıkışan, sorunu olan neden bu kusursuz medeniyetin dinamiklerine başvurmaz. Batı neden bize hükmetsin. Onlardan neden medet umuyoruz. Batı ne diye ve niye benim derdimi çözecek?
Hz.İmam Ali (as)’ın buyurduğu gibi; kavgaya tutuştuktan sonra artık haklı kim, haksız kim bakılmaz olur.
Son söz bölücülere destek olmayın, bunun en büyük belasını biz çekeriz. Yanılıyorsam buyurun izah edin, biz onu yapalım. Ümmetin birliğini ve dirliğini korumanın gayretiyle, Allahın bize hükmettiği kardeşlik münasebetleri içerisinde yaşayalım.