03-05-2019 tarihinde eklendi
Özgündüz: “Aramıza Fitne Girmesine İzin Vermeyin”
Halkalı Zeynebiye Camii'nde 03 Mayıs 2019 Cuma hutbesinde binlerce kişiye seslenen Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz güncel konulara değindi.

Özgündüz: "Mübarek Ramazan ayının arifesindeyiz. Takvimlere göre pazartesi günü Ramazan’ın biri gibi görünüyor. Hilali takip edeceğiz. Eğer hilal kabul edilebilir bir bölgede görünürse Ramazan’ın biri, görünmezse Şaban’ın sonudur. Siz eğer geç saatlere kadar haber alamazsanız ihtiyaten Şaban’ın sonu müstehab oruç tutarsınız, gün içinde sabit olursa orucunuzu Ramazan orucuna çevirebilirsiniz.
 
 İctinab etmeniz gereken şeyleri de Ramazan sohbetlerinde konuşacağız. Benim en çok çekindiğim durumlardan biri seferi durumunu karıştırmanızdır. Seferi duruma düşüp orucunuzu batıl etmeniz ve sonrasında da boşuna aç kalmış olmanızdır; Ehl-i Sünnet böyle düşünmüyor. Hasta olan ve seferde olanlar kaç gün hastalığı sürdüyse, seferi kaç gün sürdüyse onun sayısınca başka günlerde tutacak, ister yesin ister yemesin. ‘’Doktor bana ye dedi ama ben yemedim.’’ Diyemezsiniz, bu dindarlık değil. Allah diyor ki: ‘’Onun sayısınca başka gün tut.’’
 
 Rivayetlerde; ‘’Seferde oruç utan, hazerde oruç yiyen gibidir.’’ İtaatsizlik bakımından. Oruç tut diyen Allah, bu şartlarda orucunu tutma diyorsa itaatsizlik etmeyeceksin, boşuna aç kalırsın. Ebu Hanife diyor ki: ‘’Bu Allah’ın misafire ikramıdır, ikramı reddetmek hoş değildir. Ama tutmuşsa kazası yoktur.’’ Fark buradadır.
 
Orucun amacı takvalı, erdemli, ilkeli insan yetiştirmektir. Lekelerimizi silip beyaza doğru gitmemizdir. Bu durum olmadıysa, temizlendiğini hissedemediysen davranışlarında, söylemlerinde orucun hayrını görememişsin demektir. Nitekim namazda, fehşa ve münkerden sakınmayı sağlar, sakındırır. Namazın seni kötülükten sakındırmıyorsa demek ki namazın da hayrını görmüyorsun demektir. Azizlerim, Allah bütün Müminlere bu Ramazan’ı huzur içinde geçirmeyi; bayramı da bu şekilde kutlamayı nasip etsin.
 
Öğleden sonra sefere çıkarsanız orucunuzu tutun. Başka önemli bir konuda sigara konusudur. Allah herkesi sigara illetinden kurtarsın. Sigaraya birkaç saat ara verdiğinizde rahatsız olacaksınız, öksürürken boğazınızdan gıcık gelebilir bu yüzden yanınızda mendil bulundurmanızı tavsiye ediyorum. Bir de boynunuza cenabet gelse öncelikle guslünüzü edin. İmsakten önce ağzınızda kalan atıklar ezandan sonra hâlâ oradaysa sıkıntı yaşarsınız. Sabahları namazdan önce dişlerinizi fırçalayın. Allah bizleri tüm kurallara uyarak oruç tutmaya nasip etsin.
 
Iğdır Tuzluca'da İmam Mehdi'nin (a.f)  doğum günü her yıl olduğu gibi bu yılda toplantımız da güzel geçti. İlçemizin devlet erkânı da bizleri onurlandırıp toplantıyı onurlandırdılar. Azerbaycan’dan, Gürcistan’dan, İran’dan dostlar vardı. Yirmi dakikayı aşkın zamanım vardı, konuştum. Hubregan Meclisi üyesi bir misafirimiz vardı. Ben konuşurken beni onaylayan sözler sarf etti, kendi konuşmasında da benim konuşmalarıma atıfta bulundu ve hiçbir yerinde de ‘’Buraya katılmıyorum, burayı onaylamıyorum.’’ Gibi sözler sarf etmedi. Bu durum böyleyken konuşmamın yüzde seksenlik bir kısmını kırpıp üç dakikalık bir kısmıyla kötü bir hava yaratılmak istendi. Öteden beri biliyoruz Gulat-ı Şia’yı. Ehl-i Sünnet’in değerlerine sövmeyi ibadet sayan bir zümre oluşturulmuştur. Rehberin deyimiyle; İngiliz Şia’sı oluşturulmuştur. Onlar bundan istifade ettiler. Şimdi yola düştük geldik, hatta yolcu olacağımız gece de Iğdırlı gençlerden bir grup geldi ve ‘’Böyle bir yaygara başlamıştır, nasıl bir cevap verelim?’’ diye bize sordular, onlarla da konuştuk. Gulat-ı Şia’nın böyle yapmasını doğal karşılıyorum çünkü İngilizler tarafından tasarlanış amaçları bu. Fakat sözüm ona dost gördüklerimizden bazılarının bize çelme takması veya bu konuşmadan etkilenmesi beni üzdü.
 
Üzerinde bir takım fikirlerim olan âlim arkadaşlarım Kum’dan buraya üç dakikalık bir konuşmadan kanaat belirtmesi beni üzdü, hâlbuki benimle irtibat kurabilirlerdi, soru sorabilirlerdi. Bu tavrıyla Kuran’a muhalif davranıyor. Kuran’da diyor ki: ‘’Size bir fasık bir şey ulaştırdığında bir araştırın, aslına vakıf olun. Yoksa bir kavme haksız yere saldırırsınız da sonra pişman olursunuz.’’ 
 O günden bu yana düşünüyorum, öz eleştiri yapıyorum; dinde de öz eleştiri çok önemlidir. Yanlış anlaşılmaya müsait cümleler var mı? Var. Ama şuan ki konuşmamda da sen yanlış bir şey çıkarmaya çalışırsan ben ne yapabilirim. Yani demek istediğim söylediklerin, karşı tarafın anladığı kadarıyla kalıyor ne yazık ki. Bunları hep söylemişimdir ben, bunlar yeni bir şey değil ki. Bizim ne Şafiyle ne de bir Hanefi ile problemimiz yoktur. Birliğimiz dinimize göre olacak ve herkes kendi mezhebine göre amel edecektir. Yanlış bir şey mi söylemişim, bu söylediklerim için tövbe mi edeyim? Asıl sorun bu konuşmadan iki sonuç çıkarmış olmalarıdır.
 Birincisi; ‘’Ali’yi öyle anlattın ki sanki Ömer’in emir eridir.’’ Sonucudur. Diğeri de Hz. Zehra’nın evinin kapısının yanıp yanmaması konusudur ki bana diyorlar ‘’Neden yanmadı diyorsun?’’. 
 
İlk önce ilk soruya cevap vereyim; Hz. Ali ile Hz. Ömer’i horoz dövüştürür gibi dövüştürmeyin, bunu yapmayın. Siz sanıyorsunuz ki son birkaç yüzyılda sadece İngilizler aramızı bozmaya çalışmışlardır. Bu yanlıştır; tarih boyunca Müslümanların ayrılıklarını kullanmak üzere görevlendirilen casuslar olmuştur. Hz. Ali (a.s) 176. Hutbenin sondan ikinci paragrafında diyor ki: ‘’Tefrikada Allah kimseye hayır vermemiştir.’’ 
 Bana bir tane Gulat-ı Şia molla gelsin ‘’Ali ile Ömer bir savaşta karşı karşıyaydı.’’ Desin. Var mı böyle bir savaş? Silah arkadaşı oldukları savaşlar birden fazlayken karşı karşıya oldukları savaş yoktur. ‘’Ama bazı savaşlarda kaçtı.’’ Diyeceklerdir. Ama Hz. Ali (a.s) kaçmadı, bu büyük bir şeydir. O ona has bir şeydir bunu inkâr eden yok ki. Fakat bana söyler misiniz kim kaldı? Siz sadece iki kişiyi suçlamaya çalışıyorsunuz ama Şiaların sevdiği bazı insanlarda savaştan kaçmıştır. Bazıları ne derse desin ben Kuran’dan doğruyu söylemeyi öğrendim.
 
 Dün Kum’da okuyan talebelerimizden bir tanesi oradaki hocalardan da bilgi toplayıp göndermiş. Ben bu konuda ne dedim? Tehdit var dedim. Ama yandırdı, öldürdü diyen rivayetler konusunda bazı kitaplar var ki ama bunların orijinalliği, yazarının belli olması konusunda şüpheler var. Sünni kesim de diyor ki: ‘’Tehdit etti ki evden çıkıp biat etsinler.’’ Dediler ki ‘’Fatima’da oradadır.’’ Dediler ki ‘’Fatima orada olsa bile…’’ Bu söz bile doğru bir söz değil, haddini oldukça aşan bir sözdür. Fitne ateşini körüklemekten Müslüman mı kârlı çıkar, kâfir mi kârlı çıkar? O ateşi kim yaktıysa yaksın bana düşen o ateşi söndürmektir. İmamım söndürmediyse, ben de söndürmeyeceğim. İmam Ali bu fitne ateşini söndürmemişse ben körükleyeceğim. Ali bunun kavgasını etmiş mi? Hasaneyn bunun kavgasını etmiş mi?  
 
 Mekke’de Abdullah İbn Ömer, İmam Hüseyin’e Irak’a gitmemesi için adeta yalvarmıştı. Peygamber hadisi vardı, ashabın neredeyse hepsi biliyordu İmam Hüseyin’in Kerbela’da başına geleceklerine. 
 Hz. Zehra onlara küskün gitti mi, gitmedi mi? Evet gitti ki mezarı belli değil. Peygamber bile küskün gitti, Sahi Buhari’nin hadisidir, vasiyetine engel oldular Buhari’de dâhil Ehl-i Sünnet kaynakları bunu söylüyor. Ama bu konu yüzünden sen tartışıp kalırsın, diğer gerçekleri ona kurban edersin. Mantık çerçevesinde konuşacak olursak, Haşimilerle, biat etmeyen sahabelerle doluydu o ev. Bunca kişi varken o evin kapısını kilitlemeye çalışmak neden hamile Hz. Fatima’ya kalmıştır. Ateş tuttu, birisi bayıldı, birisi öksürdü, birisi su attı gibi ayetlere de rastlamamışım. Bir yangın olmuşsa bunun canibi rivayetlerinin olması gerekirdi. Muhsin’in sıkti konusunda kimisi diyor ki ‘’Ömer tekmeyi vurdu, kapı açıldı, mismar yerinden oynayıp battı Hz. Fatima’nın göğsüne ve o sıkışmadan dolayı çocuğunu sıkt etmiş.’’ Ve ondan sonra da bu düşünceyi savunanlara göre Hz. Fatima, Hz. Ali’ye dönüp demiştir ki ‘’Ana karnındaki bebek gibi neden öyle kıvrılmış duruyorsun. Baksana hanımına ne yaptılar.’’ Bu yandan Hz. Ali (a.s)’a savaşma denmişti, eşini koruma denmemiştir ki. O kadar olay yaşanmışken Hz. Ali hâlâ orada oturuyor; Allah aşkına sizin aklınız bunu alıyor mu? Bir de olaya farklı bir bakış açısından bakacak olursak Hz. Fatima son anında Hz. Ali ile vedalaşma sohbeti ederken ikisi de Allah’ı şahit tutarak birbirlerini hiç üzmedikleri konusunda birbirlerine yemin ediyorlar.
 
 Bir başka rivayette de söyleniyor ki: “Yolda Hz. Fatima, Ömer’i yanan odunla gördü ve dedi ki ‘Evimi yakmaya mı gidiyorsun?’ Ömer ‘Evet’ deyince onu durdurmak için karşısına geçti ki Ömer, Fatima’ya odunla vurdu ki Muhsin orada sıkt etti.” Kimisi diyor: “Değnek ile vurdu”, kimisi diyor: “tekmeyle vurdu.” Söz birliği edin o zaman. Meddahlar diyor diyeceksiniz, meddahın amacı senin kederlenmendir, ilmi bir bilgi söz konusu değildir ki orada.
 
Ardından ben demişim ki Ömer, Ali (a.s)’ı ne zaman çağırsa gidiyordu, abasını düzelterek gidiyordu. Bunu ben dememişim ki tarih demiştir. Siz aksini diyebiliyor musunuz? Yani söyleyin ki Ömer hiçbir problemde Ali’yi çağırmadı. İhtiyaç da duymadı, yanlış da yapsa kendi yaptığı yanlış oldu. Ya da bunu söyleyin; Ömer, Hz. Ali’yi ne zaman çağırsa Hz. Ali diyordu ki: “Hadi oradan, madem hilafete sen oturmuşsun, öz işini yap. Gerek ki bana ihtiyacın olmasın, madem bilgin eksik neden oturdun o makama, gelmiyorum.” Bu görüşe inanan bir babayiğit var mı? Şia ya da Sünni kaynağını göstersin bana. Ne zaman çağırdıysa o zaman gitti, aksini diyebiliyor musun, bundan gururun mu rencide oluyor? 
 
 Devletin, yani en çok Ali’nin sermaye koyduğu devletin başıdır o. Verilen bir yemekte Sayın Cumhurbaşkanının davetiyle bizim mollalardan da giden oldu. Yine birileri sosyal medyadan bu konuda konuştular. Ben bir tek kelimeyi ne bu minberimde ne de başka yerde demedim. Özelden soranlar olduğunda da beni davet etse ben de gideceğim dedim. Devletin başı çağırdığında sana gitmek düşer. Adap bunu gerektirir. İmamların hepsi bunu yapmıştır. 
 
 Hz. Ali Nehcül Belaga’da mektubat kısmında söylüyor Muaviye’ye yazdığı mektupta: “yeryüzünde benden daha berisi yoktur Osman’ın kanında. Sen ortağısın, ben berisiyim. Çünkü Osman senden yardım istediğinde ordunu gönderdin bir de dedin ki ‘Yolda bekleyin, ölüm haberi gelsin geri dönersiniz.’ Ama ben oğlumun birisini Osman’ın evinin kapısına, diğerini de bacasına bekçi yaptım. Peki, nasıl öldürdüler? Komşunun duvarını kırıp girdiler. Peki, kim? Ebubekir’in oğlu Muhammed. Osman’a yanlışlarını deme konusunda hep söylemişim ama bundan özür dileyecek değilim. Bu benim görevimdir. Ama kanından en beri olan benim.” Demiştir. Tarihi vaka da budur. 
 
 Hz. Ali’nin gücünü, kuvvetini duyunca gururunuz okşanıyor ama hiç diğer yandan bakmıyorsunuz değil mi? İmamlarımızın bize öğrettiği Şia- Sünni ayrımı yapıp aranıza nifak sokmayın. Cemaat namazında ilerde durun. Müslümanlar saflarını sıkı tutmalı ki araya şeytan girmesin. Bunlar benim yeni söylediğim şeyler değil ki ben bunları kırk senedir anlatıyorum. Orada seçimin de getirdiği bir gerilim de vardı çünkü küçük bir farkla kaybetmişti bizimkiler. Bu gerilimi de bitirme adına Şafi’siyle, Alevi’siyle, Caferi’siyle, Sünni’siyle biz bir milletiz demeye devam edeceğim. Kim ne derse desin. Bu toplumun arasına nifak sokmaya çalışan ya cahildir, ya da casustur. 
 
Defalarca televizyonda, huzurunuzda, televizyonda Ehli Sünnet kanallarında söylemişim ki “ben sizin mezhebinizi hak bilsem sizden dönüp olurum, kendi mezhebimi hak buluyorum ki buradayım. Fakat sen benden neden kardeş olup kucaklaşmayasın. Bu devlet çok önemlidir. Eğer bu devlet olmasa haçlı seli bütün İslam diyarını götürür. Kim fitne soksa, kim olursa olsun idam sehpasını koyun öz kardeşim de olsa ipini ben çekeyim. Fitne ve tefrika bu millete zarar veriyor. Siz bu oyuna düştükçe size zarar gelecek; dinden vuracaklar, ırktan vuracaklar. Siz fitneyi yeşertmeye ortam verdikçe o yabani ot gibi güzel çiçekleri kapatacak. Siz neden Hz. Ali ile Hz. Ömer’i dövüştürüyorsunuz, onlar dövüşmemiş ki.
 
 Ebu Süfyan geldi Hz. Ali’nin yanına dedi ki “Senindir bu hak. Kureyş arasında bu kabile kimlerdir ki liderliği alsınlar. Sen iste Şam’ın süvarileriyle Mekke’nin altını üstüne getireyim.” Hz. Ali dedi ki “Yıkıl karşımdan, sen İslam’ın hayrını düşünmüyorsun.” Sen neden dövüştürmeye çalışıyorsun, ben bunu anlamıyorum.
 
 Hilafet kimin hakkıydı derseniz bize göre Hz. Ali’nin hakkıydı ama İmam Humeyni dedi ki “ Bu konuyu tartışmak emperyalizme hizmettir.” Bu sözün üzerine hilafet hakkında yazdığı kitabı attım bir kenara, yemin ederim ki şimdi nerede olduğunu bilmiyorum. Neden bunca şeye rağmen siz hâlâ aranıza şeytanı sokuyorsunuz. Hanefi’de, Şafi’de bu dinin bir parçasıdır, haricinde de değildir. Ne dinsizdir, ne de imansızdır.
Allah dostlarını horoz gibi dövüştürmeyin birbirleriyle çünkü bunun bir anlamı yoktur. Herkes benim görüşümü biliyor. Yahudiler, Hristiyanlar hepsi cehenneme gidecek bütün sahabeler cennete gidecek gibi bir şeyi söyleyecek bir babayiğit de yoktur. Çünkü Kur'an ile çelişir. Cennetin anahtarı bizim elimizde değildir, Allah’tan da yüksek bir mahkeme yoktur vesselam. Allah birliğimizi dirliğimizi bozmasın. Allah, aramıza fitne sokmasın."
http://caferider.com.tr/ozgunduz--aramiza-fitne-girmesine-izin-vermeyin_h23127.html