13-05-2019 tarihinde eklendi
ABD ile İran arasındaki gerginliğin boyutları ve AB'nin etkisizliği
Trump ekonomik savaşın peşini bırakmazsa, İran'ın kendisine karşılık vermesi de çok zor olacak. Bununla birlikte diğer senaryoda, ABD'nin durumu daha savunmasız hale gelir. Geride kalan yüzyılda Ortadoğu'da ciddi ya da ölümcül derecede siyasi zarar görmüş İngiliz ve ABD'li liderlerin etkileyici bir zayiat listesi var: 3 İngiliz başbakanı ve 3 ABD başkanı. Trump bu kaderden kaçabilirse ne mutlu!

Trump, yaptırımlara tutunduğu sürece güçlü konumda olur. Ancak, İran'la yaşanan kriz askeri bir aşamaya geçerse, ABD için beklentiler daha az öngörülebilir hale gelir.

Britanya'daki Brexit yanlıları Avrupa Birliği'nin (AB) pençelerinden kurtulmaları gereken, mutlak güce sahip dev bir yaratık olduğunu ilan ederken, AB ise dünya çapında 2. sınıf kuvvetten fazlası olmadığını gösteriyor.
ABD, Rusya ve Çin'in epey gerisinde yer alan AB'nin gerçekte sahip olduğu itibar, ABD Başkanı Donald Trump'ın 2015 İran nükleer anlaşmasından çekilmesinden sonra birliğin İran'ı Amerikan yaptırımlarından korumak konusunda gösterdiği acziyetle ispatlanmış oldu. Angela Merkel ve Emmanuel Macron, anlaşmadan çekilmemesi için Trump'a boş yere yalvarmak üzere bir yıl önce Washington'a küçük düşürücü ziyaretler gerçekleştirdi ve sonunda azarlandı.
 
ABD, o günden bu yana İran'a ekonomik baskıyı başarılı bir şekilde yoğunlaştırırken, İran'ın petrol ihracatı günde 2,8 milyon varilden 1,3 milyon varile kadar düştü. Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya, ABD yaptırımlarını savuşturacak finansal bir araç yaratma sözü vermişti. Ne var ki çabaları sembolik olmanın ötesine geçmedi. Nereden bakarsanız bakın, ticari işletmeler de bu tür tedbirleri fırsata çevirmek konusunda ABD Hazine Bakanlığı'nın öfkesinden korktu.
 
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani perşembe yaptığı açıklamada, Avrupalıların petrol satışı ve bankacılık konularında vadettiği himaye sözünü tutmaması halinde, nükleer anlaşmanın bazı kısımlarına uymaktan vazgeçeceklerini açıkladı. İran'ın bu süreçte uyumlu davrandığını herkes kabul etse de bu hiçbir işe yaramayacak.
 
Bunlar, 1979'da Şah'ın devrilmesinden itibaren ABD ve İran arasında devam eden karmaşık siyasi satranç oyunundaki son hamleler. Trump devrinde dünyada kurulacak herhangi bir güç dengesini, yakın zamanda ABD-Çin hattında ticaret üzerinden yaşanan ve önemli ölçüde tırmanışa geçen karşılıklı meydan okumaların değil, bahsi geçen bu ihtilafın tanımlaması çok daha muhtemel. Meseleyi bu kadar önemli kılan da ABD-Çin çekişmesinin aksine, içinde rejim değişikliği ve savaşla ilgili gerçekçi ihtimaller barındırıyor olması.
 
Konu İran anlaşması olunca Avrupalılar önemsiz oyuncular olduğunu ispatladı. ABD bir kez çekildi mi Avrupalıların anlaşmanın arkasında durmak için daha fazla diplomatik çaba harcaması asla mümkün değildi. Uzun vadede onlar da Tahran'da rejim değişikliği istiyor. Karşı çıktıklarıysa, Trump'ın bunu yaparken başvurduğu pervasız yöntemler. Buna rağmen Trump'ın anlaşmayı alabora ederken sergilediği küçümseyici rahatlık, AB liderlerini ya da onların yaptıklarını ne kadar umursadığını gösteriyor.
 
Avrupalılar, yükselişe geçen ABD-İran anlaşmazlığına seyirci kalacak. ABD, iş İran ekonomisini daraltmaya gelince muazzam bir potansiyele sahip. İran'ın petrol ihracatı yok oluyor, enflasyon yüzde 40'larda ve IMF ekonomide genel olarak yüzde 6'lık bir daralma öngörüyor. ABD, İran'la anlaşan bankalara dünyanın her yerinde ceza kesebilir. Buna İran'ın siyasi açıdan güçlü olduğu Irak ve Lübnan gibi ülkeler de dahil.
 
Trump devrinin bitişini beklemek dışında, Tahran'ın elinde ABD'nin saldırısına cevap verebilecek çok fazla etkili ekonomik tedbir bulunmuyor. İhtiyat, geçmişte İran'ın epey işine yaradı. 2003'ten sonra Tanrı'nın kendilerinin tarafında olduğu esprisini yapan İranlılara göre, ABD'nin, İran'ın 2 ezeli düşman komşusunu -Afganistan'da Taliban'ı ve Irak'ta Saddam Hüseyin'i- devirmesinin başka bir açıklaması olamazdı.
 
İranlı liderlerin çoğu, büyük çaplı bir sıcak savaş dışında Trump'tan gelebilecek herhangi bir hamle karşısında hayatta kalabileceklerine emin görünüyor. Geçmişteki örnekler haklı olduklarına işaret ediyor: İran, İsrail'in 1982'deki istilasının ardından Lübnan'da yaşanan savaşta üstünlüğünü kanıtladı ve ülkede tek başına en güçlü siyasi ve askeri kuvvet haline gelen Hizbullah'ın ortaya çıkışına yardım etti. Aynı şekilde, ABD ve İngiltere'nin 2003'te istila ettiği Irak'ta işgali baltalayan İran, çıkarlarına sempatiyle yaklaşan Şii liderliğindeki bir hükümetin Bağdat'ta iktidara gelişini izledi. İran'ın 2011'den sonra Suriye'de verdiği destek de müttefiki Beşar Esad'ı kontrol altında tutmak açısından hayati öneme sahipti.
 
İran, rakiplerinin hataları yüzünden bu çatışmalarda bir dereceye kadar kazanan taraftaydı. Ancak bunların tekrarlanması kaçınılmaz değil. Çünkü Washington'daki ve Batı başkentlerindeki siyasi kadroların çoğu ve medya, duygusal olarak Trump karşıtı. Trump'ın askeri çatışmadan kaçınırken, Amerikan ekonomisinin gücüne güvenmesinin etkisini çoğu zaman hafife alıyorlar. Ama günün sonunda, ABD Hazine Bakanlığı, uçak gemileri ve insansız hava araçlarına sahip Pentagon'dan daha güçlü bir dış politika aracı.
 
Trump, bilgilendirme raporlarını okumuyor olabilir ama konu iktidarın gerçekleri olunca, yönetiminde bulunan ve kışkırtılmasına yardım ettikleri Irak savaşından pek ders almayan yeni muhafazakar şahinlerden daha iyi bir sezgiye sahip.
 
Trump, yaptırımlara tutunduğu sürece güçlü konumda olur. Ancak, İran'la yaşanan kriz askeri bir aşamaya geçerse, ABD için beklentiler daha az öngörülebilir hale gelir. Ne Tahran ne de Washington savaş istiyor. Ancak bu, savaşmayacakları anlamına da gelmiyor. Ortadoğu'nun bu bölümündeki çatışmalar, çıkarları birbiriyle çakışan pek çok oyuncunun yer alması nedeniyle bilhassa dizginlenemez oluyor.
 
Bu uyuşmazlık, önceden kestirmesi imkansız birçok olasılığı da beraberinde getiriyor: Trump, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından destekleniyor ama bu petrol ülkelerinin Suriye ve Yemen'de iç karartıcı bir operasyonel kabiliyetsizlik sicili bulunuyor.
 
İranlılarsa ise Şii dindaşlarının çoğunlukta olduğu (Irak), en büyük topluluğu oluşturduğu (Lübnan) ya da hükümetin kontrolünde olduğu (Suriye) yerlerde başarılar elde etti. Ülkede Şii rejimi olduğunu göz önünde bulundurursak, nüfuzlarını Şii çekirdek alanın ötesine taşımak onlar için her zaman zor.
 
Binyamin Netanyahu, İran'ı şeytanlaştırmak ve ABD'nin bu ülkeyi Ortadoğu'daki tüm kötülüklerin kaynağı olarak görmesi için teşvik etmek konusunda başı çekti. Ne var ki Netanyahu'nun İran'a karşı kavgacı söylemine, askeri harekata geçme konusunda şimdiye dek ihtiyat eşlik etti. Ancak aynı durum Gazze ve Batı Şeria'daki savunmasız Filistinliler için geçerli olmadı.
 
Tehlike şu ki Washington'la Tahran arasında kalıcı bir soğuk ya da sıcak savaş, bu durumla pek de ilgisi olmayan diğer çatışmalara da ortam hazırlayacak. Bunlar arasında, Sünni dünyanın liderliği için Suudi Arabistan'la Türkiye arasında artan rekabet de yer alabilir. ABD'nin bölgedeki gücünün artması, Türkiye'nin bağımsız rolünü tehdit edebilir.2011'den bu yana Suriye'de Esad'a verdiği başarılı askeri destek sayesinde konumunu küresel bir güç olarak yeniden tesis eden Rusya için de öyle olacaktır.
 
Trump -gerçekleşmesi halinde bir sonraki ABD başkanlık seçimleri öncesi bilhassa faydalı bir iş olarak- Tahran yönetimini İran'ı bölgesel güç olmaktan çıkaracak bir Kartaca barışı için müzakerelere zorlamayı umuyor. Rejim değişikliği Trump için en uygun başarı olurdu. Ancak bunun gerçekleşmesi ihtimal dışı.
 
Trump ekonomik savaşın peşini bırakmazsa, İran'ın kendisine karşılık vermesi de çok zor olacak. Bununla birlikte diğer senaryoda, ABD'nin durumu daha savunmasız hale gelir. Geride kalan yüzyılda Ortadoğu'da ciddi ya da ölümcül derecede siyasi zarar görmüş İngiliz ve ABD'li liderlerin etkileyici bir zayiat listesi var: 3 İngiliz başbakanı ve 3 ABD başkanı. Trump bu kaderden kaçabilirse ne mutlu!
 
Patrick Cockburn 
Independent
http://caferider.com.tr/abd-ile-iran-arasindaki-gerginligin-boyutlari-ve-ab-nin-etkisizligi_h23157.html