ABD, Sovyetler Birliği'nin 1990'lı yılların başında yaşadığı gibi bir dağılma sürecine mi sürükleniyor? Son yaşanan olaylar ile birlikte sorulan bu soru daha da anlamlı hale geldi.
Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecine tanıklık edenler böylesi bir şeyin olacağını akıllarından bile geçirmezlerdi. Fakat 1991 yılına gelindiğinde yıkılmaz denilen SSCB dağılmış, birliği oluşturan ülkelerin her biri tek tek bağımsızlığına kavuşmuştu. Şimdi ise o günlerde Sovyetler Birliği'nin dağılmasını büyük bir iştiyakle karşılayan ABD böylesi bir sürece evrilmiş gözüküyor.
Alıntıladığımız Thierry Meyssan imzası Voltairenet'te yayınlanan yazıda Amerika'nın Sovyetler Birliği'nin daha önce yaşadığı ile aynı durumla karşı karşıya olduğunu ifade ediyor...
ABD'deki gösterilerin ortaya koydukları
ABD'de ırkçılığa karşı gösteriler, hızla Demokrat Parti tarafından savunulan fikirlerin desteklenmesi sürecine dönüştü. Artık yasalar önünde herkesin eşitliği için mücadele etmek ya da bazı polis memurlarının önyargılarını sorgulamak değil, yeni bir İç Savaş tehlikesi doğurmak pahasına kültürel bir çatışmayı yeniden körüklemek söz konusudur.
Hemen hemen Batı'nın genelinde ABD'deki ırkçılığa karşı gerçekleştirilen protestolar, oradaki çatışmanın gelişimini maskelemektedir. Bu çatışma siyahilerin köleleştirilmesinin kalıntılarının sorgulanmasından, ülkenin bütünlüğünü tehlikeye atabilecek başka bir karşıtlığa evrilmiş durumdadır.
Geçtiğimiz hafta ABD'nin güç aldığı Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra parçalanmış olması gerektiğini hatırlatıyordum. Bununla birlikte, George W. Bush tarafından yürütülen emperyalist proje (« Sonsuz Savaş ») 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ülkeyi yeniden canlandırmayı mümkün kılmıştı. Aynı şekilde son yıllarda kültürel yakınlıklara göre gruplaşmak üzere halkın çok yer değiştirdiğine dikkat çekiyordum [1]. Irklar arası evlilikler yeniden seyrekleşiyordu. Siyahilerden başka azınlıkların anlaşmazlığa katılmasıyla birlikte ülkenin bütünlüğünün tehdit altına gireceği sonucuna varmıştım [2].
Bugün şahit olduğumuz şey tam olarak budur. Çatışma artık siyahilerle beyazlara karşı karşıya getirmiyor, çünkü beyazlar bazı ırkçılık karşıtı gösterilerde çoğunluk haline geldi, Hispanikler ve Asyalılar kortejlere katıldı ve artık Demokrat Parti de sürece dahil oldu.
Bill Clinton'un görev döneminden bu yana, Demokrat Parti finansal küreselleşme süreciyle özdeşleşmiştir; bu, Cumhuriyetçi Parti'nin gecikmeli olarak desteklediği, ancak hiçbir zaman tam olarak kabul etmediği bir tutumdur. Donald Trump bir üçüncü yolu temsil etmektedir: « Amerikan rüyası », yani Finans'a karşı girişimciliğin yolu. İddia edildiği gibi 1930'ların Nazi yanlısı izolasyonist hareketine değil, daha sonra doğrulanacağı üzere istihdamın yer değiştirmesine atıfta bulunan «America First!» sloganıyla seçimleri kazandı. Cumhuriyetçi Parti tarafından destekleniyor olsa da, « muhafazakar » değil, « Jacksoncu » olarak kalıyordu.
Richard Nixon'un seçim danışmanı tarihçi Kevin Phillips'in gösterdiği gibi, Anglosakson kültürü birbirini izleyen üç iç savaşa yol açtı [3]:
- « Büyük isyan » olarak bilinen ilki, birinci İngiliz iç savaşı (Lord Cromwell ve I. Charles'ı karşı karşıya getiren, 1642-1651);
- İkincisi İngiliz İç Savaşı ya da « Amerikan Bağımsızlık Savaşı » (1775-1783);
- ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki üçüncüsü Anglosakson iç savaşı veya « İç Savaş » (1861-1865).
Bugün tanık olduğumuz şey bir dördüncüsüne yol açabilir. Yakın zaman önce Başkan Trump'ın birleştirici olmayan, bölücü politikaları hakkında The Atlantic'e endişelerini dile getiren eski Savunma Bakanı Jim Mattis, böyle düşünmektedir.
Bugün mevcut olan kampları daha iyi konumlandırmak üzere Amerika Birleşik Devletleri tarihine biraz geri dönelim. Popülist Başkan Andrew Jackson (1829-1837), anayasanın babalarından biri olan ve demokrasiye şiddetle karşı çıktığı için federalizmi tercih eden Alexander Hamilton tarafından kurulan Merkez Bankası'nı (Fed) veto etti. Tıpkı Jackson'ın öğrencisi Donald Trump'ın bugün Fed'e karşı çıktığı gibi.
Jackson'dan yirmi yıl sonra, bugün göstericilerin tamamının atıfta bulunduğu « İç Savaş » ortaya çıktı. Onlara göre bu savaş, hümanist bir Kuzey ile kölelik yanlısı bir Güney'i karşı karşıya getirdi. Irkçı bir üçüncü sayfa haberiyle (Minneapolis'te siyahi George Flyod'un beyaz bir polis memuru tarafından linç edilmesi) başlayan hareket bugün Güneyli generallerin, özellikle Robert Lee'nin heykellerinin yok edilmesiyle devam etmektedir. Bu tür eylemler daha önce 2017 yılında da gerçekleşmişti [4], ancak bu kez ivme kazanarak yaygınlaşmakta ve Demokrat Partili valiler de gösterilere katılmaktadır.
Virginia'nın Demokrat Valisi Ralph Northam, beyaz protestocuların talebi üzerine ünlü General Lee heykelinin kaldırıldığını duyurdu. Artık ırkçılıkla mücadele değil, ülkenin birliğinin sembollerinin yok edilmesi söz konusudur.
Oysa bu anlatı gerçekle uyuşmamaktadır: İç Savaşın başlangıcında, iki kamp da köleciydi ve savaşın sonunda iki kamp da kölelik karşıtıydı. Köleliğin sona ermesi, köleliğin kaldırılması taraftarlarının çabasıyla değil, her iki kampın yeni askerler edinme zorunluluğu sonucunda gerçekleşmiştir.
İç Savaş, endüstriyel, Protestan ve servet edinmeye istekli bir Kuzey'e karşı, tarımsal, Katolik ve zengin bir Güney'i karşı karşıya getirdi. Güneylilere göre federal devletler tarafından belirlenmesi gereken, ancak Kuzeylilerin federal devletler arasında ortadan kaldırmayı ve federal hükümet tarafından belirlemeyi amaçladığı gümrük vergileri sorunu etrafında belirginleşti.
Bu nedenle bugünkü göstericiler, Güneylilerin simgelerini yıkarak, kölelik kalıntılarını hedef almamakta, Güneylilerin Birlik vizyonunu mahkum etmektedirler. Dağlarda gerilla savaşı yürütmeyi reddedip ulusal birliği tercih ederek İç Savaşı sona erdiren General Lee'ye saldırmak özellikle haksızlık olur. Ne olursa olsun bu bozulmalar açık bir biçimde bir dördüncü Anglosakson iç savaşının önünü açmıştır.
Bugün Güney ve Kuzey kavramları artık coğrafi gerçeklere karşılık gelmemektedir: artık daha çok New York ve Los Angeles ile Dallas'ın karşı karşıya gelmesi söz konusudur.
Bu birliktelik üzerine inşa edileni sorgulamaksızın, bir ülkenin tarihindeki olumlu olarak değerlendirdiğimiz yönleri tercih etmek ve olumsuz olarak yargıladığımızı yok etmek mümkün değildir.
1968 seçimlerinde Richard Nixon'un « Yasa ve Düzen » (Law and Order) sloganına atıfta bulunan Başkan Donald Trump, birçok yorumcunun iddia ettiği gibi ırkçı nefreti vaaz etmeye çalışmıyor, ancak bu sloganın yazarı Kevin Philipps'in (daha yukarıda anılan) düşüncesine geri dönmektedir. Her zaman Güney kültüründen güç alarak ve ülkesinin parçalanmasına yol açmadan Andrew Jackson'ın Finans karşıtı düşüncesine zafer kazandırmayı düşünmektedir.
Başkan Donald Trump, Mihail Gorbaçov'un 1980'lerin sonlarında içerisinde bulunduğu durumda bulunuyor: ülkesinin ekonomisi –finansı değil– on yıllardır keskin bir düşüş yaşıyor, ancak vatandaşları bunun sonuçlarını kabul etmek istemiyor [5]. Amerika Birleşik Devletleri ancak yeni hedefler belirleyerek ayakta kalabilir. Oysa böylesi bir değişiklik durgunluk dönemlerinde özellikle çok zordur.
Çelişkili bir biçimde, ABD toplumu kilitlenmişken, orta sınıflar yok olma sürecindeyken ve yeni göçmenler artık Avrupalı değilken Donald Trump « Amerikan rüyasına » (yani bir servet kazanma olasılığına) sarılmaktadır. Eş zamanlı olarak sadece rakipleri (Fed, Wall Street ve Silikon Vadisi) halk kitlelerinin aleyhine de olsa yeni bir model sunmaktadır.
SSCB'nin sorunu farklıydı, ama durumu aynıydı. Gorbaçov başarısız oldu ve SSCB dağıldı. Kim olursa olsun bir sonraki ABD başkanının bunu başarması şaşırtıcı olacaktır.
Kaynak:
[1] American Nations. A history of the 11 rival regional cultures of North America, Colin Woodard, Viking (2011).
[2] “ABD: ırksal başkaldırı ve ayrılıkçı kalkışma”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 2 Haziran 2020.
[3] The Cousins' Wars, Kevin Philipps, Basic Books, 1999.
[4] “ABD'deki seçimlerin içerideki anlaşmazlığa ilişkin ortaya koydukları”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 13 Kasım 2018.
[5] “ABD'nin Gorbaçov'u Trump”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 30 Ocak 2018